Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 7

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 7

 

Aliyyül Havas Hazretleri buyurmuş ki: "Zikrullahın, ilim okuyuşuna üstün olması sebebi şudur ki; insanın ruhu çıkarken insanın diline ilim ağır gelir. Fakat dünyadan âhirete göçmek üzere olan kişiye zikrullah gayet hafif gelen ve efdal olanı ganimet bilip ona devam etmesi lâzım gelir. Fıkıh, nahiv ve usûl-ü fıkıh meseleleri öğrenmek efdal olsa idi ihtizar halinde olanın lisanına ağır gelmezdi. Ehlullah ise emellerini kısalttıklarından, uzun emelleri olmadığından her an ve vakitte sanki ihtizar halinde imişler gibi sayarlar. Her aldıkları nefesi son soluk sayarlar. Ey kardeş: Zikre devam et ve zikir ashabına şeriatın emrettiği şekilde yardım et, çünkü yardımın Allahu Teâlâ'ya ikram ve tazimdir."

 

Seyyid Ali el Mursafi (rahmetullâhi aleyhi) buyurmuş ki: "Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin zikirden muradı ve tarik meşayihinin müritlerine lisan ile ve kalple zikri çok yapmalarını emretmelerinden maksatları, ünsiyet husule gelsin ve kalpleri Allah'tan gaflete düşmesin ve zikir için külfet çekmesinler belki devamlı olarak Hak Teâlâ meşhutları olsun bazen kalpleri ile müşahede etsinler ve bazen de Allah'ın huzurunda olduklarını ve Allah'ın kendilerini gördüğünü müşahede eylesinler. Bu iki hal kendilerinde devam ettikçe o kul masiyete yani günaha düşmez. Ve Allah'a karşı edep dışın da bir harekette bulunmaz. Fakat bir kul zikri çok yapmazsa bu ünsiyyeti elde edemez, o zaman da başıboş hayvan gibi her günaha düşer."

 

Yine aynı zat buyurmuş ki: "Zikrin kalbe yerleşmesinin hassası, sahibin ahlâkını güzelleştirmesidir. Ahlâkını düzeltmeyen sanki zikir etmemiş gibidir. Ve esasen Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin ve meşayihinin müritlerine fazla zikir ile emirlerinden maksat da budur."

 

Seyyidim Aliyyül Havas (rahimehullâh)'tan işittim. Buyurdu ki: "Bir kul için Allah'ın zikrinden daha efdal bir keramet olamaz. Çünkü ne zaman zikir yapsa Cenâb-ı Hakk ile beraber oturmuş olur.

 

Bundan sonra İmam-ı Şarani Hazretleri zikre dair hadis-i kutsileri ve hadis-i şerifleri rivayet etmektedir. Bunlar yukarıda hadisler faslında geçtiği için tekrar yazmıyorum. Ancak orada bulunmadıklarını zannettiğim şu hadisleri alıyorum:

 

"Bir gün ve gece yoktur ki Cenâb-ı Hakk kullarından dileğine sadaka ile ihsan etmemiş olsun. Fakat Allah'ın kuluna verdiği sadakalar içinde o kula ilham eylediği zikrullahtan daha üstünü ve efdali yoktur." Bu hadis-i şeriften anlaşılan Allahu Teâlâ'nın kullarına ikram ve ihsan eylediği sadakalar ve ihsanları içinde en kıymetlisi o kula ilham eylediği zikridir.

 

Diğer hadis meali:

"Bir kişi sordu: 'Ya Resûlullah mücahitlerin hangisi üstün ve sevabı, ecri en büyüktür?' Peygamberimiz buyurdu ki: 'Allahu Teâlâ'yı en çok zikredendir'. O sahabe tekrar sordu: 'Oruç tutanlardan hangisinin sevabı en büyüktür?' Yine cevap vererek, 'Allahu Teâlâ'yı en çok zikredenin ecri en çoktur.' buyurdu. Sonra sahabe yine sırası ile namaz kılanların hangisi, sonra zekât, hacc ve sadakadan hangilerinin sevabının en çok olduğunu sordu, hepsine cevapta: 'Allahu Teâlâ'yı en çok zikredenin sevabı en çoktur.' buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddık (r.a.) Hazret-i Ömer'e (r.a.) dedi ki: 'Ya Ebu Hafsa şu halde zakirler bütün hayırları toplayıp gidiyorlar'. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Ebu Bekir'i (r.a.) tasdik ederek, 'Evet, haklısın' buyurdu."

 

Yine Taberani merfuan rivayet etmiş ki, Peygamberimiz (s.a.v.): "Her kim zikrullahı çok yapmazsa imandan yoksun olur." buyurmuştur.

 

Hadis-i şerifte buyrulmuş ki: "Allahu Teâlâ kıyamet günü buyuracak ki, 'Bu mahşerde toplanan insanlar biraz sonra kerem ehli kim imiş, ne faziletlere nail olmuşlardır, onu öğrenecekler'. Bunu işiten sahabeler: 'Ya Resûlullah kerem ehli kimlerdir?' dediler. Peygamberimiz: 'Zikir meclislerine devam edenlerdir.'

 

Her oturduğumuz meclislerde dilimizi mümkün olduğu kadar boş ve kötü sözlerden korumaya çalışmaya Peygamberimizden ahid aldık. Şayet o mecliste, boş veya yaramaz söz konuştuksa oradan Allah'ı zikretmeden ayrılmamalıyız. Çünkü zikrullahın o mecliste bizden sadır olan fenalıklara kefaret olacağına dair hadis-i şerif vardır. Zira günahları yazan melâike derhal yazmaz; üç saat kadar bekler, belki istiğfar eder diye. Fakat bir kul günah işler, sonra da zikir yaparsa günahtan dolayı 'intikam esması' ve zikirden dolayı da 'rahmet esması' yarışa geçerler. Lâkin daima rahmet esması ileri geçer. Rahmet esması defterdeki yeri işgal eder. Arkadan yetişen intikam esması gelince, rahmet esmasının yeri doldurduğunu görür ve geriye döner. Ve intikam esması tesirsiz kalır. Nitekim Muhiddin-i Arabî Hazretleri buyurmuş ki: "Bir yerde Allah'a asi olursan yani bir günah işlersen orada bir de hayır işlemeden ayrılma. Meselâ «Lâ İlahe İllallah» veyahut «Sübhanallah» ve «Elhamdülillah» demeden ayrılma. Çünkü o yer sana şahit olur. Yarın kıyamet günü o yerde günahtan sorguya çekildiğinde o yer parçası zikir yaptığına dair lehine şahadet eder."

 

Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn-i Kibban ve Hâkim mekfuan rivayet etmişler:

"Bir kimse bir mecliste boş lâkırdı çok konuşursa ve oradan kalkmadan «Sübhaneke Allahümme ve bihamdike eşhedü en La ilahe illâ ente estağfirüke ve etubü ileyke» tesbih ve istiğfarını okursa o meclisteki günahları muhakkak mağfiret olunur." diye Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur.

 

Bundan sonraki ahidde uykuya varırken zahir ve batın taharetle beraber zikirle uyumak lâzım geldiğini ve uyku ne kadar az uyunur da kalan zamanı zikirle geçirilirse, buna hamd etmek lâzım geldiğini beyan etmektedir. Ve Aliyyül Havvas Hazretleri buyurmuş ki: "Her kim uykusunda kâbuslar geçirirse bunun sebebi, uyanık iken Allah'tan gafil olup halktan korktuğundandır. Yoksa Allah'ın zikrini çok yapan kimse canlı ve cansız her şey ile ünsiyet eder. Ve her şey de ona munis olur. O halde kalp aynanı cilâlandırmaya çalış ki Allah'tan başka kimseden korkmaz olasın. Yoksa cin ve insanlardan, her şeyden korkarsın". Cinlerle olan münasebetlerini ve onların korkutmak istemelerinden asla korkmayıp hepsini mağlup ettiğini vakalar olarak beyan eylemektedir.

 

Şeytanın şerrinden ve vesvesesinden korunmak için de, zikre devam lâzım geldiğim izah etmektedir. Delil olarak rivayet ettiği hadis-i şeriflerinden birisini alıyorum:

 

"Resûl-i Ekrem (s.a.v.) uzun bir hadis-i şerifin konumuzla ilgili bir kısmında: 'Size Allahu Teâlâ'yı çok zikretmenizi emrediyorum. Bu zikredenin benzeri şu kimsedir ki, düşmanınızı üzerinde kendini takip ediyor, süratle yetişecek iken kuvvetli bir kaleye girip nefsini koruyarak selâmete eriştiriyor. İşte zikreden de böyledir. Şeytandan kendini hiç bir suretle kurtaramaz, ancak zikrullah ile necat bulur.' buyurmaktadır."

 

Salâvat-ı şerifenin faziletleri hakkında bahsettikten sonra Şarani Hazretleri diyor ki: "Yine bana, Mevlâna Ebu'l Abbas: 'Hızır (a.s.) sabah namazından sonra her gün güneş doğuncaya kadar salâvat-ı şerifeye devam etmemi ondan sonra da tatlı bir zikir meclisi kurmamı emretti. Ben de baş üstüne diyerek talebelerimle birlikte buna devam ediyorum. Dünya ve âhiret hayırlarından çok kazandık ve rızkıma kolaylık hâsıl oldu. O derece ki bütün Mısır halkı benim aile efradım olsalar onları beslemek için hiç sıkıntı çekmeyeceğim.' buyurdu."

 

İmam-ı Şarani Hazretleri diyor ki: "Dünya ve âhirette Allahu Teâlâ ile beraber oturmak nimetinden daha büyük hiç bir nimet yoktur. İşte bu sebepledir ki cennete girenler hiçbir şeye hasret çekmezler. Zira cennette dünyadakinden çok üstün nimetler verileceğinden dünya nimetlerini kimse hatırına bile getirmeyecek. Ancak dünyada iken zikirsiz geçen zamanlarına hasret çekecek. Ve pişmanlık duyarak: 'Ne olaydı o zamanları da zikirle geçirse idik.' diye üzülecekler. Çünkü cennet ehlinin cennette Allahu Teâlâ ile görüşmeleri, oturmaları dünyada iken ne kadar zikir yaparak oturmuş ise o nispettedir."

 

Yemek ve içmeye başlarken besmele ile başlamalıyız. Çünkü hangi iş Allah'tan gafil olarak işlenirse o leş (cife) gibidir. Kur'ân'da da (Enam: 121)

 

وَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ

 

buyrularak, zikirsiz hiçbir işe başlamamamız emredilmiştir. Aliyyül Havvas Hasretleri buyurmuş ki: "Bir kul kemal mertebesine eremez, ta ki yemesinde, içmesinde ve cima halinde bile Allahu Teâlâ ile huzurda olmadıkça. Sanki namazda huzurda bulunduğu gibi. Zira o zaman bir anda, yemek lezzeti ile münacat lezzetini cem etmiş olur. Bu lezzetlerden biri diğerini perdelemez ve bir anda iki cihetten Allah'a şükreder." Ve Efdalüddin Hazretleri de demiş ki: "Bir dervişin, kemal mertebesine ermek için ilham melâikesini her işinde işitmesi lâzımdır. Ve melâikenin: 'Ye, iç, cima yap, kalk, otur, uyu, ayağını uzat, sadaka ver.' gibi emirlerini duyması lâzımdır. Böylece ilham melâikesinin emirlerini duyamayan, hazarat-ı ilâhiyeden uzaktır."

 

Abdülkadir Geylâni Hazretleri buyurdu ki: "Bana, 'bizim senin üzerindeki hakkımızla ye' denmedikçe asla yemem ve yine, 'üzerindeki hakkımızla uyu' denmedikçe katiyen uyumam. Ve İla ahir..."

 

Ve Aliyyül Havas Hazretleri buyurmuş ki: "Her hareket ve sükûnunuzda Allah'la başlayın. O iş mübarek olur. Esasen bütün bize yapılan tekliflerden maksat o teklifler yapılırken, o işte Allah'la kul hazır olsun ve huzurla yapsın içindir. Hadis-i şerifte: 'Bir kimse yemeğinde, öğle uykusunda ve gece yatışında şeytanın bulunmamasını ister ve bundan memnun olacaksa o halde evine girerken besmele ile girsin ve yemeğinde besmele çeksin.' buyrulmuştur."

 

Hadis-i şerifte: "Bir kimse evine girerken ve yemeğine başlarken Allah'ı anarsa şeytan kendi kafilesine: 'Burada size barınacak yer de yok, yemek de yok' der. Eğer o kimse eve girerken Allah'ı anmazsa, şeytan, taifesine: 'Barınacak yeri buldunuz.' der. Ve yine o kimse yemeğinde Allah'ı anmazsa şeytan kendi ordusuna: 'Yiyeceği de buldunuz' der." Yemeklerin sonunda da zikir lâzımdır Ebu Davud, İbn-i Mace ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri hadis-i şerifte, Resul-i Ekrem (s.a.v.) buyuruyor:

 

"Bir kimse yemek yedikten sonra, 'Allah'a hamdolsun ki bu yemeği bana nasip etti ve benim gücüm ve kuvvetim olmaksızın bunları yaratıp bana yedirdi.' derse onun geçmiş günahları mağfiret olunur".

 

Şarani Hazretleri diyor ki: "Bütün Peygamberler bir müddet koyun otlatmışlardır. Bundaki hikmet, ümmetlerine karşı sabırlı olmayı öğretmek ve idman etmek için evvelâ koyun çobanlığı yaparak koyunlara karşı sabırla, ümmetlerine karşı sabırlı olmaya yetişmeleri içindir. Ehlullah Hazaratı demişler ki: 'Zakirleri yetiştiren mürşit, şeytanların ağzından ve dişleri arasından müritlerini avlayıp kurtaran avcılara benzerler.' Nitekim benim başıma bir kere geldi, şöyle ki: Zaviyemde ikamet eden müritlerimin halleri bozuldu, zikir ve ibadet bunlara ağır gelmeye başladı. İçlerinden bir kişi bile kalmadı; hepsi hükmümden çıktılar. O halde bu zaviyeyi terk edip dervişsiz bir yere taşmayım dedim. Ve bu niyetimi yerine getirmeyi istediğim zaman şeytan temessül etti, önüme çıktı, ıslık çalarak oynamağa başladı ve 'galip geldim ya, galip geldim ya, galip geldim ya', diye de söylüyordu. Bunu görünce geri döndüm fakat müritler işi daha uzattılar. Cuma gecesi Kur'ân okumayı, zikrullah ve salâvat-ı şerife okumayı meclislerimde terk ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden izin istemeye karar verdim ve Peygamberimize teveccüh ettim. O zaman şeyhim Aliyyül Havas Hazretleri'ni gördüm ki bir kapının arkasından ancak burnunu görebiliyorum. Bana dedi ki, Resûlullah (s.a.v.) sana: 'Allah rızası için müritlerine karşı sabretmeni tavsiye buyuruyor. Onların, Allah'ın emirlerine muhalefet edişlerine aldırma. Her zaman onları güzel hasenatlarla çevir.' emrini bana tebliğ etti. O zaman bildim ki şeytanın vesvesesi sabır hususunda beni imtihan imiş. Sefere yani yolculuğa çıkan Müslüman kardeşlerimi hayvanlarına veya sair bineklerine bindikleri vakitte Allah'ı zikretmeğe teşvik etmeliyiz. Çünkü seferde gaflet çok vaki olur. Şeyh Muhammed Şennavi Hazretleri yolculuğa çıkınca hayvanları üzerinde de zikir meclisi kurup zikrederlerdi. Cüneyd (r.a.) demiş ki: 'Ehl-i İslâm'ın günahlarını düşündüm de, bunların içinde Allah'tan gaflete düşmekten daha büyük günah göremedim.'"

 

Hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: "Herhangi bir binici yolculuğunda Allahu Teâlâ ve zikri ile meşgul olur ve böylece halvette olursa muhakkak onun arkasına, terkisine bir melek biner ve yoldaş olur. Fakat bunun aksine zikri unutur da şiir okumak, türkü çağırmak ve emsali boş şeylerle meşgul olursa muhakkak onun terkisine de şeytan biner".

 

"Bindiğimiz hayvan huysuzluk yaparsa Allahu Teâlâ'yı zikretmeliyiz. Çünkü o hayvan bizim gaflete düşmemiz yüzünden huysuzluğa başlamıştır. Zikri unutup gaflete düşüşümüzün cezası olarak hayvan azgınlık göstermiştir. Tekrar zikre dönersek ceza hayra çevrilir."

 

Dünya alâkalarının kesilmesinin bir mürşitsiz mümkün olamayacağına, dair tafsilat vardır.1 İmam-ı Şarani (r.a.) Hazretleri'nin kitabında konumuza temas eden bir bahis var. Onu da yazmadan geçemedim. Bize alınan ahitlerden birisi de: Fakih olan yani zahir hocalardan arkadaşlarımıza; Allahu Teâlâ'yı zikreden erkek ve kadınlara karşı saygı ve tazim göstermelerini emredeceğiz. Çünkü zakirler zikir yaparlarken Hakk Teâlâ ile oturmuş oluyorlar. Zira hadis-i kutside, Allahu Teâlâ: "Ben zikredenle beraber otururum." buyurmuştur. O halde Allahu Teâlâ'nın kendisi ile beraber olduğu bir kimseyi yani zakire dini ve imanı olan bir kimse eza edemez ve kötülük yapamaz. Bütün Müslümanlara kötülük yapmamak herkese farzdır velâkin zakirlere karşı hürmet etmek ve kötülük yapmamak ziyadesiyle farzdır. Nitekim dervişlere ve meşayiha eziyet edip onlara itiraz eden ve inanmayanların felah bulduğunu ve imanla öldüğünü görmedik. Sahih hadis-i şerifte buyruluyor ki : "Her kim benim bir velime eziyet ederse, onunla muharebe edilmesine de ben izin verdim". Şeksiz ve şüphesiz velinin alâmeti, nişanı Allahu Teâlâ'nın zikrini çok yapmış olmaktır. Bu görüşü Ebu Ali Etdekak (r.a.)’nün şu sözü teyit ediyor: "Zikir veliliğin diplomasıdır. Her kim zikre muvaffak olursa yani başarırsa ona velilik diploması verilmiştir."

 

Hastalığımızı Allahu Teâlâ'nın ismini zikir ile tedavi etmeğe de ahit aldık. Evvelâ zikir ile başlayacağız zikir ile geçmezse sonra doktora müracaat edeceğiz. Çünkü hastanın inancı zayıf ise tesirsiz kalır. Kulun yakını fazla ve kuvvetli olsa Allahu Teâlâ'nın zikrinden dağlar bile sarsılır. Nitekim Füzeyl ibn-i İyaz ve Süfyan-ı Sevri Hazretleri birlikte cebeli seyre çıktılar. Fuzeyil Hazretleri o zaman dedi ki: "Bir kulun Allah'a muti olduğunun alâmeti şudur ki eğer şu dağa hareket et derse dağ sallanır hareket eder." der demez dağ hareket etti. O zaman Fuzeyil, dağa: "Sakin ol ben senin hareket etmeni arzu etmedim misal olarak söylemiştim." dedi.

 

Yine meşayihten Kahire'de Gomri Cami-i İmamı Şeyh Eminiddin Hazretleri bir şeyin hareket etmesine yemin ederse o şey hareket ederdi. Bir kere gördüm ki, üç arşın uzakta duran bir levhaya: "Senin üzerine Allah'a yemin ediyorum gelmelisin", dediğinde levhanın sürünerek şeyhin yanına geldiğini gördüm. Binaenaleyh bu ahid ile amel etmek isteyen kimse bir şeyhe muhtaçtır ki Allahu Teâlâ'ya tazim makamına onu eriştirsin ki Allah Teâlâ'yı zikrile eşya müteessir olsun. Zira Allahu Teâlâ kuluna, kulunun tazimi miktarınca muamele yapar.

 

Kalbimizde dünya muhabbetinin yerleşmesine imkân vermemeğe de ahid aldık ki Rabbimize meşru ibadetimizde bizi gaflete düşürmesin. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk kâmilleri (Nur: 37)

 

رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ

 

ayet-i kerimesi ile methetmiştir ve bu kişiler, başkalarını gaflete düşüren ve zikirlerine perde olan esbapla oldukları zamanda dahi Allah'ın zikrinden gafil olmazlar. Çünkü dünya kalplerinden çıkmış ancak ellerinde kalmıştır. Onun için cimrilik yapmazlar. Bu takdirde dünya mezmum (Zemmedilmiş, yani kınanmış) değil memduhtur. (Yani övülür). Hadis-i şerifte: "Bu ümmetimin ahir zamanda helâkleri cimrilik ve uzun amel ve ümitler beslemelerinden olacaktır." buyrulmuştur.

 

Kitap ve sünnette olmayan bidatlerden birisi ile amel etmemeliyiz. Çünkü kâmilin şartı şeriat-i mutahharanın hükümlerini bilmek ve bidatlerden ayırmaktır. Zira kâmil olan kimsenin gece ve gündüz bütün hareket ve sükûnu ancak şeriat mizanı üzerine olur. Fakat sofilerin görüşü daha çok ince olduğundan başkaları bunu anlayamazlar da inkâra kalkışırlar. Nitekim İmam-ı Gazali Hazretleri demiş ki: "İmam Ebu'l Kasım el Cüneyd rahimehullahın: 'Zakir zikirde bir mertebeye erişir ki yüzüne kılıçla vursalar duymaz olur.' Sözünü kabulde tevakkuf etmiştim, kabul edememiştim. Fakat bilâhare bunun hakikat olduğunu o makama gelince anladım. Dört mezhebin hepsi de şeriat-ı mutahharadan dokunmuştur. Bunların hükümlerini kabulde tereddüt etme. Şeriatın emirleri ile amel eden kimse bize şeriatı kuran Resûlullah (s.a.v.)'den gafil olursa onunla edebin hakkını vermemiş olur. Zira o şeriatı sana kurmaktan maksat o şeriat işini yaparken sâri olan kurucusu Peygamberimizle hazır olman içindir. Nitekim gafletle yapılıp huzursuz olan işlerin kötülüğüne şu hadis-i şerif dalâlet ediyor:

'Bir cemaat bir mecliste oturup da zikirsiz ve salâvatsız kalkarlarsa kokmuş eşek leşinden daha kokmuş olarak dağılırlar.' denmiştir."

 

Hastalığımız artınca namazı terk etmek veya vaktini geçirmek hususunda gevşek davranmayacağız. Zakirlerin bu hususa çok dikkat etmeleri gerektir. İmam-ı Ahmed ve Müslim'in rivayetlerinde, şu hadis-i şerifte: "Mümin ile kâfir arasını ayıran, namazı terk etmektir." Yine Kütüb-i Sitte'den şu hadis-i şerifte: "Bizimle kâfir arasındaki ahid, namazı terk etmektir. Her kim namazı terk ederse kâfir olur." buyrulmaktadır.

 

Her gecenin son üçte birinde mevkib-i ilâhi kurulur, bunu kaçırmamalıyız. Leyle-i Kadir ve cuma geceleri ise güneş battıktan güneş doğuncaya kadar devam eder. Binaenaleyh hayrat talibi olan kişi bu vakitlerde Rabbi'nden gafil olmamalı; ya namaz kılarak veyahut zikir yaparak veyahut hakkın murakabesi ile... Hadis-i şerifte buyruluyor ki:

 

"Bir kul gece kalkıp namaz kılmağa niyet ederse ona bir melek gelir: 'Kalk namaz kıl, sonrada Rabbini zikret sabahın oldu der.' Bunu müteakip şeytan gelir: 'Daha uzun gece var sonra kalkarsın' der. Eğer, o kişi kalkar da namaz kılarsa neşeli ve cismi hafif ve gözü aydın olarak sabaha çıkar. Fakat şeytana itaat etmişse şeytan onun kulaklarına idrarını yapmış olarak gün doğunca kalkar."

 

Resûlullah (s.a.v.) den bize ahit alındı ki gece ve gündüzde gizli ve aşikârede Allahu Teâlâ'nın çok zikredilmesinden gaflet etmemeliyiz. Ta ki Allahu Teâlâ'ya tazim etmiş ve kulluğumuzu yapmış olalım. Allahu Teâlâ'nın zikrinden murat şudur ki: "Gece ve gündüz Allahu Teâlâ'nın huzurunda ve önünde olduğumuzu onun bizi ve işlerimizi ve sözlerimizi ve kalbimize gelen hatıralar gördüğünü bilmemiz ve müşahede etmemizdir. Lafızla yani sözle ağızdan yapılan zikirden maksat da bu zikri elde etmeğe vesile olmasıdır."

 

Ve yine bize ahid alındı ki bir mecliste otururken veya kalkınca veya uyurken veya uyanınca zikirsiz ve Peygamberimize salâvat okumaksızın hareket etmemeliyiz. Bütün bu hallerimiz zikrullah ve salâvat-ı şerifesiz geçmesin. Şayet bu hallerimizde zikir ve salâvatı unutursak yetmiş defa istiğfar etmeliyiz. Çünkü hadis-i şerifte: "Bir cemaat bir mecliste oturup da orada Allahu Teâlâ'yı zikretmemişler ve salâvat-ı şerife de getirmemişlerse onlar bundan dolayı noksan ve kusur işlemişlerdir. Cenâb-ı Hakk isterse onları azap eder isterse mağfiret eder." buyrulmuştur.

 

Diğer hadis-i şerifte: "Bir kavim yani cemaat bir mecliste toplanmış iken Allahu Teâlâ'yı orada zikretmeksizin kalkarlarsa muhakkak onlar bir eşek leşi etrafında toplanmış ve oradan kalkmış gibidirler. Kıyamet gününde bundan dolayı hasret çekeceklerdir." buyrulmuştur.

1 A.g.e, S. 227

Gezi