Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 11
İmam-ı Ali (r.a.) buyurmuş ki: "Her halükârda Allahu Teâlâ'yı zikretmek amellerin en şiddetlisidir."
Ebu Übeyde Amir Bin el Cerrah (r.a.) demiş ki: "Eski günahlarınızın arkasından yeni bir sevap işlemeye gayret ediniz. Çünkü sizden biriniz yer ile gök arasını dolduracak kadar günah işlerse de sonra bir hasene işlerse bu hayırlı ve sevaplı işi bütün günahlardan üstün çıkar ve günahları bozar."
Yine sahabeden Übey bin Kaab (r.a.) sahabelerin kurrasından yani iyi Kur’ân okuyanlardan idi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz bu zatın okuduğu Kur'ân'ı dinlerdi. Demiş ki: "Size iman yolu ve sünneti tavsiye ederim. Çünkü bir kimse sebil ve sünnet üzere olur ve Rahman'ı da zikreder ve o sırada Allah'ın haşyetinden gözlerinden yaş dökülürse bu kişiye cehennem ateşi dokunamaz.
Ebu Derda (r.a.) diyor ki: "Şol kimseler ki dilleri Allahu Teâlâ'nın zikrinden rutubetlidir, ıslaktır; onlar cennete gülerek gireceklerdir." İmam-ı Şarani Hazretleri diyor ki: "Burada rutubetliden maksat, gafil olmamaktır. Çünkü kalp gafil olursa dil kurur ve yaş olmaktan çıkar." Zevcesi Ümmü Derda (r.a.) demiş ki: "Her şeyde ibadet yapmak istedim fakat bunların içinde zikir meclislerinden daha efdal ve sadra ziyadesiyle şifa verecek daha üstün ibadet bulamadım."
Ebu Hüreyre (r.a) her gün on iki bin tesbih çekerdi ve "Günahım kadar tesbih çekiyorum." derlerdi.
Amir Bin Abdullah bin Gays (r.a.)'a sordular: "Senden kim hayırlıdır? Susması tefekkür olan, kelâmı zikrullah olan ve yürümesi tedebbür olan kimse benden hayırlıdır." demiştir. Ve yine derdi ki: "Zikrullah şifadır; başkasını anmak derttir."
Hasan Basri (r.a.) Hazretlerine bir kişi geldi; "kalbimin kasvetinden sana şikâyet ediyorum", dedi. Buna cevaben: "O halde zikir meclislerine yakın ol." buyurdu.
Muhammed-ül Bakir (r.a.) Hazretleri buyuruyor ki: "Yıldırım yani saikalar mü'min olana da mü'minin gayrısına da isabet eder. Fakat Allahu Teâlâ'yı zakir olana isabet etmez."
Mutrif bin Abdullah Hazretleri evinde yalnız kalınca evinin kerpiçleri ile birlikte tesbih ederlerdi, yani beraber zikir yaparlardı.
Sabit Eshed-ül Banani Hazretleri derdi ki: "Ehl-i zikir üzerlerinde dağlar kadar günahları ile zikir için otururlar, zikirden fariğ olup kalktıklarında bir tane bile günahları kalmaz. Elli sene teheccüde devam etmişler ve seher vakitlerinde duasında: 'Ya Rabbi eğer bir kişiye kabrinde namaz kılmak verirsen bana ver', derdi. Vefat edince gömdüler, üzerine kerpiçleri dizip kapattılar, bir kerpiç düştü, kabrin içi göründü, baktılar ki ayakta namaz kılıyor. Vefatından sonra kabrinden gelip geçenler kabri içinde Kur'ân tilâvetini duyarlardı."
Yunus bin Übeyt (r.a.) demiş ki: "Bu ümmette halis riya ve halis kibir yoktur. Sebebini sormuşlar: 'Secde ile kibir olamaz ve tevhidi ile de riya olamaz.' demiştir."
Muhammed ibn-i Kabul Kurazi (r.a.) diyor ki: "Bir kimseye zikri terk etmek ruhsatı verilmiş olsa idi. Zekeriya (a.s.)'a verilirdi. Çünkü ayet-i kerimede Zekeriya (a.s.)'a sükût orucunu Allah emretti. 'Halkla konuşmayacaksın ancak işaretle meram anlatacaksın' (Âli İmran: 41) Fakat bu zamanda Rabbini çok zikret." Buyurmakla konuşmaktan men ettiği halde zikri çok yapmasını emrederek zikri terke ruhsat vermedi.
Mücahit bin Hüneyn (r.a.) demiş ki: "Bir kişi Allah'ı çok zikredenlerden olamaz. Ta ki ayakta, otururken ve yatarken de zikretmedikçe." Yine buyurmuş ki: "Uyurken son sözünüz «Lâ ilâhe İllallah» olsun çünkü uyku bir nevi ölümdür. Belki uyanamaz ölürsün. O zaman ölmeden evvel son sözünüz kelime-i tevhid olur ki bu Allah'ın size büyük bir nimetidir.
Ata bin Ebi Ribah (r.a.) diyor ki: "Bir kimse zikir meclisinde oturursa bu zikir meclisi hürmetine Cenâb-ı Hakk o kişinin on batıl meclislerine kefaret kılar."
Ebu Abdullah Veheb bin Münebbih (r.a.) demiş ki: "Dervişlerine, bir el edinin yani dost tutun çünkü kıyamet günü devlet onlarda olacak." Ve yine demiş ki, Allahu Teâlâ Davut (a.s.)'a vahiy ile buyurmuş ki: "Sırattan en süratli geçecek kimse benim hükmüme razı olan ve dilleri de zikrimden ıslak bulunanlardır."
Ebu Vail (r.a.) Allahu Teâlâ'nın zikrini işittiği vakit kesilmiş kuş gibi çırpınırdı. Ve buyurmuş ki: "Bir kişinin kalbi Allahu Teâlâ'yı zikrettiği müddetçe o kimse namazda sayılır, isterse çarşıda bulunsun. Şayet dudakları da zikir ile hareket ederse çok daha azametli olur."
Avn ibn-i Abdullah bin Atiye (r.a.) diyor ki: "Herkesin amelinden bir seyyidi yani efendisi vardır. Benim de amelimin beyi, seyyidi yani efendisi zikrulahtır." İbni Cübeyr (r.a.) Ramazanda akşamla yatsı arasında Kur'ân'ı hatmederdi. Kâbe'nin içinde de her rekâtta bir hatim yapardı. Şafak söktüğü vakit artık sabah namazını kılıncaya kadar zikrullahtan başka bir şey konuşmazdı.
Mekhûl (r.a.) demiş ki: "Her kim bir geceyi zikrullahla ihya ederse anasından doğduğu gün gibi olur, yani günahlardan kurtulur."
Kabul Ahbar (r.a.) diyor ki: "Kalplerinizi zikrullah nuru ile nurlandırdığınız gibi, evlerinizi de zikrullah nurları ile nurlandırınız."
Abdurahmani Evzai Hazretleri diyor ki: "Dünyada zikirsiz geçen, saatler kıyamette kişiye gösterilir de her saat o zamanları zikirsiz geçirdiğine hasret ve üzüntüsünden nefsi parçalanır." Hassan bint-i Atiye (r.a.), ikindi namazını kılınca mescidin bir köşesine çöker gün batıncaya kadar zikrullahla meşgul olurdu.
Yeman bint-i Esved (r.a.) âmâ idi, Mushaf okumak isterse Cenâb-ı Hakk gözünü iade ederdi; Kur'ân'ı okur, bitirince tekrar gözü giderdi.
Seyyide Ayşe bint-i Caferü's-Sadık rahimehullah diyor ki: "Ya Rabbi İzzet ve Celâline yemin ederim ki, şayet beni cehenneme sokarsan, dünyada çektiğim yani okuduğum tevhitleri elime alırım. Ve cehennem halkına: 'Bakınız ben onu bunlarla tevhit ettim, O bana azap ediyor.' diye dolaşırım."
Zünnun-i Mısri (r.a.) demiş ki: "Her şeyin bir alâmeti var, ârifin huzurullahtan tard edilmesinin alâmeti de Allahu Teâlâ'nın zikrinden kesilmesidir." Ve yine demiş ki: "Allahu Teâlâ'nın kulundan iraz ettiğinin yani yüz çevirdiğinin alâmeti, o kulu sehiv edici, lehiv ve lağıv edici yani eğlence ve boş lâkırdılar düşkünü ve zikrullahtan yüz çevirmiş olarak görmedir."
Bayezid-i Bestami (r.a.)'ın çok kıymetli ve devam eden tavsiyelerinden birisi şudur ki: "Velilik ile şöhret bulan kimselere düşmanlıktan sakınınız. Velilerle tanışıp dostluk tesis edenlere müjdeler olsun. Çünkü bunlarla tanışan geçmişte fevt ettiği taatleri telâfi eder. Şayet telâfi edemezse, âhirette bunların şefaatlerine nail olurlar. Zira bunlar fütüvvet ehlidirler." Ve yine buyurdu ki: "Ölen kalplerin hayatı, ölmez ve daima diri olan Allah'ın zikri iledir."
Bişir Binil Haris ve Sırri Sakati Hazretlerinin akranından olan Ebu Muhammed-el Fethi Sait Bin Musuli Hazretleri diyor ki: "Her kim Allahu Teâlâ'nın zikrini kalbi ile devam ettirirse bu hali ona mahbubu ile ferahlanmayı miras getirir. Her kim de mahbubu olan Allah'ını hevası yani masiva sevgisine tercih ederse, bu da Allah muhabbetini tevlit eyler, yani doğurur. Ve böylece Allah'a müştak olan, masivadan zahitlik eder."
Yahya bin Muaz (r.a.) diyor ki: "Sadakatle velilerle sohbet eden kimse ehlini ve malını unutur, onlara boş verir olur. Ve bütün dünya meşgalelerinden kalır. Bu hal husule gelince Allah'la meşguliyet makamına yükselir de, masivayı bırakıp Allah'la meşgul olur." Ve yine demiş ki: "Dünya ehline meyletmekten sakınınız. Çünkü dünya bir geçit yeridir, yerleşecek yer değildir. Azık dünyadan, yerleşme âhirette olacaktır."
Yine buyurdu ki: "Veliler avcılara benzerler, Allah'ın kullarını şeytanların ağzından avlarlar, kurtarırlar. Bir veli ömründe bir av avlasa bile çok hayır yapmış demektir." Yine buyurmuş ki: "Zakirlerle oturunuz. Çünkü muhakkak ki onlar padişahın kapısının mülazımlarıdır."
Mansur ibn-i Ammar Hazretleri demiş ki: "Allah'ı tesbih ederim ki, âriflerin kalplerini zikir kabı, dünya ehlinin kalplerini tama kabı, dervişlerin kalplerini de kanaat kabı, dağarcığı kıldı."
Seyyid-i taife Ebu'l Kasım El Cüneyd (r.a.) buyurmuş ki: "Kalpler Allah'ın zikrine ihlâs verdikleri nispette Allahu Teâlâ da kalplere iman ve ihsanı halis kılar. Şu halde kalbine ne karıştığına dikkat et." Yine buyurmuş ki: "Allah'tan gaflet, ateşe girmekten şiddetlidir."
Ebu Osman El Hayri (r.a.) diyor ki: "Evliyaullahın sohbetine devam eden Allah'a vuslat yoluna muvaffak olur."
Ebu'l Hasen Ahmet bin Muhammed El Beğavi Hazretleri diyor ki: "Allah'ı dünyada bilemeyen âhirette de bilemez." Ve yine diyor ki: "Her şeyin ukubeti, yani cezası vardır. Ârifin ukubeti de zikirden kesilmesidir." Bu zat Bağdat'ta Şuniziye Mescidi'ne girince yüzünün nurundan yanan lambanın ışığı sönük kalırmış, onun için lâkabı Nuri'dir.
Yusuf ibn-i Hüseyin El-Razi Hazretleri demiş ki: "Bir müridin azimetle değil de, ruhsatla meşgul olduğunu ve fuzuli ilimlerle uğraştığını görürsen bil ki ondan hayır gelmez, adam olamaz."
Said-il Harraz (r.a.) diyor ki: "Allahu Teâlâ, zikri ile telezzüz etmeleri (Lezzet alması, zevk duyması) için evliyanın ruhlarına acele etti ve kurbüne (yakinine) vusul için bedenleri içinde maslahatlarında nail oldukları nimetleri acele etti. Bedenlerini cismaniler gibi ve ruhlarını da ruhaniler gibi yaşattı. Ve bunların 2 dili vardır: Zahir ve batın. Zahir lisanı cisimleri ile konuşur ve batın dilleri de ruhları ile konuşur." yine buyurdu ki: "Arif, her şeyi ile yardımlanır. Fakat Vuslat edince Allah'tan başka hiçbir şeyle ilgilenmez, yani onlardan medet ve yardım beklemez, bütün himmet ve gayretini Allah yoluna sarf eder; insanlar ona muhtaç olurlar."
"Arifler Allah'ın hazineleridir. Allah o hazinelere garip ilimler, acip haberler tevdi de ebediyet dili ile konuşurlar. Ve onlardan ezeli ibarelerle haber verirler. 'Allahu Teâlâ Musa (a.s.)'ı muhafazasına almasa idi dağa isabet eden ona da isabet ederdi.' (Araf: 143)
فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا
ayet-i kerimesi veçhile Cenâb-ı Hakk dağa ahadiyetten zerre kadar tecelli buyurunca dağ parçalandı eridi ve Musa (a.s.) ancak bayıldı. Demek ki Allah ârifleri muhafaza ettiğinden dayanabiliyorlar."
"Allahu Teâlâ kullarından birinin veli olmasını murad ederse, ona zikir kapısını açar, zikirden lezzet almaya başlayınca ona kurbiyet (Yakınlık) kapısını açar sonra onu üns (yakınlık, alışkanlık ve ısınmak peyda etmek) meclisine kaldırır, sonra tevhit kürsüsüne oturtur, sonra perdelerini kaldırır da, ferdaniyet evine sokar. Ve ona Celâl ve Azametinden açar. O kulun Celâl ve Azameti görmesi ile Hu'suz kalır. O takdirde kul fani olur. Allah'ın hıfzında vaki olur. Ve nefsinin davalarından kurtulur."
Yine diyor ki: "Bir gün veliliği aşikâr olan bir deliye rastladım. Dur ey deli diye bağırdım, bana döndü: 'Deli kimdir bilir misin?' dedi. Ben de, 'hayır bilmem' dedim, o zaman bu deli bana dedi ki: 'Mecnun (Deli) her attığı adımda Rabbini zikretmeyendir.' dedi." Ve yine buyuruyor ki: "Bir kul şeref sıfatı ile sıfatlanamaz. Ta ki zikirler gıdası ve toprak da döşeği olmadıkça."
Ahmet bin Mesruk (r.a.): "Mü'min zikrullahla rızıklanıp kuvvetlenir. Nasıl ki, Seyidetünâ Fatımatü'z Zehra (r.a.) validemiz babası Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden, buğday ve arpasını öğütmek için hizmetçi istediğinde, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz hizmetçi vermedi de buna mukabil ona tesbih, tahmid ve tehlil ve tekbir öğretip; 'Bundan daha güzel hadim olamaz.' buyurmuştu. Münafık ise yemek içmekle kuvvetlenir." Kendi talebelerine az yemek, az giyinmek ve az uyumağı tavsiye ederdi. (Yukarıdaki tavsiye buyrulan tesbih «Sübhanallah», tahmid «Elhamdülillah» tehlil «Lâ İlahe İllallah», Tekbir «Allahuekber» demektir.)
Ahmed bin Ata-ül Âdemi (r.a.): "Zakirlerin meclislerine kalbini yakın et ki, gafletinden uyanasın. Zakirlerin meclisinde bulunursan onların zikrine iştirak etmemekten sakın, iştirak etmeksizin bulunursan manen helak olursun."
Abdullah bin Muhammed El-Harraz (r.a.): "Açlık zahidlerin taamıdır. Zikir ise âriflerin taamıdır."
Muhammed Hamide't Tirmizi (r.a.): "Allah'ın emirlerine muhalefet ve kalp üzerine zikrullahın geçmesine devamı terk etmek; batının karışıklık ve bozukluğundandır."
Muhammed-ül Verrak (r.a.): "Kalplerin hayatı asla ölmeyecek, daimi Hay olan Allah'ın zikrinde öldürmektedir. En iyi saadetle yaşayış da, Allah'la yaşamaktadır; başkası ile değil."
Şibli (r.a.)'a dediler ki: "Ebu Türâb Nahşebi, bir gün badiyede (kırda, çölde) acıktı, 'bütün badiyenin taam olduğunu gördü', dediklerinde, Şibli Hazretleri dedi ki: 'Ebu Türâb Nahşebi, Allah'ın rıfk ile (yumuşaklıkla) muamele yaptığı bir kul olmuştur. Şayet tahkik mahalline erişmiş olsa idi, Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin buyurduğu kendine de olurdu.' Resûlullah Efendimizin buyurduğu: 'Rabbimin yanında kalırım, beni doyurur ve içirir.' buyurmasıdır." Ve yine Şibli Hazretleri kendine mürit ve talebe olmak için gelen Hasriye: "Eğer bu cumadan gelecek cumaya kadar kalbine Allah'tan başka bir hatıra geliyorsa, bana mürit olamazsın; yanımda durmak sana haramdır." demiştir. Bir gün Şibli Hazretleri'nden şu hadis-i şerifi sordular: "Belâ ehlini gördüğünüzde Allah'tan afiyet isteyiniz". "Ehl-i belâ gaflet ehli olanlardır." buyurdu. Yani zikretmeyip, zakir olmayıp gaflette kalanlar belaya tutulmuş kimselerdir, bunların durumuna düşmemek için Allah'tan afiyet isteyiniz demektir.
Ebu Ali Erruzbari (r.a.) demiştir ki: "Tasavvuf devenin çökertildiği gibi sevgilinin kapısında çökmektir. Sevgili tard etse bile." Yine buyurmuş ki: "Allah'ın bir kuluna gazabının yani öfkelenmesinin alameti, uzayan zikir meclisinden muzdarip olmasıdır, yani üzülmesidir. Çünkü Allah'ı sevmiş olsaydı onun huzurunda bin sene, göz açıp yummak gibi kısa gelirdi."
Ebu'l Hayr Akda'ı (r.a.) diyor ki: "Resûlullah (s.a.v.)'in kabrine geldim. Aç idim. 'Ya Resûlullah sana misafir geldim.' dedim ve oturdum. Minberin arkasında uyuyakalmışım. Resûlullah Efendimizi gördüm. İki kaşı arasından öptüm bana bir yufka ekmek verdi yarısını yedim, sonra uyandım ki, diğer yarısı elimdedir."
Yine buyurdu ki: "Allah'ı zikredenlerin zikirlerine değer biçilemez. Çünkü kıymet takdiri mümkün olsa zikir olmaktan çıkar."
"Bir gün huzuruna Bağdat'tan bir cemaat geldiler, her biri kendisinin şatahatından (fevkalâde hallerinden) böbürlenerek bahsettiler. Hazretin bunların sözünden göğsü daraldı, canı sıkıldı yanlarından çıktı. Arkadan odaya bir aslan girdi her birini bir tarafa ve birbirlerine geçirdi. Sustular, renkleri soldu, çok korktular, arkadan Ebu'l Hayr Hazretleri girdi: 'Ey kardeşler hani iddialarınız ne oldu? Türlü şatahat sahibi idiniz?' dedi. Sonra aslanı kovdu çıkardı."
İbrâhim Rugi diyor ki: "Ebu'l Hayr Hazretlerine teslim olmak kastı ile akşam namazında vardım, akşamı kıldı, henüz dua Fatiha'sını okumamıştı ki, içimden: 'Seferime yazık oldu, boşa gelmişim' dedim. Namaz bitince taharet için çıktığımda bana bir aslan saldırdı, tekrar Hazretin yanına kaçtım ve döndüm; aslan bana saldırıyor dedim, o zaman dışarı çıktı ve bağırdı, 'Sana misafirlerime saldırma demedim mi?' deyince aslan çöktü oturdu ve efendisine yaltaklandı. Ben geçtim, abdestimi tazeledim ve döndüm. O zaman bana dedi ki: 'Sizler zahirinizin düzgünlüğüne bakıyorsunuz da aslandan korkuyorsunuz, bizler ise, batınımızı düzeltmeye meşgul oluyoruz da aslan bizden korkuyor.' buyurdu."
Ebu Bekir Cafer El Ketani (r.a.) der ki: "Rüyada Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi gördüm, 'Ya Resûlullah Allah'a dua et de kalbimi öldürmesin.' dedim. Buyurdu ki: 'Her gün 40 kere: «Ya Hayyu ya Kayyum Lâ ilahe illâ ente» oku.' buyurdu."
İshak Nehri Curi (r.a.)'den Allah'a yoldan soruldu, cevaben dedi ki: "Cahillerden kaçın, ulemaya yoldaş olun ilmi kullanın ve zikre devam edin. O zaman ehli tarikten olursunuz."
Ali bin Muhammed-ül Müzeyyen (r.a.) (Cüneyd ve diğer Bağdat meşayihinin arkadaşlarındandır.) diyor ki: "Ne zamanki âhiret zuhur etse, dünya fani olur ve yine ne vakit ki zikir zahir olsa orada dünya ve ahrette fani olur ve zikirler tahakkuk eder gerçekleşirse, abid ve zikri fani olur. Mezkûr ve sıfatları baki kalır."
Hüseyin bin Ahmed-il Kâtip (r.a.) der ki: "Allahu Teâlâ kuluna zikrini halâvetini rızık olarak verir, eğer o kul bundan ferahlanır ve şükrederse, onu Allah kurbüne yani yakınına ünsiyet ettirir. Eğer şükürde kusur ederse o zaman zikri dilinden akıtır ve fakat halâvetini tattırmaz, halâvetini selb eder."
Ebu'l Hüseyin bin Habbanil Cemal (r.a.) diyor ki: "Dil ile zikir, dereceleri kazandırır; kalp ile zikir, kurubat kazandırır. Vahdeti çok yapmak sıddıkların sanatıdır."
Muhammed ibn-i İbrâhim Ezzücaci (r.a.) (Cüneyd ve Sevri'nin arkadaşlarındandır.) diyor ki: "Size dervişlerle sohbeti tavsiye ederim. Çünkü onlar, muhakkak dünyanın hazineleri ve âhiretin anahtarlarıdırlar."
İsmail bin Sülemi (r.a.) diyor ki: "Batını zahirinden efdal olan velidir, batın ve zahiri müsavi olan âlimdir, zahiri batınından efdal olan cahildir."
Muhammed ibn-i Hafif ez Dabi (r.a.) demiş ki: "Tasavvuf, kalplerin tasfiyesi, tabii ahlâktan ayrılma, beşeri sıfatları söndürmek, nefsin davalarından uzaklaşmak, ruhanî sıfatlarda yerleşmek, hakikat ilimlerine bağlanmak. Ümmet-i Muhammediye'nin hepsine nasihat ve şeriatta Nebi (s.a.v.)'e tabi olmaktır." Yine buyurmuş ki: "Nefsin, ruhsatlara binmesine müsamaha etmek ve te'villeri kabul etmekten müride daha zararlı bir şey yoktur."
Yine demiş ki: "Resûlullah'ı (s.a.v.) rüyada gördüm. Buyurdu ki 'Bir kimse Allah'a giden bir yolu bildi ve sülûk ettikten sonra rücû ederse onu Allahu Teâlâ âlemde kimseye yapmadığı bir azapla azap edecektir.'"