Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 6

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 6

 

İmam-ı Gazali Hz. leri "Min mac-ül Abidîn" kitabının kenarındaki "Bidayet-ül Hidaye" "Allahu Teâlâ ve Mahlûkatı ile Sohbet ve Muaşeretin Adabı" faslında buyuruyor: "Şunu bil ki, senin sahibin olan Allahu Teâlâ; hazarında, seferinde, uykunda, uyanıklığında belki hayatında ve ölümünde senden ayrılmaz. O senin Rabbin ve Seyyidin ve Mevlân ve Halik'ındır. Her ne zaman onu zikredersen o senin yanında oturandır. Çünkü hadis-i kutside buyrulmuş ki: 'Ben, beni zikredenin yanında otururum. Her ne zaman dininde vuku bulan bir taksirinden dolayı kalbin hüzünle dolup kalbin kırılsa O, yani Allahu Teâlâ senin sahibin ve beraberindedir.' Nitekim Allahu Teâlâ: 'Benden ötürü kalbi kırılmışların yanındayım'. İşte bunu anladınsa, Allah'ı dost tutar, mahlûkatı bir tarafa itersin. Bütün vakitlerinde buna kadir olamazsan, her halde gece ve gündüzünden Mevlâ'n ile halvette kalacak ve ona münacatla lezzet alacak bir vakit ayırmayı unutma ve o zamanda Allahu Teâlâ ile sohbetin edeplerini öğrenmeyi sakın ihmal etme, edepler şunlardır:

 

Başını öne, yere eğ, gözünü kapat, bütün himmetini O'na topla, devamlı sükût eyle azaların sakin olsun, emirlerini tut, yasaklarından kaç, kaderine itirazı azalt zikrine devam et, fikre mülâzamet, Hakk'ı batıla tercih ve halktan ümidi kes, heybeti altında huzur ile ol, hayâsı altında kırıl, türlü kazançlar düşünmekten sakin ol, Allah'ın garantisine güven ve hüsn-ü ihtiyarınla Allah'ın fazlını bil ve ona tevekkül ol. İşte bütün bu edepler senin gece ve gündüz şiarın olsun. Zira bu edepler senden asla ayrılmayan bir dostla olan sohbetin edepleridir. Hâlbuki mahlûkatı birçok zamanlarda senden ayrılır... Bu bahis daha uzun devam etmektedir, ancak bizim konumuzla ilgili kısmı zikre devam olduğundan o kısmı yazmakla yetindik."

 

İmam-ı Gazali Hazretleri abdest bahsinde ağza su verilirken, şu duayı okumayı tavsiye ediyor: "Ya Rabbi senin Kitabın'ı okumak ve zikrini çok yapmak için bana yardım et ve beni dünya ve âhiret hayatında sabit söz olan kelimeyi tevhitle sabit kıl."

 

Hadis-i şerifte: "Abdest alırken bir kimse Allahu Teâlâ'yı anarsa yani zikrederse Cenâb-ı Hakk bütün vücudunu temizler, şayet zikirsiz abdest alırsa ancak suyun temas ettiği kısımlar temizlenir, bütün vücut temizlenmez." buyrulmakla, zikrin ehemmiyeti üzerine dikkatimiz çekilmiştir.

 

İmam-ı Gazali Hazretleri'nin Bidayet-ül Hidaye kitabında şeyh Muhammed Nevevi el Cavide'nin (Cavalı, yani Endonezyalı bir zatın) Arapça şerhi vardır.

 

Bu kitapta: "Lisan, Allahu Teâlâ'yı çok zikredesin ve kitabını çok okuyasın ve Allah'ın mahlûkatını Allah yoluna irşat edesin ve yine içinde din ve dünyana ait arzuları izhar edesin için yaratıldı." denmiştir. İmamı Gazali Hazretlerinin daha birçok kitapları vardır, bunların kısmen Türkçeye tercümeleri de son senelerde yapılmıştır. Fakat hepsinin esası, İhyay-ı Ulûm kitabıdır. Ondan kâfi derecede konumuzla ilgili kısımları aldığımızdan diğerlerinden vazgeçiyoruz.

 

İmam Abdülvehhab-i Şarani (r.a.) Hazretlerinin kitaplarından konumuzla alâkalı kısımları geçiyoruz:

 

Bu büyük İmam ve Velinin çok değerli kitaplarından evvelâ "Levakıhül Envaril Kudsiye Fi Beyanil Uhud-il Muhammediye" kitabından başlıyoruz. Kitaptan alâkalı parçalar alıyoruz. Kitap, 2 kısımdır:

1. Memurat; yani buyruklar,

2. Menhiyat; yani yasaklananlardır. Her bahsi Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden alınmış ahit olarak tavsif eder ve buyurur ki: "Bu ahitlerle amel etmek isteyen kimse, bir şeyhe muhtaçtır ki onu Allah yoluna sülûk ettirsin. Ve bu ahidlerle ahlâklanmasına engel olan manileri yolundan gidersin. Çünkü bir âlim fıkıh ilmini bilir, fakat onunla tam amel edemez. Bilgisi ile amel edebilmesi için tarikin nişanlarını ona gösterecek bir şeyhe ihtiyacı vardır. Nitekim aynı hal İmam-ı Gazali ve Şeyh İzzeddin Bin Abdüsselâm ve benzerleri büyük âlim ve velilerin de başlarına gelmiştir. Ümmet-i icabetin hakiki şeyhi Resûlullah (s.a.v.) olduğundan bu kitapta Peygamberimizden aldığımız ahitler demekle Ashab-ı Kiram (rıdvanullâhi aleyhim) hazeratına hitap buyurdukları emirler ve yasaklar bütün ümmetine şamildir. Ve kıyamete kadar gelen şeyhler vasıtası ile veya vasıtasız emirler hep Resûlullah Efendimizden gelir. Nitekim Velilik mertebesine erişen mutlu kişiler uyanık iken Resûlullah Efendimizle görüşmek şerefine nail olurlar. Peygamberimizle uyanıklıkta şeref-yâb olan velilerden birçoğuna eriştim ve görüştüm. Bunlardan bazıları: Aliyyül Havvas, Şeyh Muhammed Adil, Şeyh Muhammed ibn-i İnan ve Şeyh Celâleddin Suyuti Hazretleri…

 

Ehlullah hazaratı bir müritten ahd alıp müritliğe kabul edince ondan emirler ve nehiylerden fazla olarak mubahları terk edeceğine dair de söz alırlardı ki, yolun da yükselmesini temin için. Çünkü mubahta terakki yoktur. Ancak mubah olan işler berzah vazifesi görür. Yani emirle nehiy arasındadır ki, Cenâb-ı Hakk mubahlarla insanları ilahi tekliflerin meşakkatinden nefes alıp dinlendirmektedir. Zira devamlı emre imtisal ve nehiylerden kaçınmak üzere olmak insanın takati dışındadır. Binaenaleyh ehlullah hazeratı mümkün olduğu kadar müritlerinden mubahları azaltmakla onun yerine yani mubahla meşgul olacağı zamanı emirleri yapmakla meşgul olmaya tahsis etmesini ve böylece mubah işlemekle boşa geçecek zamanları, memuratı ifa ettirerek kıymetlendirmesini istemiştir. Çünkü Allah yoluna girenler ruhsatları bırakır azimet ile amel ederler. Bu sebeple ehlullah mendup olan işleri sanki vacip imiş gibi itina ederek yapar. Mekruhlardan da sanki haram imiş gibi kaçarlar. Ve mubahı da mekruhmuş gibi terk eder, evlâ olanı da müstehap imiş gibi yaparlar. Ve bir mekruh işlemiş olsa, haram yapmış gibi istiğfar ederler. Ve yine bunlar mubahları salih niyetle ibadet şekline sokarlar ve sevap kazanırlar. Meselâ yemeğe başlarken, 'Yarabbi sana ibadet etmek için kuvvet kazanmak maksadı ile yemeğe başlıyorum.' der yahut öğleyin kaylûle denen gündüz dinlenme uykusunu uyurken gece kalkıp ibadet edebileyim diye gündüz uykusuna niyet etmekle de bu mubah eylemlerinden sevap kazanırlar. Binaenaleyh ehlullahtan birisini müritten mubahı terk etmek için söz aldığını görürsen buna itiraz eyleyip, Resûlullah Efendimiz mubahları ümmetine helâl kılmıştır, bu Şeyh Efendi nasıl olur da mubahı yasaklar deme. Çünkü Ehlullah başka vadide, sen başka vadidesin. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz ümmetinin kadınlarına ipekli giymek ve altın ziynet takınmayı helâl kıldığı halde Fatımat-ül Zehra (r.a.) validemizi bunları giymekten men etmiş ve: 'Ya Fatıma, dünyada ipekli giyen âhirette giyemez.' buyurmuştur. Ve yine Hazret-i Ayşe (r.a.) validemizi bir günde iki kere yemekten men etmişlerdi. Ve Hazret-i Ayşe validemize: 'Bir gündüzün iki yemek israftır, Allah müsrifleri sevmez.' buyurmuştu. Hâlbuki ümmetine iki kere yemeği helâl ve mubah kılmışlardı. Bu itibarla Ehlullah Hazretleri daima azimet tarafını tutmuş, ruhsatları bırakmışlardır. Bunlara misaller vermekte ve delillerini de İmam-ı Şarani Hazretleri kitabında beyan etmektedir. Onlardan bazısı: Şeyhlerin müritlerini mubah olan şehevatı yemelerinden dolayı muahezeleri yani onlara kızmaları sebebi şudur: Allahu Teâlâ cehennem ehlini şehevatî yani lezzetli şeyleri yemekle tavsif buyurmuş ve ayet-i kerime: 'Dünya hayatında şehvetlere dalarak âhiret için tayyıbat olan zamanları zikir ve ibadetle sarf etmeyip gayb edenler dehşetli azapla azap olunacaklar.' Ehlullah demişler ki, Allahu Teâlâ'nın cehennem ehlini tavsif ettiği ve karşılığında azap olunacaklarını bildirdiği bir şeyi mü'minlerin terk etmeleri gerekir demişler ve dünya şehvetlerine dalmaktan men etmişlerdir.

 

Ve yine Abdullah ibn-i Mesud (r.a.) (Meryem: 59)

 

فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا

 

Ayet-i kerimesindeki, Gayya vadisine atılacaklar mealindeki ayet-i kerimeyi tefsir ederken: "'Bu cehennemde bir vadidir ki buna dünyada şehvetlerine tabi olanlar atılacaklardır.' demiştir. Ve yine Allahu Teâlâ Davud (a.s.)'a: 'Ya Davud! Kavmini şehevatı yemekten sakındır ve korkut. Çünkü şehevat ehlinin kalpleri mahcup yani perdelidir.' buyurmuştur. Yine ihtilâm olan müritlerini muaheze ederler ve derler ki: 'İhtilâm olmaz, ancak ona takaddüm eden günlerde bakılması haram olan kadınlara ve yerlere bakılmakla, baktığı şeylerin görüş ve düşünüşünden fırsat bulan şeytan rüyasına girer ihtilâma sebep olur. Binaenaleyh haram olan kadınlara bakmayan ve onları düşünmeyen kimse asla ihtilâm olmaz. Şayet bazen ihtilâm dahi olsa kendi karısı ile olur.

 

Ve yine müritlerini zaruret olmaksızın gece ve gündüz ayak uzatmaktan men ederler. Çünkü bilirler ki, mürit devamlı Cenâb-ı Hakk'ın önünde ve huzurundadır. Bunu ister bilsin isterse bilmesin. Binaenaleyh mürit, imanı icabı ayağını uzatmayı terk etmeyi adet edinsin. Ve daima Allah'ın huzurunda olduğunu bilsin. Ta ki perdesi kalksın ve daima Allah'ın huzurunda olduğunu yakinen ve gerçek olarak bilsin. Ve bu keşfi açıldıkça bu makama geldiği vakit ihtiyaç ve zaruret yokken ayağını uzatmak için kılıçla vuracak bile olsalar, kılıçla vurulmaya razı olur da ayağını uzatmaya razı olmaz. Nitekim İbrâhim bin Ethem Hazretleri diyor ki: Bir gece oturdum, ayağımı uzattım. Virdimi okuyordum, o sırada sırrıma şöyle bir hitap geldi: 'Ya İbrâhim padişahların huzurunda böyle oturabilir misin?' deyince 'bundan sonra yaşadığım 20 sene içinde bir kere bile ayağımı uzatmadım', demiştir. Hülasa ehlullah hazeratı müritlerinin zahir ve batın haram irtikâp etmelerine müsamaha etmeleri şöyle dursun, onların mekruhları bile işlemelerine müsamaha etmezler. Binaenaleyh bu izahtan anlaşıldı ki ehlullahın yolları tamamıyla kitap ve sünnete mutabıktır. Fakat ilmi olmayan cahiller bunu bilmezler. Nitekim Ehlullah demişlerdir ki: 'Namaz ve diğer ibadetlerde Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna girmek için zahir ve batın taharet şarttır. Nasıl ki vücudumuzda veya elbisemizde necaset varsa, yıkamadan namaz kılamadığımız gibi, batıni necasetten temizlenmemiş yani namaza dururken Allah'ın huzurunda olduğunu düşünmeyip de gafletle kılman namazı makbul saymadılar. Çünkü huzursuz kılınan namaz surettir, ruhsuzdur.' Ve yine dediler ki, namazın bir lahzasında kalbi ile Cenâb-ı Hakkı şuhuttan mahcup olan kimsenin namazı ehlullah yanında batıl olur. Çünkü hadis-i şerifte: 'Allah sizin suretlerinize, cisimlerinize bakmaz, belki kalplerinize bakar.' buyrulmuştur. Buna göre namazda kalbin huzurda bulunması, gafletsiz kılınması esastır. Bu sebeplerle bütün veliler ittifak etmişlerdir ki; her insan bir şeyh edinmelidir ki Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna girmeye mani olan fena sıfatlardan onu kurtulmaya irşat etsin. Bâtıni marazlardır ki; dünya sevgisi, kibir, ücup, riya, hased, hadid, gîl, nifak ve benzeri kötü ahlâklardan kurtulmak bize farzdır ve kötü ahlâklardan dolayı azap olunacağımıza dair deliller vardır. Binaenaleyh bunlardan kurtulmak için, şeyh edinmeyen kimse asi olur. Ve şeyhsiz bunlardan kurtulmanın yolunu bulamaz. O halde nasihati kabul edip bir şeyh bul ve sakın 'tarik-i sofiyeye dair kitap ve sünnette bir emir yoktur' deme. Böyle söylemek küfürdür. Zira sofiler yolunun hepsi; eti, kemiği, iliği her şeyi ile tamamen Ahlâk-ı Muhammediye'dir."

 

Kitabın mukaddemesinden kısaca tercüme ettiğimiz kısım budur. Tafsilât arzu eden kitaptan okusun. Tafsilâta, bu kitabımızın hacmi büyüyeceğinden imkân yoktur.

 

Bütün sözlerimiz, fiillerimiz ve akaidimizde Sünnet-i Muhammediye'ye ittiba etmemiz lâzım geldiği ahidde diyor ki, Seyyidim Aliyyül Havvas Hazretlerinden işittim buyurdu ki: "Ekâbirin kitap ve sünnete tamamıyla uygun olarak amel etmeye taleblerini teşvikten maksatları, o yaptıkları ibadette Allahu Teâlâ ve Resûlü (s.a.v.) ile mücalese etmelerini yani oturmalarını temin içindir. Başka sebebi yoktur. Çünkü bilirler ki, Allahu Teâlâ ancak kendisinin ve Resûlü'nün meşru kıldığı amellerin işlendiği sırada kulların yanında olurlar. Bunun dışında başkalarının bidat olarak ihdas ettikleri işlerde, Allah ve Resûlü uzak kalırlar. Bu izahtan anlaşıldı ki, ehlullahın ibadetlerinden maksatları sevap elde etmek veya başka bir arzu değildir. Çünkü onlar dünya ve âhirette Allah'ın köleleridir. Abid, yani köle, dünya ve âhirette efendisi yanında bir şeye malik olamaz. O ancak efendisinin malından yer, giyer, faydalanır ve her şey efendisinin nimetinin mahsulüdür. Allahu Teâlâ o kuluna bir şey verse bile hemen ondan Rabbine teberri eder ve kendinde bir an bile mülkiyet görmeyerek her şeyin Rabbinin olduğunu bilir. İşte bu görüşte olduklarından bütün ibadetlerinde nefse ait illetlerden kurtulmuşlardır. Ve Rablerinden mutlak surette razı olmuşlardır. Allah da onlardan razıdır. Bu Allah'ın bir fazl-ı ihsanıdır ki, dilediği kuluna ihsan eder."

 

Seyyidim Aliyyül Havvas Hazretlerinden işittim, buyurdu ki: "Bir kul irfan makamında tekemmül edebilmesi için Resûlullah (s.a.v.) Efendimizle istediği vakit içtima edebilmelidir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizle uyanık iken görüşen ve müşafeheten yani dudak dudağa görüşen velilerden bir kısmı: şeyh Ebu Medyen, Şeyh Abdürrahim-ül Kannavi, şeyh Ebu'l Hasan-ı Şazeli, şeyh Ebu'l Abbasi'l Mürsi, şeyh Ebu Suud ibn-i Ebu'l Aşair ve Şarani Hazretleri'nin şeyhinin şeyhi olan İbrahim-ül Medbuli ve şeyh Celâleddin-i Suyuti Hazretleri'dir. Celâleddin-i Suyuti Hazretleri 70 küsur defa Peygamberimizle uyanık iken görüştüğünü söyler. İbrâhim-i Medbuli Hazretlerinin görüşmesi ise, sayılamayacak kadar çoktur. Her halinde görüşürdü ve 'Benim Resûlullah (s.a.v.) den başka şeyhim yoktur.' derdi. Ve Hasan-ı Şazeli Hazretlerinin halifelerinden büyük veli Şeyh Ebu'l Abbasi'l Mürsi: 'Bir saat Resûl-i Ekrem Efendimizi göremesem kendimi mü'minlerden saymam. Resûlullah Efendimizle görüşmek büyük bir makamdır. Her kes ona kolayca eremez.' derdi."

 

"Mescitte oturuşu uzatmalı, çarşıda oturuşu kısaltmalı" bahsinde diyor ki:

 

"Çarşıda oturmanın şartı, alışverişi Allah'ı zikretmesine mani olmamaktır. Dedikten sonra bu bahiste İmam-ı Şarani Hazretleri Mekke ve Medine mescitlerinde mücaveretin şartlarını saymakta ve buna kadir olmayanlar mücavir olmamalı ve oralarda ikamet etmeli dedikten sonra Medine'de ikametin bir şartı da sünnet-i peygamberiyeye asla muhalefet etmemelidir. Şayet o kimse ehl-i safadan ise yani kalbini tasfiye etmiş yakazada yani uyanık iken şeref-yâb olanlardan ise tereddüt ettiği hadislerde Peygamberimizle müşavere etmeli demekte. Ve nitekim Şeyhi Ekber Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: 'Birçok şüphe ettiğim hadislerin sahih mi? Yoksa mevzumu, yani düzme hadis mi? Olduklarını Medine'de Resûlullah Efendimize sorarak, sahih olduklarını tahkik ettim.' demektedir."1

 

Hadis-i şerifte:

 

"Bir kimse Namaz veya zikir yapmak için mescitlerde oturmayı adet ederse, muhakkak o kimsenin gelişinden Cenâb-ı Hakk tebessüm eder, gülümser, hoşuna gider, nasıl ki bir kimsenin gayıb olan akrabası ummadığı zamanda çıka gelse nasıl sevinirse, Allahu Teâlâ'da o zikir veya namaz için gelip oturandan sevinir."2

 

İlk vakitte kılınan namazların faziletinin pek fazla olduğunu izah ederken şu hadis-i şerif geçiyor: "Size Rabbinizi zikretmenizi ve namazlarınızı vaktin bidayetinde kılmanızı şiddetle tavsiye ederim. Çünkü Allahu Teâlâ sevabınızı kat kat verir."

 

Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden ahid aldık ki sabah namazından sonra güneş doğup kerahet vakti çıkıncaya ve ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar namaz kıldığımız yerlerden ayrılmayıp Allah'ı zikre devam edeceğiz. Demişler ki, Allah'ı zikirden murad: Allah'ı esma-i hüsnalarından birisi ile zikretmektir. Nitekim bütün ehl-i tarik olan veliler bu yolu takip etmişlerdir. Ve ehlullah hazaratı Resûlullah Efendimizi takip ederek bu iki vakti zikir meclislerine tahsis etmişlerdir. Şarani Hazretleri diyor ki: Şeyhim Aliyyül Havvas Hazretlerinden işittim, buyurdu ki: "Allahu Teâlâ maddî rızkımızı (ki bu cismimizin rızkıdır), şafak söktükten sonra güneş yükselinceye kadar dağıtır. Manevî rızıklar ki ruhumuzun rızkıdır, bunları da ikindi namazından sonra guruba kadar dağıtır." Yine Cenâb-ı Hakk: "Habibim, sabah ve akşam Rablerini zikreden sahabelerine sen de otur. Onlarla zikre devam ve sabret." (Kehf: 28) buyurmakla, bu sabah ve ikindi namazlarından sonra cemaatle zikir yapan sahabelerin içlerine Peygamberimizin de teşrif edip onların zikrine katıldığını görmekle bu sahabelerin kalplerini takviye, neşe ve şetaretlerini arttırmak, böyle iki kıymetli ve azim sevabı olan vakitlerin faziletini elde etsinler diye Cenâb-ı Hakk Resûlullah (s.a.v.) Efendimize de onların aralarına katılmasını emir buyurmuştur, demektedir. Bundan sonra sabah namazını müteakip mescitten ayrılmayıp zikirle meşgul olan cemaatin tam hacc sevabı kazanacakları ve günahlarının tamamıyla affedileceğine dair müteaddit hadis-i şerifler rivayet edilmektedir. Bu hadis-i şerifler, yukarıdaki hadis-i şerifler faslında yazıldı.

 

İmam-ı Nevevi Hazretlerinin "El Ezkâr" kitabını ve şeyh Ahmedi Zahidin "El-Ezkâr-ul Evrad fi ameli elyevm-i velleyli" isimli kitaplarını tavsiye ederek bunlarda yapılacak sünnet olan zikirlerin mevcut olduğunu bildirdikten sonra, "Mevlâna Ebu Abbas: 'Hızır (a.s.)'ın bana talim ve emrettiği zikirler ve salâvatla meşgul olduğumdan ve onun emrinden dışarı çıkamadığımdan, başka zikir yapamıyorum. Hızır (a.s.)'ın verdiği derse devam ediyorum. Nasıl ki bir mürit şeyhinin verdiği zikir dışına çıkamadığı gibi.' demekte ve Hızır (a.s.)'ın kendisine şeyhlik yaptığını ve şeyhleri meyanında Hızır (a.s.)’ın da bulunduğunu işaret ediyor."

 

Namaza henüz başlamadan önce hazırlık yaparak namaza istidat kazanmaktan bahsederken bu hazırlığın açlık, lağviyatı yani boş sözleri terk ve çok zikir yapmak, Kur'ân okumak ve Allahu Teâlâ'yı murakabe olduğunu ve bunlarla azalar fuzuli işlerden vazgeçeceklerinden namazda huşu ve huzur elde edileceğini beyan etmektedir. Fakat ekâbir olan velilerin namaz için istidat kazanmaya ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların kalpleri ekvana bağlı değildir. Onlar daima Peygamberimizden gelen miraslar sebebi ile Allahu Teâlâ'nın huzurundadırlar. Ehlullah daima talebelerine azimet ile ameli emrettiklerinden Şarani Hazretleri de akşamla yatsı arasında nafile namaza devamı tavsiye ederek evvabın namazı hakkındaki İbn-i Mace, İbn-i Hüzeyme ve Tirmizi'nin merfuan rivayet ettikleri şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir: Ehemmiyetine mebni konu dışında da olsa yazmayı faideli gördüm. Hadis-i şerif:

 

"Her kim akşam namazından sonra altı (6) rekât kılar da aralarında kötü bir şey konuşmazsa 12 senelik ibadete muadil olur."

 

"Uyurken abdestli bulunmak ve teheccüd namazına kalkmak niyet eylemek ve uyurken de zikirle uyumak lâzım geldiğine dair Peygamberimizden ahid aldık." demekte, abdest ve zikirle uyumaktan maksat ve hikmet ve sırrı şudur ki: "Zikirler ruhların rızıkları ve abdest de ruhların silahıdır. Binaenaleyh abdestle ve zikir ile uyuyan kimsenin ruhu, cesedi olmayıp sırf ruh olan melaike gibi Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda uyanıncaya kadar secde eder ve uykusu ibadet hükmüne geçer. Fakat taharetsiz uyursa Cenâb-ı Hakkın huzurundan uzak kalır, demektedir ve gece uyandıkça da zikir ve tesbih okumak lâzımdır."

 

Bundan sonra müridin dünyada züht etmesi ile kalbi ve ruhu rahata kavuşacağını beyan etmekte ve "Bu ahidle amel eden şeyhe muhtaçtır ki, bu mürşit onu dünya muhabbetinden tedricen yavaş yavaş kurtarır ve Allah'tan başka hiç bir dünya bağı kalmaz." demekte ve ilâveten "Şeyhin müridini sülûk ettirmekte ve amellerde terakki ettirmesinin hükmü şöyledir ki, sanki şeyhi müridini beraberinde alıp madenî paralar dağına varırlar, mürit burada zahidane hareket edip bir şey tenezzül etmezse oradan gümüş dağına uğrarlar, orada da zühdünü ispat edip gümüşten almağa tenezzül etmezse bunu müteakip altın dağına uğrarlar orada zühdünü gösterirse cevher dağına uğrarlar, orada da buna tenezzül etmezse, şeyhi onu Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna götürüp durdurur. Aradan perde kalkar. Buradaki zevki tadan ve huzur ehli olan mürit bundan sonra dünya ve âhiret nimetlerinden hiç birine iltifat etmez ve Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda durmak nimetine hiç bir şeyi tercih edemez. Fakat mürşitsiz bu mertebeye hiç erişemez."

 

"Abidlerle saliklerin büyük farkı vardır. Abid beş yüz sene ibadet etse illetten yani dünyaya ait sebeplerden, arzulardan kurtulamaz, hâlbuki salik tarike ilk ayak bastığında bu illetten kurtulur. Çünkü tarikin bidayeti, mülkte tevhittir yani bütün mükevvenatın Allah'ın olduğunu kendisinin bir şeyin sahibi olmadığını bilmesidir, ondan sonra tevhid-i ef'al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat'a erişir. Abid ise bu zevkleri tadamaz." dedikten sonra: "Allah'a yemin ederim ki şeyh edinen kimse muhakkak kurtulur. Şeyh edinmeyen veya emir ve nasihatini tutmayanlar ise hüsrana uğramışlardır. Nitekim şimdiki zaman müritlerinin çoğu şıhlarının nasihatlarını tutmamakla hüsrana uğruyorlar." demektedir.

 

"Ey kardeş, geçmiş meşayih ve ulemanın yolunda yürü, zamanın ehline tâbi olma, yoksa helak olursun."

"Bize gelen her türlü yokluklar ve dünya ve âhirete ait mühim işler ve sıkıntılarımızda, insanlara, derdimizi anlatmadan Allahu Teâlâ'ya arz etmeliyiz. Çünkü her şeyin melekûtu onun elindedir. Böyle amel etmek için, sülük görüp, tevhit makamına sülük ederek zikrullah onun üzerine galip olmalıdır ki Allahu Teâlâ'yı kendisine mahlûkattan çok yakın görsün ve her derdini ona arz etsin."

 

"Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden bize ahid alındı ki Allahu Teâlâ'nın zikrini gizli ve aşikârede çok yapacağız ve zikri dilimizle söylemeyi terk etmeyeceğiz. Ancak bütün hallerimizde Allah ile huzurumuz devam ediyorsa o zaman zikrin semeresi elde edilmiştir, telâffuzunu terk edebiliriz. O hali elde eden kişi kâinattaki fertleri yavaş yavaş unutur. O hal gelir ki her şeyi unutur. Perdelenir ancak Allah'ı görür sonra kendi nefsinde de incelir, zerre haline geldikten sonra kaybederek fenası tahakkuk eder, ondan sonra tekrar kâinatın efradını müşahedeye rücu emri verilir. Ve yine bize lâyık olan, yaraşan, ziyaretimize gelenleri zikir meclislerinde hazır olup o meclislerde bulunmaya teşvik etmektir. Ve zikir meclislerini iptale ve kapatmağa kalkışanlarla muharebe ve mücadele edeceğiz. Demekle beraber İmam-ı Şarani Hazretleri o kadar ileri gidiyor ki zikir meclislerini kapatmağa kalkışanlara (Ölüm kalım savaşı yapacağız) diyor. Ancak bu zikir meclisleri ihlâslı olmalı, riya ve süm'a karışmamalı, çünkü Allahu Teâlâ'nın zikri Allah'a insanları yaklaştıran ibadetlerin en büyüğüdür. Onun için şeytan da bu kıymetli ibadetleri gözetir, bunlara riya, süm'a ve ihlâssızlık karıştırmak ister. Mescitlerde cehren zikri; uyuyanlara, namaz kılanlara veya ders okuyanla