B

BEDEN MEMLEKETİNİN RUH VEYA VEHİM ELİYLE YÖNETİMİ

Nefs, beden memleketini bizzat kendi yönetmez, emrindeki yardımcıları vasıtası ile yaptırır, denilmişdi. İdare RUH’a geçer.

Ruh, Sıfatı Subutiye’nin mazharıdır. HAYAT-İLİM-İRADE-KUDRET-SEMİ-BASAR-KELAM sıfatlarının, sentez yapısının zılli’dir. Bu yedili terkib içinde İLİM sıfatı akla dönüşür, terkibi meydana getirenlerin başkanı olarak yönetime komuta eder.

Her insanın yaşantısında kalbine havatır gelir. Havatır yaptığımız ve yapmayı düşündüğümüz çeşitli hatıralardan ibarettir. Hatıralar insanın kendi istemesi yada teşebbüsü ile gelmezler . Zira bunlar çok çeşitlidirler, bazılarını sevmez hatta istemeyiz... gelmeseydi deriz...? Eğer kendi irademizle olsa, hatıraları getirmezdik, istemediğimiz halde gelmiş olmaları ALLAHIN KÜLLİ iradesinden NEŞ’ET ettiğinin delilidir.

Hadis-i Nebevi’de (sav) buyuruldu :

(VESVESE İMANDAN’DIR) Muhtevasında çok hikmetler vardır.

1- Evvela vesveseye maruz kalanın iman sahibi olduğunun delilidir. Yukarıda açıklandığı gibi, her şeyin yaratıcısı Allah’u Teala’dır. Halkıyeti itibariyle KÜLLİ İRADE den gelmektedir. Ancak, Şeytan vasıtası ile ilka edildiği için, Şeytan’dandır denilir. Şeytan’ın vasıfları, yalan, ifsad ve idlal olduğundan; imanı iptal ve Hak yoldan çıkarmayı hedef alır.

Önemli olan, imani hakikatları ortadan kaldırmak için hutur eden vesveselere karşı, kalbin aksülamelidir. Müminin kalbi bundan üzülmekte, def edilmesini istemekde, çare aramaktadır. O halde bu kalbin sahibi imanlıdır.

2- İman esaslarını belirleyen AMENTÜ’nün altıncı esası olan; “VEBİL KADERİ HAYRİHİ ve ŞERRİHİ MİNELLAHİ TEALA”nın gerçek olduğunu bilfiil müşahede etmekdir, Mümin, bilimsel ölçüler içerisinde, Amentünün lafzan ve nazari olarak bildirdiğini, kendi iç aleminde, bilfiil müşahede etmektedir. Bunun başka bir ifadesi AYN’EL YAKİN mertebesine terfihidir. Kalbinde, kendi dışında, bir varlığın sesini duymaktadır.

“BEN’DE BİR BEN VARDIR, BEN’DEN İÇERU” diyen YUNUS EMRE (ra) gibi düşünmektedir. Yavaş yavaş kibri ve enaniyeti - (Ego)’su - kaybolur. Allah’ın varlığını, Mabüdün bilhak olduğunu şuur’lu olarak kabul eder.

3- Vesvese bir yönü ile, İmanın varlığına delil olsa bile, bir başka yönü ile, imanı, kalpden çıkarma gayesi güttüğünden mezmumdur. Bu itibarla, vesveseye ve onu vasıta olarak kullanan vehim ve şeytana karşı mücadele etmek zaruri olur.

Mücadelede başarı için insanın kendi gücü yeterli değildir. Aciz kaldığını idrak etmesiyle birlikte, gücü her şeye yeterli Allah’u Zülcelale sığınma gereği ve gerçeği ortaya çıkar. Muavvazeteyn olarak isimlendirilen Kur’anı Azimüş’şanın son iki sureyi şerifesinin, en son sureler olarak nuzulünün hikmetide anlaşılmış olur.

İlk Nazil olan Sureyi Şerife Fatiha ile başlayan;

 

“İYYAKE NABÜDÜ ve İYYAKE NESTAİN” 1/4 : Sana ibadet eder ve senden yardım isteriz-mealindeki, Allah-u zü’l celal’in ibadet etme emri; Allah’a sığınmanın EMRİNİ ZARURETİNİ ve KULLANIM ŞEKLİNİ bildiren, EL FELAK ve EN’NAS isimli istiaze sureyi şerifeleri ile son bulur.

 

 

İnsanın yaradılış gayesi “VE MA HALAKTÜL CİNNE VEL İNSE İLLA LİYABÜDUNE” 51/56 Hükmünce ; İBADET ETMEK içindir. İlk Sure-i Şerife’de de bu hakikat beyan edilmişdir. İLK ve SON sureler arasındaki, tüm ahkâmı İLAHİYE toplanmış ve dürülmüştür. İbadetin isimleri, nevileri, şartları, farz ve vacip ve sünnetleri ve gayeleri, müfsid’leri, nakız’ları ...her şeyleri bildirilmişdir.

Kur’anı Kerim İBADET EMRİYLE BAŞLAR ve ALLAHA SIĞINMA EMRİ İLE BİTER denilse sezâ’dır. Besmeleyi Şerifeden sonra İlk Ayet-i Kerime “ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN...” olması, ilk emri ilahinin İBADET olduğu kaziyesini değiştirmez çünkü; anılan ayeti kerime Allah (cc)’ın, MABUDÜN BİL HAK olduğunu iş’âr eder. Şeytanın sapıtmalarından kurtulmanın yolları özel bölümünde gösterilmişdir.

Kalbe gelen havatır; orada hakimiyet mücadelesi yapan RUH ve Şeytan’ın bedensel yapımızdaki mazharı olan VEHİM ile karşılaşırlar.

S.Şems 91/8

“FEELHAMEHE FÜCURAHE ve TAKVAHE...”

Fücuru ve takvayı ilham edene yemin olsun ki.. ayeti kerimesince, havatır TAKVA’ya yönelik ise Memduh, fücura yönelik ise Mezmum’dur. Ruh, Vazifesi itibariyle Hakka davetçi olduğu için ibadet taat’leri emreder. Şeytan ise fitne-fesat, yalan, Hakka aykırı olanlara davet eder. Böylece Kalpte bir mücadele başlar. Nitekim bu hakikati bildiren Hadis-i Şerif’de:

“RACANA MİNEL CİHADİ - EL ASGARİ İLEL CİHADİL EKBER.....”

Küçük harpten, büyük harbe döndük ...buyurulmuştur. Müşriklere karşı galip gelinen bir harp sebebiyle, sadır olan kelamı peygamberiyeye karşı Ashab-ı Kiram; daha büyük harp hangisidir, dediklerinde üç defa NEFSİNLE OLAN HARP’tir, diye cevaplamışlardır.

Bu savaşta ruh galip gelirse; kişi mümin-mütteki - Sulehadan olur, Velilik mertebesine kadar yükselir. Şeytan-vehim galip gelirse ehli küfür - müşrik - fasık - münafık ve günahkar olarak yaşar.

“VÜCUD’DA BİR ET PARÇASI VARDIR. O’NUN SALAHI-BÜTÜN VÜCUDUN SALAHINA, FESADI-TÜM VÜCUDUN FESADINA SEBEB OLUR” mealindeki şerefli hadiste bu hakikatı dile getirir. Hadisin manevi kalbede şümülu vardır manevi kalpde maddi kalp gibi bedensel yapımızda sol memenin altındadır. Her ikisi bir olan kalbin iki bölümünü teşkil eder. Konu ile ilgili iki adet Hadis-i Şerif buyurulduğu gibi:

1- Her kimse ile beraber bir şeytan doğar. Ben-benimle beraber doğan şeytanı islama getirdim (müslüman yaptım)

A. Avni Konuk FUSUS ŞERHİ C.I Sah.30

2- “Kul uyuduğu zaman, şeytan onun boyun köküne üç düğüm bağlar. Şayet uyanırda Allah’ı zikrederse, düğümün biri çözülür. Abdest alırsa ikinci düğümde çözülür. İki rek’at namaz kılarsa düğümlerin tamamı çözülür.”

Buhari ve Müslim

Ayet-i Kerime’de de ŞEYTAN’ın, açık düşman olduğu belirtilmektedir.

 

 

 

Yasin Suresi 36/60-61

“ELEM AHAD İLEYKÜM YA BENİ ADEME EN LA TABİ ÜDÜŞ ŞEYTAN ; İNNEHU LEKÜM ADÜVVÜN MÜBİN - VE ENİ’ BÜDUNİ HEZA SIRATÜN MÜSTEKİM.”

“Ey adem oğulları, size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınız’dır demedim mi...? Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur, demedim mi?”

Hadis-i Şerif’ler ve Ayet-i Kerime’nin muhassalasın’dan anlayabildiklerimiz :

1- Şeytan aşikâr ve azılı bir düşmandır, Allah-u teala onu lânetlemişdir. Bu itibarla insan devamlı tehlike içindedir.

2- Afaki alemlerde şeytan ismiyle iğfalatını yapar Enfüsi alemde, yani madde artı manevi sentez yapımızda, şeytanın mazharı olan VEHİM ile insanı sapıklığa - dalâlete sevkeder.

(Fususul - Hikem şerhi A. Avni Konuk c.I. sahife 30.)

İblis; ismi mudillin mazharı etemmi ve ekmeli olan bir ruh’dur....Ve bu tarzı rüyyet, kuvveti vahimenin şânı’dır. Şimdi bu kuvve mazharı ismi mudil olup, hakikat iblisdir.Efendimizin;(sav) her kimse ile beraber bir şeytan doğar; ben benimle beraber doğan şeytanı İslama getirdim. buyurmaları NEFS’İ insanideki - vehm’e - işaret’dir.

3- Şeytan’ın iç alemimizde - Kalp ikliminde devamlı bulunduğu kesin ve hadislerle sabittir. Çünkü her insan şeytaniyle beraber doğar. Uyku ile birlikte üç düğümle onu bağlar. Üç düğümden maksat; kişinin hak yola ve İslama yönelik ahlâk yapısının işlemez hale gelmesidir.

Uykuya abdestli yatmanın, Ayetü’l-kürsi okumanın, yirmi bir adet besmelemeyi şerif okumanın ve iki rekat namaz kılarak yatmanın önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bunlar ÜÇ DÜĞÜMÜ AÇARLAR. Aksi halde kişi, özel ve genel manadaki şehvetler tesirinde kalır.Bu hal şehvetle İĞFAL ve İFSAD edilmesinin en kolay olduğu zamandır. İlk uyanışın, şehveti tahrike en yakın zaman süreci olduğu unutulmamalıdır. Ebu Davud’da rivayet edilen Hadis-i Şerif’de:

İnsan abdestli olarak uyuyacak olursa, ruhu arşa yükselir ve gördüğü rüya sadık olur. Abdestsiz uyuduğu zaman ise; ruhu onlara erişemez rüyası da karmakarışık olur, doğru çıkmaz. Kur’an-ı Kerim’in en son olan iki suresinin “MUAVVEZETEYN”, namaz sureleri içinde ve en sonunda tasnif edilmesinin hikmeti’de Allah’a istiaze (etmenin) sığınmanın önemini anlatmak içindir.

Kişi, şeytanın idaresinden, iğva ve iğfalinden, esaretinden tüm insanı yapısını kurtulmadıkça, daha başka bir ifade ile şeytana galebe çalmadıkça hürriyete kavuşması ve SALÂHA ermesi mümkün değildir. Bu başlı başına, diğer İslami emirlerin yapılmasında öncelik taşır, yani evvela yerine getirilmesi gerekir. Bu işte başarı Allah’ın hidayetine mukarin olarak MÜRŞİD eliyle olur.

ŞEYHİ OLMAYANIN ŞEYHİ ŞEYTAN’DIR kibar kelâmının gerçeğide anlaşılmaktadır.

4- Şeytanın iç alemimizde faaliyet gösterildiğinin İlk belirtileri;

Hak ve doğru olanları; batıl ve yanlış gösterir, batılı; hak ve doğru gösterir her halü kâr’da yalan söyler müslümanlar arasına; ENANİYET - FİTNE - FESAD - BÖLÜCÜLÜK- sokar, kalplerine vesvese verir. Her ne vakit, Allah’ın emirlerine aykırı hatıralar, fikirler, günah olan şeyler, şirk, küfür’ler zuhur ederse, şeytan ve mazharı olan vehmin faaliyetleri başlamış demekdir. Hemen, söylenen şeylerin aksini-tersini yaparak savunmalı müteakiben, FARZ-VACİB Sünnet ve NAFİLE ibadetlerlede, mukabil taarruza geçmelidir.

Ruh ile şeytanın kavgası, kalp memleketindeki NFSİ NATIKA’ya sahib olmak içindir. Zira galib gelen, insanın TÜM yapısına hakim ve sahip olur. Bu anlatılanlar icmal’en ve külliyat itibariyle üstadımız Visali Hz. nin kalbine ilham yolu ile gelen TULÛAT’dır. Ayeti kerime’de:

Sureyi Necm 53/11

“MA KEZEBEL FUADU MA REA”

“Fuad gördüğünü yalanlamadı” demektir.

Fuad, Kalbin ilham alan bir şubesidir. Ehli kemal indinde gerçek olandır ve delildir. Ulema ihtilaf etmişlerdir.

Bazı kere de, kalpde SALİH RÜYA şeklinde ve alemi misal mertebelerinden YAKAZA HALİ-KEŞİF ve MÜŞAHEDE şeklindede zuhur eder. Aslında cümlesi hakdır. Ancak, kalbin Hak nuru ile nurlanması ve masiva denilen, Hak’dan gayri şeylerden temizlenmesi, tahliye olması gerekir. Eğer kalb cilalanmamış, Masiva endişeleri ve meşgaleleri bilkülliye zail olmamışsa, KESİN BİLGİ ve DELİL OLMA VASFI orta’dan kalkar. Ulemanın ihtilâfıda bu sebepledir.

Muhyid’dini Arabi Hz. göre:

-Veliler bilgilerini, Peygambere vahiy getiren meleğin aldığı kaynakdan almaktadır-

Nefsin hakikatı bilgilerini, Müellifimizin SIRRI İNSANİYE kasidesiyle hitama erdirelim:

 

SIRRI İNSANİYE KASİDESİ

ASLIMI BİLMEK İÇÜN ÇOK TEFEKKÜR EYLEDİM

NEFSİMİ BİLMEZ İDİM ZAT’DAN İLHAM OLMASA

AYN’I ZAT’DA ZATI’NIN AYNI İDİM

ZAHİR OLMAZDIM EBED, ASLIM KADİM OLMASA

HEM SIFATIN AYNI İDİM EZELİ

ZAHİR OLMAZDI İLİM, BENDE MALUM OLMASA

ALEMİ ERVAH’DA RABBIMA ALLAH DEDİM

BEZMİELEST HİTABINA BELÂ DEMEZDİM BEN’DE İDRAK OLMASA

RABBIM İLE DEVRİ AFAK SEYRİNİ ETTİM TEMAM

UNSUR LİBASIN GİYMEZ İDİM BENDE RUHU HAYVAN OLMASA

ASLIMI BULMAK İÇİN SALATLA EMRETTİ HÜDA

SALATLA EMREDERMİYDİ BENDE KULLUK OLMASA

MAHİYETİ SALAT: MARİFETULLAH BİL EY VELİ

MAHİYETİ SALAT BİLİNMEZDİ, FETHİ VÜCUD FATİHA NAZİL OLMASA

SALÂTI CİSMANİ : RİYAZATTIR EY ABİT

SALÂTI CİSMANİ BİLİNMEZDİ ON İKİ ŞART OLMASA

SALÂTI RUHANI: MİRACDIR, RÜ’YETİ CEMAL

SALÂTI RUHANI BİLİNMEZDİ BENDE NEFSİ NATIKA OLMASA

AŞİNALIK TA EZEL’DE SIDKIYA YAR OLMASA

BU MUHABBET KANDAN GELİR, RÜ’YET MUKADDEMA OLMASA

Nefsin hakikatını bilmenin, hakkın ilhamı ile olduğu, açıklandığı gibi; nefsin KADİM olduğuda teyid edilmektedir. Şifahi sohbetlerinde’de; NFİS ALLAHIN ZATININ NURU ve MUHABBETİNİN ZILLİ’DİR ......... NFİS MUKADDEM, KADİM ve EZELİDİR buyurduklarıda nakledilmişti.

Nefsin hakikati bahsini, önemi nedeniyle ve üç sebeble tafsilen beyan ettik.

Nefsin zatı ile, sıfatlarının yekdiğerinden ayrılmaması, sıfatı kabiha ile muttasıf olduğu ve özellikle (NEFSİ EMMARE -NEFSİ LEVVAME ve NEFSİ MÜLHİME ) nin zatı nefse mal edilmesidir. Aslında en muhterem varlığımızdır, kendisine ölüm arız olmayan ve Cennet’te ebedi telezzüz edendir.

İkincisi, nefsin, nevi insan olarak menşeimizi ve aslımızın bilinmesine vesile olmasıdır.

Genellikle aslımız; ana-baba’dan tevellüd durumuna göre belirtilir. Gerçi maddesel gözümüzün gördüğüne göre doğrudur. Ancak, bedensel göz gerçekleri görmeğe yeterli değildir. İlim- zihin ve kalp gözlerimizde vardır.

Aslımız - menşeimiz Ayeti kerimede bildirildiği gibidir:

“VE Fİ ENFÜSİKÜM EFELA TÜBSİRUN”

“Nefislerinizdeyim (içinizdeyim) Görmüyor musunuz?”

Allah-u teala zatı ehadiyeti, la teayyün mertebesi itibariyle, alem’lerden ganidir. Kesinlikle onlar gibi olmaktan, benzemekten kıyaslanmaktan münezzehdir. Abdülkadir-i Geylani (K. sirruhu ) buyurmuşlardır ki:

Allah-u Teala zatından sıfatlarına tecelli ve tenezzül etti

Allah-u Teala sıfatından Esmasına tecelli ve tenezzül etti

Allah-u Teala esmasından efaline tecelli ve tenezzül etti

Allah-u Teala efalinden Asarına tecelli ve tenezzül etti

Asar, eserler yani tüm yaratılanlar, Bütün mevcudat ve mahlukat demektir. Hazretin açık beyanına göre, Allah’u Teala Zatından sonra, kendi varlığından tenezzülen, tüm yarattıklarında tecelli buyurmuşdur. Esasen, bu ifadenin aksini düşünmek, Hakkın varlığından başka bir varlık olduğunu kabul etmek olur ki, bu en büyük günah olan ŞİRK’dir.Tüm büyük günahlar sıralamasında ŞİRK birinci sırayı işgal eder.

Varlık - vücud tümü ile Allaha aittir.

 

S. Ali İmran 3/26

“KÜLİLLAHÜMME MALİKEL MÜLK.....”

“Deki; Ey mülkün sahibi olan Allah’ım..”

S.Fetih 48/14

 

“VE LİLLAHİ MÜLKÜSSEMAVATİ VEL ARDİ...”

“Gök’lerin ve yerin mülkü Allah’ındır.”

Evet, Allah’u Teala, YER ve GÖKLER benim malımdır mülkümdür buyurmaktadır. Biz insan olarak (ARZ - DÜNYA -YER) tarifin içinde yer almaktayız . Hayır biz insanlar dünyanın dışındayız........ ? diyebilirmiyiz. O halde Ayet-i Kerime’nin kesin beyanı ile, Allah’ın mülküne dahil bulunmaktayız. Bu hakikati doğrulayan ve teyid eden diğer Ayet-i Kerime’de’de

 

 

S. Bakara 2/156

“İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN”

“Biz Allah içiniz ve yine ona döneceğiz.”

Burada, insanı tereddüde sevk eden husus, gökler ve yer-arzın ve insanın, vecibül vücudun, varlığından yaratılmıştır, kaziyesidir. EŞYA, AYNİ HAK’tır şeklindeki bir düşünceyede intikal etmeleri dolayısı ile, HAK’kın tenzihine aykırı bulmalarından doğmaktadır. Halbuki tenzihi zedeleyici ve ortadan kaldırıcı nitelik’de değildir, Bu endişe, ilahi varlığın, her bir tecellide, tenezzül ettiği gerçeğinin düşünülmemesi yada noksan bilinmesinden doğmaktadır.

GÜNEŞ’İN TECELLİSİ ve TENEZZÜLÜ

Güneşin dünyamız ile olan bilimsel ilişkilerini hatırlıyalım:

(Dünya ile olan mesafesi 150 milyon kilometredir. Anılan mesafe içinde IŞIK ve HARARETİNİ devamlı olarak göndermekte; bitkilerin, hayvanatın, insanların ve tüm canlıların yaşamalarında etkili olmaktadır.

Tenezzül iniş süreci içinde mühtelif tabaka ve mertebelerden geçmektedir.

Güneş... Dünya üzerindeki hayat dengesini sağlayacak ölçüde IŞIK ve ISI sağlamaktadır.

Korkunç büyüklükte, DEV BİR ALEV TOPU olan güneşimizin, yüzeyindeki sıcaklık 6000 derece, merkez sıcaklığı ise 20.000 derecedir.

Güneşten çağlayanlar gibi dalga dalga yayılan ULTRAVİOLE ışınları, atmosfer içinde ve yerden 20 kilometre yükseklikde bulunan OZON TABAKASI tarafından çok büyük bir kısmı yutulmaktadır, Ancak gerekli miktarda ışınlar dünyaya ulaşmaktadır.

Güneşte açığa çıkan enerjinin İKİ MİLYARDA BİRİ Dünyamıza ulaşmaktadır ve bu nisbet dünya üzerindeki hayatın devamı için yeterlidir.)

Parantez içindeki bilgiler, hulasa olarak TAŞKIN TUNA - UZAYIN SIRLARI kitabından alınmışdır. Sahife, 67 ve müteakip shf

Şimdi kendi kendimize; arz kabuğuna kadar dengeli biçimde gelen ışık ve ısının aslı nedir....? diye sual soralım ve bu sualin cevabını, yukarıda yazılı güneşle ilgili bilgiler dahilinde vermeye çalışalım.

Ezcümle, güneşin yüzeyindeki ve merkezindeki sıcaklık ile, arz kabuğu üzerindeki sıcaklık ve keza merkezindeki diğer hal ve şartlar, Dünya üzerine gelmekte olan ısı ve ışık ile, kıyaslanamıyacak nisbetdedir. Aralarında nisbeti görüntüsü, sıcaklığı, ultraviyole ve diğer başka ışınların varlıkları ve nisbetleriyle ve herşeyi ile, bir birinin aynı olan, simetrik bir ayniyet yoktur.

Bununla beraber, arz kabuğundaki ısı ve ışık, aslı ve menşei bakımından güneşten gelmekte ve nebean etmektedir. Güneş, mesafesi ve taşımakta olduğu diğer şartları içinde; kendi hakikatını, faydasını, dünyanın kendine olan ihtiyacını ve bu ihtiyacı karşılayacak ortamı temin etmek için, merkezdeki güç ve kuvvetini tenzil ederek, yani indirerek, muhtaç olduğumuz biyolojik ihtiyaçlarımızı yerine getirebilecek bir seviyeye inmek suretiyle (ALLAHIN TAKDİR ve KUVVETİ İLE) dünyaya gelmektedir. O halde; Dünya yüzeyindeki ISI ve IŞIK, aslı ve menşei itibariyle güneştendir. Ancak güneşin, Merkezindeki gibi değildir deriz. Bu teşhis doğrudur ve günümüzde geçerli olan bilimsel gerçeklere uygundur.

HAK’KI MUTLAK’IN TECELLİ ve TENEZZÜLATI

Visali Hz. leri, sözlü sohbetlerinden birinde; “ALLAH-U ZÜLCELAL, ZATI EHADİYETİNDEN, TOPLU İĞNENİN UCU KADAR ARZ’A TECELLİ ETSE BÜTÜN KAİNAT BİR ANDA YANAR ve MAHVOLUR” demişlerdi.

Bu kıyaslama güneş içinde geçerlidir. Güneş, yüzeyindeki veya merkezindeki hali ve hareketi ile Dünya yüzüne, inmiş olsa dünya çok kısa süre içinde yok olur...Kaybolur gider...

İşte Allah’u tealada, biz mükellef olan insanları, varlığından ve BİR - TEK varlık olduğundan haberdar etmek için, ilk zuhurdaki şiddetinden, Abdülkadir Geylani Hz.nin bildirdiği g ibi, Mertebelerden TECELLİ veTENEZZÜL ETMİŞ tir. Bu Tenezzül son mertebede, ALEMİ ŞAHADET denilen dünya yüzeyinde vaki olmuşdur. Allah-u Zül celalin VARLIĞINI ve TEK’liğini ancak, dünya yaşantımızdaki tüm şartların oluşmasiyle, bilecek seviyeye gelmiş bulunuyoruz. Bu ortamı, daha üst düzeydeki mertebelerde bulmamız kesinlikle mümkün olmadığı gibi, oradaki şartlara intibak etmemiz yada adepte olmamız imkansızdır. Deneyim yapmaya kalksak, biz ortadan kalkarız, yok oluruz ve tecrübemiz daha başlangıçta mahvolur. Tafsilatlıda olsa bu bilgiler, mertebeler halinde TENEZZÜLÜN lüzum ve gerçeğini anlatmaktadır.

Hak’kı Mutlak’ı bilmemiz için, gereken şart’lar oluşturulmuş, insanların ihtiyaç duydukları her tür malzeme, karşılıksız bağış sureti ile ve EMANET olarak verilmiştir. Emanet’in neler olduğu sorulacak olursa...? cevabı bellidir. Yaşamımızın devamı için gereken, ihtiyaç duyduğumuz her şey emanete dahildir. İlmi zaruri olarak bize bildirilmiştir. Bebek ilk doğduğunda, ana sütünü emmesi, ağlayarak tüm ihtiyacatını temin etmesi, onun için ilmi zaruri olduğu gibi.

Doğumla verilen emanet, ölümle iade edilecekdir. İslami gerçekleri bilmekle mükellef olan insan, bu emanetin hakkını yerine getirmenin karşılığını, cennet ve derecelerine ulaşmak suretiyle elde edecek, emanete hıyanet etmenin karşılığınıda, cehenneme müstehak olarak görecekdir.

Bu ilahi kanun, yaşantımızın her halinde geçerlidir. Kişi, emanet suretiyle uhdesine emanet bırakılan eşyayı gasbederse, ceza kanununa göre emniyeti suistimal suçu ile tecziye edileceği gibi, devletlerde, kanunlara uygun şekilde işleyen devlet nizamını ihlal eden tebeasını cezalandıracakdır.

Tüm kâinat yapısının, noksansız kusursuz işleyişi demek olan ilahi nizamın sahibi ve nazımı olan Vacib Teala Hz.de anılan düzeni ihlal edenlerden hesap soracakdır. Allah düzeninin talimatnamesi KUR’ANI AZİMİŞŞAN’dır. Bir ismide Kelam-ı Kadimdir. Ebedi saadet ona eksiksiz uymak ve uygulamaktır, aksi yöndeki davranışlar, Azabı Azim’dir.

 

S. TEKASÜR 102/8

“SÜMME LETÜSELÜNNE YEVME İZİN ANİN NAİM”

“Sonra O (Hesap) gününde nimetlerden elbette hesaba çekileceksiniz.”

Netice olarak; Allah’u zül kemal’in NEFİSLERİNİZDEYİM -İÇİNİZDEYİM mealindeki, Kelamı Şerifi, NEFSİ,NATIKA hakkındadır. HAK’kın vücudunun hadaratı hamse (BEŞ HAZRET) denilen mertebelerden tenezzül etmesi ile insanın batınındaki tecellinin adı insanda ki tenezzülü, tecellisi ve mümessilidir.

Tecelliyi Zatiye’nin mazharı olan, kümmelini Evliyaullah Hazeratı ve Ulemayı Arifinin cümlesi, bu hakayıkı, ayni esaslar içinde ve fakat muhtelif meşreblerde ve rumuz’la dile getirmişlerdir.Niyazi-i Mısri (Kaddesallahu sırrihu), kendi hakikatı ve aslını bilme yolunda, evvela sual yolu ile:

“EY TARİKAT ERLERİ EY HAKİKAT PİRLERİ

BİR NİŞAN VERİN BANA, OL Bİ NİŞAN KANDEDİR

ARADIM BAHRÜ BERRİ BULMADIM BEN BU SIRRI

CİSMÜ CANDAN İÇERİ, GİZLİ SULTAN KANDEDİR”

buyurmakta, cevabıda kendi vermektedir:

“EY GÖNÜL GEL AĞLAMA, ZARİ ZARİ İNLEME

PİRDEN ALDIM HABERİ, O Bİ NİŞAN SENDEDİR

GEZME GEL BAHRÜ BERRİ, KENDİNDE İSTE SIRRI

CİSMÜ CANA HÜKMEDEN, GİZLİ SULTAN SENDEDİR

ANLADINSA SEN SENİ, BİLDİNSE CANÜ TENİ

GAYRİ NE VAR EY GÖNÜL, CAN’I CANAN SENDEDİR.

TEN, TAHTIDIR BU CANIN, CAN CANANIN

EY NİYAZİ ŞÜPHESİZ, OL Bİ MEKÂN SENDEDİR”

Niyazi-İ Mısri - Mustafa Kara Sh. 92

 

“ZATI HAKKI ANLA, ZATINDIR SENİN

HEM SIFATI HEM SIFATINDIR SENİN

HEM SENİ BİLMEK NECATINDIR SENİN

GAYRE BAKMA SENDE İSTE SEN DE BUL”

Urefa’dan

 

Şerhetmekte olduğmuz Divanı Visali’de, insanın aslı ve menşei ile ilgili, üç kasidede bahisler vardır.

1- Tesbihi Kamile Kasidesi.......ZATIN’LA NEFİSLERİ VAR ETTİN YA ALLAH

ZATINLA NEFİSLERDEN MÜNEZZEH TEALASIN YA ALLAH

Nefsin ZATI İLAHİ’nin varlığından yaratıldığı bildirilirken, zâti varlığın, NEFİSLERDEN münezzehiyetide beyan edilerek, ZAT MERTEBESİ tenzih edilmekte ve AYNI HAK olmadığına da işaret edilmektedir.

2- ON İKİ İMAM KASİDESİNDE...... İMAMI KÂZIMIN HİMMETLERİYİZ

HAZERATİ HAMSİN DEVVARLARIYIZ.

Devvar kelimesi lûgaten, devreden -dünyaya nüzul- gelme manasındadır.

YENİ LUGAT - Ab, Yeğin Sahife 104-105

Hazreti Hamsin devvarlarıyız mısra’ı, BEŞ mertebeden gelen tenezzülâta işaret etmekte, nefsin, anılan meratibden geldiği belirtilmektedir.

 

3- MUHABBETİ İLAHİYE KASİDESİ

HİKMETİNLE DEVRİ AFAK SEYRİNİ ETTİM TAMAM

DEM’İ SÜFLA UNSURUNDA HAPSOLUNDUM EL AMAN

Oniki imam kasidesindeki DEVİR kelimesindeki açıklamalar burada da ayni ile geçerlidir ve aynı hakikat dile getirilmişdir. DEMİ SÜFLA UNSURUNDA HAPSOLUNDUM ifadesi ayni gerçeği daha belirgin hale getirmektedir.

Demi süfla unsuru, tasavvuf ıstılahında, ANA SIRRI ERBAA denilen (TOPRAK-SU-HAVA-ATEŞ)’den ibaret maddelerin adıdır. Bu dört unsurun meydana getirdiği, bedensel yapımıza işaret edilerek, ASLI NUR OLAN NEFSİ NATIKANIN, doğumla dünyaya gelen insan bedeninde karar kıldığı bildirilmekte, bedene HAPİSHANE ismi verilmektedir.

LA TEAYYÜN - EHADİYET MERTEBESİNDE, HAKKIN ZATININ TENZİHİ

Ayet-i Kerime’de buyuruldu:

 

ŞURA - 42/11

“LEYSE KEMİSLİHİ ŞEY’ÜN, VE HÜVESSEMİUL BASIR”

“Hiç bir şey O’nun (Allah’ın) misli olmadı, O işiten ve görendir.”

Allah-u Teala; VÜCUDU MAHZ - VÜCUDU SIRF olan, ehadiyet mertebesinde bilinemez. Çünkü bizim hükümlerimiz, bilgilerimiz KIYASİ’dir. Yani, bir şey hakkında bilgi sahibi olmamız için, o bilinmesi istenen, cismin - şey’in MİSLİNİ ve BENZERİNİ arar buluruz, O’na kıyas ederek bilmeye çalışırız. Ayet-i Kerimenin beyanına ve aynı gerçeği ifade eden İhlası Şerifin “VELEM YEKÜN LEHÜ KÜFÜVEN EHADÜN” 102/4 ayeti muktezasınca, Allah-u teala’nın MİSLİ ve BENZERİ kesinlikle yokdur. O halde, kıyaslamada mümkün olmayacağından, Allah’u Teala, Muyiddin İbni K.S. Kaddesallahu Sırrıhı LATEAYYÜN buyurduğu ehadiyet mertebesinde BİLİNMEMEZLİĞİ KESİN HÜKÜM’dür.

Bu mertebeyi bilmekle mükellef olmadığımız gibi;

“LA TEFEKKERU Bİ ZATİLLAH” hadisi şerifinin beyanı ile, ZATI EHADİ MERTEBESİNDE HAKKI MUTLAKI tefekkür etmekdende men edilmiş bulunuyoruz. Ancak Allah-u zül cemal hz. SIFAT - ESMA - EF’AL ve ASAR-halkıyet mertebelerinde bilinir.

Rasülullah Efendimiz’den (sav) rivayet edilen diğer Hadis-i Şerif’de de:

“SÜBHANEKE MA ARAFNAKE HAKKA MARİFETİKE YA MARUF”

“Seni tesbih ve tenzih ederim, ey bilinen, seni hakkıyle bilmedim.”

Hadis-i Şerifi, SENİ, ZATININ KÜNHÜNÜ bilmedim şeklinde yorumlanmışdır. Allah’ın, bilinemez olduğu mertebeye işarettir denilmişdir. Şüphesiz, Vacib-ül Vücud Hz. ni en fazla ve en üst seviyede bilen, zatı risalet penahleridir. Allah (cc) hazretlerine marifet tekarrüb ve ünsiyet’de, zirvede olan. Hace-i Kainat ve Eşrefi mahlûkat aleyhissalatü vesselam efendimizdir.

Güneş misali ile anlatılmak istenilen nedir.....? denilirse: ALLAH-U ZÜL CELALİN, BİLİNEN MERTEBELERİNİ, O’NUN BİLDİRMESİ ve ONUN BİLDİRDİĞİ KADARI İLE ARİF OLMAKDIR deriz.

Biz, güneşin zatını ve hakikatını bile, mertebeleri hakkında vukuf kesbetmedikçe bilemiyoruz yada bilmekte zorlanıyoruz.

Güneş misali, bazı hakikatları ve Allah’u Teala’nın Bilinen yönlerine vakıf olabilmemiz için, öncelikle, Zatı Mutlakı hakkın, vücud mertebelerinin var olduğunu, usul ve metod olarak vaz etmek’dir. İslamla mükellef olan bizler, hakkın varlığından, sıfatlarından ve isimlerinden, ef’alinden ve tüm yaratıklarından haberdar olabilmemizin, en elverişli zuhur mahalli, içinde dünyamızın, güneş sistemimizin, samanyolu galaksisi ve tüm galaktik sistemlerin de bulunduğu, ALEMİ ŞEHADET lafızları ile isimlendirilen halen, yaşamımızın devam etmekte olduğu mertebedir.

 

B- RUHUN HAKİKATI

Ruh hakkında Kur’anı Azimüşşan’da şöyle buyurulmaktadır.

 

 

İsra 17/85

“VE YES’ELUNEKE AN’R-RUH, KUL-İR RUHÜ MİN EMRİ RABBİ VE MA ÜTİTÜM MİN EL İLMİ İLLA KALİLEN”

“Sana ruhdan sorarlar. De ki: ruh Rabbimin emrindedir. Size, ilimden az bir şey verilmiştir.”

RUHUN ASLI - MENŞEİ

Ruhun hakikatinin bilinmesi, öncelikle aslı’nın ve menşeinin bilinmesiyle mümkündür. Tasavvuf ıstılahatı ve tasavvufun esası ile ilgili, çoğu Türkçe’ye tercüme edilmiş olan kitapların hepsinde ruh ile ilgili bahisler vardır. Genellikle mücmel ve muhtasar bilgilerdir.

Müellifimiz, şifahi sohbetlerinde;

“RUH, SIFATI SÜBUTİYE’NİN MAZHARIDIR” demişlerdi. Keza Divandaki kasidelerin’den DÖRT adedinde, RUH’la ilgili bilgiler vardır.

 

RUHLA İLGİLİ KASİDELER

“NİŞAN ARADIM ASLIMA, ASLIM MUHAMMED MUSTAFA

HEM ARARDIM RUHUMU, RUHUM ZATİ HUDA’DANDIR.”

 

“HER MURADIN SENDEDİR HEZİNENİ BUL GÖNÜL

GİR İÇERİ ALEMİNDE RUHU SULTAN OL GÖNÜL”

Gönül Kasidesi 10-11”inci mısralar

“ZATIN’LA NEFİSLERİ VAR ETTİN YA ALLAH

HAYATINLA RUHLARI VAR ETTİN YA ALLAH”

Tesbihi Kamile Kasidesi 14-15’inci Mısralar

“Seyyidina ya Ahmet ya Mahmud, ruhlar adedince sana olsun salatu selam

Nuru ruhundan yarattın ervahı, ya Gani ya Muğni ya Muti”

Sultanül Salavat Kasidesi 3 - 4 ‘üncü satırlar

 

Özel sohbet muhtevası ve kasideler münderecatından anlayabildiklerimiz ile ruhun aslı, Hakkı mutlakdandır. Bunun hilafını düşünmek bile muhataralıdır. Zira şirke müntehi olur, şirk ise zulmü azamdır ve en büyük günahdır. Ancak hiç bir şey MİSLİ HAK değildir. Çünkü zatı mutlakın MİSLİ ve KÜFV’Ü yokdur. O halde RUH, menşe-i itibariyle, mertebeden mertebeye tenezzül ve her bir mertebede, evvelkisine nazaran bir derece daha tekasüf ederek zatı ilahinin yeni bir tecellisine mazhar olmasıdır. Nitekim Visali Hz.’de; RUHUM, ZATI HUDADANDIR demek suretiyle bu hakikata işaret buyurmuşlardır. ZATI HUDADIR demiyorlar... Fakat ZAT’dan, tenezzülen NEBEAN ve NEŞ’ET ettiğini belirtiyorlar. Hakkı mutlakın, ruh mertebesindeki kesafeti bir evvelki İLMİ EZELİ ve eş anlamlı HAKİKATI MUHAMMEDİYE mertebesine göredir. Hakikatde, Alemi Ervah dahi Latif’dir. Letafetteki dereceye işareten teksifden bahsolunmuşdur.

Zatı Hak, İlmi ezelidende ALEMİ ERVAH denilen ve eş anlamlı olarak ALEMİ MELEKUT ve CEBERUT’da tesmiye edilen üçüncü mertebeye bitenezzül tecelli eylemişdir. İşte ervah’ın ilk zuhur ettiği mertebe burasıdır.

Bu mertebelerin ZAT-SIFAT-ESMA-EF’AL ve ASAR olarak belirlenen isimleride vardır. Bu belirlemeye göre, hakkı mutlak; zatında müstağrak, tüm avalim-mahlûkat istidadı ezelileri ile müstehlek iken, sıfatlarına ve sıfatından esmasına-isimlerine tenezzül etmiş, esmadan, ef’aline, en sonunda asarına tecelli buyurmuştur. Asar, eserler yani mahlûk olarak yaratılan CİSİMLER - eşya - galaktik sistemler dahil tüm maddeler den oluşan Mertebedir. Yani insan ve diğer canlıların bulunduğu dünyada bu ASAR mertebesine - ailesine dahil bulunmaktadır.

Vücudun mertebeleri kısmında belirlendiği gibi, Evliyaullah Hazeratının marifetde makam sahibi olan urefası, anılanların daha fevkinde ALTILI ve YEDİLİ mertebeler de, tespit ve İNSANI KÂMİLİ, her mertebenin sonuncusu kabul etmişlerdir.

Kesin olarak bilinen husus, ruhların, ALEMİ ERVAH ve diğer isimle sıfat mertebesinde yaratıldığı zuhur ettiğidir.

RUH’UN BİLİNEN HAKİKATLARI

Kasidemizde; HAYATINLA RUHLARI VAR ETTİN YA ALLAH, sözleri, ruhların Allah’u Teala’nın SÜBUTİ SIFATLARIN’dan hayat sıfatıyle yaratıldığı açıklanmaktadır.

Hayat sıfatı, külli sıfatlarda olup, muhtevasında DİĞER SIFAT VE ESMA larda bulunmaktadır.Muhyiddin İbn’ül Arabi Hz.’de, konuyu aynı bakış açısı ile değerlendirmektedir.

“Ervah birşeye temas ettiğinde, o şeyin DİRİ OLMASI ve onda HAYAT ESERİNİN ZUHURU, ruhların hassasındandır. Ve hayat, ruh’un sıfatı zatiyesidir......”

FUSUS - ÜL - HİKEM TERCÜMESİ - A. Avni Konuk, Cilt. III Sah. 134

 

HAYAT; DİRİLİK-CANLILIK şeklinde manalandırıldığına göre; canlı olan, hareket kabiliyeti bulunun ve yaşamını sürdüren her canlı RUH SAHİBİ demektir. O halde, RUH’un ne olduğunu anlamanın anahtarı, her bir canlıyı, DİRİ KILAN, HAREKET-EYLEM-FİİL yapabilme yeteneği veren ve yaşamını sürdüren kuvveleri bilmekten ibarettir. Hayat külli sıfatlardandır, bundan anlaşılan biyolojik bilgilere göre; her canlı’nın görmesi, işitmesi, tekaddi etmesi, konuşması, aklı, müfekkiresi ve işlediği fiilleri zuhura getirecek gücü vardır. Hayat sıfatı, bu anılanlarla birlikte, bir arada bulunduğu taktirde, DİRİLİK - EYLEM ve YAŞAMI meydana getirebilir. Binaberin hayat sıfatı, İLİM -İRADE - KUDRET - SEMİ - BASAR - KELAM sıfatlarınında var olmasını gerekli kılar. Hayat, külli sıfattır demenin manası budur.

Divan sahibimiz Visali Hz. özel sohbetinde RUH, SIFATI SUBUTİYE nin NURU’NUN ZILLİDİR. Sıfatı subutiyenin mazharıdır buyurmuş olmasının gerçeği de anlaşılmaktadır. Fıkıh Kitaplarında bildirildiği gibi Allah’u Teala’nın subutî sıfatları HAYAT - İLİM - İRADE - KUDRET - SEMİ - BASAR - KELÂM olarak yedi tanedir.

Gerçi bazı ilmihallerde TEKVİN veya HALIK sıfatıda zikredilmekte isede, muellifimiz Hacı Bekir Efendi (K.S) TEKVİNİ SIFATI SELBİYEDEN kabul eder ve sıfatı subutiyeye idhal etmezlerdi. Bu nedenle yedi olarak zikredilmiştir.

 

TÜM RUH’LARIN, RUH-U MUHAMMEDİ’DEN YARATILMASI

 

Resululah Efendimiz (sav), nübüvvet ve risalet vazifelerini dünya hayatına teşriflerinde, UNSURU VUCÜDİLERİ’YLE ifa etmişlerdi.

Hadis-i kudside buyrulmuştur:

1- EVVELÜ MA HALEKALLAHU NURİ .............

“Allah’ın ilk yarattığı benim nur’umdur.”

2- EVVELÜ MA HALEKALLAHU NEF’Sİ .............

“Allah’ın ilk yarattığı benim nefsim’dir.”

3- EVVELÜ MA HALEKALLAHU RUHİ .............

“Allah’ın ilk yarattığı benim ruh’umdur.”

4- EVVELÜ MA HALEKALLAHU AKLİ .............

“Allah’ın ilk yarattığı benim aklım’dır.”

Fusus Şerhi - Ahmed Avni Konuk C.I Sahife.31

Ayeti Kerime

Sureli Nisa 4/1

“YÂ EYYUHÂN NÂSUTTEKÛ RABBEKUMULLEZÎ HALAKAKUM MİN NEFSİN VÂHİDETİN VE HALAKA MİNHÂ ZEVCEHÂ VE BESSE MİNHUMÂ RİCÂLEN KESÎRAN VE NİSÂÂ(NİSÂEN)”

“Ey insanlar, sizi bir tek nefsten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler üretip yayan rabbinizden sakının.”

Bütün alemlerin, mahlukatın, Allah’u Teala’nın yaratması ile, hakikatı Muhammediye mertebesinden neş’et - tevellüd ettiği Ayet-i Kerime ve ehadisi kudsiye ile bildirilmektedir.

Müellifimiz, şifahi sohbetlerinde, meal olarak iki kudsi hadisi daha naklederlerdi:

1- Ey habibim evvela senin nurunu yarattım ve senin nurundanda bütün alemi yarattım.

2- Habibim, ben olmasam sen olmazdın, sen olmasan ben bilinmezdim.

Rasulü Mücteba efendimizin bizim gibi olan bedensel vücutları vardı.

“KUL İNNEMA ENEBEŞERUN MİSLÜKÜM...”

Surei Kehf 18/110

Ayeti kerimesinde bildirildiği gibi;

Birde VÜCUDU HAKİKİLERİ - HAKİKATI MUHAM MEDİYELERİ vardı. Yukarıda muharrer Ehadisi Kud’siye ile Ayet-i Kerime’de bildirilen ve her yaratılanların, asıllarını ve külliyatını ihtiva eden vücutlarıki, TÜM NEFİSLERİN, RUHLARIN, NURLARIN ve AKILLARIN CÜZ lerini- muhtevalarını cem etmiş olmasıdır. Bu anlatılan, iki vücudu var demek değildir. VÜCUD BİR VE TEKDİR, oda Zat-ı Muttak’ın varlığıdır.

İlmi Ezeliden veya eş anlamlı, NUR OLAN, HAKİKATI MUHAMMEDİYE mertebesinden, alemi şahadete dahil olan, dünyadaki, bedensel vucutlarına tenezzülen, tecelli etmiş olmalarıdır.

Visali Hz. nin beyanlarına göre:

Ekmelüttahhiyat Efendimize (sav) tüm kemalat, ezelde toptan verilmişdir. Dünyaya teşriflerinde li hikmetin, sırrı kader kapanmış, Kur’anı Kerimin 23 senede, cüzler halinde indirilmesiyle her ayetin hakikat ve ledünniyatına vukuf kesbetmişlerdir. Esteizübillah :

 

 

 

Maide 5/3

“ELYEVME EKMELTÜ LEKÜM DİNEKÜM VE ETMEMTÜ ALEYKÜM NİMETİ VE RADİTÜ LEKÜMÜL İSLAME DİNEN”

Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize, nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslamı seçtim.

Ayeti kerimesinin indirilmesiyle, ilmi ezelide ihsan buyurulan tüm kemalata mazhar olmuşlardır.

Miraç’ın hakikatıda budur, Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz VÜCUDU UNSURİ’lerinden, ilmi ezelideki makamlarına uruc ve irtika eylemişlerdir.Miraç, kendi kemalatı ezeliyelerine; “İl melyakin - ayn’el yakin ve hakkal yakin tearrüf ve tekarrübdür.

İlahi proğram ve plân gereği ; tüm mahlukat, bütün efrad ve cüzleri ile peygamberimizin nurundan yaratılmışlardır.Böylece VÜCUDU ZILLİ - GÖLGE VÜCUD halinde şahadet aleminde varlık elbisesini giymişlerdir.

“NİŞAN ARARDIM ASLIMA, ASLIM MUHAMMED MUSTAFA”

Mısra’ının işaret buyurduğu hakikat, yukarıda beyan edilen hususlardır.

HAMİDİYE KASİDESİ

NİŞAN ARADIM ASLIMA, ASLIM MUHAMMED MUSTAFA

HEM ARARDIM RUHUMU, RUHUM ZATI HÜDADAN’DIR

ÇIKTIM Â’MA ZULMETİNDEN GELDİM MUHAMMED ARŞ’INA

AN’DA İÇTİM AŞK ŞARABIN, AN’DA BULDUM HEM ZEVKİMİ

BÜLBÜLLERİ NALÂN EDER, AŞIKLARI DEVRAN EDER

NEBİLERİ DAVET EDER, SAİDLERİ İMAN EDER

ŞAKİLERİ İNKAR EDER, ASİLERİ İSYAN EDER

ALİMLERİ KUR’AN OKUR, FAKİHLERİ FURKAN OKUR

ARİFLERİ SEYRAN EDER, VELİLERİ İRŞAD EDER,

SIDKI DAHİ HİSSESİDİR, TALİBLERİ İRŞAD EDER

ŞERİATIN HÜDASIDIR, HEM ÖNÜNDE KANDİLİDİR

TARİKATIN DELİLİDİR HEM YOLUNDA MÜN’İMİDİR

HAKİKATIN CEMİLİDİR HEM NEFSİNİN FENASIDIR

MARİFETİN LÂTİFİDİR HEM RUHUNUN BEKASIDIR.

 

(ÇIKTIM Â’MA ZULMETİNDEN GELDİM MUHAMMED ARŞ’INA) mısrası Vacib’ül Vücudun, ehadiyet mertebesidir ki, avalım, sıfat, esma hiç bir şey’le bilinemez ve görülemez, her türlü tahdid ve takyidden münezzeh olduğu makamdır. Bundan sonraki mertebelerde zuhur edecek alemlerin, aslı, menşei ve kaynağıda bu makamdır. Kasidede, Â’MAZULMETİNDEN ÇIKTIM ifadesi bu makamdan çıkışa delalet etmekte, GELDİM MUHAMMED ARŞ’ına tabiride, PEYGAMBERİMİZ(sav) efendimizin, nur olan ve bütün mahlukatın AYANI SABİTE’lerinin bulunduğu makamına işaret etmektedir.

Kasidenin müteakib beyitlerinde; zakirler, aşıklar, nebiler, said’ler, şakiler, alimler, fakihler, arifler, velilerinde, aynı mertebeden yaratıldıkları ve dünya hayatında zuhur etmeleriyle birlikte, ezeli istidadlarının muktezası olan, memduh ve mezmum sıfatlarını fiilen izhar ettikleride dile getirilmektedir.

Rasulüllah Efendimizin ALEMLERE RAHMET OLMASI

Ayet-i Kerime;

Enbiya 21/107

“VE MA ARSELNAKE İLLA RAHMETEL LİL ALEMİN”

“Rasulüm, biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”

Mürşidi sakaleyn-insanların ve cinnilerin şeyhi olan Visali Hz. Sultanımızın, beyanlarına göre, Rasulü Mücteba (sav) efendimizin DÖRT NEV’İ RAHMETİ vardır.

1- Rahmeti İcadiyesi

2- Rahmeti İmdadiyesi

3- Rahmeti Hükmiyesi

4- Rahmeti Uhreviyesidir.

1- RAHMET-İ İCADİYE’Sİ

İcad, vücuda getirmek, varlık haline dönüştürmek manasınadır.

Tüm mahlukatın, var olarak dünya hayatına gelişinin saikidir.

Halkiyet-yaratmak Allah-u Teala’nın yed-i kudretindedir, Peygamberimiz, yaratma fiilinin zuhuruna sebeptir.

Hadisi Kudsi’de;

“Lev Lake Lev Lake, Lemma Halaktül eflak”

“Sen olmasaydın, felekleri - alemleri yaratmazdım” Hadisi kudsisi, bu hakikati ifade eder.

Gölge vucut halinde de olsak, bütün canlıların dünya hayatındaki, Bu günkü yaşam düzeyine gelebilmeleri, ELTAFI ELTAFİ LATİF olan ilk mertebedeki ZATI MUTLAKI HAK kın, beş adet tenezzül mertebelerinin her birinde, letafeti, bir derece tekasüf ederek, Bedensel yapımıza dönüşümüz, Rasulü Ekremin, vücudu mükerremleriyledir. Müsebbibül esbab Alah’u Teala’dır.

2- RAHMET-İ İMDADİYESİ

İmdad, yardım etmek ve yardıma süratle yetişmek demektir.

Mesela, elektrik gücü ile çalışan milyonlarca ampul, fabrikalar, motorlar ve mümasili mamüller....hepsi, elektrik gücünün çok süratli gelmesiyle, yaşam düzenlerini devam ettirmektedirler. Cereyan, imal ve ilk çıkış mahallinden kesilmiş olsa, tüm çalışanlar, çok kısa sürede atalete ve yokluğa dönüşürler. Bu misalden, elektrik gücünü, tüm çalışan aletlere olan, İMDAD EDİCİ özelliği daha iyi anlaşılır.

HAKİKAT-İ MUHAMMEDİYE’NİN İMDADI

Tasavvuf ilminde FEYZ olarak bilinen bir kelime vardır. Bereket-Kerem-İhsan-İlim.....Manalarına gelmekte isede ; ıstılahen, TÜM KAİNATIN İLAHİ DÜZENİN TESİS VE DEVAMI İÇİN çok sür’atlı gelen, İLAHİ YARDIMIN adıdır. Mikro alemden makro aleme kadar tüm canlıların latif varlıklar olan melekler, cinnilerin ve tüm yaradılmışların, Allah düzenindeki yaşamlarını temin ve devam ettiren GÜC’ün adıdır, FEYZ....

FEYZ-İ AKDES ismiyle hazineyi ilahiyeden nebe’an eder ve ilk uğrak mahalli olan, hakikatı muhammediye de, güç ve şiddet değişimine intikal ederek FEYZ-İ MUKADDES adını alır.

Bu feyz, latiflerinde en latifi olan ilk halinden, biraz tekasüf ederek, ama yinede daha az latif olarak tüm kainata yayılır. Ve her yaratık, nizamı ilahideki varlıklarını sürdürmek için istidadı ezelilerin gerektirdiği nisbetde tefeyyüz ederler. Daha açık bir ifade ile; Kendilerine bağışlanan imdad edici bir yardıma sahip olurlar. Tasavvuru mümkün olmayan çok az bir zaman süreci içinde, feyz kesilmiş olsa bütün varlık, tüm efradı ile YOKLUĞA VE HİÇLİĞE inkılab eder.

Elektrik gücünün, gücü istihsal eden dinamodan kesilmesi ile tüm elektriksel sistemin, çalışmazlığa dönüşü gibi olur.

Dinamodan çıkan elektrik gücü, ilk zuhur şiddeti ile, mamüllere iletilse hepsi yanar ve bozulur. Trafo merkezlerinde voltaj düşürülür, ampuller ve diğerlerinin çalışabileceği bir vasata dönüşür.

İşte Feyzi Akdesde, Zatı Mutlakı Hak’dan ilk çıkışındaki şiddetle zuhur edip yayılsa, kainat yanar ve yokluğa döner. Bu şiddeti zuhura tahammül edecek ve Onu, yaratıkların tahammül edecekleri vasata dönüştürme güç ve kapasitesi, tahammül hassası, sadece ve münhasıran Rasulüllah (sav) Efendimize ve vücud mertebesindeki hakikatına mahsustur.

3- RAHMETİ HÜKMİYESİ

Hükm, emir - kuvvet - âmirlik - hakimiyet - saltanat manalarını ihtiva eder.

Saltanat, ülkeleri kuvvet -kudret ile, emir ve kumandaya almak, idare etmekdir. Saltanat bilesale Allah’u Teala’ya aittir. Mürşid-i Ekmelimize göre; Allah (cc)’ın kainat düzeninde iki nev’i Saltanatı - Hükmünün geçerliliği vardır.

I- Halkiyet Saltanatı

II- Hakkiyet Saltanatı’dır.

 

I- Halkiyet Saltanatı

Halkiyet yaratılmış alemleri içine alır. Zahir alemler; beden gözü ile görülen EŞYA ve CİSİMLERİN bulunduğu mahaller olarakda isimlendirilir.

Burada Allah (cc) kudreti ile tasarruf eder. Rububiyetiyle hükmeder. Rububiyet, her şeyi - cismi-mahluku, ilahi nizamdaki yaradılış gayesine uygun hale getirmekdir. Örneğin; dünya içindeki tüm canlılar, yaşamlarının tesis ve devamı için ISI’ya muhtaç’dırlar. ISI güneş vasıtası ile, 150 milyon kilometre mesafeden, atmosferin ozan tabakasından, Zararlı ışınların tasfiye edilmesiyle, canlıların faydalanabilecekleri bir vasat - ortama dönüşerek gelir. İşte güneşin, anılan şekil ve şartlara dönüşmesi, onun terbiye edilmesi demektir. Terbiye edene mürebbi ve eş anlamlı olarak RAB denilirki, Allah’ın(c.c) isimlerindendir.

Bütün cisimlerin, ilk yaradılış maddesi olan ELEMENT in -basit maddelerin muhtelif değişimlerden geçerek, canlıların ihtiyaç duydukları hal ve şekillere getirilmesi Allah’u Teala’nın RUBUBİYET sıfatı ile ve RAB ismi Şerifinin tedbir ve idaresi ile olmaktadır. Bu yönü ile Allah (cc) RABBÜL ALEMİN’dir.

Kur’anı Azimüşşanın ilk nazil olan suresi FATİHAYI ŞERİF’in:

 

“ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN”

“Hamd (övme ve övülme) alemlerin Rab’bi ALLAH’a mahsus’dur.”

Fatihayı şerif, manası itibariyle, Kur’anı Kerimin tamamının, MANA ve HAKİKATLERİNİ hulasa olarak ihtiva etmekdedir. Çok şerefli Kur’anın, ilk suresinin yukarıda yazılı ilk ayetinin, rububiyet sıfatiyle başlaması dikkat çekicidir.

Büyük boy aynasında, bedensel yapımıza ibretle bakıldığında; erkek ve dişilik hücrelerinin sentez yapısını teşkil eden ilk hücrenin, annenin kanındaki gıdalarla beslenerek, her organının, yerli yerinde, hesaplı, muvazeneli, hikmetli organizasyonu ve tüm organların bir aradaki (kompoze) birlikteliğinin, en güzel biçimde ve estetik nispetler dahilinde olması organizmanın teşekkülü ve metabolizmanın çalışması, rububiyet sıfatının tezahürü’dür.

Denizlerdeki balıkların, havadaki kuşların, karadaki hayvanların, yaratılış gayelerine en uygun, estetik biçimde yaratıldıklarını bitecrübe müşahede ederiz.

 

 

Ali İmran 3/191

“VE YETEFEKKERUNE Fİ HAKKISEMAVATİ VEL ARDI, RABBENA MA HALAKTE HEZA BATILA. SÜBHANEKE, FEKİNA, AZEBENNAR.”

“GÖKLERİN ve ARZIN İÇİNDEKİLERİN YARADILIŞINI DÜŞÜNÜRLER. Rabbimiz, Sen, gereksiz noksan bir şey yaratmadın. (Noksandan münezzeh, kemalatla muttasıf olmakla) seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru.”

Allah (cc)’ın mahlukatı yaratmadaki mükemmeliyeti, Ayet-i Kerime’de belirtildiği gibi, mabudun bilhak-ibadet edilmeye ehil ve layık olduğunun kabülünü gerektirir.

Fatihayı şerifenin ilk ayetinin tefekküründen hasıl olan, bu düşünce sistemi, İslâma mükellef olan insanı ibadet etmeye yönlendirir. İnsan ibadet için yaratılmış olduğundan, rahmeti hükmiye, insanın yaradılış gayesinin gerçekleşmesine vesile olur.

II- Hakkiyet Saltanatı İdaresi

Hakkiyet saltanatı, bu beden gözü ile görülmeyen, latif alemlerdeki yaratma ve idare etmedir. Avalimi letaifdeki idare ve hakimiyet HİKMETle olur. Örneğin; kalb-ruh-akıl-fikir-idrak-vehim-hayal-şuur-müfekkire-hissi müşterek yani tüm latif organlarının koordinasyonu, aynı gaye için birlikte hareket etmeleri ve benzeri kuvvetler alemi letaifdendirler.

Önemli bir husus’da; alemi letaif veya eş anlamlı ismi olan hakkiyet alemi, maddesel olan halkiyet aleminin fevkinde ve amiri hükmündedir. Çünkü, insanların ve canlıları eylemleri-fiilleri, kalpte, akıl, fikir, havassı batıniyenin diğer kuvvetleri ile birlikte aldıkları kararlar ve hükümlerle, kavli mücerretden, eylem haline dönüşür. Yani, maddesel alemde Allah (cc)’ın yaratması ile vücud bulmuş, yaratıkların eylem ve hareketleri, eyleme dönüşmeden evvel, hakkiyet alemindeki, HATIRAT ve FİKİRLERİNİN karar safhasına gelmesinden sonra ve oradan alınan emirlerle oluşur.

Anlatılan husus’larla, Hace-i Kâinat Efendimizin (s.a.v) rahmeti Hükmiyesinin hakikati tamanlanmış oldu.

Söz ve emirleri, kesin olarak yerine getirilmesi manasını tazammun eden, SALTANAT ve eş anlamlı HAKİMİYET sıfatlarının mazharları melaikeyi kiramdır. Melekûtiyet, sıfat olarak KUVVET ve ŞİDDET anlamına gelir, Melik halinde yazılması ile ismi fail olur latif ve nurani varlıklardır. Güçlüdürler, Allah’u Teala’nın memurlarıdırlar, ilahi emirleri, NOKSANSIZ İTİRAZSIZ yerine getirirler, icra organıdır denilse sezadır.

Allah’u Teala, yukarıda zikri geçen HALKIYET ve HAKKIYET alemlerindeki, İDARE ve HAKİMİYETİNİ; emir erleri-memurları olan MELAİKE vasıtasile yerine getirir. BÜYÜK MELEKLERDEN yedi tanesi, bu iki SALTANATIN icrası ile görevlidirler.

ALEMİ HALKİYETDE GÖREVLİ MELEKLERİ

1- Cebrail (a.s)

2- Azrail (a.s)

3- Mikail (a.s)

4- İsrafil (a.s)’dır.

ALEMİ HAKKİYET (Alemi gaybın işleriyle görevli) MELEKLER

1- NUN

2- VEL KELAM

3- VE MA YESTURUN İsimli Aleyhumüsselam’dır.

Bu son tasnif, zamanımızın maruf ilmühallerinde mevcut olmayıp, müellefimiz Hacı Bekir Visali Hz.nin divanında, Akaidle ilgili 54 farzın müfredatında yızılıdır. Bu 54 farz, iman esaslarını belirleyen AMENTÜnün ALTI FARZından teşaub etmektedir. Sadece tasnifle yetinildiği için, daha fazla sünuhatına sahib bulunmamaktayız.

Üstadımıza İLHAM yolu ile bildirilendir, vahiy’de olduğu gibi, ayni kaynaktan nebean etmektedir. Ancak VAHİY, ilhamın fevkinde ve daha üst derecelidir. VAHY’in Geliş yeri (Hazineyi İlâhiyededir) ve geldiği yerde (Risaletpenah Efendimizdir.)

Bu isimler Kur’anı kerimin 68’inci suresi olan KALEM suresinin birinci ayetinde yazılı bulunmaktadır.

Esteizü billah;

68/1

“NUN VEL KALEMİ VE MA YESTURUNE”

“Nun, Andolsun kalem’e ve satır satır yazdıklarına” zahir manası böyle ifade edilmektedir.

Tasavvuf meşrebli tefsirlerden RUH-UL BEYAN’da:C.9 Sh.210

 

SEHL-kuddise sirruhu’da şöyle der: NUN; ALLAHIN İSİMLERİNDEN BİRİSİDİR.

Hadis-i Şerif’de buyuruldu:

“Allah ilk defa kalemi yaratmış, sonra O’na kıyamete kadar olanları yaz buyurmuşdur. O’da Levhi Mahfuz’a, kıyamete kadarki ecelleri, amelleri ve rızıkları yazmıştır.” aynı eser.

İbn-i Abbas (R.A)’dan rivayet:

“Buradaki kalemden murad, Kiramen katibinin kalemidir.” buyurmuşlardır.-

Anılan bilgiler delil olarak kabul edildiğinde müellifimizin tasnifini, dolaylı olarak, doğrular niteliktedir. En azından karşıt fikirleri ihtiva etmemektedir.

Kalem ve satırların, LEHVİ MAHFUZU yazmaları (ALEMİ GAYB, İLMİ EZELİ, HAKİKATİ MUHAMMEDİYE - ULUHİYET) eş anlamlı mertebeyi belirler. Bunlar avalimi letayifdendir ve divan müellifimizin ıstılahında hakkiyet alemi olarak ismi geçen mertebenin adıdır.

Faili hakiki Allah’u Teala’dır. Fail gibi görünenler sebeblerdir. satırları kalem yazar, Bu hüküm doğrudur. Ama başka doğrularda vardırki; kalemide parmaklar tutar; parmaklarıda, kol harekete geçirir. kolumuzun ölçülü hareketleride HECELERİ-KELİMELERİ-CÜMLELERİ-FİKİR ve BİLGİLERİ MEYDANA GETİRİR) Buraya kadar olanı, maddesel HALKIYET ALEMİDİR. Kolun hareketlerindeki ölçüyü ve hangi maksat için ne şekilde hareket edeceğini tayin ve emreden, zi şuur akıldır. Akılla halkiyetin faaliyeti biter latif olan HAKKIYET ALEMİNİN etkisi ve idaresi başlar...En sonunda hakiki fail olan Zül Celal Vel Cemal Vel Kemal Hz.ne intikal eder ve orada düğümlenir. Orası ezeliyet alemidir ve onun gerisi yoktur.

Kur’an-ı Kerim genel yapısı ile muhtevasında, anılan hakikatleri bildirir. Gözle görülen, küçüklüğü ve cismi lâtif olmaları ile görülmeyen tüm canlılar hareket halindedirler. Her birinin yaratılma sebeplerine uygun eylemleri vardır.

Fiiler; lâtif cisimler halinde EHADİYET mertebesinden zuhur ederler, alemi şahadet denilen dünya yaşamında üç bu’d-lu maddesel cisimlere dönüşürler.

Cisimler zamanın geçmesi ile devamlı olarak şekil ve suret değiştirir, yok olmazlar. Tohumlar canlıların taşımakta oldukları özellikleri ve nitelikleri ilmi hakikatler olarak yapısında bulundurmakta, muhafaza etmektedir. Topraktan çıkınca (kök, gövde, dallar, yapraklar, çiçekler ve en sonunda meyvaya dönüşürler, meyva içinde de ilk ekilişteki tohum meydana çıkar. Aslı tohumdan ibaretti, muhtelif değişimlerden sonra yine aslı olan ilk haline dönüştü. Anılan hal bütün canlılar, cisimler için geçerli bir hükümdür. İşte tasavvuf literatüründe bu hakikatler :

“KÜLLİ ŞEY’İN YERCİ-U İLÂ ASLİHİ”

“HERŞEY ASLINA RÜCU EDER” sözleri ile dile getirilmiştir.

Gerçekten her şeyin kökeni, aslı ve menşe’i, ALLAH-U ZÜLCELAL vel Kemal’in Ehadiyet mertebesindeki varlığıdır. Buna İSTİDADI EZELİ de denilmiştir. Bu tasavvufi geleneğe uyarak kitabımızın ilgili bölümlerinde AYET MEALİ ismi ile atıflarda bulunulacaktır.

Anılan muhtevayı iş’ar eden ayetler:

1-

Sureyi Bakara:2/156

“İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN”

“Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz”

2-

Sureyi Hadid:57/5

“VE İLELLAHİ TÜRCEUL UMUR”

“Bütün işler ancak Allah’a döndürülür”

3-

Sureyi Hadid:57/5

“LEHÜ MÜLKÜSSEMAVATİ VELARDİ VE İLELLAHİ TURCEUL UMUR”

 

Sureyi Hûd: 11/123

“VE LİLLAHİ GAYBÜS SEMAVATİ VELARDİ VE İLEYHİ YÜRCEUL EMRU KÜLLÜHÜ”

“Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür”

Kalemden murad, kudret sıfatının mazharı olan melaikeyi kiramdır. İkinci üçüncü mertebelerde fail görünen SATIRLAR ve KALEMİN gerisinde olan meleklerdir. NUN ve VELKELAM VEMA YESTURUN lafzı şeriflerinin malaikeye izafesi ve malaike olarak isimlendirilmesi gerçeğe uygun bulunmaktadır.

Sureyi Secde: 32/5

“YUDEBBİRUL EMRE MİNES SEMAİ İLEL ARD”

“Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir”

 

Sureyi Ahzab: 33/4

“VELLAHU YEKULÜL HAKKA VE HÜVE YEHDİSSEBİL”

“Şüphesiz Allah doğruyu söyler ve doğru yola iter.”

4- RAHMETİ UHREVİYESİ

Ahiret hayatındaki rahmetidir. Şefaati uzma olarakda bilinir. KABİR HAYATI - TEKRAR DİRİLİŞ - MAHŞERE SEVK - MEYDANI ARASAT - ARAF-HESAP-MİZAN-ARŞ’IN GÖLGESİNDE - SIRAT ...Bunlar ahiret hayatının başlangıç safhalarıdır. Sonra Allah (cc) nün fadlı ve cennet ile ikram... Adeletinin tecellisi ile cehenneme duhul’dur.

Şefaat; şefi-ul müznibin olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Allah (cc)’ın izni ile, ümmeti Muhammedin günahlarının afv edilmeleri, Allah’u Teala’dan dua ile istemesidir.

Haşrda Arasat meydanında, güneşin yakınlığı, izdiham ve benzeri sıkıntılı haller sebebiyle, insanlar hesabın bir an evvel görülmesini isteyeceklerdir. Evvela Hz.Adem (a.s)’dan başlamak üzere, Ulü-l azm Peygamberlerden yardım taleb edilecek....En son İsa (s.a.v)’ın, tavsiyesiyle; Hace-i Kainat-Eşrefi Mahlukat Efendimizin şefaatleriyle HESAB ve MİZAN’a bağlanacakdır. Bu ilk şefaatleridir.

Şefaat, Atayayı İlahiye’dendir. Kütübü sittede bulunan ehadisi nebeviyede; buğday tanesi, arpa tanesi, hatta hardal tanasi kadar imanı olan müminlerin bir zaman şefaate nail olacakları cennete girecekleri bildirilmiştir.

Allah(cc)’ın varlığı sonsuzdur. Tahdid ve takyidden münezzehdir. Varlık sonsuz olunca tekamül’de müstahik olan için sonsuza değin devam eder. Bu nedenle ve ayeti kerimede, mertebeleri belirtilen:

Sureyi Nisa: 4/69

“...MİN EN NEBİYYİNE VE SIDDIKİNE VEŞ ŞÜHEDA-İ VES-SALİHİNE...”

Nebiler sıddıklar-şehid’ler ve salihler olan, zevatı kiramında atayayı ilahiyeye mazhariyetleri; mertebe ve derecelerinin yükselmesi suretiyle vukuu umulur.

Hadis-i Şerif’de buyurulduğu gibi;

“ÜMMETİMDEN YETMİŞ BİN KİŞİ HESABA ÇEKİLMEDEN CENNETE GİRECEKDİR.”

Bunlar kimlerdir sualine:

“KENDİLERİNİ DAĞLATMAYANLAR RUKYE’ YE BAŞVURMAYANLAR TEŞAÜME İNANMAYANLAR ve RABLERİNE TEVEKKÜL EDENLERDİR”

Hadis Ansiklopedisi Cilt.11 Sah.93

 

Visali Hz. Şifahi sohbetlerinde ; YETMİŞ BİN MUKARREBİN SUALSİZ CENNETE GİRECEKLERDİR. Bunlardan her biride YETMİŞ BİN KİŞİYE şefaat ederler demişlerdi.

Hadis-i Şerifin cennete hesapsız girenlerin vasıflarını bildiren ikinci kısmı ile, hesapsız girecek olanları MUKARREBİN EVLİYALAR olarak belirten, kasidedeki beyan arasında tezat çelişki yoktur. Sebeblerle bağlanmakdan hakkiyle kurtulanlar ve gerçek yönü ile Hak’ka tevekkül edenler, evliyaullahın mukarrebin mertebesinde olan zevatı kiramdır, Müsebbibül esbab Allah’(cc) ’dır. Bu itibarla çelişki değil, yekdiğerini TEYİD - KUVVETLENDİRME, DOĞRULAMA vardır.

GERÇEK TEVEKKÜL ve TESLİMİYETİ ifade eden kasidelerinde;

 

BESMELEYİ ŞERİF KASİDESİ

Bismillahillezi layedurru measmihi şey’ün filardi vela fis semai

Allah deyen kullara yerden gökten zarar gelmez bismillah

Hiç kimse değil, sırrı kader, ruhtan agah;

Makamı cem’a gelen, sırrı kadere olur agah bi ulumi bismillah

Lazım isede esbaba tevessül etmem billah

Esbaba tevessül şirkü hafidir, lahavle vela kuvete ila billah bi kuvveti

bismillah;

Makamı şeriatte esbaba tevessül vacipdir bi hükmillah

HAKİKAT; manide mutide, hem dar, hem nafi ALLAH......

Tenezzül edip aklıma itimad etmem asla

BİSMİLLAH BİSMİLLAH BİSMİLLAH BİHAYATİ BİSMİLLAH

BİSMİLLAH BİSMİLLAH BİSMİLLAH BİHAYATİ BİSMİLLAH

Allah neye dilerse vücude gelir Bismillah

İçindekiler

ŞERH BÖLÜMÜ
I- Tehzibi Ahlak
A- Ahlakı zemimenin insana sirayeti
1- Doğum ve dünyaya geliş
2- Doğum öncesi hayatımız
a- Bedensel hayatın teşekkülü
b- Ruhun bedene intikali
3- Meni’nin teşekkülünden evvelki halimiz
4- Gıdalara intikalden evvelki halimiz
a- Toprak
b- Hava
c- Su
d- Ateş
5- İnsan ve Hakikatı ve Evveliyatı
a- İnsanın aslı - Hakkın varlığından tenezzülen geliş
b- İnsanın dünyadaki terkib ve analizi
1- Terkibi
2- İnsanın Analizi - Tahlili
A- Nefsin Hakikatı
İlk sofilerin nefse ait görüşleri
Visali Divanında nefisle ilgili açıklamalar
Hakikati nefis kasidesi
Zatı Nefsin, Nefesi Rahman makarrı olması
Babanın sülbünden ana rahmine intikal
Cehli Mürekkeb - Cehli Basit
Beden memleketinin Ruh veya vehim eliyle yönetimi
Şeytanın faaliyet gösterdiğinin belirtileri
Sırrı insaniye kasidesi
Güneşin tecellisi ve tenezzülü
Hakkı mutlakın tecelli ve tenezzülâtı
La teayyün-Ehadiyet mertebesinde Hakkın zatının tenzihi
B- RUHUN HAKİKATI
Ruhun bilinen hakikatleri
Tüm ruhların ruhu Muhammediden yaratılması
Hamidiye kasidesi
Resulullah Efendimizin âlemlere Rahmet oluşu
1- Rahmeti icadiyesi
2- Rahmeti imdadiyesi
3- Rahmeti hükmiyesi
4- Rahmeti uhreviyesi
Ruhun nevileri
İnsani ruh - insani kamil
C- HAYAT ve HAKİKATI
D- ÖLÜMÜN HAKİKATI
Mevt kasidesi izahlar
Kabir hayatının hakikatları
RUH ve NEFSİ NATIKA İLİŞKİLERİ
Nefis ve ruh-alemi şehadette
Ruhun kabir hayatı ile ilgisi
Acb-üz zeneb - nefsi natıka hakkında
Tekrar dirilişin dünyadaki beden cinsinden olduğu
Diriliş ve Haşirde sırların açığa çıkması
E- KALBİN HAKİKATI
Kalbin tek olduğu
Aslı ve menşe-i
Kalbin vasıfları
1- Vahdaniyet sıfatı
POZİTİF İLMİN - (KOZMOLOJİNİN) TESPİTLERİ
Pozitif ilim görüşleri
2- Büyük patlamayı doğrulayan şer-i deliller
3- Kalbin genişlemesi
a- Kalbin Manevi yapısı ile genişlemesi
b- Kalbin maddesel yapısı ile genişlemesi
c- Kalbin şubeleri - mertebeleri
d- Kalbin hastalıkları - Devası - sağlığı
Kalbin devası - maddi bölümü
Kalbin şifası - manevi bölümü
Yasin kasidesi
Gece Teheccüd namazı
e- Kalbin hayatı
g- Sağlığa ulaşan kalbin lahûti taç giymesi
Kıyaslama
a- Ay yüzeyine iniş
b- Akıl ötesi - Gaybi âlemler
c- Değerlendirme - insan eli ile semalara çıkılamıyacağı
d- Mirac mucizesi - ölen mumine ilk ikram
Mumine ölümü ile ilk ikram
e- İnançsızların ölümü - kabir halleri
1- Borçlu ölen mumin
2- Borç ödeninceye kadar mahpus kalması
3- Kul hakkının önemi
4- (Beş kötülük zuhur ederse) - Hadisi Nebevi hakkın’da açıklama
5- Dünya hakkında Allah (c.c)’nın emri hadisi şerif meali
Vücud mertebelerinin önemi
Vücud mertebelerini bilmenin sağladığı faydalar
1- İnsanın aslının bilinmesi
2- Belirlenen sınırlar içinde Allahın bilinmesi
3- Rasulullah (s.a.v.) bilinmesi
4- Ahiret hayatının bilinmesi
5- Vahdeti vücud - varlığın bir tek olduğunun bilinmesi
A- Kuran-ı Kerim hükümleriyle
B- Keşfi - Gaybi deliller ile
C- Pozitif ilim yolu ile vahdeti vücudun belirlenmesi
a- Enerjinin maddeye-maddenin enerjiye dönüşmesi
b- Big - Bang büyük patlama olayı
D- Tasavvuf görüşüne dayalı açıklamalar
a- Hz. Ali (R.A.)’ın, el ilmü noktatün buyurmaları
b- Semaların gaz halinde oluşumu
c- Uzayın ve semaların genişlemesi
d- Muhiddin İbn-ül Arabinin sözü
e- Mevlidi şerifin bildirdiği
f- Matematik - sayısal yönlü belirleme
g- Afak ve enfüsde vahdeti vücud
1- Enfüsi alem
2- Afaki alemler
h- Ayet’lerin VAHDETİ VÜCUDU İş’arı
VAHDETİ VÜCUD MERTEBELERİ
1- Lataayyün - Künhü zât mertebesi
2- Taayyüni evvel-vahdet mertebesi hak varlığının ilk belirlenmesi
a- İnsanın ayna hükmünde olması
b- Suretlerin; manaları bildirmesi
3- Taayyün-i sani-hak varlığının ikinci zuhuru
4- Ruhlar mertebesi-Alemi ervah
Anatomik yapımızda ve afaki alemlerde ruhun varlığı
Afaki alemlerde ruhun, melekler olarak zuhur ve tasarrufu
Halkiyet melaikeleri
Hakkiyet melaikeleri
5- Alemi misal mertebesi
6- Alemi şehadet mertebesi
7- İnsanı Kâmil
A- Kainatın yaradılış gayesi
B- İnsanı Kâmilin vasıfları