A
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ŞERH BÖLÜMÜ
Müellefimiz Üstadımız Hacı Bekir Sıdkı Visali (Kaddesallahu sırrıhu) Gavsül Vasılın, Kutbül Arifin Tac’ül Aşıkın, Muhterem Pirlerimiz HASAN HÜSAMEDDİN UŞŞAKİ ve MUHYİDDİN İBN’ÜL ARABİ Hazretlerinin meşreblerinde ve her iki pir efendilerimizden MÜSTAHLEF ve irşada me’zun idiler.
Genellikle ve ekseriyetle Tarik-i UŞŞAKİ esaslarına müstenid irşad’da bulunmuşlardır. MUHYİDDİN İBN’ÜL ARABİ Hz.ninde kendine mahsus tarıkı vardır ve EKBERİ - SULTANİ İsmiyle ma’rufdur. Bazı ihvana her iki tarik-i üzere ders verdikleri bilinmektedir.
Sohbetlerinde, “BU ALEME NİÇİN GELDİK, İNSAN OLARAK YARATILIP DÜNYAYA GÖNDERİLİŞİMİZİN ESAS GAYESİ NEDİR...” diye sorarlar... Müteakiben, TEVHİDİN MERTEBELERİ’nden söz açılır ve sohbet, ilgili diğer konulara da intikal ederdi.
Ayet-i Kerime’de Allah (cc)
(FATEBİRU YA ÜLÜL EBSAR) yani “EY BASİRET SAHİPLERİ İBRET ALIN!” buyrulmaktadır.
Dünya ve içinde taşıdığı bütün yaratıklara ibretle, emri ilahi gereğince nazar edelim. Öncelikle, Kainat planında bir düzenin var olduğu, noksanı olmadığı, en güzel biçimde yaratıldıkları ve her birisi, ödevlerini itirazsız yerine getirdikleri görülmektedir. Bedensel hayatımızın esas RÜKÜNLERİ olan TOPRAK - SU - ATEŞ - HAVA, milyarlarca sene evvelinden beri, İlahi nizamda kendi hisselerine düşeni yerine getirmektedirler. Her mevsim belirli sıcaklık, zamanında zuhur etmekte, ARZ’ımız yirmi dört saatlik kendi ekseni etrafındaki dönüşünü, saniye’den daha az olan zaman süreci kadar’da eksiltmeden devam ettirmektedir. Bu tespitimiz bütün yaratıklar için geçerli bir hükümdür.
Dikkatimizi çeken bir başka husus daha vardır. Sayılara hesaba girmeyecek kadar çok olan yaratıkların hepside, insana hizmet için yarışmaktadırlar. Petrol, enerji ve O’nun dışında OTUZ KÜSÜR imal ettiği Eşya ile yirminci asır insanının vazgeçilmez metaı olmuştur. Toprak her an üzerine basmamıza rağmen. yiyeceklerimizi bol bol ikram eder. Havanın oksijeni olmasa üç dakika zor yaşarız, Suda diğer üç arkadaşı gibi, yumuşak huylu, ikram edici mebzul miktardadır. Koyunlar, sığırlar, balıklar protein ihtiyacımızı, Sebze ve meyveler mineralleri, bitkisel yağları..... Daha neleri temin ederler. İnsan oğlu bu kadar ikramın karşısında, anılan yaratıklara teşekkür bile etmez.....? Yaptıkları tek şey, BU İKRAMIN TAKSİMİNDE birbirleriyle kavga ederler. Fertlerin kişisel husumetleri, hasetleri, devletlerin harp’leri, hep bağış olarak sahip oldukları diğer canlıların ikramlarıdır......... Anlatılan ibretlerin, hulasası şu cümlenin içinde toplanmıştır. BÜTÜN YARATIKLAR, ALDIKLARI EMİR GEREĞİNCE, İNSANA HİZMET ETMEKTEDİRLER. BU NEDENLE İNSAN, EN ŞEREFLİSİ VE MÜKERREMİDİR.
İlk akla gelen mukadder sual şudur:
İNSAN NE İÇİN YARATILMIŞTIR...?
Ayet-i Kerime’de buyurulur:
“VEMA HALAKTÜL CİNNE VEL İNS İLLA LİYABÜDUNE” 51/56
“İnsanları ve cinnileri sadece bana ibadet etmeleri için yarattım”
Hadis-i Kudsi’de de şöyle buyurulmuştur:
“BEN GİZLİ BİR HAZİNE İDİM, BİLİNMEM İÇİN MAHLUKATI YARATTIM”
Anılan ve kat’ı delil niteliğinde olan AYET-İ KERİME ve HADİS-İ KUDSİ’DEN, esinlenerek, Visali Hz. Üstadımız, Yaradılış gayemizi aşağıda yazılı olduğu gibi tasnif etmişlerdir:
I- TEHZİBİ AHLÂK
II- TAHSİLİ KEMÂL
1- MARİFETULLAH
2- MARİFETİ RASULÜLLAH
3- MARİFETİ UHREVİ
İnsanoğlu, bu iki FARZI AYN olan yaradılış gayesini gerçekleştirecek ehliyete sahip’dir. Kur’anı Azimüşşanda;
“LAYÜKELLİFULLAHÜ NEFSEN İLLA VÜSAHE” 2/286
“Allah hiç bir nefse, gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez” demektir.
Bu iki yaradılış amacımızı, Müellifimiz Visali Hz. nin DİVANI’NIN ŞERHİ SURETİ İLE gerçekleştirmek için, evvela Rabbimiz Teala’nın hidayetini, Peygamberimiz (s.a.v)’in şefaatini, Pir Efendilerimizin manevi yardımlarını umarak başlıyoruz. Ve minellahi-t tevfik.
“EDER BİR AN’DA VASILI KÛY’İ YARE CÜMLE MÜŞTAKI
NİGAHI HİMMET EYLERSE HÜSAMEDDİNİ UŞŞAKİ”
MUHYİDDİNİ İBNÜ-L ARABİ Hz. NİN, TÜRBESİ giriş kapusunun üzerinde; Şeyh’in şu sözleri yazılı olduğu söylenir:
“HER ASIR, YETİŞTİRDİĞİ BÜYÜK BİR ŞAHSİYETİN İSMİNE İZAFETLE ANILIR. BEN DE BUNDAN SONRAKİ ASIR’LARIN TEK ŞAHSİYETİ KALACAĞIM”
I) TEHZİBİ AHLÂK
Tehzib; Temizleme- Islah etme’dir. TEHZİBİ AHLAK İnsanların hal ve tavırlarının, İslam dininin emir’lerine uydurulması, intibak ettirilmesidir. ALLAHIN ve PEYGAMBER’İN AHLAKI İLE AHLAKLANINIZ Hadis-i Şerif anılan gerçeğin ifadesidir.
“İNNEN NEFSE LEEMMARETÜN BİS-SUİ” 12/53
“Nefis kötülüğü şiddetle emreder” ayeti de insanların doğuş’tan Ahlâkı zemime denilen, kötü ahlâk ile muttasıf olduklarını göstermektedir.
A- Ahlakı Zemimenin İnsana Sirayeti
Rabbimiz teala ve Tekaddes Hz. Kelamı Kadiminde:
“İnnâlillahi ve İnnâ İleyhi Râciûn”
“Biz Allah’ın (kulları)’yız ve biz ona dönücüleriz”
H. Basri Çantay 2/156
Mutasavvifeye göre; insanın varlığının başlangıcı ALLAH’ın varlığıdır sonunda da ALLAH’ın varlığına dönecektir. Hakkın varlığının başlangıcı yoktur, EZELİDİR. Varlığının sonu yoktur EBEDİ’DİR?. O halde nev’i insan olarak hepimiz, Hz. Adem’den zürriyetinden son gelecek olana kadar EZELDEN EBEDE GİDEN YOLUN YOLCULARIYIZ.
Formülümüz basit çizgisi ile şöyledir:
İnsanın Seyri
EZEL----------------------------EBED
HAKK’IN VARLIĞI
Minel ezel ilel ebed yolculuğunda milyarlarca seneler katetmekte olan insanın, bu yolculuğu bütün dekaiki - detayları ile bilebilmesi de imkânsızdır. Ancak bu yolculuğun başlangıç ve sonu ve bazı merhaleleri hakkında (Ayâtı Kur’aniye - ehâdisi nebeviye - ehlulahın mükaşefe ve müşahedeye müstenit ledünniyatı ve aklın zaruri kabul ettiği ilimle) doyurucu bilgiler elde etme, kalben mutmain olma, KENDİ ASLIMIZI BİLME imkânımız vardır.
NERDEN GELİR YOLUN SENİN
YA NEREYE VARIR MENZİLİN
NEREDEN GELİP GİTTİĞİNİ
ANLAMAYAN HAYVAN İMİŞ
Hz. Niyazi Mısrî aslımızı bilmenin önemine değinmiştir.
Aslımızı öğrenmek için takib edeceğimiz yol, dünya hayatındaki yaşantımız'dan önceki, yani doğumumuz’dan evvelki, geliş yolumuzu takip etmek olacakdır. Daha doğrusu MİRAÇ YOLUNDA adımlar atmaya çalışacağız.
1- DOĞUM ve DÜNYAYA GELİŞ
Halen dünya içinde; Beden artı RUH sentez yapımızla yaşıyoruz. Doğum hadisesiyle gelişimizde, kişisel olarak hiç bir iştirakımız, insiyatıfımız ve bize ait diyebilecek hiç bir şeyimiz yok..... Bu gelişi isteyen, yaşantısındaki zorunlu hal ve vasıfları tespit eden, gerekli ihtiyaç maddelerini te’min eden .......... bizatihi bebeğin kendisi değildir.
Doğunca ağlamaya başlar, dünya şartlarına intibak etmek için tek yapacağı şey ağlamakdır, ihtiyaçlarını bu yolla ister. Ne varki ağlamanın malzemesi de kendisine ait değildir. Ağlamak ses telleri ile olur. Ses telleri ise hava ile ses verir, onuda dünyaya gelir gelmez hazır bulmuştur. Bebek dünyaya misafir olarak gelmiştir. Dünyada bu misafirliğe hazırlanmış, tabir caizse seferber olmuştur. Vücudunun 36 santigrat derece hararete ihtiyacı vardır. onuda havanın oksijeni ve gıdalarla temin eder. Beslenme kültürünün tüm malzemesi hazırdır. Annesinin sütüyle sultanlar gibi yaşar. Hayır! Sultan o’nun gibi yaşayamaz. O’nun paralı hizmetçileri ana şefkatini gösteremez. Aslında o krallar yaşantısının üstünde bir bakım içindedir. Çok besleyici olan ANNE SÜTÜNÜ emmeğe başlamıştır, metabolizma çalışmaktadır. Dünya, misafirine gerçekten ihtimam etmektedir.
Hiç karşılık beklemeden insanoğlunu besler, yedirir içirir, dünya şöyle kötü, böyle vafasız gibilerden.......... Hakarette görür. Peygamberler, Şehitler, Salihler, Evliyalar hepsi, bu misafirhaneden tenaum etmişlerdir. Cenneti burada kazanmışlardır. “EDDÜNYA MEZRAATÜL AHİRATÜN” Dünya ahiretin tarlasıdır Hadis-i Şerifinin bilincinde olanalar dünyayı severler.
Gerçi, “DÜNYA SEVGİSİ BÜTÜN GÜNAHLARIN BAŞIDIR” Hadisi, dünyanın aleyhine bulunmayı da gerektirmez. Burada zem olunan dünyanın kendisi değil, dünya sevgisinin haddini, sınırını bilmemenin, özellikle Allah sevgisinin fevkinde sevmenin sonucudur. Böyle bir sevgiden dünya’da tedirgindir. O insanoğluna misafirperverliğini, Allah’u Teala’nın emri ile, isteyerek yapmaktadır. Allah’u Teala’nın emri göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman için, kâinat planında yerine getirilir.
Rivayete göre Semavat ile Dünya, Allah’u Teala yanında hangisinin daha şerefli-değerli olduğu hususunda muhasebeye başlamışlardır. Semavat; Kürsi Arş ve cennet bendedir diye üstünlük iddia ederken, Arz’da; Kâbeyi şerif, Haceri Esved, Mescidi Aksa ve Arafat bendedir demiş; son konuşmada SEMAVATIN BEYTİ MAMUR SÖZÜNE karşı Dünya, HACEİ KAİNAT - EŞREFİ MAHLÛKAT - RASULÜ SAKALEYN bendedir, demekle eşrefiyeti kazanmıştır.
2- DOĞUM ÖNCESİ HAYATIMIZ
Doğum öncesi hayatımız, meni ile başlayıp, muhtelif biyolojik safhalardan geçerek, evvela CENİN ve son aşamasında BEBEK haline gelişidir. Bu dahi iki kısımda mütalâa edilecektir.
a- Bedensel Hayatın Teşekkülü
İlk başlangıç babanın menisi ile dişilik hücresi (Yumurta) birleşir SENTEZ BİR HÜCRE OLUŞUR. Annenin kanından aldığı gıda ile bu hücre çoğalmaya başlar, aynı hücreden değişik yapıda yeni hücreler teşekkül eder ve ceninin ilk organizasyonunu meydana getirecek şekilde, kemik hücreleri, kan-tüm organ hücreleri çok mükemmel bir plan ve program dahilinde, yerlerini alırlar. Biri diğerlerine karışmaz, estetik ve düzenli bir şekilde bedensel hayatın teşekkülü ve devamını temin ederler. Cenin adını alan yavruda, hayvani ruh da yeni bir sentez oluşturur. (Bedensel hayatın ilk başlangıcıdır kırk günlük süresini doldurmuştur.) Konu ile ilgili Abdullah İbni Mes’ud (ra) dan rivayet edilen Hadis’de:
“Sizden birinizin yaradılışı annesinin karnında KIRK GÜNDE cem olur. Sonra bu kadar müddet de alâka olur. Sonra bu kadar müddet de MUDGA olur. Sonra Allah dört meleği bir kelimeyle gönderir. Bu melek RIZKINI, ECELİNİ, AMELİNİ, ŞAKİ veya SAİD olacağını yazar, Sonra O’na ruh üflenir........”
Hadis Ansiklopedisi Cilt 13 Sayfa. 360
b- Ruh’un Bedene İntikali
Yukarıda (A) Bölümünde İlk sentezden bahs olundu. Burada ikinci bir sentez-terkib oluşur, aslında terkib’ler çoktur, anılanlar doğum öncesi hayatımızın sentezleridir. Fiziki - Bedensel Yapının - Bünyenin ilk nüvesi, ekser organların ilk emareleri (Prof.A.Özyazıcı'nın İfadesiyle) belirlenir. Alemi emir’den olan ruh ile birleşir. Ve kudreti ilahi ile, bu sentezdeki canlının, Allah-u Teala’nın ezeli ilminde belirtilen mukadderatı ayan-ı sabitesinde yazılı olduğu gibi melek tarafından tespit edilir.
Fiziksel bedenle, manevi - lâtif-ruhsal yapımızın birlikteliği, şekli, hakikatı - künhü - Mahiyeti nedir...? bu ve emsali soruların cevabı, kitabımızın ayrı bir bölümünde, bilebildiğimiz kadarı ile ve özellikle Allah-u teala’nın müsaade ettiği ve bildirdiği miktarda bahse konu olacaktır.
3- MENİ’NİN TEŞEKKÜLÜNDEN EVVELKİ HALİMİZ
Meni’nin nasıl meydana geldiği sorusunun cevabı, bildiğimiz gibi basit’tir. İmal yeri erkek haya’larıdır. Hayaların iptidai maddesi kanda’dır. Kan ise ince barsak’lardaki bulamaç halindeki maddelerden tegaddi etmişdir. Gıdalar ise evvela hayvani gıdalardır. Ot- sebze ve tüm bitkilerden meydana gelmiştir. Yani, bitkisel gıdalar yağ ve şekerli maddelerle Karbonhidratlar ailesinden neş’et eder. Hayvani gıdalarımız ise ET - YUMURTA - SÜT VE SÜT MAMÜLLERİ olan proteinlerden meydana gelir. Mineraller grubunda her ikisininde var olduğunu kabul etiğimizde Gıdaların menşei mücmel olarak belirlenmiş olur. Bunların tafsili özel bilim şubelerindedir. Bu derecede derinleşmeye gerek yoktur. Kitabımız; maneviyat yolunda adımlar atmak, seyr ve temaşa etmek kasdında olan kardeşlerimizi tenvir etmek, ilgili konuları ana hatları ile belirtmektedir. Miraç yolunda zihnen uğradığımız mevtın’ların - menzillerin ilmel yakın hakikatlarına muttali olmaktır. Miraç yolunda olduğumuz unutulmamalıdır.
4- GIDA’LARA İNTİKAL’DEN EVVELKİ HALİMİZ- HAYATIMIZ
Yediğimiz gıdaların da toprakdan doğup intişar ettiği ve ANASIRI - ERBAA Denilen DÖRT ESASLI UNSURUN SENTEZİYLE kemal bulduğu da bellidir. Her ne kadar hayvanların topraktan meydana gelmediği hatıra gelebilirse de; esas olarak, tüm hayvanlar bitkilerden beslenmektedir. Tüm bitkiler ise topraktan biterler, Toprakta, SU - HAVA - ATEŞ - HARARET’LE birleşince bitkiler oluşur ve olgunlaşırlar.
Fakat, bu oluşumların esası, insan olarak kendi aslımızın ve bedensel yapımızda, hakkın zati varlığının mazharı olarak NEFSİ NATIKAMIZIN, dünyaya gelirken uğradığı UĞRAK YERLERİNİ belirlemektedir. Dünyadaki yaşantamızdan bir an sıyrılarak - tecerrüd ederek, aslımızın geliş merhalelerine doğru yol almaktayız. Anlatılan şeyler malûmu ilân kabilinden bilinenlerdir denilmemelidir.
A- TOPRAK
Toprak’da saf veya eriyik - sıvı halinde basit (element)’ler vardır. Sayıları yüz küsura ulaşmıştır. Bunlar (Oksijen - Hidrojen -Kalsiyum - Demir vasair...) bedensel yapımızın temel taşlarıdır...... TEVAZUDA TOPRAK GİBİ OL derler..... Gerçekten toprak tevazunun timsalidir, bütün yediklerimizi de o çıkarır, teklifsiz bizlere sunar üstüne basar geçeriz müteessir olmaz... Bedensel ağırlıklarımızı da ona çıkarırız, itiraz etmez... tükürük ve burun ifrazatımızı da teklifsiz kabul eder ve bize karşı olan hizmetlerine devam eder. O’nun bu hizmetlerinin değerini lâyıkıyle bilmemiz için, aynı hareketleri biz insanlar birbirlerimize karşı yapabilir miyiz ........?
B- HAVA
Bir kaç dakika havasız duramayız, vücut sıcaklığımız o’nun oksijeni ile temin edilir. Bitkilerin tozlaşmasını yapar, bulutları yağmur için sevkeder, faydaları sayılmakla tükenmez.
C- SU
Su hakkında Allah-u Teala:
Sure-i Enbiya: 21/30
“VE CEALNA MİN EL MAİ KÜLLE ŞEY’İN HAY” buyururlar. Her şeye su ile hayat verdik. demektir. Hayatın önemini anlatmaya gerek var mıdır...?
D- ATEŞ
Her canlının yaşamı için hareret - enerji ihtiyacı vardır. Kutup hayvanları penguenlerden, akvaryum balıklarına, toprak altında kış uykusunda yaşayan hayvanlara, mikro canlılara kadar, her birinin yaşamı için gereken enerji, güneşten gelmektedir. Güneş enerjisi bir yandan maddeye dönüşmekte; hazır ve yedek enerji deposu olarak dünyada muhafaza edilmektedir. Gerektiğinde ve ihtiyaç halinde, madde enerjiye dönüşerek, enerji ihtiyacı karşılanmaktadır. Dünyamız, bütün galaksi sistemlerindeki yıldızlar ve hamil olduğu cisim - maddeler muazzam ve potansiyel enerji kaynağıdır. Bu aslında Allah-u Teala’nın KUDRET SIFATIDIR. Bu sıfat sayı ve hesaba gelmez, sonsuzdur.
Güneşimiz, güneş ailesi denilen (dünya-venüs-mars-ay-merih ve diğerleri....) Sistem içinde tümüne ve dünyamıza ışık ve sıcaklığını çok ölçülü - hesaplı ve yararlı biçimde göndermektedir. Tropikal bölge canlılarıyla kutup bölgesi canlılarının, yaşamları için gereken sıcaklık en mükemmel ölçüde, nispetdedir. Anılan canlıların bölgelerini değiştiremezsiniz, daha yolda iken ölürler. İnsan kendi teknolojik bilgi zorlaması ile bir kaçına yer değiştirse derhal ölürler.
Bu anlatılanlarda dikkat edilecek birinci nokta, sayıları-nev’ileri “Şekilleri, cinsleri, renkleri tüm vasıfları değişik ve çokluk, kesret içinde olmalarına...” rağmen, TEK OLAN BİR VARLIK’dan gelmektedir.O tek varlık güneşdir.
Keza elektirik gücüyle çalışan tüm ampüller, sanayi motorları ve diğerleri IŞIK ve GÜCÜNÜ elektrik dinamosundan almaktadır, ama hepsinin kaynağı tektir. Hatta bunların içinde yek diğerine zıt vasıfta olanda vardır. Örneğin BUZ DOLABI ile ELEKTRİK SOBASINI yan yana korsanız ibretli bir hal görürsünüz. Biri sıcaklık, diğeri soğukluk verir, ama tek kaynaktan gücünü alırlar. Şu anlatılan bilgilerimizi, daha evvel aynı bilgilerin sahiplerinden alarak öğrendiğimiz için; tek olan elektrik ve güneşten, çokluk ifade eden diğer eşyanın enerji ve güç aldığını anlıyabilmekteyiz. Bu bilgileri hazır bulmasaydık veya bu bilgilerden külliyen CAHİL ve GAFİL halde olsaydık, kesret - çokluk içinde olan eşyaların gûya müstakil bir varlığı, gücü ve diğer vasıfları olduğuna hükmederdik. Çünkü göz öyle görmekte idi. Hatta bu maddesel - hayvansal gözümüzün gördüğünü MAHZI HAKİKAT kabul eder, O’nu savunmak için tartışmalara girer, çeşitli mücadeleler yapardık, böylece en büyük hatamızı yapmış olurduk.
Büyük alim olarak bilinenlerden bir zat, bir gün başını iki elinin arasına koyarak uzun süre düşünceye dalmış ....... bu hal başkalarının dikkatini çekmiş olmalı ki; SİZİ ÇOK DÜŞÜNCELİ GÖRDÜK, ÖNEMLİ BİR KONU OLMALI .... demişler..... Evet demiş şu önemli hususu düşünüyorum.......... ŞİMDİYE KADAR HAK VE DOĞRU OLDUĞUNU BİLDİĞİM BİR ŞEYİN.... HAK OLMADIĞINI, YANLIŞ OLDUĞUNU ÖĞRENDİM, BÜTÜN BİLGİLERİM BUNUN GİBİ İSE HALİM NİCE OLUR DİYE DÜŞÜNÜYORUM ....... demiş.
Bu bir kıssadan hissedir, ancak çok önemli bir konuyu dile getirmektedir. Acaba adetleri milyarları bulan insan oğlu da kainatın YAPISI YARADILIŞI - İŞLEYİŞİ hakkındaki BİLGİ ve DÜŞÜNCELERİ DE, yukarıda anlatılan alimin bilgi ve düşüncesi gibi hatalı olmasın.....?
Kâinat ile beraber mevcut olan dünya ve içindeki bütün yaratıklar, Güneş sistemi-Samanyolu galaksisi ve komşusu ANDROMEDA ve diğer tüm galaktik sistemler ve içindekilerde TEK BİR SÜPER GÜÇ’ün, Allah’u Teala’nın KUDRETİNDE tasarrufunda - yaratması ile var olduklarını ilân eden İSLÂM GERÇEĞİ’nden gafil ve cahildirler...... Konu çok önemlidir ve ileride müstakil bir paragrafta - TAHSİLİ KEMAL MARİFETULLAH - ana gayesinin tafsilinde açıklanacakdır.
Buraya kadar, meni’nin (sperm), gıdalardan oluştuğunu ve gıdalarında anasırı erbaa denilen TOPRAK - SU - HAVA - ATEŞ’in muayen ve ölçülü nispetlerde bileşimi ile ve kimyasal değişim ve terkiplerle teşekkül - teazzuv ettiğini belirledik.
Ancak iş burada bitmemiştir. Nur olan insanın hakikatının, anasırı erbaa’dan da evvele gidişi, başka bir ifade ile ASLIMIZA İLİM YOLU İLE YAKIN KESB’EDEREK DÖNÜŞÜMÜZ; Muhyiddini İbn’ül Arabi Hz. nin LATEAYYÜN MERTEBESİ olarak isimlendirdiği; Vacibül VUCUD Hz.nin, ezel’de var olduğu ilk mertebeye, ehadiyet’e kadar devam edecektir.
5- İNSAN ve HAKİKATI ve EHLİYETİ
Öncelikle; Ekrem ve Eşrefi Mahlûkat olan insan gerçeğinin aslını, EVVELİYATINI bilmemiz gereklidir. Ayatı Kur’aniye, Ehadisi Nebeviye ve Evliyaullah Hazeratının Kalbi ilhamları ile bihasebittâkâ öğrenmeye çalışacağız. Allah’u Teala muinimiz olsun.
a- İnsanın Aslı -Hak’kın varlığından tenezzülen gelişi- Tenzil
Surey-i İnsan 76/1-2
“İnsanın üzerine devir’den, öyle bir zaman gelip geçtiki O vakit O,anılmaya değer bir şey değildi. Hakikat, Biz insanı birbiri ile karışık bir damla su’dan yarattık. O’nu imtihan ediyoruz bu sebeble O’nu işitici ve görücü kıldık.”
Hasan Basri Çantay C.3 Sh.1/22
İnsanın ASLI, GERÇEĞİ ve İLK YARADILIŞI ile ilgili en şümullü - kapsamlı Kur’an ayetlerindendir. Kur’anı Azimüşşan, insanın kainat yapısı içinden, dünya’ya gelişimize kadar geçen süre için bir rakam vermemektedir; - ÇOK UZUN ZAMAN - SÜRE - geçtiğini belirtmektedir.
H.B. Çantay mealindeki beyana göre: -İNSAN ÜZERİNE UZUN DEVİRDEN ÖYLE BİR ZAMAN GEÇTİ......................- buyurulmaktadır.
DEHR kelimesine; ÇOK UZUN ZAMAN, EBEDİ manası verildiği gibi ZAMAN ve DEVİR manası da verilmektedir. Devir ise, Lugat’de; BİR ZAMANIN AYRILDIĞI BÖLÜMLERDEN HER BİRİ olarak belirtilmektedir.
Abdullah Yeğin - M.NİHAT ÖZÖN
Ayet-i Kerime’ye göre, İnsanın bu günkü AHSENİ TAKVİM olan en güzel şekli ile ilahi mükellefiyetleri yerine getirebilecek bir vasat oluşana kadar, bölümden bölüme, devirden devire geçerek dünyaya geldiği bildirilmektedir.
Yine Kur’anın bildirmesi ile:
1- DÜNYAYA GELİŞ - İNMEK SURETİYLE TENZİL’ dir.
2- DÜNYADAKİ YAŞANTISINDAN RUHEN TEKAMÜL EDİP OLGUNLAŞARAK, İNSANI KAMİL MERTEBESİNE ULAŞARAK, TENZİL MERTEBELERİNİ BÖLÜM BÖLÜM AŞARAK İRTİKASI - YÜKSELMESİ MİRAC’DIR.
Rasulüllah (a.s.) müddeti nübüvvetlerinde 34 Mirac yapmışlardır. 33 tanesi RUH YOLU İLE YAPILAN RUHANİ miracdır. Bir tanesi RUH MEAL CESED’dir. Aleyhissalatü Vesselam Ef.in sureyi İsra’da ve Mirac hadisinde bildirilen miracı şerifleri beden artı RUH terkibiyle vuku bulmuştur. Visali Hz. Sultanımız böyle buyurmuşlardır.
Mirac Ayetleri:
1-
Sureyi İsra 17/1
2-
Sureyi Necm 53/13
“Yemin olsunki O bir daha mirac’tan inerken gördü.”
3-
Sureyi Necm 53/14
“Sidretül müntehanın yanın’da”
4-
S.Necm 53/18
“Anadolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür.”
TENZİL - İNDİRİLME AYETLERİ
1-
S. Bakara 2/36
“Şeytanların ayaklarını kaydırdı haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları cennetten O’nları çıkardı. Bazınız bazınıza düşman olarak buradan (arza) inin. Yeryüzünde sizin için bir vakte kadar yerleşmek ve menfaatlenmek vardır.”
2-
Sureyi Bakara 2/38
“(Evet öyle) dedik hepiniz O’radan inin.”
b- İnsanın Dünyadaki TERKİB VE ANALİZİ
1- TERKİBİ
İndirme - Tenzil ve Yükselme - Mirac’ın merhalelerini ve mertebelerini bildirmeden evvel; mertebeleri gelen ve geçen insanın, ne şekilde içinde bulunduğumuz aleme, şahadet mertebesine geldiğinin izahını yapalım. Konu genişlemekte isede, itminanı kalbi için ihtiyaç vardır.
İlk bakışta görülebilen şekli ile:
İnsan = Maddesel yapısı olan beden + Madde ötesi (Nefis - Ruh - Akıl - Kalb - Müfekkire - Vehim - Hayal - Hafıza - Fizik ötesi tüm yapısı)’ndan ibaret’dir.
Konuya yaklaşmak ve gerçeği anlamak için böyle matematiksel ifade edilmişdir.
Formülümüz daha değişik şekillerde gösterilebilir. Örneğin insan =zahir + batın olarak formüle edilir. Kur’anı kerim de aynı mantıkla temas etmiştir.
Sureyi Hadid 57/3
“Evvel- Ahir - Zahir - Batın O’dur (Allah) dır. O Allah her şeyi bilendir.”
İnsan bir başka yönü ile, ALLAH-U Teala’nın halifesi olarak yaratılmışdır.
Sureyi Bakara 2/30
“VE İZ KALE RABBÜKE LİLMELAİKETİ İNNİ CAİLÜN FİL ARDİ HALİFETEN”
Ayeti kerimesi anılan hakikatın ifadesidir. O halde İnsanın ZAHİRİ ve BATINI vardır. Bu iki yönü ile tafsilen anlatılmaya başlanacak olursa.................
Karşımıza İKİ BAHR - DENİZ ÇIKAR. Her bir denizin işaret ettiği hakikatler, insanın ZAHİR ve BATIN yapısının bilimsel olarak anlatımının bilgileridir.
Zahir yapı ile ilgili akla gelen ilim nevileri (Biyoloji- Tıb - Aritmetik - Hendese - Sibernetik - Kimya - Fizik - Hukuk - İktisat - Kozmoloji - Astroloji - Astro Fizik İla Ahir.......). Bunlardan sadece tıp ilminin içinde ikinci mertebede ilim şubeleri vardır. (Anatomi - Biyoloji - Onkoloji-Pisikoterapi-Hariciye-Dahiliye-Nisaiye-Bevliye-Ortepedi-Farmakoloji .....Vesaire) sadece göz ve beyin yapısının bilgisel izahı bile aklı ve aklın şubelerini hayrete bırakacak derecededir. Nihayet ve sadece insan yapısının ilgili olduğu tıb’tan bahsettik. Afaki alemdeki bütün canlıların, yaşamları, sağlıkları, hastalıkları tedavileriyle ile ilgili tıp şubeleri vardır. Sayıları çok büyük rakamlara ulaşan makro alem ve mikro alemdeki tüm canlılar için birer tıp ilminin var oluşunu ve bunları detayları ile birlikte yazılara kaydederek kitab haline getirdiğimiz takdirde, tüm ilim nevilerinin bilgileri bir denizi anımsatacak kadar geniştir ve kur’an-ı Kerim bu hakikatı dile getirmektedir.
55/19-20
“MERACEL BAHREYNİ YELTEKİYANİ BEYNEHÜMA BERZAHUL LA YEBGIYAN”
“İki denizi birbirine kavuşturmak üzere salıvermişizdir” 55/19
“Aralarında bir engel vardır birbirlerine karışmazlar” 55/20
Kur’an-ı azimüşşan YEDİ bütün olarak nazil olmuşdur ve iç içe YEDİ MANAYI içermektedir. Bu husus hadis mealidir. Visali Hz. Sultanımızda sohbetlerinde bu hakikatı dile getirdikleri gibi, VETTİNİ SUREYİ ŞERİFESİ hakkında YEDİ ADET AYRI MANALARI bir sohbetinde açıklamışlardır. Ulucamiinin resmi küşadında’da; Somuncu BABA ismiyle anılan Hacı Bayramı Veli Hz.nin Şeyhi HAMİDÜDDİNİ AKSARAYİ’nin, Fatihayı Şerifeyi bu şekilde manalandırdığı ve sadece üç batın manasını söylediği rivayeti vardır.
Afaki alem’de Bütün canlılar için BİR TIB İLMİ VARDIR.... sözümüz garibsenmemelidir. Her canlı DOĞAR - BÜYÜR ve ÖLÜR Bunların doğmaları, yaşamaları, ölmelerinin bir ilmi vardır ve onlar malûm ilim gereği doğar yaşar ve ölürler. Muhyiddin İbn’ül Arabiye göre İLİM MALÛMA TABİDİR. Misalimizde tüm canlıların fiilen yaşar ve ölür olmaları; YAŞAMANIN ve ÖLMENİN hakikatini bildiren ve bu ilmi fiilen yaşayarak uygulamaları ile aşikar olur, meydana çıkar, Örneğin BEYAZ BALİNALARIN, KUTUB BÖLGELERİNDE EKSİ SIFIRIN ALTINDA BİR HARARETDE ve şu kadar vasati senede YAŞAMINI TAMAMLAR şeklindeki bilgimize; Beyaz balinanın kutup bölgesindeki yaşamını bi tecrübe görerek öğrenir, bilgi sahibi oluruz. Yani balinada bu tesbit ettiğimiz bilgiler, bizim bilmemizden evvel mevcud idi. Biz bilgimizi MALÛMDAN - BİLİNEN’den almış olduk. O halda tüm canlılar hakkındaki bilgilerimizide buna kıyasen elde edebiliriz. Sivri sinekten, köstebeğe ve her canlıya ait bir TIB ilminin tabir caizse, POTANSİYEL BİR İLİM OLARAK VARLIĞI AŞİKÂR olur.
Şimdi, iki denizin birbirine kavuşmak üzere salıverilip’de, Birbirlerine karışmazlar, Mealindeki ayeti kerimeyi, insan olarak yaşantımıza uygulayacak olur isek, bedensel yapımızdaki Tüm bilgilerimizle birlikte, madde ile ilgili olmayan AKIL - MEFKURE - HAFIZA - HAYAL - VEHİM- KALBİ MANEVİ gibi, maddesel yapımız dışındaki bilgilerimiz de bir DENİZ KADAR BÜYÜK OLMASINA RAĞMEN, hem yan yana birlikte bir arada bulunurlar, her biri kendi fıtratının gerektirdiği işleri yapar, ve ALLAH’U TEALA’nın KUDRET - SAN’AT - ve TÜM KEMAL VASIFLARI İLE vuku bulan İDARE ve TASARRUFU ile yek diğerine karışmazlar. Göklerden arza kadar bütün işlerin ALLAH’IN TEDBİR ve İDARESİYLE meydana geldiği hakikatını dile getiren şu ayeti kerime ile de sabit olur.
Sureyi Secde 32/5
“Yüdebbirul Emre Minessemai ilelardi..”
“Allah, Semadan Arz’a - Yere kadar her işi düzenleyip yönetir.”
2 - İNSANIN ANALİZİ - TAHLİLİ
Uzun zaman bölümleri sürecinde, devirden devirlere geçerek gelen insan hakikatının bilinmesi için öncelikle ayrışımının yapılması ve maddesel ve ruhsal - manevi yapısını oluşturan bütün aksamının -organlarının hakikatlerinin bilinmesi gerekmektedir. Bu sözümüzü, insan olarak- istidadı ezelimizin-kapasite ve ehliyetimizin vüsati nispetinde şeklinde söylemek daha isabetlidir. VE FEVKA KÜLLE ZİİLMİN ALIM “Her ilim sahibinin üstünde - fevkinde bir bilen - alim vardır” mısdak’ınca, biz mü’minlerin üstünde velilerin ilmi ve velilerin üstünde ariflerin ilmi, ariflerin fevkinde peygamberlerin ilmi daha üstünde ulül-azm peygamberler ve peygamberlerin zirvesindede Aleyhissalatü Vessalam Efendimiz Hz. leri ve cümlesinin fevkiinde’de; Allah-uzülcelal vel Kemal Hz. ilmi vardır. Her şeyin ana kaynağı, ilminde kaynağı - merkezi, Zatı Vacib’ül vücudtur.
“MEN AREFE NEFSEHU FEKAD AREFE RABBEHU”
Hadisi Şerifini : Mürşidi ekmelimiz VİSALİ Hz. Şöylece açıklamaktadır.
RAB BİLİNMEZ NEFİS BİLİNMEYİNCE,
NEFİS BİLİNMEZ RUH BİLİNMEYİNCE,
RUH BİLİNMEZ HAYAT BİLİNMEYİNCE,
HAYAT BİLİNMEZ MEVT BİLİNMEYİNCE.
MEVT BİLİNMEZ KALB BİLİNMEYİNCE:
O Halde ; Zikrolunan hadis’in mana ve medlûlüne vakıf olmak için :
A- Nefsin Hakikatı
B- Ruhun Hakikatı
C- Hayat’ın Hakikatı
D- Ölümün Hakikatı
E- Kalbin Hakikatı ile ilgili bilgilere vukuf gerekecekdir.
Manevi yapımızın temel taşlarından olan bu beş latif yapılı-vasıflı uzuvlarımızın hakikatleri Rabbimizin rububiyetinin hakayıkını gösterecekdir.
A - NEFSİN (NEFS-İ NATIKA’NIN) HAKİKATI
NEFS kelimesi lûgat bakımından; bir şey’in zatı-kendisi-öz varlığı manalarına gelmektedir.
Nefsi Natıka, isim terkibi olarak nefse verilen isimdir.
VİSALİ DİVANINDA, KASİDEYİ MÜNFERİCE Şerh’inde Nefsi natıkanın tarifi şöyledir:
“EN NEFSÜN NATIKATÜN KAİMÜN BİZATİHİ, LA EYNE, NURUN MİN ENVARİLLAHİ TEÂLA MİNELLAHİ MEŞRİKUHA İLELLAHİ MAĞRİBUHA”
Nefsi Natıka, Allah’ın Nur’larından bir nur’dur, zatiyle kaim’dir. mekânı yokdur. Allah’dan geldi Allah’a gidecek’dir.
Bu arabiyyül ibareyi’yi açıklama babında yaptığı, ihvan sohbetinde Şöyle buyurdular:
Nefsi Natıka; Allah-u teala’nın zatı’nın muhabbetinin, nurunun, zılli’nin mazharıdır. Nefis mukaddem ve ezeli’dir. Allah’ın SIFATI ZATİYESİNİN, yani zatına mahsus sıfatların mazharıdır.
Allah-u Teala’nın zatına has sıfatları ALTI tanedir;
1) Vücud, Allah vardır, tüm eşyaların varlığı O’ndandır.
2) Kıdem, varlığının evveli yokdur.
3) Beka, varlığının sonu yokdur.
4) Vahdaniyet, varlığı bir Tek’dir. Başka varlık yokdur.
5) Kıyambinefsihi, varlığı kendindendir.
6) Muhalefetül lil havadis, Yaradılmışlara benzemekten onlar gibi olmakdan münezzeh ve müstağnidir.
İşte kısaca belirtiğimiz bu ALTI sıfatın mazharıdır. Mazharı demek, bu sıfatlar nefsi natıkada da vardır demektir. Ancak, bilkülliye mazharı demek değildir. Yukarıdaki tarifede belirtildiği gibi, bu sıfatların zıllı yani gölgesi mesabesindedir.
Gölge sahibinin varlığı ile, gölgenin varlığı arasında nasıl büyük fark varsa, ve gölge GÖLGE SAHİBİ ile varlığını devam ettiriyorsa; nefisde varlığını, Vacibül Vücud’un varlığı ile devam ettirir. Varlığının sonu yok ve ebedi olduğuna göre, nefisde gölge olarak varlığını devam ettirir. Gölge, sahibinin aynısı değildir, sahibinden başkası da değildir. Nefis de Hak’kın varlığının aynı değil fakat gayrısı da değildir. Ciddi ve dikkatli düşünülmelidir. HÜVEL HAK DEĞİLDİR; FAKAT BİHASEBİSSİFAT, MİNEL HAK ve MEAL HAK’dır.
Nitekim Visali Hz. Divanı; TESBİH-İ KAMİLE KASİDESİ’nde:
“ZATINLA NEFİSLERİ VAR ETTİN YA ALLAH KATINLA NEFİSLER’DEN MÜNEZZEH TEALASIN YA ALLAH”
buyurulmak suretiyle, şerhen yukarıya dercedilen açıklamalar te’yid edilmektedir.
İlk Sofilerin Nefse Ait Görüşleri
“Nefs, batıl olandan başka bir şeyle sükûn bulmayan bir sıfatdır”
Bayezidi Bistami - Keşful Mahcub Sh. 313
“Küfrün esası, Nefsinin muradı üzerine Kaim olmandır”
Cüneyd-i Bağdadi
“Nefs Hem hain hem manidir. En iyi iş, O’nun zıddına hareket etmekdir.”
Ebu Süleyman Darani - AYNI ESER
Bu beyan’lardan anlaşıldığı gibi, NEFSİN ZATI ile NEFSİN SIFATLARI yekdiğeriyle Ayni kabul edilmekde, nefsin vasıfları, zatına mal edilmektedir. Daha başka bir ifade ile, ZATI NEFİS ve VASFI NEFİS birbirinden ayrılmamaktadır. Hatta bu hal zamanımıza kadarda değişik şekil ve ifadelerle devam etmektedir. Ancak İB’NÜL ARABİ ve ekolüne mensup (Arifler - Veliler) bunun istisnasını teşkil etmektedirler. Bu ekolün en son temsilcilerinden olan, Sultanımız VİSALİ Hz. nefsin hakikati hakkında doyurucu ve mufassal bilgiler vermektedir.
Bununla beraber, detaylarına girilmeksizin, nefsin bir cevher olduğu, Vasıflarının kesir ve çeşitli olduğuna dair bazı tespitlerde vardır. Örneğin:
(...... Bu menkıbeler, nefsin bir sıfat değil, bir ayn olduğunun ve bu ayn’nın bir takım sıfatlarının bulunduğunun delilidir. Biz nefsin vasıflarını açıkça görmekteyiz .................. şimdi nefs mücahedesi NEFSİN fani ve yok olması için değildir.)
KAŞFUL - MAHCUB Sah.321
“Şeyh Ebu Talib El-Mekki, Kutul Kulûbunde; RUH ve NEFSİN Bedende var olan Ayan (ÖZCEVHER) olduğuna işaret eden sözler söylüyor ve şunları zikrediyor ...................”
Kula her zaman Mevlasının rızasını gözetmesi, her istediğini nefsi için değil Yüce Mevlası için istemesi gerekir. Bir kimseye arkadaş olduğu zaman, arkadaşlığı Allah’u Teala için seçmeli, kendisiyle Allah adına arkadaş olunca da; onun Allah’a yakınlığını arttıracak her şeyde kendisine yardımcı olmalıdır. İlahi edep ve hakları tam olarak yerine getiren herkese Allah’u Teala nefsini tanımaya ve onun ayıplarını gormeye (özel) bir ilim verir. Kendisine güzel ahlak ve edepleri tanıtır. Onu, basiretle hakları eda etmeye muvaffak kılar ve kendisini bütün bu hususlarda derin bir anlayış sahibi yapar. Allah’u Teala’nın ve halkın haklarına aid hususlarda hiç bir şey ondan gizli kalmaz.
Demek ki; bütün noksanlık ve kusurlar, nefsin çirkinliğinden, onun temizlenmeyip, bozuk sıfatı üzere kalmasından kaynaklanmaktadır. Bu sıfattaki bir nefis, kişiye arkadaş olsa; bir ifrata bir tefrite giderek zalimlik yapar. Hakk’a ve halka ait vecibeleri çiğner geçer. Çeşitli hikayeler, öğüdler ve edebler nefiste fazla bir te’sir yapmaz. Bu durumda nefis, üst taraftan içine su karıştırılıp içinde durmayan ve ona hiç bir fayda da vermeyen kuyuya benzer. Fakat nefis, takvaya sarılır ve dünyaya muhabbet etmeyip zühd sahibi olursa;Allah-u Tela’nın tevfiki ile, kendisinden hayat suyu kaynar, ince ve derin anlayış sahibi olur. Hak olanı bilir, hakları yerine getirir ve gerekli edepleri tam olarak koruyabilir.
AVARİFÜL MAARİF - Sühreverdi Sh. 571
Visali Divanında NEFİS’le İlgili Açıklamalar
Şerh konusu divan’da dört yerinde NEFSİN HAKİKATI ile ilgili açıklamalar vardır.
1- İlk açıklama TESBİHİ KAMİLE kasidesindendir. İki evvelki paragraf’da yazılıdır.
2- İkinci açıklama MARİFETİ NEFİS KASİDESİ’dir. Tümü ileride şerhedilmek üzere, üç mısra’ı dercedilecekdir.
NEFSİ BİLMEK RABBI BİLMEKDİR BUYURDU OL RASÜL
(MEN AREFE NEFSEHU FEKAD AREFE RABBEHU) BUYURUR
HAKİKATI NEFİS BİR’DİR - SIFATLARI YEDİDİR.
3- MEVT KASİDESİ İlk Altı Mısra’ları:
ELA YA EYYÜHEL İNSAN
NİÇİN KORKUYORSUN ÖLÜMDEN SEN
ÖLÜMDEN KORKAN KİŞİ YEDİ ŞEYİ BİLMELİ
BİRİ NEFSİN BİLMEDİ BEDEN CİNSİNDEN SANDI
BEDENİ ÇÜN ÖLÜNCE NEFİSDE ÖLÜR SANDI
İKİNCİSİ CEHİL’DİR BİLMEDİ HEM ASLINI
NEFİS BİR CEVHER DURUR ARİZ OLMAZ MEVT O’NA
4- HAKİKAT-İ NEFİS KASİDESİ
Zatı nefis, nefesi rahman ey ârifi hakiki.
Ol nefesten zâhir oldu muhabbeti ilâhi.
Ol muhabbet sûlbü pederden rahmi madere düştü.
Ol muhabbet deriden sureti beşer dünyaya geldi.
Ol muhabbet iklimi bedende nefsi sultanî oldu.
Ol muhabbet fenkihu ile kesreti hayale daldı.
Ol muhabbet şehri hayalde vâhime ile evlendi.
Hırs, tamah, şehvet, gazap ve nefsi emmare oldu.
Ticaret, kanaat, doğruluk nefsi mülheme oldu.
Yiyip içip, ciması nefsi levvame oldu.
Tedbiri âkil her işte hata eyler.
Elbette sırrı kader hükmünü icra eyler.
Tedbiri akılla beyhude telâş abestir.
Tâbi ol Resulüne her işi huda eyler.
Ol muhabbet,şehri fikirde akıl ile evlendi.
İlm-ü irfan kesbiyle nefsi mutmain oldu.
Ol muhabbet şerhi kalbde ruh ile evlendi.
Tevvekkül, sabır, rıza, teslim, raziye ve marziye oldu.
Ol muhabbet melekûtda Ruhül Kudüsle evlendi.
Misl-i İsa sâfi olup mevtaları diriltti.
Sıtkıya zatı nefis, nefesi rahman makarri.
Nur’u yezdan, sırrı kur’an makamı.
ZATI NEFİS NEFESİ RAHMAN’dır ledünnisindeki hakikat nedir...........? akıl yolu ile yapılan muhakeme ve tefekkür ile şöyle düşünebiliriz; Allah’u Teala kainatı yaratmayı murad etti, ilmi ezelisinde ki ayanı sabite’ye nazar etti, meşiyeti ilahiyenin tealluku, kudret sıfatı ve kadir esması ile evvela nefsi külli yaratıldı ve tüm nefislerde bu nefsi kül’den teşâub etti. Bu akla dayalı bir anlayıştır ve mutasavvıfine göre noksandır. Her ne kadar tüm nefisler, bir tek nefisten var oldu kaziyesi doğru isede.
Aklın gücü - kapasitesi, meseleleri halletmedeki ehliyeti sınırlıdır ve nefesi rahman olan nefsin hakikatini anlamaya yeterli olmamaktadır.
Konu doğrudan, VUCUDUN MERTEBELERİ, TENEZZÜLATI ve TECELLİYATI mefhumları ile ilgili bulunmaktadır. Sofiyyuna göre; HUDUS ve HALKİYET, alemi şahadet tesmiye olunan ve halen içinde yaşadığımız dünya hayatındaki alemlere ve eşyaya göredir.
Hakk’ın Mutlak vucudu, istiğrakı zatısiyle zuhura meyletmiş evvela NEFSİ KÜLLİ zuhura gelmiş ve NEFSİ KÜLLİ’dende tüm nefisler zuhur ederek var olmuşlardır. Bunun başka bir ifadesi; HAK ‘ın vucudu bir mertebe tenezzül ve tecelli ederek, tüm enfas var olmuşlardır. Yani VAR OLMALARI, Hakkı mutlakın, İKTİZAYI Zatisidir. İşte, ZATI NEFİS, NEFESİ RAHMAN’DIR, sözünün hakikatı buradadır. Bunlar nefsin hakikatı hakkında KÜLLİ mefhumlarla anlatılabilendir. Bundan ilersine aklımız ve anlayışlarımızı meydana getiren azalarımız, tüm yapımız yeterli olmamaktadır. Daha fazla bilgi için AHMET AVNİ KONUK - FUSUSUL HİKEM TERCÜME VE ŞERHİ’ne müracaat etmelidir. (CİLT . 1 Sahife, 9.....13 ) En doğruyu ve tafsilâtını Vacip Teala Hz. bilir.
Zatı Nefsin, NEFESİ RAHMAN MAKKARRI olması
Kasidenin sonunda, Zatı Nefis, NEFESİ RAHMAN MAKARRI olduğu beyan edilmektedir. Yani enfasın ZUHUR SURETİYLE var olmalarından sonra, nefsin geçirdiği merhaleler, zuhur mahalleri gösterilmekte ve her bir zuhur yerinde mevsuf olduğu sıfatlar bildirilmektedir.
Kasidedeki sıraya riayet ederek şerhimize devam edelim.
İlk zuhur, Allah’ın Zatından olan ve Zatına mahsus olan muhabbettir.
Müellifimizin Sözlü sohbetindeki şifahi beyanlarına göre muhabbet dört Nev’idir.
1- Muhabbeti Zatiye
2- Muhabbeti Sıfatiye
3- Muhabbeti Ef’aliye
4- Muhabbeti Asar’iyedir.
Hatta velilerin külli tasnifide bu sınırlandırmaya bağlı olarak üç mertebe kabul edilmiştir. Hakkın zatına muhabbet edenler:
1- Zatiyyum Velileridir. En yüksek derecenin sahipleridir.
Sıfatı İlahiyeye muhabbetini tahsis edip, orada karar kılanlar ve zata eremiyenlerde Hak’kın velisidir, efdaliyetde ikinci mertebedir bunlar;
2- Sıfatiyyum Velileridir.
Hakka olan inancı, ihlası, tevhidi nedeniyle, Hakkı - Mutlaka olan sevgisini Allah’ın fiillerine tahsis eden ve orada karar kılan, ancak sıfat mertebesine irtika etmemiş olanlar.
3- Efaliyyum Velileridir. 3’ncü mertebedir.
Her bir mertebenin de, sayısını ancak Allah-u teala’nın bildiği dereceleri vardır. Efaliyyum velilerinin cesedleri çürür. Sıfatiyyum velilerinin bedenleri çürümez, Zatiyyum velileri Kabrinde 15-20 gün kalır, sonra Ruh Meal cesed makamlarına uruc ederler, Mealindeki beyanlarıda şifahen mesmu’umuz olmuşdur. Allah-u âlem.......
Velilerin mertebeleri konusundaki tasnif’den’de anlaşılacağı gibi, Hak’kın Zatına olan Muhabbet en üstün - Efdal olanıdır. Diğer 2 ve 3.üncü mertebeler, şer’an memduh isede, 4. üncü olan mertebe hakk’ dan gafil olarak, tahsisen dünya ve içindeki eşyaya muhabbet zemmedilmiş ve velayet sıralamasına konulmamıştır.
Baba’nın Sülbünden Ana Rahmine İntikal:
Nefsin ikinci merhalesi : Zuhur mahalli, babanın meni’siyle ana rahmine gelmesidir.
Kasidede: “OL MUHABBET SULBÜ PEDERDEN, RAHMİ MADERE DÜŞTÜ” şekliyle ifade edilmektedir.
Gerçi, insanın dünyaya gelişinde, meni, baba vasıtası ile ana rahmine gelmekde isede, bu sadece zahiri sebebdir. Hakiki müessir, yani, rahmi madere intikalin gerçek saiki, itici gücü şehvettir, oda Muhabbeti Zatiyye’nin zıllı’dir. Urefadan bir zat, konu ile ilgili olarak şöyle demiştir:
Şehvet, Nefsin Vücuduna yayılmış bulunan muhabbeti ilahiye-i zatiyyenin zılli olduğundan, Mahmud’dur. Zira bu şehvet sayesinde nev’i insani beka bulur.
Kasidemiz; MUHABBETLE RAHMİ MADERE DÜŞTÜ tabirinin kullanmaktadır. Bu şekilde beyanda iki hikmet vardır.
1- Tevhidi Ef’ale işaret olması
Birinci hikmeti Baba’nın fiili ve insiyatifi nefyedilmekte ve muhabbete izafe edilerek EFALULLAH olduğu kabul edilmektedir. Yukarılarda beyan ettiğimiz gibi MUHABBET ZAT’dandır ve TAHSİSEN ZAT’A MAHSUS’DUR.
Ayeti Kerimede:
“VEMA RAMEYTE İZ RAMEYTE VELAKİN NELLAHE RAMA”
“Habibim attığında sen atmadın, Lakin Allah attı”
Bu ayeti kerime Bedir harbinde zuhur eden bir olay nedeniyle nazil olmuştur. Rasulullah Efendimize(sav), yerden bir avuc toprak, kum alarak müşriklere atması manevi yolla bildirilmiş; atılan kumlar Allah’ın kudretiyle müşriklerin gözlerine isabet ederek, harb etme güçlerini kaybetmişler ve müşrikler mağlub olmuşlardır. İşte anılan ayeti kerime bu olay sebebi ile nazil olmuşdur. Cesed gözü ile Peygamberimizden (sav) sadır olan ATMA FİİLİ’ni Allah-u Teala, kendine izafe etmekte ve EF’ALULLAH olduğu bildirilmektedir. Ayetin ÖZEL BİR SEBEBLE NÜZÜLÜ, HÜKMÜNÜN UMUMİ OLMASINA ve BENZER OLAYLARDADA UYGULANMASINA engel değildir. O halde, kâinatda zuhura gelen tüm fiiller ve insanların eylemleride Hakka racidir ve Allah’u Teala’nın fiilidir.
Keza, baba vasıtasiyle rahmi madere-ana rahmine intikal eden meni; Allah’ın fiili olarak karar kılmıştır. Açıklanan bu anlayışa uygun olarak, Visali Hz. üstadımız; ZATI İLAHİDEN SADIR OLAN MUHABBET, SULBÜ PEDERDEN HAKKIN EMRİ ve FİİLİ İLE ANA RAHMİNE DÜŞTÜ demiştir.
2- Şehvet ve Cima arzusunun diğer Lezzata üstünlüğü
Şehvet ve cima zevki, Muhabbeti Zatiye’nin zıllidir.
Yukarılardaki açıklamada beyan edildiği gibi. Hakkı mutlakın sevgisi, diğer sevgilerin üstündedir. Bu demektir ki, bir kişide Hakk’ın zatına karşı sevgi olsa, diğer sevenleri ve sevgileri o an için nefyeder. Mesela cima halinde olan kimseye, en sevdiği yemekleri, oto gezintisini, manzara sevgisini velhasıl ne kadar muhabbet ettiği şeyler varsa, onları teklif etseniz, o anda bunların hepsini reddeder. Bu red keyfiyeti irade ile olan bir şey değildir ve sadece, ZÂTİ MUHABBETİN MUKTEZA’sıdır. Bu bir misaldir, Amma Zata olan ve Zat’dan neş’et eden muhabbetin keyfiyeti, derecesi ve kuvveti ve efdaliyeti hakkında inançlar ve bilgiler vermiş olmalıdır.
Zâtî muhabbetin en güçlü ve efdal mazharı, ahirette Allah’u Teala’nın görülmesidir. Ehl-i Sünnet’e göre Rüyetullah Hak’dır, keyfiyetinde değişik görüşler olsa da, ahiretde zuhur edecektir.
Allah-ualem, Müminler de cennetde, VECHİ CEMALİ İLAHİYİ müşahede ettiklerinde; Rüyetullah dışındaki bütün isteklerinden, lezzetlerinden içtinab ederler ve bu dahi iradi olmayıp, muktezayı muhabbeti zatiyedir. Lezzeti cima ile Rüyetullah arasındaki fark, derece farkıdır, mahiyet farkı yoktur, muhtelif derecede ayni kaynakdan nebe’an ederler.
“OL MUHABBET İKLİMİ BEDEN’DE NEFSİ SULTANİ OLDU”
Kasidemizde MUHABBET ve NEFİS kelimeleri, eş anlamlı kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gerçi müteradif olma hali kesin değildir. Aslında ZAT’dan zuhuru ilk ve ikinci tecellisi demek ve İlk tecellinin MUHABBET ve onu takip eden tecellinin NEFİS olduğunu söylemek daha münasiptir.
Aslında OKSİJEN ve HİDROJEN terkibi olan suyun; sis-bulut-buhar - yağmur-kar-dolu-buz isimlerini alarak değişim göstermesinde benzer bir durum söz konusudur. İklim, bedensel yapımızın ilk teşekkülündeki UNSUR-HAL ve YAŞAM şeklinin ismi olmalıdır. Beden Memleketi denilmeside mümkündür.
SULTAN kelimesi ise (Melik-Hükümdar-Şah-Padişah-Han-Kral-Kayzer) isimleri ile eş anlamlıdır. Bu isimler saltanat sıfatı ile vasıflanır. Hakimiyet ve söz her hareketinin, itirazsız geçerli olması demektir. Yukarıdaki mısra’da anılan ve tasavvuf ıstılahatından olan kelimelerin bir bütün olarak değerlendirilmesi halinde ortaya çıkan mana; nefs-i natıka, müteradif olan diğer ismi ile, Allah’u Teala’nın zatı muhabbeti, bedensel yapımızın mutlak hükümdarı ve hakimidir. Yapının tüm organları onun emrini yerine getirirler. Bu emrin icrasında, maddesel yapımızın ötesinde olan (manevi kalbimiz, akıl-mefkure-hafıza-hayal ve diğerleride) dahildir.
Evrenin bütününde mevcut olan alemler ve mahlukat üzerinde Allah’ın idare ve tasarrufu nasıl vaki oluyorsa, Nefsin’de, bedensel yapıya olan hakimiyeti, idaresi, tasarrufu, aynı şekilde devam etmektedir.
Süper üstü süper güç olan Allah’ın, kainattaki idaresini ihata etmemiz ve kelimelerle ifade etmemiz imkânsızdır. Evet imkânsızdır. Ancak bu imkânsızlığı anlıyabilecek bir seviyeye gelmemiz mümkündür.
Ayeti kerimede buyuruluyor ki ;
S.Secde 32/5
“YÜDEBBİRUL EMRE MİNES SEMAİ İLEL ARDİ”
“Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir.”
S.Talak 65/12
“Allahüllezi helaka seb’a semavatin ve minel ardi mislihünne” “Yetenezzelül emrü beynehünne litalemu ennellahe alâ külli” “şey’in kadirun ennellahe kad ehata bikülli şey’in ilmen’
Semadan arz’a - dünya’ya (dahil) kadar her işin yönetimi Allah’a aittir. İnsan’da dünyada mekan - mesken tutmakta olduğundan, yönetilenlerin içindedir. Allah’u Teala, insandaki idaresini, zati muhabbetinin zılli olan nef’si natıka ile yapmaktadır. O halde, kasidemizde zikri geçen, Nefsin Sultanı olmasının hakikatı, beden memleketinde en üst seviyede, idareci ve tasarruf sahibi olmasının ifadesidir.
Hükümdarlar, yapılması gereken zorunlu işlerini bilfiil yapmazlar. Muhtelif mertebelerde yardımcıları, memurları, hizmet edenleri vardır. Üst seviye idareci, icra kuvvetlerinin başı olan BAŞBAKAN’dır. O’nunda emrinde bakanlar, valiler, kaymakam’lar ve alelmeratip diğerleri vardır. Devlet idaresi Anılan’lar vasıtası ile yerine getirilir. keza, askeri hiyarirşidede, üst seviyede emirler Genel Kurmay Başkanından çıkar, daha sonra AST-ÜST ilişkilerine bağlı olarak, komuta zinciri tabanına kadar İNER ve ÇIKAR ve diğer yapılması gereken vazifelere müteferri işlerle ikmal edilerek, ordunun yönetimi gerçekleşir. Maksadımız devlet idaresini yada ordunun çalışma sistemini anlatmak değildir. Esasen bu ihtisasımız dışında kalır. Anlatıldığı kadarı ile ve ana hatları ile; İnsanın bedensel yapısındaki yönetme şeklini, sistemini, usül ve mertebesini, bilebildiğimiz kadarı ile gözler önüne sermektir.
Dini hakikatların hepsi - kûllisi Kur’anı azimüşan’da mücmel olarak vardır. İcmali hakikatlerin, teferruata intikali, Alah’u Teala’nın iradesi ile yine allah’ın mevhibeyi ilahiyesi olan AKL’I MEADE havale edilmiştir. Dileyen, ÖZ ve HULASA, halinde mevcut olan KUR’ANİ GERÇEKLERİ, Akli meadını kullanarak öğrenebilir.
Ne varki, teklifi ilahi ile MÜKELLEF olan biz müslümanlar, Kuranı Azimüşşanın batıni hakikatlerinden gaflet içinde bulunmaktayız. (VELA TEKÜN MİNEL GAFİLİN...) GAFİLLERDEN OLMAYIN mealindeki, Kur’anın uyarısıda üzerimizde etkili olmamıştır...?
Keza -”İNE LİL KUR’ANI ZAHİRAN ve BATINAN ve HADDEN ve MATLAEN” - Hadis-i Şerifin’in gereğinide yerine getirmemişiz. Unutulmamalıdır ki; İslamı yıkmak için yapılan hücumlar, eskiden, cahillerden geliyordu ve bunların taarruzunu defetmek için, Kur’anın zahirle ilgili bilgileri yeterli olmakta idi. Lakin asrımızda, İslama yapılan taarruzlar, kendini AYDIN zanneden ve dünya hayatının zahiri görüntülerini, maddesel yapısını ve diğer insanlara ve müslümanlara teknolojik üstünlük sağlamış olmasının etkisi ile, BATINİ Hakikatlerden GAFİL ve CAHİL olan bir zümreden gelmektedir.
Maddeye bağlı teknolojik üstünlükleri, iç alemlerinde, kalblerinde PUT’lar oluşturmuştur.
İşte bu günün müslümanı, evvelâ kendisinin batın alemine yakınlaşmasına engel olan kişisel noksanlarını ve sonrada İslâm düşmanlarının kalblerindekileri yıkması, kırması gerekmektedir. Bu putlar nelerdir diye sorulacak olursa genel ve mücmel olarak birazı yukarıda açıklanmıştır. Özel ve daha geniş kapsamlı olan putlar, kişileri, İslâmı kabul etmekten ve yaşamaktan men eden her türlü düşünceleridir. Bu ölçüde putlar bir hayli çoktur.
Kalbin putlarının etkisiyle, kişiyi esir alarak hareket serbestisini ve düşünce hürriyetini ortadan kaldıran manevi hastalık, GAFLET ve CEHİL’den doğmaktadır. Gaflet bellidir, cehil ise, Hacı Mehmet Ruhi sultanımızın beyanlarına göre iki çeşittir. Birincisi CEHLİ MÜREKKEB ve ikincisi, CEHLİ BASİT’tir.
1-) CEHLİ MÜREKKEB
Cehli mürekkeble mevsuf olanın alameti şudur ki: İslami hakikatleri bilmez. Bilmediğini de bilmez ve bilmek istemez. Bu vasıfda olanları öğretmek-eğitmek ve irşad etmek imkansızdır. Sohbet dahi edilmez, kaderleriyle baş başa kalırlar.
2-) CEHLİ BASİT
Cehli basitde olan ise; O’da İslami hakikatleri bilmez, bilmediğini bilir, bilmek ister. Bu sıfatda olanlar irşad kabul eder, öğretilir ve eğitilir. Hidayete ermeleri umulur.
İlim yolu ile cihad edilir. Kalb, put’larından temizlenir. Öncelikle ilmihali ve tüm zahiri ilimler, talibin istidadı nisbetin’de öğretilir ve sonra; EHLİ SÜNNET TASAVVUFUNA uygun olarak, batıni gerçekler açıklanır.
Sohbet şeklinde tartışmasız, karşılıklı diyalog’la, yumuşak sözlerle, Kur’anı azim’in Esteizü billah : “VE CADİLHÜM BİLLETİ HİYE AHSEN ...” mantıkınca, hikmetle ve en güzel üslûp ile yapılır.
S.NAHL 16/125
“ÜD’U İLA SEBİLİ RABBİKE BİL HİMKETİ VEL MEV’İZETİL HASENETİ VE CADİLHÜM BİLLETİ HİYE AHSENÜ”
“Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et...”
Hak sözler, Allah’ın hidayetine mukarin olması halinde; tesirini gösterir. Putlar yıkılır, putlardan tahliye edilen kalb, İman nuru ile dolar. Kalb, zahir yapımız olan beden ile, batınımız arasında berzahtır. Kabirde, dünya ile ahıret arasında berzah olduğu gibi, ayni zamanda, imanın makarrı-merkezidir. Beden memleketinin hükümdarı olan NEFSİ NATIKA-nında sarayıdır. İlmihal kitaplarında; İMAN KALB İLE TASDİK DİL İLE İKRAR’DIR diye tarif edilir. Kalbin tasdiki, orada mekân tutan NEFS-İ NATIKA ya aitdir. O iman eder ve imanın belirtileri olan kelimeyi şahadet ve ameli salih, bedensel yapımızda, eylem ve ibadet haline dönüşür.
Batıni gerçek’lerden fazlasiyle bahsetmemiz, önemli oluşundan ve marifetinin ihmale uğramasındandır. Sadece beden memleketinin idare merkezi olması bile önemini göstermektedir. Hükûmet merkezi olan şehirler’in öncelik ve efdaliyeti ne ise, kalp ve içinde mekan tutan nefsi natıkanın durumuda aynıdır.
Maddesel-zahir yapımızdan sadır olan eylemlerin tümü, Kalpten ve orada sarayı olan Nefsden gelir. Ölüm ile zahir yapımız fena bulur, çürür, kaybolur. nefs-i natıka ölümle kaybolmaz ve ondan hiç etkilenmez. Varlığı olduğu gibi devam eder. Babanın sulbünde meni elbisesi giyer, rahmi maderde, muhtelif merhalelerin yapısından geçerek CENİN olur sonra bebek olur. Doğunca cesed elbisesine girer ve ölünce hayal elbisesini giyer. Burada anılanların daha gerisinde ve ilerisindede uğrakları ve mekan tuttuğu yerler vardır. Daha tafsilatlı bilgiler, VÜCUD MERTEBELERİ’nde bahse konu olur. Bu kadarlık bilgiler dahi, batıni alemin ehemmiyetini anlatmaya yeterlidir.
Şurası da bir gerçektir ki, zahirle ilgili ilimler öğrenilmeden ve tamamlanmadan, batıni gerçeklerin açıklanması bile muhataralıdır. Ehil olan alim’ler zahir alemlerinin ve bilgilerinin önceliğini ve batın’la dengeli biçimde musahabesini, ehli sünnet yolu üzerine yapacaklardır.