Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 3

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 3


İmam-ı Gazali Hazretleri: "Kalp ile yapılan amellerde, huşu ve huzur-u kalp, şarttır. Çünkü (Taha: 14)

 

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

 

ayet-i kelimesindeki emir, vücub içindir. 'Namazı Ben'i zikir için kıl.' buyrulmakla, gaflete düşülmemek gerektiği bildiriliyor. Zira gaflet, zikrin zıddıdır. Binaenaleyh, bütün namazında gaflete düşenler. Allah'ın zikri için, nasıl namaz kılmış olabilirler? Nitekim ayetle gaflet yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Ve yine ayetiyle de: 'Sarhoşların namaza yaklaşmamalarını' emir ediyor. Çünkü sarhoş tamamen gaflete düşmüş, vehim ve vesvese ile gaflete dalmıştır, zikri unutmuştur. Veyahut dünya düşüncelerine dalarak manen sarhoş olmuş; dünya sarhoşu olarak zikri unutmuş, gaflete dalmıştır ve böyle gafletle kılınan namaz zikir için kılınmamış olduğundan, hakikatte kılınmamış gibidir. Nitekim hakikat uleması olan gerçek veliler gafletle kıldıkları namazları kaza etmişlerdir. Gafletle kılınan namaz gayeden uzaklaşmıştır. Zira namazın meşru kılınmasının sebebi; kalbi cilalamak, Allah'ın zikrini yenilemek ve imanın akdini (sözleşmesini) kuvvetlendirmektir. Hulâsa: Huzur-u kalp, namazın ruhudur.' buyrulmuştur."1

 

"Akıllı insana lâyık olan, nefsine acımaktır. Nefsine acımak da; sermayesi olan dinini ve dinî ticaretini muhafaza etmektir. En muhtaç olduğu şey de, ahrette ihtiyacı olan şeylerdir. Muaz İbn-i Gebel (r.a.) vasiyetinde demiştir ki: 'Sana dünyada nasip lâzımdır, fakat âhiretteki nasibine ihtiyacın daha fazladır. İşte, âhirete ait nasibinden başla ve onu al. Çünkü yakında dünyadaki nasibini bırakıp, âhiretteki nasibine gideceksin, onu tanzime çalış.' Kur'ân-ı Kerîm'de buyrulmuş ki: 'Dünyada iken, âhiret için olan nasibini unutma.' (Kasas: 77) Çünkü dünya, âhiretin çiftliğidir. Âhiret hasenatını, dünyada kazanacaksın. Tacire lâyık olan dünya çarşısı, onu âhiret çarşısından menetmesin. Âhiretin çarşıları mescitlerdir."2

 

Yukarıda geçtiği gibi Allah (c.c.) Hazretleri: "Camilerin rif'atlendirilmesine, içlerinde isminin zikredilmesine izin verdi." (Nur: 36). Ve yine: Allahu Teâlâ Hazretleri: "Ticaretleri ve alış-verişleri, Allah'ı zikretmelerine mani olmayan kişiler..." (Nur: 37) buyurduğundan, herkes gündüzün başlangıcını çarşılar açılma vaktine kadar âhireti için ayırmalı, mescitten ayrılmayarak evradına devam etmeli. Hz. Ömer (r.a.) Hazretleri, tüccarlara buyurmuş ki:

 

"Gündüzün evvelini âhiretsiz için ve sonrasını dünyanız için ayırınız. Selef-i Salihin (geçmiş büyükler), gündüzün evvelini ve âhirini âhiretleri için, ortasını ticaret için ayırırlardı. Sabahleyin erkekler camilerde, âhiret ibadetiyle meşgul olduklarından, sabahın erken saatlerinde satılan süt, gevrek ve saire gibi eşyaları çocuklara, 'Zimmî' denen Yahudi ve Hıristiyanlar satarlardı." Hadis-i şerifte varit olmuş ki:

 

"Kiramen kâtibin melekleri, abdin o günlük amel sahifesiyle göğe çıkar da o kul, o günün evvelinde ve ahirinde yani sabah namazından sonra güneş doğup işrak vakti oluncaya kadar ve bir de ikindiden sonra zikrullahta bulunmuş ve hayır yapmışsa; Allahu Teâlâ (c.c.) Hazretleri bu iki vakit arasında geçen fena amellerini mağfiret eder. Bu iki vakti zikirle ihya etmişse, bu iki zamanın arasında geçen gündüzün büyük kısmında vaki günahlarına baştaki ve sondaki zikirler kefaret olur". Ve yine İmam-ı Gazali Hazretleri, tacirlerin çarşıda riayet edecekleri edeplerin dördüncüsü olarak da, buyurmuş ki: "Tüccarlar, sabah ve ikindi namazlarından sonra yaptıkları zikirle de, iktifa etmesinler, çarşıda işleri ile meşgul iken de zikrullaha devam etsinler zikri bırakmasınlar; tehlil ile ve tesbih çevirmekle meşgul olsunlar. Çünkü çarşıda herkes gaflette iken bunlar arasında zikirle meşgul olmak efdal bir ibadettir." Zira Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuş ki: "Gafiller arasında zikrullah yapmak, harpten kaçanlar arasında kaçmayıp düşmanla harbeden gibi veyahut ölüler arasında diri gibi veyahut da kurumuş ağaçlar ortasında, yemyeşil yaş ağaç gibidir." buyurmuşlardır.

Yine, Aleyhisselâtü Vesselam Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki: "Bir kimse, çarşıya girer de zikrini okursa,

 

لا اِلاَّاللّهُ وَحْدَهُ لا شَريكَ لَهُ لَهُ اْلمُلكُ وَلَهُ الْحَمْدُ

 

يُحْيى وَيُميتُ وَهُوَحَتىٌ لايَموُتُ بِيَدِهِ اْلخَيْرُ وَهُوَعَلى کُلِّ شَئًْ قَديرٌ

 

zikrini okursa, ona bin kere bin hasene yazılır."3

 

İbn-i Ömer, Salim İbn-i Abdullah ve Muhammed İbn-i Vâsi gibi şahıslar, çarşıda da işleri olmadığı halde, bu zikri okumak ve sevabına nail olmak için çarşıya giderler ve girerlerdi.

 

İmam'ı Gazali Hazretleri: "Hasan'ı Basri (r.a.) Hazretleri, 'Çarşıda Allah'ı zikredenler, Kıyamet günü gelecekler ki, nurları, ışıkları, Bedir halindeki Ay ışığı gibi ve burhanları (beraatleri, delilleri) güneş burhanı gibi olacaktır. Ve çarşıda iken istiğfar edenleri, Cenâb-ı Hakk (c.c.) Hazretleri, çarşıdaki insanlar adedince mağfiret buyurur.' demişlerdir."

 

"Bir gün, mescitte oturmuş, derviş kılıklı olup da, dervişlik vazifesini hakkıyla yapmayan bir takım kimseler, çarşıdakileri zem etmeğe ve ayıplamağa başlamışlar, bunları dinleyen Cüneyd-i Bağdadî (k.s.)buyurmuş ki: 'Çarşıda oturan öyle insanlar tanıyorum ki, mescitte oturandan üstündür. Çünkü bir kişi tanıyorum ki, her gün 300 rekât namaz kılar ve otuz bin tesbih çeker ve çarşıdaki kazancını, o günkü nafakasına hasreder. Yoksa fazla kazanıp ta, dünyada zevk etmeği düşünmez, işte böyle kimselerin, çarşıda veya evde mescitte oturması müsavidir."

 

Nitekim Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuş ki:

"Nerede ve nasıl olursan ol, Allah (c.c.) Hazretlerinden kork ve takva sahibi ol". Ehlullah demişler ki: "Âhireti seven yaşar, dünyayı sever taşar, fani olur. Selef-i Salihin, o günün rızkını kazanınca, hemen dükkânını kapatır, mescide gelir, zikir ve ibadetleriyle meşgul olurdu..."

 

Bu din ve Allah yoluna herkes sülûk edemez, ancak, seçilmiş pek az kimseler sülûk eder, herkes böyle hareket etse, dünya harap olurdu, imar edilemezdi. Bu da, meşiyet-i ilâhiyedir (Allah'ın dilemesidir). (Zuhraf: 32)

 

نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا

 

ayet-i kerimesinde, buna işaret buyrulmuştur.

 

"Ehl-i zikre iyi arkadaş yani ihvan lâzımdır. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri: 'Her kime ki, Allahu Teâlâ (c.c.), hayır murat ederse ona salih bir arkadaş ve dost verir de, o arkadaş, gaflete düşünce ta, zikr yapıyorsa o da iştirak edip, yardım eder.' buyrulmuştur."4

 

İmam'ı Âli Efendimiz keremellahu vechehu Hazretleri buyuruyor ki: "Size, ihvan yani arkadaş edinmenizi tavsiye ederim. Çünkü dünya ve âhirette size yardım edecek bir cemaattir." Kur'ân-ı Kerîm'deki, "Cehennem ehlinin sözünü duymadınız mı? Ehl-i cehennem diyecekler ki: 'Bizim, şefaatçimiz ve samimi arkadaşımız yok.' derler. Çünkü dünyada iken, iyi arkadaş edinmemişler, kâfir ve münafıklarla arkadaşlık etmişlerdir". Bu iyi arkadaş edinme lüzumunun ince sebeplerinden, şu hadis-i şerifte bahis buyrulmuştur ki: "Ruhlar âlemi ervahta, bölük bölük askerler gibi idiler, orada tanışanlar, bu dünyada anlaştılar. Orada tanışamayanlar burada anlaşamadılar." Yine bir hadis-i şerifte buyrulmuş ki:

 

"Bir mecliste yüz münafık ve bir de mü'min otururlarken bir mü'min gelse, bu gelen mü'min, meclisteki o bir mü'minin yanına varıp oturur ve yine bir mecliste yüz mü'min ve bir münafık varken bir münafık dışarıdan gelse, meclisteki, o bir münafığın yanına gidip oturur." buyrulmuştur. Yani, farkında olmayarak, mü'mini mü'min, münafığı münafıklar cezp eder. Hadisi şerif:

 

"Kişi, arkadaşının dini üzeredir". Bu itibarla, kimi dost tuttuğuna dikkat etsin. Bazı selef demişler ki: "Çok arkadaş edinin, çünkü her mü'min şefaat edicidir. Olabilir ki, sen de, arkadaşının şefaatine nail olabilirsin". Demişler ki: Allah, bir kulu mağfiret ederse, o kimse, ihvanına şefaat eder. O sebeple geçmiş büyükler, sohbet ve ülfete ve ihtilata teşvik ettiler, uzlet edip yalnız kalmaktan hoşlanmadılar. Demek ki, ihvan'ın topluca zikirler yapmasının ve sohbetlerinin mühim bir faydası daha anlaşılmış oldu. Hasan-ı Basri (r.a.) Hazretleri buyurmuş ki: "İhvanımız, bize karımızdan ve çocuklarımızdan daha sevgililerdir, zira ailemiz bize dünyayı hatırlatır. İhvanımız ise âhireti hatırlatır." buyurmuşlardır.

 

"İnsanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, çünkü onlardan gördüklerin, dünyaya karşı hırsını ve düşkünlüğünü ve âhirete karşı da gafletini arttırır ve günahları göz önünde küçültür, hafifletir, taat ve ibadete karşı rağbetini zayıflatır. Eğer, o insanlar içinde görünüşü ve ahlâki durumu ile sana, Allah'ı hatırlatan ve zikrettiren birisini bulursan, ona sıkı yapış, bırakma ve ondan ayrılma ve bu zatı, ganimet bil ve onu küçümseme, zira böyle bir zatı bulmak, akıllı insan için ganimettir. Ve kaybedip de sonradan bulduğun kıymetli bir mal gibidir. Şu hakikati ve gerçeği bil ki, salih bir arkadaşla oturup kalmak, tek başına kalmaktan hayırlıdır ve kötü arkadaşla oturmaktan da, tek başına kalmak hayırlıdır."5

 

Sadaka vermek kastıyla kazançla uğraşıp dünyaya çalışmak, hiç bir zaman zikrulah için ayrılıp bir tarafa çekilerek meşgul olmak derecesine çıkamaz. Bilhassa devamlı zikir ve fikir sayesinde, kalpte amel yolu açılmış kimselerin bu amel ve ibadetine, hiç bir ibadet denk ve muadil olamaz. Esasen bütün amellerden maksut olan, kalpleri mahlûkattan Halik'a döndürmektir.

 

Uzlet etmiş kimse için en mühim olan hususların birincisi, Allah'ın zikrine mani olacak vesveseleri kesmektir.

 

Dünyada dinin vereceği meyvenin son mertebesi, marifetullah tahsil etmek ve Allah'ın zikriyle ünsiyet husule getirmektir. Üns ise, devamlı zikirle hâsıl olur ve marifet de, devamlı fikirle husule gelir. Her kim ki fikir ve zikrin yollarını öğrenmemiştir, marifet ve ünsiyet elde edemez. Esasen Tasavvuf; kalbi, Allah için masivadan boşaltmak ve masivayı istihkar etmekten ibarettir.

 

Sefer esnasında yolda giderken, zikrulaha ve Kur'ân okumağa devam etmelidir; başkası işitmeyecek kadar. Eğer bir insan kendisine bir şey söylerse, zikri bırakıp ona cevap vermeli, konuşma bitince tekrar zikre devam etmelidir. Seferde gurbet ve gurbette zillet vardır. Dinin izzeti, gurbetin zilletiyle elde edilemez. Binaenaleyh müridin seferi, hevay-ı nefis ve dünya arzularından ve tabiatından olmalıdır ki, yani heva ve dünyevî arzuları bırakıp terk ederek sefer etmelidir ki, bu gurbette izzeti bulsun. Seferinde, hevay-ı nefsine tâbi olan şüphesiz, ya önünde, ya sonunda zelil olur.

 

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri'nin edepleri ve ahlâkından bahsedilirken:

"Kalkması ve oturması, muhakkak zikrullah üzerine olurdu." denmiştir.

 

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri, içtiği şeyin artığını, sağındaki Sahabe'ye verirdi. Eğer solundaki kişi rütbece daha yüksekse, sağındakine: "Sünnet olan artığı sana vermektir fakat müsaade edersen soldakine vereceğim." buyurur ve soldaki büyük zat'a verirdi. Bu kısım zikirle alâkalı değilse de meşayih, içtiği çay, kahve ve su gibi mayiatın artığını (sünnete varit olduklarından) bu sünneti seniyeye uyarak sağ ve solundaki kişilere verirlerdi. Bunu gören cahillerin bunu sünnete aykırı bidat saydıklarını ve birçok dedikodu yaptıklarına şahit olduğumdan, (konu dışı olmasına rağmen) bu sünneti seniyeyi de meşayihin âdâbından olması hasebiyle yazmadan geçemedim.

 

Nurlu ve cilâlı kalbe işareten Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuş ki:

"Allahu Teâlâ (c.c.) HazretIeri, bir kuluna hayır murat ederse; o kuluna kalbinden bir vaiz kılar." ve yine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuş ki:

"Her kime kalbinden vaiz olursa, o kimse üzerine Allah (c.c.) Hazretleri tarafından bekçi olur ve bu kalpte zikir yerleşir kalır".

 

(Raad: 28) ayet-i kerimesiyle de buna işaret edilmiştir. Taat ve ibadetlerle ve şehvetlere muhalefetle kalp cilalanır, günahlarla kararır, paslanır. Bu iki maddeden hangisi galebe çalarsa, kalpte o, hâsıl olur.

 

(Araf: 201):

 

إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَواْ إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِّنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُواْ فَإِذَا هُم مُّبْصِرُونَ

 

Muttakilere, şeytandan bir tahrik gelirse Allah'ı zikrederler de, derhal basiret sahibi olurlar, şeytanın tahrikini defederler. Bu fasıldaki izahat ve ayet-i kerimeler haber veriyor ki: Kalbin cilâsı ve kalp gözünün açılması zikirle hâsıl olur ve zikr-i daimi, ancak muttakiler meşgale haline getirirler. Binaenaleyh takva zikrin kapısıdır, zikir de keşfin kapısıdır, keşif de fevz-ü ekber'in, yani (En büyük kurtuluş ve ebedî saadetin) kapısıdır. Bu saadet de, likaullah olan Cenâb-ı Hakk'a kavuşmak ve vuslat etmektir.

 

(Ahzab: 72)

 

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ

 

İnsana yüklenen emanet, marifet ve tevhittir. Her insanın kalbi, bu emaneti taşımaya müsaittir. Fakat sonradan, birçok arızalar buna mani oluyor. Bunu, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri, şu hadis-i şerifleriyle beyan buyurmuşlardır:

 

"Her doğan, İman ve İslâm fıtratı üzerine doğar, sonradan babalarının veya muhitin tesiriyle; Yahudi, Nasranî veya Mecusi olurlar". Ve yine hadis-i şerifte buyrulmuş ki:

 

"Şeytanlar Âdemoğlunun kalbini istilâ etmeselerdi, insanlar melekût âlemini seyredip görürlerdi." Ve yine hadis-i kutside: "Arz ile semaya sığmadım, mü'min kulumun kalbine sığdım." buyrulmuştur. Kalbe, Cenâb-ı Hakk (c.c.) Hazretleri'nin tecellisi, ayniyle cennettir. Cennetteki mülkün genişliği, marifet ve irfaniyetin genişliğine ve Cenâb-ı Hakk'ın zat, sıfat ve ef'alinden, tecellisi miktarına tabidir. Bütün taat ve azaların amellerinden maksat, kalbin tasfiyesi ve tezkiyesi ve cilâsıdır.

 

(A'la: 14)

 

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى

 

"Kalbini temizleyen felah ve necat buldu." ayeti buna işarettir.6

 

(Beyan-ül farkı beynel ilhami vetteallümi vel farku beyne tariykıssafiyeti fi istikşaf-ül Hakkı ve tariykın nazas) başlıklı fasılda İmam-ı Gazali Hazretleri, pek ince noktalara temas etmiş olup hülâsası şöyledir ki: Kalbe ledünni ilimler geldiğinden tasavvuf ehli olanlar, ilhamî ilimlere meyledip öğrenmekle elde edilen, zahiri ilimleri bıraktılar. Ve ehlullah hazeratı dediler ki: Allah yolu, mücahedeyi takdim etmek, kötü sıfatları mahveylemek ve bütün dünya alâkalarını kesmek ve bütün himmet ve gayretleriyle, Allah (c.c.) Hazretlerine yönelmektir. Bunu elde ettiği zaman, o kulun kalbinin idaresini, Allahu Teâlâ (c.c.) Hazretleri üzerine alır. Ve O'na ilim nurları serper ve rahmeti coşar, kalbinde nur kaynar, göğsü açılır ve melekût esrarı inkişaf eder. Bütün bunlar, dünyada züht etmek ve bütün dünya alâkalarından kesilmekle ve kalbi dünya meşgalesinden boşaltmakla ve bütün himmetiyle Allah (c.c.) Hazretlerine yönelmekle olur. Her kim Allah için olursa, Allah (c.c.) Hazretleri de onun için olur. Ve yine ehlullah hazeratı şuna karar vermişler ki, bu bapta takip edilecek yol: Evvel dünya alâkalarını, bütün kesmek, kalbi dünya alâkasından boşaltmak ve himmetini, karı, mal, evlât, vatan, ilim, vilâyet ve mansıptan kesmek ile bir mertebeye erişecek ki, bir şeyin varlığı ile yokluğu yanında müsavi olacak. Bununla beraber bir köşeye çekilerek farz ve sünnetlerden başka, nafile namazla meşgul olmaksızın ve bir kitap ta okumadan ve hatırına Allah (c.c.) Hazretleri'nden başka bir şey getirmemeğe gayret ederek, diliyle Allah Allah diyerek devamlı huzur-u kalple söyleyecek. Bir hâle gelecek ki, o zaman dilin hareketini terk eder. Sanki bu Lâfza-i Celâl'i dili oynamadan, dili üzerinden akıyor gibi görür ve buna da sabreder. Ta ki dilinden bu kelimenin bütün izleri kaybolur, zikrin kalbe geçtiğini ve kalbinin zikre devam eylediğini görür. Ta ki kalbinden bu lâfzın suret ve harfleri ve kelimenin heyeti mahvolur, ancak kalbinde bu kelimenin manası kalır, sanki bu mana ayrılmaz ve kendisine çok lâzım bir vasfı olarak kalır. Müridin bu mertebeye gelmesi kendi ihtiyar ve iradesiyle olur. Fakat Allahu Teâlâ Hazretleri'nin rahmetini celp etmekte ihtiyarı yoktur, ancak kendini rahmet-i ilâhiye rüzgârına maruz kılıp intizar eder. Allah (c.c.) Hazretleri'nin kendisine açacağı rahmeti bekler. Nasıl ki bu yolla Peygamberlerine ve velilerine rahmetini açtığı gibi. Bu hale erişen kimse, dünya şehvetlerine kendini kaptırmaksızın ihlâsla devam edince, kalbine Hakk'ın lem'aları parlar. Başlangıçta şimşek çakar gibi süratli geçer, sabit kalmaz, sonraları tekrarlar, sabit kalışı uzunca devam eder ve her bir veliye tecelli-i ilâhiye başka başka olur. Cenâb-ı Hakk (c.c.) Hazretleri'nin, Esma, Ef'al, Sıfat ve Zat tecellileri, hasr-ü tahdide sığmaz.

 

Kalbin iki kapısı vardır. Birisi melekût âlemine açılır ki, bu, levh-ü mahfuz ve melâike âlemidir. İkincisi havas-ı hamseye açılan kapıdır ki, âlemi mülk ve şahadete açılır ki, Dünya'dır. Birinci kapı Allah (c.c.) Hazretleri'nin, zikrile infirat edenlere (seçkinlere) açılır. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri: "Müteferritler sebkat ettiler, herkesi geçtiler." buyuranca, sordular: "Ya Resûlullah, bu müferridûn kimdir?" Cevaben buyurdular ki:

 

"Allah'ın zikriyle tenezzüh edenler ki bunların yaptıkları zikir, onların günahlarının ağırlık ve yükünü döker de, kıyamette hafif olarak gelirler." buyurmuştur. Bunun delillerini de izah etmektedir.7 Şöyle ki: Bunun iki delili var, birisi rüyayı sadıkatır ki rüyada birçok gayıb olan hadiseler inkişaf eder. Bu hal, uykuda rüyada iken, gaybî hadiseler inkişaf ettiğine ve gelecekte olacak hadiseler haber verildiğine göre, bu hali uyanık iken de olması, gaybın inkişafı muhal değil, mümkündür. İkinci delil de Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri'nin gayıptan ve müstakbelde vuku bulacak hadiselerden haber vermesidir. Bu hal, Peygamberimize caiz olunca, O'nun kümmelin varislerine de mümkündür. Çünkü Peygamber demek: Kendisine ümuran hakikatleri keşfolunan ve halkın ıslahı ile meşgul olan zat demektir. Bu zata iman eden ve aynı işlere varis olan zatlara da veli denir. Binaenaleyh kalbin iki kapısından birisi, dış duyu denen havassı hamse-i zahireye açılır. Yani: Görmek, duymak, koklamak, tatmak ve dokunmaktan ibaret olan beş dış duyularımıza açılır. İkinci kapı da, kalbin içinde, melekûta açılır ki, bu kapı Peygamberlerde vahiy, velilerde ilham kapısıdır. Bu ilham kapısından ledünni ilimler gelir. «Kiramen kâtibin» melekleri, kalp esrarına muttali olamazlar.

1 A.g.e., Cilt-1, Âmâl-i Kalbin Batını Şartlarına Dair 3. Bab

2 A.g.e., Cilt-2, Tacirlerin Dinlerine Şefkat Göstermeleri Faslı

3 A.g.e., Cilt-2

4 A.g.e., Cilt-2, S. 106

5 A.g.e., 2. Faide Babı'nın nihayetinde.

6 A.g.e., Cilt-3

7 Ag.e., S. 23

Gezi