D
E- KALBİN HAKİKATI
Kalbin hakikatına vukuf için aşağıdaki konuların açıklığa kavuşması gerekmektedir.
1- Kalbin aslı ve menşei
2- Vasıfları
3- Bölümleri-Şubeleri
4- Hastalıkları, devası, ilaçları
Kalbin Tek olduğu
Lûgat’da kalp kelimesi, çevirme, döndürme, değiştirme, gönül manalarına gelmektedir. (S.uludağ - A. yeğin)
İnsanın maddi-manevi sentez yapısında iki kalpden bahsedilmektedir. Maddi kalp, hayvani ruhun merkezidir. Maddesel yapımızın ve diğer organlarımızın canlılığı hayatın devamını sağlayan en önemli organdır. Sol memenin altında, kendine özge kaslardan teazzuv etmiştir. Yenilen gıdalar bulamaç halinde ince bağırsaklardan geçerken, çok ince damarlar vasıtasiyle, gerekli miktar ve yoğunlukta kana karışır. Kalbin ortalama dakikada 75 defa atışı - çarpışı ile, kan vücudun tüm cüzlerine dağılır. Kıldan elli defa daha ince olan ve KAPİL denilen damarlar, bedensel yapımızın maddesel yaşamı için gereken beslenmeyi tevzi ve temin ederler.
KALP; sıfatı ilahiye ile hasaisi kevniye beynini cami olan bir hakikattir. Ve bu hakikatın KALBİ SANEVBERİYE tealluku taaşuku vardır. Ve ona kalp tesmiyesi mevcudatın lübbü olduğundan naşidir. Resulullah (s.a.v)
KALP rahmanın parmaklarından, iki parmak arasındadır. Onu dilediği vasf ile döndürür. Hakteala Hz. İki parmak ile CELAL ve CEMAL sıfatlarını murad etmişdir.
Fusus Şerhi Cilt. 1 Sah. 91- Avni Konuk
Kalb iki kısım oldu, biri oldu cismani
Hem sanevberi şekil, ruhu hayvan merkezi
Biri kalbi hakiki, ruhu sultan merkezi
Odur irfan mahalli, odur iman mahalli
Hem mir’atı ilahi, hem manzari rahmani
Beşdir kalbin devası, odur kalbin şifası
Mecalisi salih evveli, oruç tutmak ikinci
Kur’an okumak üçüncü, dördü gece namazı
Hem seher vaktinde, istiğfardır beşinci.
Visali divanı sh. 18
Müellif Visali Hz. iki bölümü (kısmı) bulunduğunu belirtiği gibi daha evvelki, bayanlardada fusus şerihi A. Avni Konuk (r.a), latif olan manevi alemle, alemi kevn olarak belirlediği maddesel alemin mükevvenat’ın hasselerini - kuvveleri birleştiren - bir arada bulunduran bir hakikat olduğunu açıklanmaktadır. O halde kalb maddi ve latif olan manevi kuvvelerinin bir arada bulunduğu TEK BİR HAKİKATDIR.
Kalb’in TEK olduğu Ayet-i Kerime’de kesin şekilde bildirilmektedir.
Sureyi Ahzab: 33/4
“MA CEALELLAHU Lİ RACÜLİN MİN KALBEYNİ Fİ CEVFİHİ”
“Allah,(cc) bir insanın içinde iki kalp yaratmadı.”
Fıkıh ilmine göre; bir kimsenin karısını, annesinin bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesine (ZİHAR) denilir. Cahiliye devrinde boşamayı gerektirirdi. İslamda cezası köle azat etmek, mümkün değilse iki ay devamlı oruç tutmakdır.
Anılan Ayet-i Kerimenin devamındaki elfazı Kur’aniye, evlatlıklarında, öz evlat olmadığı ve yine aynı hukuki hükümlere tabi olmadıkları hakkındadır. İşte, insanda iki kalp olmadığına dair Ayeti, bu iki fıkh-ı hükümlü ayetler takib ederek kalbin tek olduğunu dolayılı olarak kabul ve ifade etmektedir. Öz evlat ile evlatlık, ayrı hukuki hükümlere tabidir.
Ziharın gerçekleşmesiyle öncelikle, benzetme yapılması gerekirki, Benzetme, FİKREN ve HAYALEN yapılır, Kalbin Latif yapılı manevi tarafına (bölümüne) taalluk eder. Ceza ve keffaret ise, köleyi bulmak ve oruç tutmak gibi eylemsel (maddi) bir fiile taalluk eder. Kalbin iki bölümünde meydana gelmesine rağmen, kalbin tek hakikatına raci olduğu anlaşılmakta ve anlatılmaktadır.
ASLI VE MENŞE-İ
NEFİS, RUH ve KALB, Madde + Manevi terkib yapımızın üç esaslı umdesini (temelini) teşkil ederler. Bu nedenle tafsil edilmiş, konular genişletilmişdir. Kul’un Hak’ka teabbüdü, tahayyürü, marifeti, muhabbeti, Allah’u zül Celal’in Rububiyet sıfatının kemal derecede bilinmesiyle mümkün olur. Rububiyetin bilinmesi ise, anılan üç umdelerin marifetlerinin, Allah (c.c)’ın hidayetine mukarin olarak zuhur etmesidir.
Ayet-i Kerime’de buyuruldu:
Sureyi Nur: 24/35
“Allah-u Nur’us-semavati vel Ardi”
“Allah yer’lerin ve göklerin nurudur.”
Hadis-i Kudside:
“Evvela senin nurunu - NURU MUHAMMEDİ - yaratım, Senin nurundan’da bütün kainatı yaratım.”
Bütün avalim ve içindekilerin, kalbin yaratılmaları, yokluk zulmetinden, varlığa dönüşmeleri, nur isminin tecellisiyle olmuştur. Ayet-i Kerime ve Kudsi Hadis bu hakikatı dile getirmektedir. O halde kalbin aslı ve menşe-i ve zuhuru; Zatı İlahi’nin nurunun, tenezzül ve tecellisiyle vuku bulmuştur. Zat nurunun azamet ve ekberiyeti karşısında tecelli eden tüm, maddi ve manevi varlıklar GÖLGE HÜKMÜNDEDİR.
Hak Teala, mücerret bir NURdur. O’nu görmek mümkün değildir. Şu halde HAKİKİ NURU, mazharlar, nisbetler ve izafetlerden tecerrüd etmiş bir halde görmek ve idrak etmek mümkün değildir.
O’nun idrak edilmesi, tenezzül mertebelerinin gözler önüne getirmiş olduğu perdeler arkasından, mazharlarda mümkün olabilir.
Hakiki nur, MUTLAK VÜCUD olan varlığına mugayir değildir.
Muhyiddin İbn’ül Arabi; NUR kelimesini iki manada kullanmaktadır.
1- HALKIN MEBDE’İ
“Allah-u teala bizi adem yokluk zulmetinden VÜCUD NURUNA ÇIKARDI, BİR NUR OLDUK”
Fütuhatı Mekkiye 3/412
Fusus-ul Hikem C.III Sahife. 39
Allah,(cc) bütün mevcutlarda munbasıt olan - yayılan nurdurki, buna VÜCUD NURU ismi verilir.
2- İDRAK’İN MEBDE’İ
Vücud’da sadır olan - idrak, NUR ismiyle vaki oldu. Yani AKIL manasında NURdur. İdrakin mebde-i olan bu NUR, başka birterimle ŞUHUD NURU ve İMAN NURUdur.
Ariflerden KÂŞANİ ;
Sureyi Nur: 24/35
“ALLAHU NUR-ÜS-SEMAVATİ VEL ARDİ......”
“Allah (cc) semalar ve yerin nurudur” ayetini, tefsirde:
“Nur kendi zatı ile zahir ve eşya kendisiyle zahir olan’dır. NUR ilahi isimlerden, zuhurunun şiddeti ve eşyanın kendisiyle zuhur etmesi bakımından MUTLAK BİR İSİMDİR. ALLAH VÜCUDU İLE BULUNDUĞU ve ZUHURU İLE ZAHİR OLDUĞU İÇİN, SEMALAR ve ARZ’IN NURUDUR.”
FUSUS-ÜL HİKEM ŞERHİ Cilt.III
A.Avni Konuk Sah. 37-39
İsmail Hakkı Bursevi ayni Ayetin tefsirinde:
“...Allah’u Teala, madûm olan mahiyetleri, vücud nurları ile - adem - Yokluk - gizliliğinden, FEYZ-İ CÛD’ÜYLE ZUHURA çıkarmışdır.
Rasulullah buyurdu:
“ALLAH (cc) HALKI ZULMETTE HALK ETMİŞDİR. SONRA ONLARIN ÜZERİNE, NURUNDAN SERPMİŞTİR.”
Burada halk etmek, takdir manasındadır. Zira takdir, icattan, yani vücudun izafe edilmesinden kinayedir. Mümkin, zulmet ile vasıflanmışdır, Nurlanması, zuhura çıkarmak demektir.
Aziz Nesefi (r.a) şöyle buyurmuşdur:
“Vucud birdir, gayrı değildir. Fakat bu vücudun batını bir NUR’dur. Alemin canı ancak bu NUR’dur. Alem bu nur ile malâmaldir (dop doludur). Sınırsız ve sonsuz bir NUR’dur. Sahilsiz - sınırsız bir denizdir.
Hayat, ilim, irade ve kudreti mevcudat bu NUR’dandır. Mevcudatın tabiatı, hassiyeti ve fiili bu NUR’dandır. Bu NUR’un ayinesi, mazharı ve sıfatıdır.
Muhyiddin .İbn’ül Arabi Fusus’da:
“Hak, küçük, büyük,saf renksiz olan hususi mazharlara nisbetle; cam kandil içindeki NUR gibidir ki, bakan kimseye o camın rengi ile boyanmış olarak görünür.
Her fiilde fail Allah’u Tealadır. Gölgede görülen her hareket, hakikatde sahibine ait ise, gölgelerden ibaret olan, mavcud varlıkların bütün fiil ve hareketleri, gölge sahibi olan Hak’ka aitdir.
Hak’kın vücudunun gölgesi olan, alem sayesinde, Hak’kı bilmeğe ve müşahede etmeye yol bulmuş olur. Gayb perdeleriyle örtülü olan Hak’kın vücudunuda, gölgesi mesabesinde olan ve O’nun NUR ismi ile zuhura gelen bu izafi vücud ile bilebiliriz.”
Fusus. Cilt-II- Sahife 246..248
KALBİN VASIFLARI
1- Vahdaniyet Sıfatı
Kalbin TEK olduğuna dair bölümde:
Kalp, maddi alemler - mükevvenat ve latif manevi alemlerin tüm kuvvelerini, vasıflarını bir arada bulunduran BİR HAKİKAT olduğu bildirilmişti.
Visali Hz.de Tesbihi Kamile kasidesinde aynı gerçeği ifade etmektedir:
Vahdetinle kalpleri var ettin ya allah
Vahdetinle kalplerden, münezzeh Tealasın Allah
VAHDANİYET, Allah (c.c) ‘ın zatına ait sıfatlardan bir tanesidir.Kalp, VAHDANİYET sıfatının Nur’undan yaratılmıştır. Nefs’i natıkanında sıfatı zatiyenin bütün sıfatlarının mazharı olduğu belirtilmişdi. Esasen tesbihi kamiledede bu gerçek -“ZATINLA NEFİSLERİ VAR ETTİN YA ALLAH”- mısra’sı ile doğrulanmaktadır.
Vahdaniyet, külli sıfatlardan olmakla, Sıfatı Zatiyenin diğer sıfatlarınıda ihtiva eder. Esasen kalp, nefs’in sarayı, mekan izafesinden münezzeh olarak bulunduğu yerdir.
Vahidiyet, alemi gayb ve şehadet ve içindekileri, her şeyi ihtiva ve ihata eden BİR’in hakikatıdır. Gözümüzün önünde; BİR, çokluğa dönüşmekte ve ÇOKLUK, BİR de dürülmektedir. Su, bir tek varlık olarak; BUHAR-SİS-BULUT-YAĞMUR-KAR-DOLU gibi isimlere ayrılır. Her biri ayrı cisim görünümdedir. Renkleri, tadları, şekilleri ayrıdırlar; Her birinin aslı-menşe’i araştırılırsa, kimyasal bir değişimle SU’ya dönüşürler. Evvela SU olarak BİRİKEN, altı görünümlü cisme dönüştü, erimeklede hepsi BİR oldular.
Bir başka örnek:
Erkek ve dişilik hücreleri, tek bir sentez hücre haline dönüşürler. Annenin kanındaki gıdalarla, dokuz ay ve on günlük zaman sürecinde, çeşitli suretlere, isimlere kimyasal mürekkeb cisimlere, organlar dönüşür, CENİN -BEBEK ve İNSAN haline gelir. Bedensel yapının son merhalesi ve Allah’ın (c.c) RUBUBİYET SIFATININ şaheseri, mucizesi olan insan, ilk sentez TEK HÜCRE den oluşan milyarlarca değişik isimlere, çoğalarak teazzuv eder.
Bileşik hücremiz, ilahi programın belirlediği bir süre içinde kemik hücresi çıkarır. Çoğalarak, iskelet teşekkül eder. İskeletin yine program ve plan dahilinde gerekli yerlerine organlar yerleştirilir. Beyin -kulak-göz-dil-diş-tırnak-saç-kirpik-yemek ve nefes borusu-akciğer-karaciğer-kalp-pankreas-böbrekler-tenasül organları-mide-bağırsaklar-(ince ve kalın bağırsaklar)........ve cümlesi dengeli, hesaplı, müvazeneli, şuurlu ve estetik biçimde bedensel yapıda yerlerini alırlar. Böbreklerde, milyarların üstünde, mikroskobik separatörler vardır, idrarla temiz kanı ayırırlar, vücudun savunma sisteminden, ak ve alyuvarlarda bir kaç milyar sayıdadır. Daha sayılacak şeyler var...? Saymaktan maksadımız, rahimdeki ilk TEK SENTEZ HÜCRENİN, mükemmel bir yaradılışla çokluk haline geldiğini anlatmak içindir.
Bu nasıl şuurlu hücredirki,dünya şartları içinde yaşamın gerektirdiği şeyleri noksansız tamamlanmıştır. Gerçi, onların teşekkülü,anne kanındaki gıda ile meydana gelmekte isede, her organın yerini tespit ölçülü biçimde çalışmalarını temin, aralarında tartışma yapmadan, yaşam için her birine verilen vazifeyi ahenkli olarak ifa etmek, bedensel yapının kapasitenin ötesindedir.
İnsanın yapısı, maddesel beden + alemi emir ve gaybdan gönderilen latif yapılı ruhdan ibaretdir. Yukarıdan beri anlatılanlar, insanın maddi yapısının açıklamalarıdır. Bedeni idare edecek ve ona tasarruf edecek olan ruhdur. Oda ceninin teşekkülünde kırk günlük iken, bir rivayetde dört aylık iken, hazineyi ilahiyeden gönderilir, NEFH OLUNUR.
Yaşam süreci olan ömür sınırlıdır. Bir an gelir ölür, kabire konulur. Bedensel yapısı çürür. Toprak haline gelir. Ruh ise, milyarlar ışık yılı mesafeleri bir anda göz açıp kapayacak kadar sürede, evrenin sınırlarını aşan bir makama gider ve gerektiğinde geri döner. Fizik ilminin tespit ettiği en yüksek hız, saniyede üçyüz bin kilometre olan IŞIK HIZIDIR. Ruh’un gitme ve dönme hızı, tabiri caizse metafizik bir hızdır.
Ayet-i Kerime’de buyuruldu:
Sureyi Taha: 20/55
“MİN HA HALEKNAKÜM VE FİHA NUİDÜKÜM VE MİN HA NUHRİCÜKÜM TA’RATEN UHRA”
“Sizi toprakdan halk ettim, oraya (toprağa) iade edeceğiz ve bir kere daha oradan (toprakdan) çıkaracağız.”
Gerçi biz, insanın maddesel yaradılışını, ERKEK-DİŞİ SENTEZ HÜCREDEN başlatdık, bunun daha geriside var, onuda nefs’in hakikatı bölümünde beyan etmiştik. Burada bir daha tekrarda fayda vardır. Unutulmamalıdırki, Rasulü Sakaleyn Efendimiz, aynı konuyu üç defa tekrar ederler. Hatta bazı Ayat-ı Kur’ani-yeyi sabaha kadar okudukları, sahih haberlerle bilinmektedir.
İlk hücre erkeğin sperm’inden meydana gelmiştir sperm, gıdadan ve gıda hayvansal gıdalardan, o’da ot ve bitkilerden, bitkiler topraktan yaratılmışlardır. Topraktan evvel su, daha evvel ateş, ateşden evvel hava sonra alemi misal, daha evvel alemi ervah, ondan evvel ilmi ezeli-eş anlamlı HAKİKATİ MUHAMMADİYE’NİN NURU, O’ndan evvel HAK’kın tek olan EHADİYET mertebesinden yaratılmıştır. Şimdi tekrar, kalbin, vahdaniyet sıfatının nurundan yaratıldığını açıklamıştık, İşte yaradılışımızın ilk mertebesine gittiğimizde TEK VARLIĞA – ASLIMIZA çıkmış oluyoruz. Başka bir ifade ile, biz ve bütün yaratıkların, bir varlıkdan çıkmış olduklarının hakikati tezahür etmektedir.
Böylece yaradılışımızın ilk menşei toprak ve o’ndan evvelki mertebelerlede Hak’kı Mutlak’ın tek varlığıdır. Ölümlede tekrar toprağa iade edilmekle, aslımıza dönmekte yine tek varlığa rücu etmekte olduğumuz anlaşılmış olur.
Bu hakikat Ayet-i Kerime meali ile de beyan edilmektedir.
“KÜLLİ ŞEY’İN YERCİ-U İLA ASLİHİ”
“Her şey aslına rucu eder”
POZİTİF İLMİN - (KOZMOLOJİNİN) TESPİTLERİ
Kur’an, ilmin her çeşidi ile çatışmamaktadır çünkü her ikisi, Allah’u Zül Kemal Hazretlerinin, ilim hazinesinden nebean etmektedir. Kaynak birdir.
Visali Hz. leri . Sureyi Bakaranın ilk iki ayetinde şöyle mana vermişlerdi :
Sureyi Bakara: 2/1-2
“ELİF - LAM - MİM, ZALİKELKİTABÜ LA RAYBEFİH HÜDENLİL MÜTTEKİN”
“ELİF - LAM - MİM işte bu kitap hak olduğunda şüphe yokdur. Mütteakiler için hak yolu gösterendir.”
ELİF zata, LAM sıfata. MİM ef’al’e işaretdir.
Allah’u Zül Celal (Hz.) Zat ile mevcuttur, Zatından sıfatına tenezzül ve tecelli etmiştir. Sıfat ile her şeyi ihata etmişdir. Sıfatın’dan fiillere tenezzül etmişdir. Ef’aliyle Zahir’dir (Zuhurdadır), Asarı ile, yarattığı tüm eşya - mahlukat - ile de meşhuddur. Allah (cc) beden gözü ile görülürmü..? Elbetde zati ile görülmez, çünkü alemlerden ganidir.
“İNNEL LAHE LEGANİYYÜN AN-İL ALEMİN...” (Sureyi Ankebut: 29/6) Ayet-i buna işaretdir. Visali Hz. bir sohbetinde, ALLAH’U TEALA, TOPLU İĞNE’NİN UCU KADAR ZATİYLE TENEZZÜL ETSE, BÜTÜN KAİNAT BİR ANDA YANAR MAHVOLUR.......demişlerdi.
Ancak Allah’u Teala; bihasebil esma ve eserleri ef’al ve sıfat ile görünür çünkü bunlar, zat kaynağında, tenezzülen zuhur etmişlerdir.Güneş Allah (cc) yarattığıdır. Güneşin bulunduğu mesafe yüz elli milyon kilometre. Mesafe, Güneşin zat mertebesidir. Bu mertebeye giden, erir ve helak olur. Ona yakınlık bulmak için veya helâk olmamak için, anılan uzaklıkda durmak, Atmosfer ve ozon tabakalarını geçmek ve giyimli (örtülü) bulunmak gerekir, Şimdi IŞIK ve SICAKLIĞI ile beraber bulunmak imkanı hasıl olur. Böylece bir kimse, ben zikredilen mertebelerin alt kısmında, IŞIK ve SICAKLIĞI İLE beraber güneşle bulundum, Zat mertebesinde yakınlıkla bulunamam, aksi halde yanarım derse.......Doğru ve gerçeklere uygun bir değerlendirme yapmış olur. Anlatılan bu misal Allah (cc) rüyeti konusu içinde geçerli bir görüşdür.
Visali Hz. - ZALİKEL KİTABU LARAYBE FİH..... Ayetinide şöyle izah etmişlerdi. Kitap üç nevi’dir: 2/1
1-) KİTABI TENZİLİ: İndirilmiş kitap demektir. Elimizdeki yazılı MUS’HAFI ŞERİF bu nevi kitapdır.
2-) KİTABI KÂİNAT: Her zerresiyle görülen mükevvenatdır. Harfler, kelimeler ve cümleler halinde, indirilen nushaları ellerimizde mevcut olan MUS HAF’lar, yazılar şeklinde MANALARI bildirirler, yazıdaki şekiller, mana ve mefhumları bildirdiği gibi, tüm alemleri ve içindekileri barındıran KAİNAT veya EVREN’deki suret ve şekillerde, yorumlandığı ve ibretle bakıldığı zaman, Kur’anı Kerimde yazılı olan manaların mevcut olduğu görülecekdir. Kainat kitabının okunmasına iki misal verelim:
A-) Birinci misal, Rasulü Sakaleyn Efendimize indirilen İlk Ayet-i Kerime:
Sureyi Alak: 96/1
“İKRA BİSMİ RABBİ KELLEZİ HALAK”
“Seni yaratanın rabbinin ismiyle oku...”
Kitabı Tenzili yönünden manası, Kur’anı seni yaratan Rabbinin ismiyle yani, Besmeleyi Şerifle başlayarak oku manasınadır. Daha başka manalarıda vardır. Kur’an-ı YEDİ BUTUN - üzerine indirilmiştir hadis bu hakikatı gösterir. Visali Hz.leri VETTİNİ Sureyi Şerifesini YEDİ AYRI MANA ile tefsir ettiği bilinmektedir.
Kâinat kitabını okumaya çalışalım; İKRA (OKU) emri ayni zamanda BİL emrinide içinde taşır. Yani her ibare bir şeyler bilmek içindir. O halde OKU emri, her şeyden önce rabbini bil demektir. RAB ESMA-İ İLAHİDENDİR. Rabbi bilmek Allah’ı bilmektir. Allah’ı bilmek, Rabbül Aleminin, MABUDÜN BİLHAK - İBADET EDİLMEYE LAYIK VE MÜSTEHAK olduğunu bilmektir. Allah-u Tealayı MABUD tanımak, ibadetlerinin ilk rüknü ve başlangıcıdır.
Yukarıki bahislerde, insanın men’iden ve tek hücre halinde başlayıp, muhtelif rububiyet mertebelerden geçerek insan haline gelişi anlatılmıştır. Her ne kadar insan olarak mükemmel yaradılışa ANA ve BABA sebeb olmakta iselerde, anılan terbiye sisteminden, Yaratma san’atının mükemmelliğinden haberleri yoktur....... Doğarak dünyaya geliş, ne doğan kişinin insiyatifinden ve nede sebeb olan valideynin elindedir....? Her ikisininde, sebeb oluyor görünmelerinin dışında, aktiviteleri yada iştirakları yoktur. Kitabı kainatı okumaya devam eden kişi, anılanların dışında MÜSEBBİBÜL ESBAB’ın varlığını ilim gözü ile görür, vücudu zihni ilede tefekkür eder, böyle bir tefekkür, gafletle yapılan yetmiş yıllık ibadetten hayırlıdır. İnsanı ibadet etmeye yönlendirir.
Doğum dediğimiz dünyaya gelişin sebeblerini yaratan bir SÜPER GÜÇ vardır. Sınırsız kudret ve yücelik ve kemalat ve her şeyin sahibidir.
İkinci bilebildiği ise, kendi mevhum varlığıdırki, oda sınırsız acz’in, fakrın, ihtiyacatın, cehlin, hiçliğin sahibidir. Sıfırında aşağısında eksi yönündeki sonsuza giden bir yokluk içindedir.
Bu iki kesin bilgi, kişiyi ibadet etmeye yönlendirir. Aczini ve ihtiyacını anlayan insanı, bu ihtiyaçları yerine getirebilme yeteneğine sahip olan, süper güç Allah-u Tealaya iltica etmeğe sevk eder. İşte anılan, anlayış kalbe yerleşince, bedensel yapıda eyleme dönüşür ve İbadetler başlar.... Kâinat kitabını okumak, kişiyi, yaradılışın esas gayesi olan ibadete döndürür.
B- İkinci misal; Ayet-i Kerime’de buyur uldu:
Sureyi Bakara: 2/255
“VE HÜVEL ALİYYÜL AZİM”
“Allah (cc) çok yüce ve çok büyüktür”
Şimdiye kadar, maddi alemin yapısı ve işlemesiyle ilgili çok bahisler yazılmıştır. İnsanın yapısı, güneş sistemi, galaktik sistemler ve her birinde, Allah’ın kudreti, ilim ve irade sıfatları ve tüm kemalat ile yaratılmış olması, yaratan zat’ın Kadir ve Alim ve Mürid ve yaratma sanatının en büyük sanatkarı olduğunu göstermektedir. İnsan eliyle çıkan çeşitli sanat eserlerinden, sanatkarın mükemmeliyetine intikal edildiği gibi, kainat yapısındaki, Kemal sıfatlarıda, Allah (c.c) Hz. nin yüceliğini büyüklüğünü göstermektedir. Yani, Mus’haf-ı Şerifde kelimelerdeki mana ile ortaya çıkan büyüklük; eşya ve tüm yaratıklara bakmak suretiyle, Kâinat kitabında zahir olmaktadır.
3- KİTABI NATIK : Konuşan kitap demektirki; Oda Ekmelüttahiyye (s.a.v) efendimiz ve O’ndaki maarif ve güzel ahlaktır. İndirilen kitab Kur’an daki manalar peygamberimizin konuşmaları ve onun, varisi olan Kümmelini Evliyaullah hazeratının sohbetleride Konuşan Kitaptır.
Nitekim Hadis-i Nebevide : “EL İNSAN VEL KURAN TEV’EMAN” İnsan ve Kuran ikizdirler demektir- Kur’anda İLM-İ YAKİN bildirilen mana ve hakikatler, İnsanı Kamil’in, ahlakında ve yaşantısında ve sohbetlerinde, fiil olarak zuhur ettiğine işaretdir. İkiside ayni hakikatın temsilcisi ve bildireni kabul edilmiştir. Bu nedenle KUR’ANLA, İNSANI KAMİL ikizdirler.
MÜSPET - POZİTİF İLİM GÖRÜŞLERİ
Kozmoloji’nin 1994 Yılı içindeki tesbitlerine göre :
Evren’in görülebilen ve görülemeyen sınırları içindeki tüm âlemler, ağırlığını kaybetmeden ve tutarak, KOZMİK YUMURTA halinde veya daha küçük çapta idi.
Çok büyük kesafetde evrenin tüm ağırlığını taşıyor. Sayıları ve nevileride kesin rakamlarla bilinemeyen bütün yaratıkları, maddesel ve latif vasıflariyle, özellikleriyle içinde bulunduruyordu. Bildiğimiz kainat henüz yokdu......Bu kainatı bu günkü hali ve düzeni ve hamil olduğu her şeyiyle, meydana getirecek, zuhur ettirecek, ihtişamlı bir nizamla tanzim edilecek POTANSİYEL ENERJİYE - GÜCE POTANSİYEL KEMALATA sahibdi. Henüz hiç bir şeyin yaratığın mevcut olmadığı kabul edilen ON BEŞ MİLYAR YIL evvel ki zaman sürecinin dışında KAİNATIN İLK VARLIĞI - KÖKENİ - NÜVESİ - ASLI - ÇEKİRDEĞİ böyle kabul edilmektedir.
Takriben onbeş milyar yıl önce (daha fazla veya noksan), büyük bir patlama oldu. Buna ingilizce lisanı ile BIG-BANG deniliyor. Patlama ile birlikte ve çok küçük zaman süreci içinde =1032=ON ÜZERİ OTUZİKİ SIFIRLA belirtilen rakamın takabül ettiği (+ARTI SICAKLIKDA) enerji meydana çıktı. Bir süre sonra enerji gaz haline dönüştü, Gaz haline dönüşümle birlikte, atom altı parçacıkları denilen; NÖTRON, PROTON, ELEKTRON, NÖTRİNO, ATOM ÇEKİRDEĞİ, KUARK ve FOTON’lar zuhura geldiler ve atom boşluğunda, hareket etmeye başladılar veya (Adem - yokluk zulmetinden, varlık alemine gelmenin sevinci ile RAKS etmeye başladılar). Bunlar, atomları, kendine özge yapısı ile teşekkül ettirdi, atomlar molekülleri meydana getirdi ve moleküllerde ilk maddeyi oluşturdular.
Madde ile yüz küsur adet basit (ELEMNT)’ler oluştu, Her birinin atom altı yapılarındaki Nötron ve elektronların değişik yapılarda oluşları, Element’leride, birbirinde mütamayiz ve müstakil cisimler, eşyalar halinde zuhurlarına sebeb oldu. Daha sonra, -COMPOSÉ- mürekkeb cisimler haline intikalle birlikte, yıldızlar yapılaştı. Yıldızlar galaksileri (Yıldız Adaları) ve galaksilerde, salkım galaksiler halinde KOLONİLER teşkil ettiler.
Koloniler aynı birer galaksi halinde Uzayda yerlerini aldılar; Uzay genişlemeye, galaksilerde, birbirlerinden uzaklaşmaya-kaçışmaya başladılar. İlk teşekkül eden galaksilerin uzaklaşma hızları, sonrakilere nazaran daha fazla olmak üzere, tahminen ON BEŞ MİLYAR seneden beri devam etmekte, uzay genişletmekde ve evren büyümektedir. On milyon ışık yılı uzaklıktaki galaksinin uzaklaşma hızı saniyede 25 Km. dir. Dünyaya olan uzaklığı on milyar ışık yolu olan galaksilerin kaçış hızı saniyede 250.000 Km. dir.
İlk zuhur anındaki, (1032+) sıcaklık oluşum süreçleri içinde tedricen soğumaya başladı. Bu gün ve yazılarımızın devam ettiği anlarda, çok yüksek olan, artılı sıcaklık, (-273) santigrat dereceye düşmüştür. Uzayın her tarafında ve yönünde bu sıcaklığın var olduğu kabul edilmektedir.
Derlenen bilgiler, değişik millet kökenli her biri sahasında zaman zaman uzman olan bilginlerin ayrı zamanda yaptıkları tespitlerdir. Birinin kendinden öncekinin keşif ve tespitlerinden yararlanarak ilave ettikleri bilgilerle 1994 yılı seviyesine ulaşmıştır. İsabet dereceleri değişik veya noksanları olabilir.
Onların bu çalışmaları, ALLAH’IN VARLIĞINA, BİRLİĞİNE ve TEKLİĞİNE İslam dininin ehli sünnet inanç sistemine uygun ise, hizmetleri zayi olmaz, me’cur olurlar.İslami itikadden yoksun iseler mesul olurlar. Çünkü, - İLİM MALUMA TABİDİR - ilim sahibi Allah-u Tealadır. BÜYÜK PATLAMA ismiyle anılan ve milyarlarca sene evvel HESAPLI ÖLÇÜLÜ MUVAZENELİ BİLGİLER ışığında vukubulmuş bir olayı müşahede etmek bu günün teknolojik imkanları ve aletleriyle tespit etmek, O’nu inşa ve ibda etmek değildir. O olayın yücelik ve tüm ayrıntıları bilgilerini, ON BEŞ MİLYAR yıl önce, kuvveden fiile çıkaran ZATI EKMEL’in kudretinde, kemal ve yüceliğinde aramalıdır.
Olayın bir başka yönüde, tek bir sentez hücreden başlayıp muhtelif aşamalardan geçerek, mükemmel insan haline gelen Bedensel organizmaya, ANA - BABAnın sebep oldukları, dıştan bakışa göre, öyle göründüğünü hakikati halde, yaradılış sanatından haberi olmadığı bir gerçektir.
Binaenaleyh BIG - BANG teorisinide gerçek kabul ederek, 1994 yılı anlayış seviyesine getiren, bir grup alimlerin durumu da, insan yapısının mükemmeliyetine sebep olan ANA - BABA nınkinden farklı değildir........
Aslında onların bilgileride, KAİNAT KİTABINI OKUMAKTAN ibaretdir.
Bir kitabı okuyan, okuduğu kitaptan elde ettiği bilgileri kendine mal edemez, yani benimdir diyemez. Kitabın yazarından naklen öğrenir onu takdir ve tebcil eder ona ibretle bakarak okuyanlarında yapacağı iş icad inşa ve ibda eden sahibini öncelikle bilmek, sonra onu yüceltmek, hamdü senalar etmektir. Hâlik, Mübdi, Mucid, Allamül Guyub, Kadir melik ve Sultan ve Hakim ve mutasarrıf, bilinen ve bilinmeyen kemalatın sahibi; süper üstü-süperüstü. Sonsuza dek süperlerin üstünde olan ALLAH-U ZÜ’LCELAL HAZRETLERİDİR. O’nu bilmek en büyük saadet. Bilememek en büyük felakettir. Bilmenin anahtarı her biri diğeriyle AYNİ HAKİKATLERİ BİLDİREN üç kitabı yani KİTABI MÜNZEL olan KUR’AN-I KERİM, KİTABI TEKVİNİ OLAN KAİNAT KİTABI ve KİTABI NATIK olan Hz. Peygamber (s.a.v) ve O’nun varisleri olan İnsanı Kâmil’lerdir.
2- Büyük patlamayı doğrulayan ŞER-İ DELİLLER ve kainatın genişlemesi
Sureyi Yasin: 36/82
“İNNEMA EMRUHÜ İZA ERADA ŞEY’EN - EN YEKULE LEHÜ KÜN FE YEKÜN....”
“Allah (cc) bir şeyi yaratmak istediği zaman, O’nun yaptığı ol demekten ibaretdir. Hemen oluverir.”
Ayet-i Kerime’de buyuruldu :
Sureyi Kamer: 54/50
“VEMA EMRUNA İLLA VAHİDETÜN KELEMHİN BİLBASARİ”
“Biz bir şeyin olmasını murad ettikmi) emrimiz ancak bir göz kırpması gibidir”
Allah-u Teala’nın ilmi ezelisinde takdir edilmiş olan hükümleri bir göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman süreci içerisinde zuhura gelir ve yerine getirilir.
Bütün mükevvenatın yaratılmadan evvelki durumu ise, BUHARİ hadisinde şöyle belirtilmektedir. : C.4 Bab. 22
“KANELLAHU VELEM YEKÜNNE ŞEY’ÜN KABLEH”
“Allah (cc) vardı mestur olan varlığının dışında hiç bir şey yoktu......”
Kainat Mehmet Eminoğlu Sh. 22
Allah (c.c)’ın bilinemez olduğu mertebeye işaret edilmektedir. Muhyitdin-i İbn’ül Arabi (r.a) LA TAAYYÜN, BELİRSİZLİK mertebesi buyurduğu makamdır. BÜYÜK PATLAMA teorisi ile ilgili olarak, şu bilgiler vardır:
“Zaman yoktu, uzay yoktu....Madde ve enerji yokdu..... hiç bir şey yoktu. En küçük bir nokta, boşluk bile yoktu. Bu yokluktan küçücük bir kıpırtı belirdi. Ufacık bir titreme, hafif bir dalgalanma, belli belirsiz bir girdap.......... Bu kozmik kutunun kapağı açıldı ve altında yaradılış mucizesinin filizleri belirdi.......
-.....Güneşin etrafında dönen gezegenler daha yok iken gökyüzünde yıldızlar mevcud değilken, uzayın sonsuz derinliklerinde galaksiler yerlerini almamış iken, evrende hiç bir şey, ama hiç bir şey yoktu.-
-Bu günkü mevcud deliller, evrenin milyarlarca yıl önce BIG BANG ile başladığını göstermekdedir.-
Geçmişte belli bir zamanda tüm madde ve enerjinin belli bir hacimde toplandığını kabul etmek zorundayız. Gaçmişteki bu zamana sıfır zamanı diyelim. İşte bu sıfır zamanı, evrenin başlangıç zamanı olarak düşünülmektedir”
Taşkın Tuna Sahife. 12 Uzayın Sırları
Mevlüt müellefi SÜLEYMAN ÇELEBİ Anılan Gerçekleri icmalen dile getirmiştir.
“OL DEDİ BİR KERE, VAR OLDU CİHAN
OLMA DERSE MAHV OLUR OL DEM HEMAN”
Yukarılarda POZİTİF İLİM GÖRÜŞLERİ başlığı altında, kainatın yaratılmadan evvel, yaratılmış kainat içindeki her şeyin, maddesel ve İlim-Kemalat olarak KOZMİK YUMURTA veya NOKTA halinde, potansiyel güç halinde var olduğu açıklanmışdı. İlk KÖKENİ - ASLI - MENŞEİ - NÜVESİ - ÇEKİRDEĞİ dir denilmişdi.
Tohumun içinde, mensubu bulunduğu ağacın tüm vasıfları, özellikleri mevcud olduğu gibi ...Keza, erkek-dişilik sentez hücresinin yapısında, doğacak çocuğun tüm özellikleri, vasıfları var olduğu gibi, kainat ağacının, filhal zuhurdaki yapısının, muhtevasında bulunan, onu kainat yapan her şeyde, KÜNHÜ ve İÇ YÜZÜ bilinemiyen BİNG BANG öncesinde - tohumunda bulunmaktadır.
Kocaman mükevvenat, nasıl olurda bir yumurtanın içinde maddesel ve madde ötesi letafet yapısı ile var olur,..........? denilirse. Çelebimizin, OL DEDİ BİR KERE VAR OLDU CİHAN benzetmesi dışında söylenecek başka bir şey yoktur. Bu hususu kimyevi bir analizle veya fiziksel ilimler ile anlamak imkanı yoktur. Yapılan açıklamalar tohumun yapılan deneylerle meydana çıkarılmış olmasının bilgileri değildir. Ağaç varlık alemine geldikten sonra, ağaç olarak yapısının bilinmesinden yani “İLİM MALUMA TABİDİR” kaidesinin mefhumundan neşet etmektedir. Ağacın tohumundan geldiğini kesin olarak bildikten sonra, sebeblerini, iç yüzünü, künhünü bilememek, insanın ne kadar aciz olduğunu göstermiyormu...?
İbn’ül Arabi (k.s) Hz. nin bu makama LA TAAYYÜN - BİLİNMEZLİK, BELİRSİZLİK mertebesi isimlemesinin isabeti şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Burası hakkı mutlakın zât mertebesidir.
Ayet-i Kerime’de:
Sureyi Al-i İmran: 3/28
“VE YÜHAZZIRİKÜMÜLLAHÜ NEFSEHU”
“Allah’ın nefsinden, zatından hazer ediniz, sakınınız” demektir.
Hadis-i Şerif’de Buyuruldu:
“LA TEFEKKERU Fİ ZATİLLAH....”
“Allah’ın zatını tefekkür etmeyin” demektir.
3- Kalbin Genişlemesi
Kalp; maddesel alemleri ve gayri latif alemleri muhtevasında bulunduran bir hakikatdır diye tarif edilmişdi. O halde kalbin genişlemesinde bu iki yönü ile ele almak gerekecektir.
a) Kalbin Manevi Yapısı ile Genişlemesi
Bu insanın kalbidir. İnsanın kalbinde potansiyel bir güç olarak genişleme hassası vardır. Ancak her insan bu genişliğe bil fiil sahip değildir. Kabire konulduğu zaman kabrin genişlemesi kalbin hasselerindendir.İmanı kurtaracak seviyeye geldikten ve hayvaniyet sıfatlarındanda kurtulduktan sonra, bu mü’minin kabri genişler, Evvela bulunduğu beldeyi, sağ iken temekkün ettiği evini, ibadet yerlerini, camileri mübarek gecelerde, bir seviye daha ileri mertebede, Cuma geceleri, bir seviye daha Türkiye coğrafyası kadar ve daha ilerisi, dünya coğrafyası ve semalara yükselerek, kainatın esrarını, bilinmesine müsaede edildiği kadar ve ibadetlerinin, ilim ve marifetinin derecesi nispetinde seyr ve temaşa eder, melekleri görür, Semanın diğer sakinleri ile görüşebilir. Cennetdeki makamını müşahede eder. Daha neler görür? Hakikatini Allah-u Teala bilir.
Hace-i Kainat efendimiz Hadis-i Kudsi’de buyurdular;
“BEN YERLERE GÖKLERE SIĞMADIM, FAKAT MÜ’MİN KULUMUN KALBİNE SIĞDIM”
Keşfül Hafa-C.II Sh. 195 İrfan Gündüz - Gümüşanevi Sh. 190
b) Kalb’in maddesel yapısı ile genişlemesi
Evren ve uzayın genişlemesi içinde milyarlarca yıldız barındıran ve bu nedenle YILDIZ ADASI anlamında isimlenen GALAKSİ’lerin birbirlerinden kaçar gibi uzaklaşmakta olduğu, POZİTİF İLMİN GÖRÜŞLERİ bahsinde açıklanmıştı. UZAY’ın genişlemekte olduğu, kainatın büyümeğe devam ettiği, Galaksilerin uzaklaşmakta oldukları, kozmolojinin kesin kabul ettiği tesbitlerdir.
Müspet ilmin kesindir dediği GENİŞLEME olayı Kur’anı Azimüşandada çok açık ve kesin hatlariyle bildirilmektedir.
Ayet-i Kerime’de buyuruldu :
Sureyi Zariyat: 51/47
“VES SEMA-E BENEYNEHA Bİ EYD’İN ve İNNA LEMUSİUNE”
“Biz semaları kuvvetle bina ettik ve biz onları genişletmekteyiz”
Kalb, Bir başka yapısı ile; SIFATI FİİLİYENİN MAZHARIDIR.
Sıfatı Sübutiye’nin mazharı olan RUH’da bilkuvve mevcud hasseler, vasıflar, kemaller sıfatı fiiliye ile, kalbin maddesel ve manevi fiilleri ile zuhura gelir. Zuhur mertebesinde dördüncü derecede fail, sıfatı fiiliyedir. Onun üzerinde sıfatı subitiyedir. Üçüncü derecede fail demek caiz olur, onun fevkinde ikinci derecede fail Allah-u Teala’nın ZATINA MAHSUS NUR’dur. Her şeyin avalimin eşya ve cisimlerin ikinci mertebe ve zuhur yeridir. Bununda fevkinde birinci derecede, ilk ve HAKİKİ FAİL olan, Zatı Mutlakı Hakkın Ehadiyet mertebesidir. Burada her şey biter ve son bulur. BİLİNEMEZ BELİRSİZ’dir denilmenin dışında yapılacak olan SÜKÛT’dur. Hem dil ile susmak ve hemde kalb ile susmaktır. Böyle olduğunu bilmek sefa verir, Künh ve mahiyeti hakkında düşünmek EZA - SIKINTI verir. Çünkü Allah-u Teala, bu mertebede kendi hakikatını yine kendi bilir. Biz kullarına bu mertebeyi bilme izni verilmemiş, insan yapısının vüs’ati - kapasitesi - kabiliyeti, bu mertebeyi bilme olanağına uygun yaratılmamıştır.
Kalbin Zahir - Batın Müşterek Vasıfları
a- Kalp, İSMİ ADL’in mazharıdır, Bedenin sebebi itidali ve nefsin baisi adaletidir. ADL, Allah-u Teala’nın güzel isimlerindendir. Allah (c.c) adildir, haşa, zulümden münezzehdir. Herkese hakkını verir.
Lûgavi - şer’i manasında adalet; HER ŞEYİ MEVZİİNDE (yerli yerine koymak), hak sahibihe hakkını vermek, hak ve hukuka uygunlukdur. Her şeyi mevziine koymak kainat düzeninde cisimler eşya ve bütün yaratıklar, düzenin gerektirdiği hangi işi yapmak için yaratılmışlarsa, yaradılış gayelerine uygun hal ve suretde, düzendeki yerlerine konulması adalettir. Aksi yöndeki yerlere vaz edilmeleri zulümdür.
Mesela, bir özel otonun, yaradılış veya oto yönünden imal edilmesinden maksat, SEYR ve YÜK TAŞIMAKDIR. Bu maksadı elde etmek için Binlerce parça evvela imal edilir ve sonra yerli yerine monte edilir. İmalat ayrı bir işdir. İmal edilen parçaları yerli yerine koymak ayrı bir sanattır. İşte, yukarıdaki tarifimizde montajı her birinin imal edilmiş maksadına göre iş yapmasının gereği olan, kısma konulması adaletdir. Bu parçalar yer değiştirsede düzen bozulur, oto araba çalışmaz.
Keza, insan bünyesindeki, çok değişik yapıdaki organların çalışma düzenindeki görevleri yerine getirmek için, konulmaları, bulunmaları gereken yerlerin tesbitide ADALET gereğidir. Organların yerlerini değiştirirseniz bünyenin çalışması bozulur.
Bu iki misali evrenin tüm yapısına ve o yapının İLAHİ düzeni ile karşılaştırdığımızda güneşin, ayın, yıldızlar ve galaksilerin, dünyanın güneş ve ay ile olan çok ölçülü mesafesinin her canlının yaradılışındaki gayelerine uygun bir düzen içinde, düzenin gerektirdiği, vüs’at kapasite ve kaabiliyette ve yerli yerinde konulmasıda bir ADL’dir.
İnsanın gaybi hüviyetindeki, latif ve ruhsal yapısındaki, manevi organlarının yapısı, görevleri, işlemesi maddesel yapı ile düzenin gerektirdiği birliktelik - bir arada bulunma hassası ve bilemediğimiz diğerleride, âdil olmanın neticesidir.
Tek hücreli mikroskobik canlılardan, atomlara, galaksilere ve ruhun kuvvelerine kadar en küçük düzenden en büyük nizama kadar her şeyin muvazeneli yaratılması, işlemesi, her şey ile, KALBİN ADL isminin ve ADALET SIFATI’ından meydana gelmektedir.
b- FEYZ’in Kalb’den İnbias Etmesi- Aktarı Suvere Yayılması
Feyz; tüm canlıların ve Aktar’ı Semavatın, ilahi düzendeki görevlerini yerine getirebilecek KIVAMA, ORTAMA, GÜÇ’e sahip olmaları ve bu hasseleri devam ettirme sıfatıdır. Kayyum esmasının tasarrufu ile meydana gelir. Çiçeğin renk ve kokusu ile varlığını devam ettirmesi, insanın her hareketi, bilgileri hafızasında muhafazası, konuşması, görmesi, yaradılmışların eşref ve ekmal’i olmasını gerektiren ve onların devamını sağlayan, Kalbin MADDESEL ve LATİF hasseleridir.
Ampuller ve aletler cümlesi elektrik gücü ile çalışması -varlığını sürdürmeleri gibi, evrendeki tüm yaratıklar, görevlerini YAPMALARI ve DEVAM ETTİRMELERİ, FEYZ ile oluşmaktadır. Cereyan kesilince, şehirler zulmete döner, elektromağnetik kuvvetle çalışan aletler bir anda hayatiyetlerini kaybettiği gibi, Tüm kainat nizamında feyz kesilince atalet ve yokluğa dönüşür. Göz açıp kapayacak kadar olan zaman süreci içinde oluşur. Mevlüt müellifi Süleyman Çelebi’nin, sözü yine geçerli hale gelir....”OL DEDİ BİR KERRE VAR OLDU CİHAN. OLMA DERSE MAHV OLUR OL DEM HEMAN”
c- KALP ALLAH (cc) ismi şerifine muzahidir.
Allah (cc) ismi şerifi, esmaı ilahiyenin hepsine cami olduğu, hepsini muhtevasında bulundurduğu gibi, Kalpte, BATIN alemlerinin, Eş anlamdaki başka bir ifadesiyle, maddesel ve latif-gaybi-latif varlıkların cümlesini çininde bulundurur. Bu nedenle ALLAH (cc) ismi şerifine muzahi-benzerdir.
HAY, ALİM, KADİR, MÜRİD, SAMİ, BASIR, MÜTEKELLİM isimleriylede sıfatı fiiliyeden olan KALP, eylemsel tasarruf sahibidir. Yani yukarıdan beri sayılan kainat düzeyindeki tüm fiiller, O’nun vasıtasiyle kuvveden fiile dönüşür.
d- Zahir İle Batın Arasında Berzah’dır.
Berzah, geçit - geçiş yeri demektir.
Binanın, muhtelif aşamalardan geçerek inşa edildiğini düşünelim.
İlk defa insanın kalbine - iç âlemine İNŞAAT YAPMAK HATIRASI gelir. Gelen hatıra kendi inisiyatifiyle değil Allah’ın KÜLLİ İRADESİ ile gelmiştir.
İkinci defa bu hatırayı, bilgi dağarcığındaki kapasitesiyle değerlendirmeye tabi tutar. Akıl, mefkure, hafıza, hayal - vehim gibi, latif varlıklar olan bu kuvvetleriyle, BİNAYI İNŞA ETMEYE karar verir. Bu safhaya VÜCUDU ZİHNİ’de diyebiliriz, Çünkü varlığı zihnen teşekkül etmiştir. Buraya kadar olan kısım, İnsanın Batıni veya gaybi ve yine eş anlamlı, madde ötesi manevi yapısında zuhura gelmiştir. AKIL, FİKİR, HAFIZA ve benzerlerinin maddesel bir yapıları yoktur.
Şimdi binamızın ikinci safhası başlamaktadır.
Arsa temini, plân yapımı, ruhsat alınması, işçilik, finansman ve (demir - çimento, kireç, tuğla, su ve banyo tesisatları, elektirik tesisatı, sıvalar v.s.) malzemelerin temini, en sonunda, sigorta ödemesi, belediyeden kullanma izni ve son aşama MEFRUŞAT’la tefriş edilmesi. Bu anılanlar, binanın MADDESEL yönünü veya bölümünü teşkil ederler.
Hatıra-akıl, fikir, hafıza ve diğer benzerleriyle meydana gelen İNŞA ETME KARARI VERİLMESİ, batın yönümüzle oluşan kısımdır. Maddesel malzeme ve ekleriyle meydana gelen bölüm ise ZAHİR yapımız la ilgilidir. Binanın meydana gelmesi için ikisininde varlığı şarttır. Bina bitinceye kadar ZAHİR ile BATIN arasındaki HABERLEŞMEYİ BAĞLANTIYI, İLİŞKİLERİ tanzim eden, KALBİN, ZAHİR ve BATIN ARASINDA BERZAH oluşudur. Yani ikisi arasında köprü ve geçiş yeridir. Bina ancak bu ikisinin birlikte çalışmasıyle meydana gelecekdir. Başka alternatifi de yokdur. KALBİN, BERZAH OLUŞUNUN izahı ve gerçeği budur.
İnsanın bu iki yönlü veya bölümlü yaşantısında hakim olan, batın tarafıdır, Çünkü o hakim ve sultandır, onun sözü geçer, onun dediği olur, zahir tarafımız MAHKUM ve MEMURDUR, Amiri olan batın taraftan gelen emirleri yerine getirir. İtiraz etmez, esasen itiraz etmeye gücü yoktur. Göze bakmayı emreden akıl hakim ve amir olduğundan göz çektiği fotoğrafları, resimler halinde hayal kuvvemize gönderir ve orada değerlendirilmeye bırakılır. Bedensel yapıdaki tüm organlarımız, göz misali gibidir.
İslam dininin inanç esasları olan imanın aslı; kalbin tasdikidir demenin manası da budur. Dil ikrar etmesede, kalben tasdik esastır ve kişinin mü’min olması için yeterlidir.Çünkü dil tercümanıdır, tercüme edilen şey esas alınır. Ona ilave yapılmaz.
(KALBİN VASIFLARI BÖLÜMÜN’DE - Başlıklar halinde yazılı olan hususlar, Ahmet Avni Konuk - FUSUS - I Hikem Cilt.III Sah.1’den alınmıştır.)
c) Kalbin Şubeleri ve Mertebeleri
Kalbin hakikatı bölümünde şimdiye kadar yazılanlar, Allah-u Teala’nın AFAK ve ENFÜS’de rububiyet sıfatıları yönünden bilinmesine müsade edilen sınırlar içerisinde yeterli bulunmaktadır. Ancak Urefa’yı Kiram’dan olan zevat’ı zev-il ihtiram kalbin ŞUBE ve MERTEBE’lerini tesbit etmişler, bir terbiye sistemi halinde geliştirmişlerdir. Cenabı Zü’l Celal vel Kemal Hz.’leri, yarattığı her şeyde EL MÜBDİ ismi şerifiylede tecelli ve zuhur etmektedir. Bu kadar çok sayıda insanlar, aynı halkıyet ve hakkıyet kanunlarına göre yaratılmış olmalarına rağmen, NEŞ’E ve MEŞREB’leri biri diğerinden mütemayiz vasıflarla zuhurları, Hak Teala’nın ibda edici san’atının tezahürleridir. İnsanların boyları, kiloları, parmak izleri, dış suretleri ve manevi yapıları ile kendilerini, diğerlerinden ayırıcı hal ve derecelerde yaratılmıştır.
Zat-ı Ecelli alâ Hz.leri, kendi zatı ile, hiç bir şeye ve mahlukuna benzemediği gibi, yarattıklarıda, her yönü ile ve aritmetik ifadesiyle yüzde yüz diğer hemcinslerinin aynı değildir. İbda etme san’atı Hakka racidir.
Bahçedeki çok çeşitli çiçekler, her biri ayrı güzellikte, rayihada ve görünümdedir. Aslı itibariyle hepsi topraktan bittiği halde, çiçek olma özelliklerinin değişik yapıda olması gibi, Evliyaullah hezeratının da, Kur’an-ı Kerim’e tebaiyet, takva, amel ve ihlasda ortak yönleri olmasına rağmen neşe ve meşrebleri mütefavit’dir.
Kalbin Şubeleri - Tabakaları
Müellefimiz-üstadımız Visali Hazretleri Sureyi Şems kasidesinin ledünni açıklamalarında, kalbin tabakaları ismiyle konumuza temas etmektedir.
KALBİN YEDİ TABAKASI MİRAÇ YOLU BİLMELİ
SADIR’DIR ANIN BİRİ - NURU İSLAM MADENİ
FUADDIR İKİNCİSİ KEŞFİ AYAN MADENİ
ZAKİRLERİN RÜYASI TECELLİ-İ ESMA NURLARI
ZATI KALBDİR ÜÇÜNCÜ NURU İMAN MADENİ
KAMİL OLSA İMANI TECELLİ EFAL ŞUHUDA
ŞEGAFDIR DÖRDÜNCÜSÜ, AŞKI İLAHİ MADENİ
KAPLAR AŞKIN ENVARI GÖRMEZ HAKDAN GAYRIYI
HABBETÜL KALB BEŞİNCİ MUHABBETULLAH MADENİ
HAKAYIKI EŞYANIN ASLI NURU MUHAMMED ŞUHUDU
NOKTAYI SÜVEYDA ALTINCI İLMİ LEDÜN MADENİ
SIRRI KADER ŞUHUDU KABE KAVSEYN MAKAMI
BEYTÜ İZZET YEDİNCİ, İLMÜ ESRAR MADENİ
ALLAHIN HAZİNESİ, ZATÜ EHAD MAKAMI.
1- SADR lugaten SİNE ve GÖĞÜS olarakbilinir. Kişiyi, İslamın esaslarını, farz, vacib sünnet müstehab, mubah, haram, mekruh, müfsid olarak bilinen ve Ef’ali Mükellefin tesmiye olunan hükümleri bilme olanağına sahip olan kalbin şubesinin adıdır. Kalp, şerh’e mazhar olunca inşirahı kalb husule gelir, Yukarada belirtilen ve İslamın tüm hükümlerini, kabul etme, idrak etme, hazmetme, amel etme, ilmel yakin, ayn’el yakin ve hakkal yakin mertebelerine yükselme halleri zuhura gelir. Kalb ilahi marifet nuru ile nurlanır. Hazreti Peygamber (s.a.v) göğsünün açılması - Şerhi Sadr Mucizesi ile ETEM ve EKMEL derecede İnşirahı Kalbe sahip olmuşlardır.
Ayet-i Kerime’de buyurulduğu vechile :
“RABBİ-Ş RAHLİ SADRİ ve YESSİRLİ EMRİ, VAHLUL UKDETEN MİN LİSANİ YEFKAHU KAVLİ.......”
“Rabbim göğsümü şerh et (genişlet)”
Musa Aleyhissalam bu dua ile, yukarıda açıklanan hususların sahibi olması için RABBİM SADR’IMI ŞERH ET şeklinde dua ve niyazda bulunmuşlardır. Ulül azam bir Peygamberi Zişan’ın duası olarak önem taşımaktadır.
İnşirah Suresindede şöyle buyurulmuştur :
Sureyi İnşirah: 94/1
“ELEM NEŞRAH LEKE SADREKE.......”
“Ey Muhammed (s.a.v) Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”
Vacib-i Teala Hz. Peygamber zişanına Cemile ve İkram olmak üzere, ŞERHİ SADR ihsan eylediğini belirtmektedir. Bu ayni zamanda kalbin genişlemesidir. Ancak, bir kalbin inşirahı, Allah-u Teala’nın FADL’I, KEREMİ ve İHSANI ile zuhur edeceği, anılan Ayet-i Kerimelerde anlaşılmaktadır.
2- KALBİN ZATI, iman cevherinin merkezidir.
İmanın şartları olan AMENTÜNÜN esaslarına yani; ALLAH’A, MELEKLERE, KİTAPLARA, PEYGAMBERLERE, KADERE, HAYIR ve ŞER’RİN ALLAH ‘dan geldiğine inanmak kalbe ait hasselerdendir. Amentünün sayılan esasları MECZUB ve KALB CAZİB’dir. İslamı ve İmanı kabule istidad’lı olan kalp amentünün esaslarını celbeder-cezbeder ve derhal kabul eder. Mıknatıs, demir ve çelik gibi madenleri nasıl içine çeker ve bırakmazsa kalpte içinde mevcut bulunan İMAN NURU ile, amentü esaslarını kendi cezbeder ve bırakmaz. İmanın ALTI DERECESİ ve BEŞ ADED’de nevileri vardır, Kalp bunlarda dahil olduğu halde, İmani hakikatları ayrıntılariyle birlikte tesbit, teemmül ve tefekkür eder. İleride, Akaid ile ilgili Amentünün şartlarından istihrac edilen 54 Farz’ın açıklamalarında bu konu tafsil edilecekdir.
3- ŞEGAF : Muhabbet - Aşk merkezidir. beş derecesi vardır.
a- Sevilenin (Allah’ın emirlerini) arzusunu yerine getirme
b- Ondan başkasına yer vermeme (Muhabbeti Tahsis)
c- Allah’ın düşmanına düşman olma
d- Allah’ın dostuna dost olma
e- Aşıkla maşuk arasındaki halleri gizli tutma
4- FUAD: İlahi tecellileri temaşa - seyretme mahalli’dir.
Ayet-i Kerime’de buyuruldu:
Sureyi Necm: 53/11
“MA KEZEBEL FUADÜ MA RAE”
“Fuad gördüğünü yalanlamadı”
İlahi tecellilerin zuhur mahalli olması nedeniyle, FİRASET, MÜŞAHEDE, MÜKAŞEFE ve İLHAM suretiyle VARİDAT’İN TULU’U
Visali (Hz.) şifahi sohbetlerinde, Ödemiş’ten İzmir’e trenle seyahatleri esnasında, bir süre, DUALAR ve TESBİHLER okudu.Bitiminde (EVRAD OKURUZ, VARİDAT GELİR) dediler. İşte FUAD, kalbin bir şubesi olup, manevi varidatın-bilgilerin, ehlikeşif olan velilerden zuhur ettiği mahaldir. Muhyiddin-i İbn’ül Arabi, Mevlana divan sahibi olan evliyayı kiramın yazdıkları kitaplar, kasideler, hep ilham suretiyle hazineyi ilahiyeden gelmişdir. Peygamberler Aleyhissalatü Vesselam hazeratına vahiy olarak gönderilen İlahi kitaplar ile ehli keşfe İLHAM ile tulu edilen bilgiler, hepside aynı kaynaktan gelmektedir. En kuvvetlisi KUR’AN-I MECİD SONRA HADİS-İ KUDSİ’ler, sırasıyla ehadisi nebeviye ve en sonuncusuda İLHAM ve FİRASETDİR. Şerh etmeye çalıştığımız VİSALİ DİVANI’da ilham yolu ile kalbe, kalbin FUAD şubesine tulu etmiş atıyye-i ilahiyedir.
Konu ile ilgili kısmen şahidi olduğumuz bir olayı nekledelim. 1959 senesinde Konya Şemsi Tebrizi’nin (r.a) türbesini ziyaret esnasında, bu zatı şerifin MEHMED RUHİ AKHAN üstadımıza, ziyaret sebebiyle yazdırdığı kasideyi şerifeyi dercediyoruz.
ŞEMSİ TEBRİZİ Hz.nin MANEVİ KELAMI
MENEM OL ŞAHI CİHANI ŞEŞ CİHET SEYRAN EDEN
MENEM OL BAHRİ YEZDANI UMMANI CEVELAN EDEN
MENEM OL ŞEMSİ TABANI VECHİ YARI MİR’AT EDEN
MENEM OL MAHBUBU SULTANI MAHMUDU AŞKA
DİRAHŞAN EDEN
MENEM OL ALEMİ DEVRAN İLE DÜ CİHANI BİRAN EDEN
MENEM OL MEVLANALARI SEYR İLE KEMALE İSAL EDEN
MENEM OL ZAİRLERE NAZARIMLA VUSLATI DİDAR EDEN
MENEM OL UŞŞAKİ HÜSAMİ, VİSALİ RUHİ YA’RAN EDEN
MENEM OL ŞEMSİ TEBRİZİ, SER MENZİLE İRSAL EDEN
MENEM OL TALİPLERİ İRŞAD İLE HAYRAN EDEN
YA İLAHİ CİHANDA TECELLİ EYLE KES SİVAYI
HER LAHZA AYIRMA VECHİ DİDARI HER NEFES
ZİKRULLAHI
Kalbin, FUAD isimli şubesine, vürud eden İlhamat ve mükaşafat’ın doğru olduğu tasdik edilmektedir.
5- HABBET ÜL KALB
Habbe, lugat manasiyle TOHUM-TANE-ÇEKİRDEK demekdir. Tohum, ağacın tüm vasıflarını, özelliklerini bil kuvve taşıdığı gibi, kalbin bu bölümüde, kalp şubelerinin ve aşağıda belirtilecek, (KALB-RUH-SIR-HAFİ-AHFA-LETAİFİ NEFS ve LETAİFİ KÜL) olarak bilinen mertebelerin hakikatlerini, afaki alemde ilmi ezelide yazılı olduğu gibi muhafaza eder ve muhabbetullah menbaıdır. Ayrıca anılan şubeler ve MERTEBELER arasında berzah durumundadır.
6- SÜVEYDA
Süveyda kelime manası SİYAHLIK demekdir. Kalbin Ortasında varlığı kabul edilen SİYAH NOKTA’dır. Allah’a (cc) isyan edenler için şekavet ve günah, gerçek mü’minler için idrak, basiret ve ilmiledün mahalli olarak da bilinmektedir.
7- MUHCET - ÜL KALB BEYTÜ İZZET
İlahi nurların tecelli mahallidir. Esrar ilmininde kayanağıdır. Alemi şahadet ve alemi gaybde vücud bulmuş olan mahlukatın cümlesi, Allah (c.c)’ın NUR ismiyle yaratılmış, kendilerine özge VÜCUD elbisesi giymişlerdir. Binaenaleyh, kalbin bütün şubeleri de, kendilerine tahsis edilmiş vazifeleri yapabilecek ortamdaki yapılarına MUHCETÜL-KALB şubesine tenezzül-tecelli eden NUR ile sahip olmuşlardır. Zat-ı Ehad makamıdır.
KALBİN ŞUBELERİ (MERTEBELERİ)
Kalbin şubeleri yedi bölüm olduğu gibi, mertebeleride yedi bölüm olarak tesbit edilmişdir. Her ikiside bir asıldan neş’et etmektedir. Kalbin şubelerinde bil kuvve veya potansiyel istidad olarak mevcut olan vasıflar - özellikleri; mertebelerde, yapılan zikirler, rabıtalar ve sohbetler sebebiyle, FİİL ve HAL haline dönüşmektedir. Aralarında sadece, TENEZZÜL ve TECELLİ yönünde mertebe değişikliği vardır.
1- KALP : Sol memenin iki parmak altındadır. İsmi Celâl okumaya devam edildikçe KIRMIZI AKİK renginde NUR zuhur eder.
2- RUH: Sağ memenin iki parmak altındadır. ACI SARI RENKDE nuru zuhur edince SIR mertebesine geçilir.
3- SIR : Sol memenin iki parmak yukarısıdır. BEYAZ NURU zuhur eder.
4- HAFİ : Sağ memenin iki parmak üstüdür. ZÜMRÜDİ YEŞİL renkde nuru görülür.
5- AHFA : Yeri iki meme ortasıdır. ÇOK BEYAZ veya ÇOK SİYAH nuru görülür. LETAİFİ NEFSE geçirilir,
6- LETAİFİ NEFS : Yeri iki kaşın arasıdır. TURUNCU SARI rengindeki nuru görülür.
7- LETAİFİ NEFSİ KÜL : Her mertebede olduğu gibi tüm Nurların görülmesi ile, bilkuvve mestur olan vasıf ve kemaller, nefsi külde, kalbin fiilleri olarak zuhura gelirler.
Ehli sünnet itikadına uygun bir inanç, helal rızık halis niyet, kabule mazhar olan FARZ, VACİP ve SÜNNET olan ibadetlere devamla birlikte; Allah-u Teala’nın hidayeti Peygamberimiz (s.a.v)’in şefaati mürşidinin himmeti ve müridinde gayretiyle TEVFİKATI İLAHİYEYE mazhar olunur. Bütün aza’lar İsm-i Celal’i okur, hareket zikirlerini beden kulağı ilede duyar. M.NURİ ŞEMSEDDİN - EL NAKŞİBENDİ MİFTAHUL KULUB Sah. 17-18-19.