Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 12
Ebu Bekir Et Tamistani (r.a.) Ashabına yani talebe ve müritlerine demiş ki: "Allah ile çokça oturunuz, halkla az." Bu sözü ile uzleti murad etmiştir.
Ebu'l Kasım İbrâhim En Nasır Abadi (r.a.) diyor ki: "Tasavvufun aslı: Kitap ve sünnete mülâzemet, hevalar ile bid'atları terk, meşayihe hürmet ve tazim, halkın mazeretlerini ikame, evrada müdavemet, ruhsatları ve te'vilâtı, irtikâbı terk etmektir. Herkim bu yoldan saparsa, muhakkak rical makamından düşer."
Ahmet bin Ata Erruzbari (r.a.) diyor ki: "Her çirkinden daha ziyade çirkin olan, sofinin cimri olmasıdır. Ehlullaha hizmet etmiş olup da, onların berekâtına nail olmamış ve âhiretten önce dünyada bile izzete nail olmamış kimse görmedik." Yine demiş ki: "Evliyaya edepsiz hizmet eden helak olur. Mücalesete (kendisi ile oturulmaya) salih olan herkes muanesete (samimiliğe) salih olamaz. Muanesete salih olan herkes de esrar tevdiine salih olamaz. Esrar, ancak ümenaya (Emin kimselere) tevdi edilir."
Buyurdu ki: "Kalp takva ile imtihan olunursa ondan dünya ve şehvetler sevgisi göç eder ve mugayyebata (gayıb âlemine) muttali olur. Fakat kalbini takva ile imtihan etmeyen kimse dünya muhabbetinden kurtulamaz. Ve mugayyebattan mahcup olur." Yine buyurmuş ki: "Sana uygun olmayan; terk etmek ve ayrılmaya da kadir olamadığın kimse ile arkadaş olman belây-ı azimdir.
Seyyid Abdülkadir Geylâni (r.a.) 470 senesinde doğdu 561 hicri senesinde vefat etti. Buyurdu ki: "Hüseyin Hallaç bunaldı da zamanında elinden tutacak kimse bulunmadı. Ben ise; arkadaşlarımdan ve müritlerimden ve beni sevenlerden kıyamete kadar her bunalanın elinden tutarım. İşte atım eyerlenmiş hazır, mızrağım dikilmiş, kılıcım çekilmiş, yayım ve okum gerilmiştir. Seni muhafaza ediyorum, hâlbuki sen gafilsin farkında değilsin." Ramazan günlerinde annesinin memesini emmezdi, bundan o günün Ramazan olduğunu bilirlerdi. Ulema libası giyer, taylasan bırakır, katıra biner, şemsiye kullanır, yüksek kürsüden konuşurdu. Bazı kerelerde cemaatin üstünden havada bir kaç adım atarak kürsüsüne otururdu. Yine buyurmuş ki: "Hangi Müslüman medresemin kapısından geçerse, Allahu Teâlâ kıyamet günü onun azabını hafifletir. Medresesinde 13 ilme ait ders okuturdu. Tefsir, Hadis, Mezhep, Hilaf, usul, nahiv... İlâ ahirihi... Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde fetva verirdi. Diğer ulema hayret ve taaccüp ederlerdi. Vakta ki şöhreti afakı tuttu. Bağdat'ın en zeki ulemasından 100 fakih toplandılar. İlimde imtihan etmek istediler. Her birisi bir sual tertip etti, huzuruna gelip oturdular. Abdülkadir (k.s.) Hazretleri başını göğsüne indirdi o zaman göğsünden bir nur şimşeği çaktı. Bu 100 hocanın göğüslerinden geçti, onların kalplerinde ve hafızalarında tuttukları ve tertip eyledikleri sualleri mahvetti. Hayret ettiler, ne soracaklarını bilemediler, şaşırdılar, muzdarip oldular, hepsi bağırdılar, elbiselerini parçaladılar. Başlarını açtılar, sonra Abdülkadir Hazretleri kürsüye çıktı hepsine tertip ettikleri ve unuttukları sualleri cevapları ile birer birer söyledi. O zaman hepsi fazlını itiraf ettiler.
Ebu'l Fetih El-Herevi diyor ki: "40 sene hizmetinde bulundum, bir gece yanında yattım. Gecenin ihtidasında hafif namaz kıldı, sonra gecenin sülüs-i evveli geçinceye kadar zikre devam etti ve zikrinde: «El Muhit, Er Rab, Eş Şehid, El Hasib, El Faal, El Hallâk, El Halik, El Bari, El Musavvir» esmalarını okuyordu. Bazı kere cesedi küçülüyor ve bazen büyüyor ve havaya yükseliyordu; bir kere gözümden kayboldu. Sonra sülüs-i sani (Gecenin üçte ikisi) geçinceye kadar ayakta namaz kıldı, Kur'ân okudu, secdesini cidden uzatıyordu, sonra şafak sökünceye kadar oturup müşahede ve murakabeye devam ediyordu. Sonra dua, ibtihâl ve tezellül ile meşguldü. Bazen kendisini bir nur ihata ediyor, gözden kayboluyordu ve sabah namazına çıkıncaya kadar «Selâmün Aleyküm» diye selâmlar veriyor ve «Aleyküm Selâm» diye cevaplar veriliyordu."
Abdülkadir Hazretleri buyuruyor ki: "25 sene Irak Sahralarında ve harabelerinde yalnız başıma dolaştım. Halkı ben bilmediğim gibi halk da beni bilmiyordu. Ricâl-i Gayb'den ve cinnilerden taifeler geliyordu, onlara Allah yolunu öğretiyordum. Ve Irak'a ilk geldiğimde Hızır (a.s.) bana refakat etti. Ben onu tanımıyordum. Bana muhalefet etmeyeceksin diye şart koymuştu."
Ashabına demiş ki: "Tabi olunuz, bid'at yapmayınız, itaat ediniz, muhalefet etmeyiniz, sabrediniz, feryat etmeyiniz, sebat ediniz, karıştırmayınız, bekleyiniz, ümitsizliğe düşmeyiniz. Zikir yapmak için toplanınız da dağılmayınız, günahlardan temizleniniz, günahlara bulaşmayınız ve Mevlâ'nızın kapısından ayrılmayınız."
Buyurmuş ki: "Sizden biriniz bir beliyye (kasavet) ile müptelâ olursanız, o beliyye için evvelâ nefsinizi tahrik ediniz. Eğer kurtulamazsa ümera ve benzeri başkalarından yardım isteyiniz, yine kurtulamazsa dua ve tazarru ile Cenâb-ı Hakk'ın önüne kendini atarak Rabbine rücû etsin, eğer cevap vermezse sabretsin, ta ki bütün sebepler ve harekât ondan kesilinceye kadar. O zaman mücerret ruh olarak kalır. Hakkın fiilinden başka bir şey göremez. Ve zaruri olarak muvahhit olur. Ve hakikatte Allah'tan başka fail bulunmadığına kesin kanaat getirir. Bu mertebeye gelip bu hali müşahede edince, velisi Allah olur. Komutanın Allah olduğunu bilir de dünya padişahlarının lezzet ve nimeti üstünde bir lezzet ve nimetlerde yaşar. Ve o vakit Allah'ın takdirlerinin kendi vücudundaki işleyişinden tüyü bile ürpermez."
"Halk, ölürsen Allah rahmet etsin ve hevandan öldürsün, derler. Eğer hevandan ölürsen, sana Allah Rahmet etsin ve iradenden de ve gayelerinden de öldürsün, derler, eğer iraden ve ümniyyetlerinden (İstikbale ait plânlar, program ve arzulan demektir) ölürsen Allah sana rahmet etsin ve diriltsin derler. O zaman güzel bir hayat ile dirilirsin ki, ondan sonra ölüm yok. Ve yine bir zengin olursun ki, artık fakirlik yok, bir ataya nail olursun ki, ondan sonra mâni yok ve yine bir ilim öğrenirsin ki, artık cehalet yok ve bir emniyete nail olursun ki ondan sonra korku yok. Ve Kibrit-i Ahmer diye tabir ettikleri bulunmaz bir cevher olursun ki, görülmemiş."
"Nefsinden çık ve bırak, Mülkünden azlolun hepsini Mevlâ'na teslim et ve kalp kapısında Mevlâ'nın kapıcısı ol. İthalini emrettiğini kalbe sok, ihracını emrettiğini çıkar ve kalbine heva (Dünyevî arzular ve istekler) sokma, helak olursun."
"Kendiliğinden ne nimetlerin celbini ve ne de belânın def'ini ihtiyar etme. Çünkü nimetler sana kısmet ise muhakkak gelecektir. İstesen de istemesen de bela da senin bir halindir istemesen, defetsen bile gelir. Hepsinde de Allah'a teslim ol, o dilediğini işler. Eğer sana nimetleri gönderirse zikir ve şükür ile meşgul ol, eğer bela gelirse o zamanda sabır, mürafakat, rıza ve onunla tenaüm ile meşgul ol ve sana verilen hal nispetinde o beliyyeden adem ve fena ile meşgul ol. Ve o beliyyede, intikal ederek refik-i âlâya vuslat et de geçmiş sıddıklar ve şehitler makamında kaim ol, belâdan feryat figan etme. Ve belâ ile karşı karşıya veya yakınında dua ile durup kalma, zira belanın ateşi hiçbir zaman cehennem ateşinden azam değildir. Nitekim hadis-i şerifte buyrulmuş ki: Cehennem ateşi mü'mine der ki 'Ey mü'min süratli geç ki senin nurun benim ateşimi alevimi söndürüyor.' O halde mü'minin cehennem ateşini söndüren nuru dünyada beraberinde taşıdığı nurdur ve bu nur ile asilerden, günahkârlardan ayrılıyor. O halde bu nur ile belâların alevini söndürür. Çünkü muhakkak ki belâlar kula onu helak etmek için gelmez, belki onu imtihan için gelir."
"Sana gelen belâlardan kimseye şikâyette bulunma. Zarar nasıl olursa olsun dostuna ve akrabana da olsa söyleme. Allah'ın iradesi ile sana gelen ve inen belâdan dolayı da Rabbini asla ittiham etme (suçlama). Belki hayır ve şükrünü izhar et. Ve halktan birisine sığınma. Ve onunla istinas etme ve kimseye de haber verme. Zira Rabbinden başka faal yoktur. (Raad: 8)
وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
ayet-i kerimesi veçhile her şeyin Allah yanında bir miktarı vardır.
Ve yine (Yunus: 107) DİKKAT BURADAKİ YAZAN SURE-İ YUNUS’DA YOK
Ayet-i kerimesini düşün de sana dokunan dar esmasının zararlarını Allah'tan başka alacak ve kaldıracak kimse olamayacağını unutma ve sen afiyette olduğun ve sende yetecek kadar nimeti de mevcut iken daha fazlasını istemek, mevcut nimetleri görmezden gelerek ve verdiği afiyet ve sıhhati de hiçe sayarak fazlasını istemekle Rabbinden şikâyet etmekten sakın. Olabilir ki Rabbin sana öfkelenir bu nimetleri izale eder. Şekvanı gerçek yapabilir, belânı arttırabilir, ukubetini şiddetlendirir ve seni gözünden düşürür. Nitekim Âdemoğluna inen belâların ekserisi Rabbinden şekvası sebebi iledir."
"Padişahlarla oturmaya herkes lâyık olamaz. Ancak zellât (ufak günahlar) ve muhalefât (büyük günahlar) pisliklerden temizlenmiş olanlar lâyıktır. Allah kapıları yine ancak deavi (iddiacılık) ve hevesattan temizlenmişlere açılır. Hâlbuki ey kardeş sen gece ve gündüz günahlara ve pisliklere gark olmuşsun, bunun için
حتئ يَوْمٍ کَفّآرَةُ سَنَةٍ
hadis-i şerifinde 'Bir günlük hastalık ateşi bir senelik günahlara kefalet.' buyrulmuştur. Binaenaleyh, hastalıkları ve sıkıntıları Allahu Teâlâ senin için temizleyici kıldı ki, onunla mücalesete ve kurbiyete sebep olsun, yoksa başka maksatla değil. Nitekim Hadis-i şerifte yine 'En şiddetli belâlar peygamberlere sonradan mertebelerine göre hafifleyerek diğerlerine gelir.' buyrulmakla da buna işaret edilmiştir. O halde Velâyet-i Kübra ehli olan büyük velilere belâ devam eder. Buna sebep bu büyük zatlar belâlardan hiç kurtulmayarak daimi olarak Allah'tan gayriye meyilden imtina etsinler içindir. Belâ bir kulda devam ederse onun kalbi kuvvetlenir ve hevây-ı nefsi zayıflar."
"Aşağıya razı ol, Rabbine niza etme ki, belini kırmasın ve ondan gafil olma ki nimetlerini senden soymasın ve Allah'ın dininde nefsin arzusuna ve hevasına göre söyleme ki seni geriye itmesin, nefsine ısınma ki onunla müptelâ etmesin ve daha şerlisine çattırmasın ve kimseye zulmetme, suizan bile olsa… Ve yine o kimseyi kötü mahallere de hamlederek bile olsa, bu zulümler seni ileriye geçirmez."
"Kalbinde bir şahsa karşı sevgi veya buğuz bulursan o kimsenin işlediği işleri Kur'ân ve hadislere tatbik et, eğer kitap ve sünnette sevilen işler ise sen de o kimseyi sev, eğer kitap ve sünnette o fiiller mekruh ise sen de o şahsı kerih gör. Böyle olunca kişiyi hevan ile sevmek veya hevan ile buğuz etmekten kurtulursun. Zira Allahu Teâlâ: 'Hevana tabi olma ki Allah yolunda seni sapıtmasın.' buyurmuştur. Kimseye küsme, ancak Allah için olursa müstesnadır. Şöyle ki: 'O kimsenin büyük günah işlediğini veya küçük günahlarda ısrar ettiğini görmekle." (Günah işlediğini gözü ile görmek şart olmayıp (zan ve tahmin ile olmayarak) yakinen bu günahları işlediğini bilmek küsmek için kâfi olduğunu Aliyyül Havvas Hazretleri beyan etmiştir.)
"Allahu Teâlâ, mü'min kuluna mülâtafa (lâtife, tatlı şaka) yapar, yani güler yüz gösterir de o kulunun kalbinin önüne rahmet, minnet ve nimet kapısını açar da o zaman o kul; kalbi ile gözler görmedik, kulaklar işitmedik ve insanoğlunun hayal ve hatırına gelmeyen nimetler görür. Meselâ gayıplara muttali olur, onları tarif eder, öğrenir; güzel sözler, güzel vaatler ve delillere nail olur, her yaptığı dua kabul olunur, istediği verilir tasdik olunur, kalbine hikmetli sözler atılır. Daha bunlardan başka üstün nimetler ve taatlere devam etmek Allah'ın emirleri hududunu muhafaza gibi nimetlere erer de o zaman bunlardan gururlanır ve bunun artık devamlı olduğunu sanır ve ucuplanır, bunun üzerine Allahu Teâlâ bu kuluna nefis, mal ve evlâtlarına şamil olmak üzere türlü belâlar ve mihnetlerini açar. Ve yukarıda bahsettiğimiz iyi nimetleri hep zail olur. Kul hayrette kalır, hatırı kırılır. Eğer zahirine bakarsa zahiri şeriata uygun olduğundan bundan memnun olur, fakat batınına bakınca mahzun olur. Allah'tan başına gelen bu belâ ve mihnetlerin kalkmasını ister duası kabul edilmez, halka dönmek isterse buna yol bulamaz, eğer azimeti bırakıp ruhsatla amele kalkarsa süratle ukubetler kaplar. Mahlûkat cismine ve ırzına musallat olurlar ve ukubetin kalkmasını isterse kalkmaz, belâya rıza ve tam muvafakat isterse, ona da muvaffak olamaz, bu hal kendine verilmez; bu takdirde bu kulun nefsi erir, hevası zail olur, iradesi ve idealleri dünyaya ait müstakbel plânları ve arzuları göçer, dünyası dağılmaya yüz tutar. Bu hali devam eder ve şiddetlenir. Ta ki beşeriyet sıfatları fani olur ve ruh olarak baki kalır, başka bir şeyi kalmaz. İşte burada kalbinden bir ses duyar: 'Eyyüb (a.s.)'ın hastalığı sonunda, ayağını yere vur dendi, vurunca da soğuk bir su kaynadı ve havuz halini aldı, yıkandı, eski sıhhatini aldığı gibi'. Bu emir kalbinden söylenir. Ve bunu müteakip o kuldan soyulmuş olan bütün nimetler daha çok fazlası ile iade edilir. Ve Allahu Teâlâ o kulunun terbiyesini kendi eline alır. 'O nefis Allah'ın kendine göz aydınlatıcı ne mühim nimetler hazırladığını bilemezdi.' (Secde: 17) ayeti veçhile büyük nimetlere gark olur."
"Allahu Teâlâ kulunun her istediğine icabet etmesi kuluna şefkatinden dolayıdır ki her istediği kabul edilse; rica galebe eder, mağrur olur, mekre maruz bulunur ve hizmet edebi ile kaim olmaktan gaflete düşer. Ve bu yüzden de helak olur. Bu vartaya düşmemesi için her istediğini Allah kabul etmez. Çünkü kuldan istenen ve matlup olan Rabbinden gayriye rükün (Eğilme) etmemesi, meyil eylememesidir vesselam."
Yine buyurmuş ki: "Her ne zaman ki nefsinle mücahede eder ona galip gelir ve mücahede kılına ile onu öldürürsen, Allah tekrar o nefsi diriltir, tekrar karşına çıkarır seninle nizaa başlar ve senden şehvetler ve lezzetler ister, yani haram ve mubah lezzetleri ister. Ta ki tekrar bu nefsinle yeni mücahede ve mükatele edersinde senin için daimi olarak sevap ve nur yazılsın içindir. Bu da şu hadis-i şerifin manasıdır: 'Küçük harpten, büyük harbe döndük.'"
Ebu Bekir bin Hevar El Bedaihi (r.a.), Rüyasında Ebu Bekr-i Sıddık (r.a.) Hazretlerinin kendisine hırka ve takye giydirmiş olduğunu, uyandığı zamanda bunları üzerinde giyimli olarak bulunduğunu görmüş bir zattır.
Şeyh Tacil Arifin Ebu'l Vefa (r.a.) demiş ki: "Zikir demek vücudu ile seni senden gaybettiren ve şuhudu ile de seni senden alandır. Çünkü muhakkak zikir, hakiki şuhuttur ve halkiyatı söndürmektir."
Şeyh Musa bin Mahih Ez Zoli (r.a.) (Mardin'de medfundur, büyük bir velidir. Mardin civarı halkı Şehmuz diye bu zatın ismini çocuklarına isim olarak çok verirler. Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretleri de bu zata sena ve tazim ederdi.) Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi çok görürdü. Birçok işleri Resûlullah Efendimizin emri ile idi. Demiri tutunca yumuşardı, 14 aylık veya daha küçük sabi çocuğu kucağına alıp da şu sureyi oku derse o çocuk fasih lisanla okurdu ve o vakitten itibaren de konuşmaya devam ederdi. Kabrinde lâhdine koydukları vakit, kabri genişledi, ayağa kalkıp namaz kılmaya başladı. Lâhdine koyan kimse bayıldı.
Şeyh Ahmed bin Ebu'l Hüseyin Er Rüfâî (r.a.) buyurmuş ki: "Zühd; Allah'ın rızasına uygun hallerin esasıdır, meratib-i seniyyedir. Allah'a kastedenlerin Allah'tan kesilenlerin, Allah'tan razı olanların ve Allah'a tevekkülü olanların ilk adımıdır. Herkim bu esas ve temelini muhkem yapmazsa, ondan sonra bir şeyi düzgün olmaz."
"Fukara yani dervişler (Tasavvufta fukara tabiri ile dervişler kastedilir.) insanların eşrafıdır. Çünkü dervişlik mürselin libasıdır, salihlerin örtüşüdür, müttakilerin tacıdır, ariflerin ganimetidir, müritlerin idealidir. Rabbil Âlemin'in rızasıdır ve ehl-i velayetin kerametidir."
"Allah ile ünsiyet herkese olamaz. Ancak tahareti tekemmül etmiş, zikri safa bulmuş ve Allah'tan kendisini meşgul edecek her şeyden ürken kimsede olur. Bu takdirde Allahu Teâlâ kendisine munis kılar ve ona hakkı ile ünsiyet hakikatlerini murad eder de, o kimseyi masiva korkusu duymaktan kurtarır."
"Dervişlerin hamama gitmelerini kerih görürüm, hoşlanmam ve bütün ashabım için açlık, çıplaklık, fakir, zül ve meskeneti çok severim. Ve bu haller onların başına gelirse çok ferahlarım.
"Sadaka, bedenî ibadetlerden ve neva amellerdendir."
"Sadaka, bedenî ibadetlerden ve nevafilden efdaldir."
Bir dervişin kıymetli bir kumaş giydiğini görürse, ona derdi ki: "Ey evlâdım, dikkat et kimlerin kıyafeti ile süslenmişsin ve bir de nereye intisap ettin? Sen enbiya libası giydin ve etkıya (müttakiler) süsü ile süslendin ki bu ârifler kıyafetidir. O halde mukarrebin yolunda git, yoksa üzerindeki elbiseden soyun."
"Kalp, salih olursa yani düzelirse vahiy ve esrarın indiği mahal olur; nurlar, melekler de iner. Eğer fasık olursa, zulüm ve şeytanların konağı olur. Ve eğer kalp salih olursa, arkandaki ve önündekileri haber verir. Ve bilmediğin işleri sana bildirir. Eğer fasık olursa batılları konuşur, erginlik kaybolur ve onunla saitliği de yok olur."
"Dervişliğin şartındandır: Nefeslerinden her bir nefesi kibrit-i ahmerden (En kıymetli cevher) daha çok aziz ve kıymetli görmesi ve her nefeste ona uygun olan en aziz bulunanı yani zikrullahı tevdi etmesidir ve hiçbir nefesi zayi etmemesidir." Yine buyurmuş ki: "Bir kardeş ki, dünyada faydası yoksa ahirette de faydası olmaz."
"Sizden biriniz bir hayır öğrenirse, insanlara da öğretsin. Kendisi için hayırlı meyve verir."
"Bizim yolumuz üç şey üzerine kurulmuştur: İstememek, reddetmemek, depo eylememek."
"Hiçbir gece yok ki o gecede gökten yere Atâ-i ilâhi inip de uyanıklara dağılmasın."
"Dervişliğin şartındandır, halkın ayıplarına bakışı olmamak."
"Rabbim bana vaad etti, dünyadan kendine dönüşümde dünya etlerinden bırakmayacaktır." Hizmetçisi Yakup diyor ki: "Hakikaten vefatlarında bütün etleri erimişti, bir kemik yığını halinde dünyadan çıktılar."
Yine buyurmuş ki: "Kul ahvalde temekkün ettiği vakit, Allah'a kurbiyet mahalline erişir. O zaman o kulun himmeti 7 kat gökleri deler, bütün yerler ayağında halhal gibi olur ve Allahu Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfat olur. Hiçbir şey onu aciz bırakamaz. Ve Hakk Teâlâ onun rızasına razı olur, onun öfkesine öfkelenir. Buna kütüb-ü ilâhiyede varit olan delilde Allahu Teâlâ buyurmuş ki: 'Ey Âdemoğlu Bana itaat ediniz, Ben de size itaat edeyim, Beni seçiniz ki Ben de sizi seçeyim, Benden razı olunuz ki Ben de, sizden razı olayım, siz Beni seviniz ki Ben de sizi seveyim. Beni murakabe ediniz ki Ben de sizi murakabe edeyim ve siz bir şeye ol dediğiniz vakit derhal olandan olayım. Yani «Kün» emrime sahip kılayım. Her neye ol deseniz istediğinizi olacak kılayım. Ey Âdemoğlu! Her kime ki Ben husule geldimse o kimseye her şey hâsıl olur. Her kim de Beni fevt ederse her şey de onu fevt eder.' İmam-ı Şarani Hazretleri Ahmed-i Rüfâî Hazretleri'nin bir sözünü açıklayarak ilâveten diyor ki: 'Hakkın sıfatlarından bir sıfat olur sözünden maksadı, Allah'ın sıfatları ile ahlâklanması ve muttasıf olmasıdır. Meselâ İlim, Safih, Kerem sıfatları gibi. Yoksa hiçbir kimse Hakkın sıfatlarının aynı olamaz.'"