Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 28

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 28

 

Yemen'den Ehdel Şeyhi denilen şeyh Ebu'l-Kays'ın beslediği bir kedisi varmış. Hizmetçisi bir gün kediyi dövüp öldürmüş, ölüsünü çöplüğe atmış, birkaç gün sonra 'kedi nerede' diye sorunca hizmetçi bilemiyorum demiş. Şeyh Efendi kediyi çağırmış derhal kedi çıkagelmiş, âdet-i veçhile kediyi doyurmuş yedirmiş.

 

Yine beş tarikten büyük meşayihin rivayetlerine göre kutup şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri'ne bir kadın oğlu ile gelmiş ve oğlunu mürit olarak vermiş. Şeyh Hazretleri de kabul etmiş. Sonra çocuk mücahede ile emrolunmuş. Bir müddet sonra anası ziyarete gelmiş, oğlunun sararmış zayıflamış olduğunu ve önünde arpa ekmeği yediğini görmüş, sonra şeyhin huzuruna çıkmış bakmış ki önünde henüz yeni yediği bir tavuğun kemikleri toplanmış, tasta duruyor. Buna üzülüp: "Efendim insaf mıdır sen tavuk yiyorsun da oğluma arpa ekmeği yedirip zayıflatıyorsun?" demiş. Bunun üzerine Şeyh Hazretleri elini kemiklerin üstüne koyup, "Kemikleri diriltecek Allah'ın izni ile kalk!" demiş. Tavuk canlı tavuk olarak hemen dirilmiş ve gıdaklamaya başlamış. Bu defa Şeyh Efendi: "Oğlun da böyle olunca isterse tavuk yesin ve istediğini yesin demiş."

 

Yine bir gün yanında kalabalık bir cemaatle Şeyh Hammâdu'd-Dibas'ın kabrini ziyaret etmiş, mezar başında fazlaca kaldıktan sonra sevinçli olarak dönmüş. Yanındaki cemaatin nazarı dikkatini celp edip neye fazla kaldığı ve ayrılınca da sevinçle ayrılışının sebebi sorulmuş? Demiş ki: "Bir gün Şeyh Hammad'ın sağlığında ve yanındaki müritleri ile cuma namazına gidiyorduk, köprüden geçerken beni Dicle'ye itti, suya düştüm ve çıktım. Maksadı soğuğun şiddetinden müteessir olacak mı? Diye beni imtihan etmekmiş, müteessir olmadığımı görünce yanındaki müritlerine: 'Abdülkadir hareket etmeyen bir dağ gibidir.' demiş idi. Şimdi kabrinde ziyaretimde Şeyh Hammad'i güzel şekilde gördüm. Fakat sağ eli kendine itaat etmiyordu, felçli gibi idi. Sebebini sordum: 'Bu elimle seni vakti ile köprüden Dicle'ye atmıştım, onun için çalışmıyor, beni affetmez misin?' dedi. 'Eevet' dedim, Allah'tan affı için yalvarmaya başladım, benimle beraber 5 bin veli de kabirlerinde duama katıldılar, duamın kabulü için Cenâb-ı Hakk'tan istediler ve şefaat ettiler, duamın kabulüne kadar kabir başında kalmam uzadı. Ta ki Allahu Teâlâ kabul etti, eli eski normal haline geldi. O evvelce çalışmayan eliyle musafaha edip ayrıldım, dedi. Bunu işiten meşayih bu sözünün doğruluğuna burhan istediler, Abdülkadir Hazretleri de: 'Beğendiğinizden iki kişi seçiniz. Şeyh Hammad'dan cevap getirsinler.' dedi. Orada hazır olmayan ve bulunmayan iki kişiyi seçtik; 'Bunları bulup getir, söylesinler, sana mühlet veriyoruz.' dediler. Fakat Abdülkadir (r.a.) 'Mühlet istemem derhal ispat edeceğim, biraz sabrediniz.' dedi. Daha yerlerinden kalkmadan o seçtikleri kişilerden birisi geldi, kapıdan girdi. Ben şahadet ederim ki Allah beni Şeyh Hammad'la bu saatte görüştürdü ve şeyh Hammad bana: 'Ya Yusuf çabuk şeyh Abdülkadir'in medresesine git oradaki meşayihe Şeyh Abdülkadir'in anlattıklarının doğru olduğunu söyle.' dedi. Sözünü bitirince kapıdan ikinci seçilmiş kişi geldi, o da aynı veçhile şahadet etti. Bunları dinleyen meşayih, Abdülkadir Geylanî Hazretleri'nden aflarını dilediler."

 

Ashab-ı Kiram zamanından sonra, keramet çok zuhur etmiştir. Ahmed ibn-i Hambel Hazretleri (r.a.) diyor ki: Ashab-ı Kiram'ın (r.a.) imanları kavi idi, takviyeye ihtiyaçları yoktu, sonra gelenler bunların aksine takviyeye muhtaç olduklarından fazla kerametlerle takviye ediliyorlardı. Zira onlar Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi görmekle ve müşahede ile vahyin nüzulü ile batınları nurlanmış, nefisleri temizlenmiş, kalp aynaları cilalanmış olduklarından keramet görmekle elde edecekleri feyizlere ihtiyaçları kalmamıştı. Bunların içinde bir cemaat da vardır ki onların kalplerinden perdeler kalkmış batınları ruh'ul yakine kavuşmuş, marifete ermiş olduklarından bunların harikuladelikler görmeye ihtiyaçları kalmamıştır. Çünkü hadis-i şerifte: "Sizden biriniz Uhud Dağı kadar altını tasadduk etseniz (Sadaka olarak dağıtsanız) Ashabımın bir müd (yani yaklaşık olarak bir ölçek veya yarısı) kadar sadakalarının sevabına erişemezsiniz." buyrulmakla Ashab-ı Kiram'ın ne derece yüksek oldukları kıyaslanabilir. Binaenaleyh sahabenin Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi görmeleri ve sohbeti ile müşerref olmaları, nazar-ı keriminin onlara hululü dolayısı ile bunların ameline hiç bir amel müsavi ve muadil olmadığı gibi onların şerefine de erişilemez.

 

Mutasavvıf ve onlara benzemeye çalışan müteşebbihin hepsi de felah ve necat ehlidirler. Sofileri taklit eden, onlara benzemeye özenen kimsenin de, başka taifelere benzemeye çalışmayıp mutasavvıflara benzemeye çalışmasından onları sevdiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar onların ibadet ve vazifelerini yerine getiremez ise de onlar gibi olmaya özendiği ve onları sevdiğinden felah bulurlar. Zira (s.a.v.) Efendimiz buyurmuş ki: 'Kişi sevdiği ile beraberdir.' Ebû Zer (r.a.) dedi ki: "Ya Resûlullah bir kimse ehlullahı seviyor fakat onların ameli kadar amel edemiyor?" diye sorunca, Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: "Ya Ebazer sen sevdiğin ile berabersin." Ebu Zer de dedi ki: "Muhakkak ben Allah'ı ve Resûlünü seviyorum." Buna karşı da; "Muhakkak ki sen sevdiğin ile berabersin." buyurdu.

 

Suâl: "Fukahadan, yani zahir ulemadan, sofileri inkâr edenler mazurlar mı değiller mi?"

 

Cevap: "Her akıl ve dini olanlara yaraşan bu sofilere karşı inkâr ve itiraz bataklığına düşmemek. Çünkü bunları inkâr etmek öldürücü zehirdir. (Semmi katil). Nitekim velilere karşı gelenlerin akibetlerini eski ve sonraki zamanlarda gördük. Allah'ın vesilesine inkârda bulunup da hoca iken bilahare Hıristiyan olup öyle ölen İbn-i Sakâ'nın kıssası meşhurdur. Bazı ârifler demişlerdir ki: 'Bir kimse velilere eziyet eder görürseniz ve asfiyanın Allah tarafından bağışlanan makamlarını inkâr edeni müşahede ederseniz biliniz ki o kimse Allah'a karşı harp açmıştır. Ve Allah'a yaklaşmaktan kovulmuş ve uzaktır.' İmam Türab Nehşebi (r.a.) demiş ki: 'Bir kalp Allah'tan kaçmayı ve yüz çevirmeyi ülfet ederse o kimse Allah'ın velileri aleyhinde bulunmayı âdet eder.' Hadis-i sahihte Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş, hadis-i kutside Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: 'Her kim benim velime eziyet ederse bana harp etmiş olur; ona, bana harp açtığını bildiririm. Her kim de Allah'a harp ederse asla kurtuluş bulamaz.'"

"Keşf'ül-Gumme an Cemi'il-Ümme" adındaki İmam-ı Şarani Hazretleri'nin iki ciltten ibaret olan ve fıkıh tertibi üzerine toplanmış hadis-i şerif kitabının birinci cilti 338'nci sahifesinde: Aşikâr veya gizli olarak Allah'ı çok zikretmek, başlıklı fasılda zikre dair hadis-i şerifler toplanmıştır. Bunların büyük çoğunluğu yukarıda zikredilmiş hadis-i şerifler içinde mevcut olduğundan tekrar yazmıyorum. Bir kaçının tercümesini teberrüken yazıyoruz.

Hadis-i Şerif: "Kabir azabından en çok kurtaran zikrullahtan başka bir şey yoktur. Hatta Allah yolunda cihattan da daha fazla kurtarır. Meğerki harpteki gazi, kılıcı kırılıncaya kadar çarpışmış olsun."

 

Hadis-i Şerif: "Hiçbir gündüz ve gece yoktur ki Cenâb-ı Hakk orada kullarından dilediğine sadaka ihsan etmiş olmaksızın geçirsin. Bu Allahu Teâlâ'nın sadakaları içinde, kendisini zikretmesini kuluna ilham etmesinden daha efdal sadakası yoktur. Yani Allah'ın kuluna verdiği sadakaların en faziletlisi kendisini zikretmeyi ilham buyurmasıdır."

 

Hadis-i Şerif: "Bir melaike görevi icabı bir kişinin azalarını yarıp hayırlı amel aradı hiç bulamadı, sonra kalbini yardı orada da bulamadı. Sonra sakalını çekti, dilini damağının bir tarafına yapışmış «Lâ İlahe İllallah» der buldu, bu sebeple mağfiret olundu."

 

Hadis-i Şerif: "Bir kimse evinde fukaraya sadaka olarak para dağıtsa, diğer bir kişi de evinde Allah'ı zikretmekle meşgul olsa, zakir olan, durmadan para dağıtandan efdaldir."

 

Ümmü Selim (r.a.), bana Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah'ı çok zikret. Zira muhakkak ki Allah'ın huzuruna onun çok zikrinden daha fazla sevdiği bir şey ile gelemeyeceksin."

 

Hadis-i Şerif: "Allah'ın zikrini çok yapmayan kimse imandan yoksun olur."

 

Abdullah İbn-i Mesud (r.a.), Resûlullah (s.a.v.) : "Allah'ı çok zikrediniz ve Allah'ın zikrinde size yardım edecek kimseden başkası ile de dost olmayınız."

 

Zikir meclislerinde hazır olmak ve zikrullah için toplantılar yapmak faslında yine yukarda geçen hadisi şerifler mevcut ise de tekrarı ile uzatmaktan kaçınıyoruz. Yine uzun bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş: "'Kıyamette bir cemaatin yüzlerinin beyazlığı yani nuru diğerlerini hayrete düşürecek, bunlar peygamberler ve şehitler olmadıkları halde bu hallerine ve Allah'a yakınlıklarına herkes şaşıracak.' buyurunca, 'Ya Resûlullah bunlar kimlerdir.' diye sordular. Buyurdu ki: 'Her biri bir tarafta başka memleketlerden ve kabilelerden gelip ancak Allah'ı zikir için toplanmışlardır. Hurma yiyen kimsenin, ömründeki hurmalardan en iyilerini seçtiği gibi bunlar da konuşulan sözlerin en iyisi olan esma-i ilahiyi seçerler.'" Bu hadis-i şerifte topluca zikir yapan kişiler methedilmekle cemaatle zikre teşvik buyrulmuştur. Camilerde cemaatle zikir yapan kişilere "bid'at yapıyorlar" diye hücûm eden zahir hocalarımızın gafletine şaşmamak elden gelmiyor.

 

Yine buyurmuş ki: "Zikir halkaları cennet bahçeleridir. Onlara uğrarsanız, onlarla oturup zikrederek, faydalanın."

 

Türklerin yetiştirdiği, iftihar edeceği velilerden Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (k.s.) Hazretlerinin "Ramuz-ül Ehadis" isimli meşhur hadis kitabı ve şerhlerinden, hadis-i şerifler bahsinde çok istifade ederek iktibaslarda bulunmuştuk. Şimdi de bu büyük zatın yine kıymetli "Cami-ül Usul" isimli Arapça kitabından konumuzla ilgili kısımları tercüme ediyoruz.

 

Kitabın mukaddemesinde Cenâb-ı Hakk'a hamd ile başlarken, velilere Cenâb-ı Hakk yarattığı ve onlara ihsan ettiği nimetleri sayarken, Cenâb-ı Hakk'ın velilerine zikir kapısını açtığı ve onları tevhid kürsüsü üzerine oturttuğunu ve onlardan hicapları kaldırıp ferdaniyet evine cezp edip yaklaştırdığını söylemekle, zikir kapısının velayetten bir nasip olduğunu bildirmiştir.

 

Ebdâl olan velilerin 4 zahir amellerinden (Sumt: Susmak, Sehir: Uyanıklık, Cu: Açlık, Uzlet: Halktan çekilmek) Sumtun zahir yüzü: "Zikrullahsız kelamı terk etmektir." buyurmuştur. Demek ki veliler her konuştuğu cümlede esma-i ilâhiyeden birini bulundurarak, sözlerini zikirsiz geçirmez.

 

"Nakşibendiye yolunun usulünden birisi de; zikri gizli yapmak. Ve nefeslerini muhafaza etmek; yani şöyle ki, giren ve çıkan her nefesinde Allahu Teâlâ'dan gafil olmamaktır."

 

4 Türlü intisaptan bahsederken: "Kolay bir işte onlara iştirak etmek ve tabi olmakla da ehlullaha muhabbetle intisap da mümkündür. Onların hiziplerinden bir hizbi okumak ve kitaplarını mütalaa gibi. Nitekim Şazeli Hazretleri: 'Bizim hizbimizi okuyan bizdendir.'" buyurmuştur. "Şeyhle görüşmemiş ve buluşamamış olmak ona muhabbete mani değildir. Onun bize erişmiş tarikatı ve ahlâk-ı hamidesi kâfidir. Ona tabi olur ve severiz. Nasıl ki Resûlullah (s.a.v.) ve Ashabını görmediğimiz halde onlara muhabbet ettiğimiz gibi."

 

Bu kitabın kenarında da aynı müellifin kelimat-ı sofiye ve ıstılahlarına dair bir kıymetli kitabı daha var. O da çok değerlidir. 62'nci sahifenin kenarında mevzuumuza temas eden: "Zikrin fazileti ve delilleri ve hassaları ve hakikatlerine gelince…" diye başlayan bahiste: "Bilesin ki, muhakkak zikir bu yolda umdedir, her bir kimse Allah'a vuslat edemez. Ancak Allah'ın zikrine devamla vuslat eder ve kullar bununla memurdurlar. Zikir çok delillerle sabittir. Allahu Teâlâ (Ahzab: 41-42)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيراً (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42)

 

buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v.)'de hadis-i şerifte: 'Amellerin hayırlısı Allahu Teâlâ'yı zikirdir.' buyurmuştur."

 

Birçok hadis-i şerifler ve ayet-i kerimenin tercümeleri yukarıda geçtiğinden tekrar yazmıyoruz. Ebû Ali Dekkak Hazretleri demiş ki: "Zikir veliliğin diplomasıdır. Her kim zikirde muvaffak olursa, ona diploma verilmiştir. Her kimden de zikir soyulup geri alınırsa o velayetten azlolunmuştur."

 

Zunnuni Mısrî Hz. leri demiş ki: "Ârifin cezalanması zikirden kesilmesidir". Denilmiş ki: "Zikir fikirden efdaldir. Çünkü Allahu Teâlâ zikirle tevsif olunur da fikirle tavsif olunmaz."

 

Zikrin hassalarına gelince: Cenâb-ı Hakk kulunun zikrine mukabil kendisinin de kulunu zikredeceğini bildirmiştir. (Bakara: 152)

 

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ

 

ayet-i kerimesinde. Bu bir hassadır ki geçmiş ümmetlere verilmeyip, Ümmet-i Muhammed'e verilmiştir. Bunu Cebrail (a.s.) vasıtası ile Allahu Teâlâ buyurmuştur.

 

Yine Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: "Allah'ın zikri çok büyüktür." ayet-i kerimesinin manası: "Siz beni zikrediniz ki bende sizi zikredeyim." ayetinde, "Allah'ın size vaat ettiği sizin zikrinize karşı Allah'ın yapacağı zikir, sizin Allah'ı zikrinizden çok büyüktür." demektir.

 

Yine hassalarından birisi de: "Zikir bir vakit ve zamanla kayıtlı değildir. Belki âbid vakitlerin hepsinde zikirle emrolunmuştur, lisan ile yahut kalp ile ister farz ister nafile şeklinde olsun. Allahu Teâlâ âyet-i kerimesinde (Al-i İmran: 191)

 

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ

 

buyurmuştur."

 

Kuşeyri, "Bizden evvelki peygamberlere nazil olan kitapların bazısında denmiş ki: 'Kuluma zikrim galebe ederse o bana âşık olur, ben de ona âşık olurum.' Allahu Teâlâ Davud (a.s.)'a: 'Benimle ferahlan ve benim zikrimle nimetlen.' diye vahyetmiştir, İncil'de de buyurmuş: 'Öfkelendiğin vakit beni zikret, ben de seni öfkelendiğim zaman anayım.'"

 

Zikir 3 nevidir: Lisanen zikir, kalple zikir ve ruhla zikirdir. Birincisi ile ikinciye ve ikinci ile üçüncüye erişilir ki 3'ncüsü gayeyi kusvâ yani son erişilecek dilektir. Demişler ki: "Zikir 3 nevidir:

1 — Kalbi gafil olarak lisanla yapılan zikirdir ki, buna âdet zikri denir ki avamın zikridir. Bunun semeresi ikaptır. Yani cezadır. Çünkü böyle zikir yapmak günahtır.

2 — Huzur-u kalple birlikte lisanla yapılan zikirdir. Buna ibadet zikri denir. Bu havassın zikridir. Meyvesi sevaptır.

3 — Bütün azalarla ve vücuttaki kuvvetlerle yapılan zikirdir ki buna muhabbet ve marifet zikri denir. Bu da havas-ül havasın zikridir. Bunun meyvesinin ise ne olduğunu tabir etmek anlatmak mümkün değildir. Bu yüksek ebrar tabakaya göre ve mukarrebine göredir. Bu zikrin kadrini ancak Allah bilir."

 

Yine demiş ki: "Zikrin hakikati, senin Allahu Teâlâ'yı zikrettiğin vakit Allah'tan başka her şeyi unutmuş olmaklığındır. Bu sebeple Zünnun Hazretleri: 'Hakikat üzere bir kimse Allah'ı zikrederse, zikri yanında başka her şeyi unutur. Buna karşı Allahu Teâlâ da o zakire her şeyi muhafaza eder.'

 

Efdal-i Zikir: «La ilahe illâllah»'tır. Çünkü (s.a.v.) Efendimiz

 

اَفْضَلْ الّذِکْرِ لا اِلهَ اِلاَّاللّهُ

 

buyurmuştur. Zikri hafi de efdaldir (Araf: 205)

 

وَاذْكُر رَّبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعاً

 

âyet-i kerimesinden ve yine (Araf: 55)

 

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً

 

ayet-i kerimelerinden ötürü. Yine hadis-i şerifte: 'Zikrin hayırlısı hafi olanıdır.' buyrulmuştur. Bunun sebebi ise: Gizli zikirde ihlâs çok ziyadedir ve riyadan çok uzaktır, faidesi de pek çoktur. Meyvesi cihetinden ziyade faydalı olduğu tecrübe ile sabittir. Ecr-i sevabı ise pek azametli, çok kuvvetli ve pek parlaktır, dereceyi çok tamamlar, vuslata çok yaklaştırır. Makamı pek ikmal eder, taharet yönünden çok temizleyicidir, necatı çok seri temin eder, rızay-ı ilahiyeyi mükemmel te'min eder, marifeti eczeldir, vuslata çabuk eriştirir. Ceman-ül-Mekkî demiş ki: 'Kalple yapılan zikir, lisanla yapılan zikre 70 kat üstündür.' hadis-i şerifte: 'Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, hafazanın işittiği zikirden 70 derece üstündür.' buyrulmuştur. Denmiş ki: 'Kalple zikir havasın kılıcıdır, lisanla zikir ise avamın kılıcıdır.'"

 

Muhammed-ül-Ketani demiş ki: "Allah'ı zikretmek farz kılınmasa idi dahi yine tazimen zikrederdim. Allahu Teâlâ'yı benim gibi birisi nasıl zikreder, zikirden önce 1000 makbul tövbe eylemeden, ağzını yıkamadan."

 

"Bir rahibe denildi ki: 'Sen oruçlu musun?' cevaben 'Evet zikrullahla oruçluyum. Başkasını zikredersem iftar etmiş olurum.' dedi."

 

Hariri demiş ki: "Müritlerim içinde birisi vardı ki Allah Allah zikrini çok yapardı, bir gün başına bir direk düştü, başı yarıldı, yere akan kanı yerde Allah Allah yazdı."

 

Bundan sonra mürşitte bulunması lâzım gelen vasıflar bahsine geçiyor, zikrin nasıl alınacağını beyan ederken buyurmuş ki: "Mürit veya şeyhten birisi istihare etmelidir; çünkü 'İstihare eden hüsrana uğramaz.' hadis-i şerifi mucibince. İstihare uygun çıkarsa bundan Allam-ül-Guyub'un yani Allah'ın izin verdiği istidlal olunur ve kâmil taharetten sonra şeyh müridini önüne diz dize oturtur. Cibril (a.s.)'ın Resûlullah (s.a.v.) Efendimize yaptığı gibi. Sonra sağ eline müridin sağ elini alır, musafaha eder gibi, sonra bütün muhalefet ve günahlardan ve kabahatlerden tövbe ettirir ve hak sahipleri ile helâlaşmasını ve zulümle aldıklarını iade etmesini, bid'atı terk edip sünnetle amel etmesini ve ruhsattan kaçınıp azimetle amel eylemesini emreyler. Sonra tövbe niyeti ile şu iki ayeti birlikte okurlar (Araf: 143)

 

سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ

 

Sonra mürid gözlerini kapatır. Şeyh 3 kere tehlil, tekellüm eder. Nasıl ki, Resûlullah (s.a.v.) Hazret-i Ali (r.a.)'a yaptığı gibi. Sonra teberrük için (Feth: 10)

 

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ

 

ayetini okur. Bundan sanki Resûlullah (s.a.v.) Efendimize biat etmiş olduğuna işaret vardır. Sonra şeyh ve mürit ellerini dizlerine korlar ve gözlerini kapatırlar. Buna müteakip şeyh müridin kalbine telkin ve talim niyeti ile ismi zatı kalbinden üç kere med ve huzur ile zikreder, sanki Gafur Padişah olan Cenâb-ı Hakk'ı görür gibi. Sonra müride istiğfar ve silsile ile Fatiha ve İhlâs okumasını emreder ve şeyhine rabıta yapmasını da buyurur. Şu şartla ki kendisine gelecek feyiz ve imdatta şeyhinin Resûlullahın (s.a.v.) halifesi ve halkı terbiye ve irşatta onun naibi, vekili olduğunu bilerek. Çünkü Resûlullah (s.a.v.): 'Zikrullah kalplerin şifasıdır.' buyurmuş. Hadis-i şerifte: 'Zikir sadakadan hayırlıdır.' ve yine 'Zikir, Allah'ın bir nimetidir. Bu nimetin hakkını eda ediniz.' buyrulmuş." Bundan sonra hafi zikrin cehri zikirden yetmiş defa üstün olduğu hadis-i şerifi ile yukarıda geçen âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler yazılmakta ise de tekrar olacağından yazılmamıştır.

 

Sonra şu hadis-i kutsiyi bildirmekte, Allahu Teâlâ buyurmuş ki: "Kulum sabahtan sonra beni bir saat ve ikindiden sonra da bir saat zikredersen bu ikisi arasında geçen zamanlarda ben sana yetişirim". Yani bu iki zaman arasında bütün gün yaptığın günahları af ederim demek istendiği anlaşılıyor.

 

Diğer hadis-i şerifte yukarıda geçtiği gibi: "Bir kişinin odasında para dolu olsa da fakirlere onu dağıtmakla uğraşsa, diğer bir kişi de odasında Allah'ı zikirle meşgul olsa, zakir olan, sadaka dağıtandan çok faziletlidir." Yine hadis-i şerifte: "Allah'ı zikir için bir cemaat otursa bunlar zikirden dağılmadan önce onlara, Allah muhakkak günahlarınızı mağfiret etti ve seyyiatınızı hasenata çevirdi denir de ondan sonra dağılırlar." Yine buyrulmuş ki: "Allah'a itaat eden kimse muhakkak onu zikreder, isterse namazı, orucu ve Kur'ân tilaveti az olsun, Allah'a asi olan kimse de O'nu zikretmez, isterse namazı, orucu ve Kur'ân tilâveti çok olsun." buyrulmuştur.

 

Hülâsa zikir; İbadetlerin en şereflisi ve efdali ve azam-ı ve ekmelidir. Kalbi tasfiye ve sonra da süsleme ve nefisleri temizleme ve tekmili bakımından. Çünkü âbitler gece ve gündüz bütün vakitlerinde ibadetlerle uğraşsalar bile kalplerin tasfiyesi ve nefislerin tezkiyesi ve ahlâklarının tezhibi çok az hâsıl olur. Hâlbuki buna karşılık zikrullahla devamlı meşgul olurlarsa hiç bir kimse hariç kalmaksızın hepsine de bu payeler hâsıl olmakla beraber çok esrara ve türlü vuslata da nail olurlar. Zira muhakkak ki zikir bir ameldir ki: Kalp hallerini yakin makamatından ve şuhut meşahidinden ve keşf-i guyup mertebelerinden çok kurbiyet sırlarını camidir. Allahu Teâlâ'nın hısnullah'il-azamıdır. Yani Allah'ın en büyük bir kalesidir. O kaleye giren zahir ve batın afetlerden emin olur. Nitekim Allahu Teâlâ: "«La ilahe illallah» kal'amdır, ona giren kimse emin olur." buyurmuştur. Hadis-i kutside: "Ey meleklerim «La ilahe illallah» ehlini bana yaklaştırınız. Çünkü ben onlar gerçekten severim." Diğer hadis-i şerifte: "Allahu Teâlâ ile «La ilahe illallah» arasında huzura varıncaya dek bir engel ve perde yoktur."

 

Zikrin edeplerini şöyle beyan buyuruyor. Zikir haricindeki edepler: "Devamlı abdestli bulunmak, sünnet olan abdest namazını kılmak, işrak ve duha namazlarını kılmak, istiğfar ve evvâbîn ve teheccüt namazlarına devam ve cemaatle namaza mülazemet eylemek sünnetlerini asla terk etmemek. Şafak ve güneş doğmaları arasını güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar zikirle ihya etmek ve yine akşamla yatsı arasını da zikrle ihya eylemek ve buna ikindiden sonraki zamanın hepsini de zikre müstağrak ederse daha mükemmel olur. Bunlarda rabıta ve amel de mühimdir, daima şeriata ve sünnete tabi olmak, bid'ati öldürmek, kazancını haramdan saklamak ve günlük evradını beş binden noksan etmemek lâzımdır. Beş binden fazla zikrederse daha tamamlayıcı ve necat verici olur ve mümkün oldukça bütün vakitlerini zikre müstağrak etmelidir; mümkün oldukça münkirden uzaklaşmalıdır. Zira ehl-i batının münkirlerle yani tarikatı inkâr edenlerle karışması kalbe kasvet ve inkisar verir. Devamlı tasfiye, vukuf ve sükûn tavsiye edilir. Helâlden yemeğini azaltmalı, uykuyu azaltmalı, gaflet ehlinden uzlet etmeli isterse mürit olsun. Murat ve maksudu terk etmeli ve himmetini mağrifetullaha sarf eylemeli. Tevazu ve nefy-i vücut, Allah'a hüsnü zan, mekrinden havf, mürşidine muhabbet, daima rızasına talep, ihlâsta mübalağa, daima huzurunda edeple bulunmak, yemeği ve elbisesi tarikü's-salât (Namaz kılmayan) eliyle olmamak ve münkir eliyle, nüfesa (çocuk doğurmuş kadın) ve hayız kadın eliyle de olmamasına dikkat etmek. İtikadını tashihten sonra dört mezhebe de riâyet eylemek, dünya metâından yüz çevirip âhiret nimetlerine meyletmek, zahir ve batın taharet üzere olmak, kalbini havâtır girmesinden muhafaza etmek, kuyud yani bağlardan ve alâkalardan soyunmak, nefsini; şehevattan, dünya sevgisinden, ittibâ-i hevadan ve masivadan temizlemek. Allah'ı daima huzur ve tam teveccüh ile zikretmek, hakikat-i zikre yükselebilmek için şeyhinden istimdat eylemek, zikir halinde nispetine riayet eylemek, farz ve sünnetleri edadan sonra bütün vakitlerini zikre hasretmek, şeyhinin emrettiğinin dışında bir şeyle meşgul olmamak, zikrini muhabbet ve şevk ve aşkla yapmak, ahval, keramet ve makamat isteği için yapmamak, zikrin edeplerindendir."

Gezi