Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Zikir Yapmak Kanunen Yasak Değildir

Zikir Yapmak Kanunen Yasak Değildir


Çünkü Anayasamızda din ve vicdan hürriyeti, medenî milletlerde olduğu gibi, bizde de kabul edilmiştir ve dini ibadetlere ilişilmemiştir. Esasen insanlık uzun mücadeleler, din ve mezhep muharebeleri sonunda vicdan hürriyetini elde etmiştir. Böylece, dinsizlerin dindarlara ve dindarların da dinsizlere karışmaması prensibi Fransa Büyük İhtilâli ile ortaya konmuştur. Bundan sonra da daha tekâmül ederek, her milletin anayasasına geçmiştir ve dinin emrettiği ibadetler serbest bırakılmıştır. Şayet vicdan hürriyetine ve dolayısıyla dinin emrettiği ibadetlere müdahale edilse; böyle evrensel insan haklarına aykırı kanunun, anayasaya da aykırılığından dolayı, meriyette kalamayacağı şüphesizdir ve Anayasa Mahkemesinde böyle kanunların iptali de istenir. Nitekim Ezan'ın Arapça okunması, dinimizin emri iktizası iken; Türkçe okunmasına dair çıkarılan kanun, bütün zorlanmalara rağmen Müslümanların direnmesi ile karşılaşarak, tutunamayarak ve haklı olarak ilga edilmiştir.

 

Yukarıdan beri yazdığımız ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı gibi zikir; yani Allah'ı anmak dinimizin temeli ve esasıdır.

(Taha: 14)

 

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

 

ayet-i kerimesinde, namazın dahi en büyük zikir olduğu ve o sebeple kılınacağı emredilmiştir. Yine; "Cin ve insanları bana tapmak ve beni anmaları için yarattım." ayet-i kerimesi de yaratılıştan gaye ve maksadın Allah'ı anmak, unutmamak olduğu ve bu sebeple zikrin ibadet olduğu açıklanmıştır. Yine müezzinin kumandası ile camilerde namazlardan sonra cemaatin otuz üçer defa tesbih, tahmid ve tekbir getirmeleri de topluca zikirdir. Yine hadis-i şerif uyarınca sabah namazı kılındıktan sonra cemaatle; «Lâ ilâhe illâllâhu vahdehu lâ şerike lehu lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümit ve hüve alâ külli şeyin kadir» tehlilini on kere okumak sünnet olduğundan; camilerde bu zikir de okunmakla eda edilir ve yine ölenlerin arkasından yetmiş bin tevhit okumak da, öteden beri âdettir. Ezan da bir zikirdir; ezanı işiten mü'minlerin ona katılıp tekrarlamaları emredilmiştir ki, bu da en büyük bir zikirdir. Bayram geceleri sokaklardan camiye giderken ve gelirken cehren tekbir getirmek de sünnet ve bir zikirdir. Zikir yapmak için tekke veya dergâhta bulunmak şart değildir. Nakşîlerin "Halvet der encümen" (Halk içinde de olsa, halvet hali olmalıdır.) prensiplerinde de işaret edildiği gibi zikir her yerde yapılır; meselâ bir kahvede, encümen içinde; yani toplum arasında, halvette imiş gibi, tenhada bulunuyormuşçasına kendi işiteceği kadar veyahut tamamı ile kalben Allahu Teâlâ'yı anmakla meşgul olmak, pek makbul bir ibadet ve zikirdir. Çünkü gafiller arasındaki bu ibadetin "ölüler içinde diri" olduğu, hadis-i şerifte beyan edilmiştir. Bunun gibi otobüste, vapurda, troleybüste ve benzeri her yerde daima zikir yapılabilir. Mevlit müellifi Süleyman Çelebi'nin de: "Her nefeste Allah adın de müdam." buyurması buna işarettir.

 

Anayasanın 19. maddesinde, her türlü dini tören ve ayinler serbest bırakıldığı halde; buna aykırı olarak, tekke ve zaviyelerin seddi hakkındaki 677 sayılı kanunda konan yasak, ayin hakkındadır. Yani törene dairdir, zikir hakkında değildir. Bu kanunla yasaklanan Tekke açmak ve ayin yapmaktır. Ayin'in (Tören) ne olduğunu tekke devrine yetişmemiş gençler bilemezse de; o devre yetişmiş yaşlılar bildikleri gibi, ayin başlı başına bir törendir. Nitekim şimdi de her yıl Konya'da, Mevlâna Hazretleri'nin yıldönümünde yapılan Mevlevî Ayinlerinden birini görenler, bunun bir merasim olduğunu anlarlar. Bu törende postnişin olan Dede Efendi, kendine has elbisesi ve sikke denen uzun dibek gibi külah ve yeşil sarığı ile postuna oturmuş ve bir sema yapacak beyaz entarili ve külâhlı dönenler kudümzen-başı denen musiki üstadının dairesinde iki sıra oturup, kimi elindeki halîle adı verilen zilleri okunan bestelerin usulüne göre çalarlar. Ayin-hanlar, ayin-i Şerif denen ilâhileri okurken kudüm ve halîle ile usul vurulur; ney, rebap gibi sazlarla da terennüme iştirak olunurdu. Muhtelif makamlardan seslenen ve dört selâma ayrılan manzumeye "ayin" denirdi. (Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, birinci cildinde tafsilâtı vardır). İşte Mevlevîlerin ayini özet olarak böyle olduğu gibi; Bektaşilerin cem denen ayinleri ve diğer tarikatların kendilerine has mazhar ve halîle ile Rüfâîlerin ve Kadirîlerin, şişler, topuz ve binlik ceviz taneleri gibi tesbihleri, post ve külahları, sarık, cübbe ve elbiseleri ile ayinleri yapılırdı. Şimdi bu ayinleri yapmak için lâzım gelen kisve ve kıyafetleri bulmak da mümkün değildir. Âdeta mehter takımı gibi, türlü kıyafetlerin ve araçların hazırlanması ve musikişinasların yetiştirilmesi çok masraflı ve müşkül olduğundan; şimdi yapılmaları imkânsız hale gelmiş ve tarihe karışmış, hemen hemen bilen de kalmamıştır. Yapılan bu ayinlere; Mevlevîler "sema", Nakşibendîler "hatm-i hâcegân" derlerdi ve Bektaşilerin ayini, "cem" dedikleri ney ve mey ile yapılan eğlence âlemidir. Şiilerin 10 Muharrem'deki "ayin-i sükvari"si de meşhurdur.

 

Şu halde zikirle ayini birbirine karıştırmamak lâzımdır. Yukarıda geçen ayet-i kerimelerle hadis-i şeriflerde emir buyrulan ve mü'minlerin yapması farz olan zikirdir, ayin değildir. Zikir, gerek ferden ve gerekse cemaatle topluca her zaman ve her yerde kolayca yapılabilecek esaslı bir ibadettir. Bunu yapmak için elbise, mekân ve âletlere ihtiyaç yoktur. Törensiz yapılır ve daha da riyasız ve gösterişsiz olacağından o nispette ihlâslı olmakla Allah yanında da makbul olur. Binaenaleyh, ayin yapılmaksızın yapılan zikirler kanunen serbest ve dinen de yapılması emredilen ve kıyamete kadar Müslümanlar tarafından hiç bir zaman terk edilmeyerek, devamlı yapılacak büyük bir ibadettir. Ayin yapmak ayet ve hadislerle emredilmemiştir. Sonradan tekkelerce ihdas edilmiş merasimden, törenden ibarettir. Şu halde: Tekke ve zaviyelerin şeddi hakkındaki kanunla yasaklanan ayin icrası; yani tören yapılması, tekke ve türbe açılmasıdır. Bu incelikleri ve hukukî durumu bilmeyen cahiller zikir ile ayini birbirine karıştırmaktadırlar.

 

Ceza Hukuku prensiplerine göre ceza mevzuatında kıyas cari değildir. Kanunun sarahatle cezalandırmadığı bir husus diğerine kıyas edilerek; yani benzetilerek ceza verilemez. Mezkûr 677 sayılı kanunda açıkça zikir; yani Allah'ı anmak yasaklanmamıştır. Böyle bir ibare bulunmadığından, Allah'ı anmak yasak değildir. Bir hukukçu sıfatı ile 44 sene devam eden adlî hayatımda, zikirden dolayı kimseyi cezalandırmış değilim. Çünkü zikir yasaklanmış olsa, her şeyden evvel namaz terk edilmeli idi. Zira (Taha: 14)

 

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

 

ayet-i kerimesi gereğince: namaz en büyük zikirdir.

Sonra da:

 

اَفاضَلُ اذِّکْرِ لا اِلهَ اِلاّ اللّهُ

 

"Zikrin efdali «Lâ ilâhe illâllah»'tır." hadis-i şerifi mucibince; «Lâ ilahe illallah» demek de yasak olmalı idi. Yine; ezan okumak, namazlardan sonra camilerde tesbih çekmek, mevlit esnasında topluca tekbir ve salâvat-ı şerifler okumak bayram namazlarında camilerde ve yollarda cehren topluca tekbirler getirmek gibi birçok ibadetlerimizde, hepsinde Allah anıldığından; yani zikir edildiğinden yasaklanmaları gerekirdi. Bunların yasaklanmamış olması ve serbestçe yapılması da Allah'ı anmanın (zikir yapmanın) yasak olmadığının açık delilidir. Kaldı ki esas itibarı ile bu ibadetler ve bunların özü olan zikir, hiç bir zaman yasaklanamaz; yasaklansa İslâm Dini ortadan kalkar ve yasaklanması Anayasa'ya aykırı olacağından Anayasa Mahkemesi; yürütülmek kabiliyeti olmayan böyle bir kanunu iptal eder. Kanunî ve hukukî durumu böyle iken ayin nedir, zikir nedir? Bunları bilmeyen ve görmemiş olan veyahut din düşmanı olup da, ibadetleri kaldırmak ve İslâm Dini'ni yıkmak isteyen bazı kişiler hepsini birer bahane ile yasaklamak isterler. Nitekim bir zamanlar aşırı din düşmanlığı sebebi ile mevlit okutmayı bile karakoldan izin almaya kadar götürenleri, Arapça tekbir getirmeyi bile yasakladıklarını ve böylece keyfî hareket eden azgınlara da şahit olduk. Din düşmanlarından böyle kanunsuz ve keyfî hareketler beklenebilirse de; din adamlarından (bazı hocalarımızın da) hukukçu olmadıkları halde topluca zikrin yasaklanması için gayret sarf edenleri de maalesef görerek bu hallerine şaştık ve bu kitabı böylelerine karşı reddiye olmak ve uyarmak için yazdık.

 

Fetavay-ı Şamiye, diye bilinen Hanefî fakihlerinden; meşhur ve muteber kitap olan İbn-i Abidin'de (Cilt-1, S.690), cehren zikir yapmanın caiz olduğuna; İmam-ı Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri: "Kulum, beni bir cemaatle zikrederse, ben de onu daha hayırlı, bir cemaat içinde zikrederim." kutsi hadisini delil gösteriyor. Bundan sonra, zikrin cehr ile veya gizli yapılması, şahısların ve hallerin ihtilâfı ile değişir. Sonra da; bazı ehl-i ilim demişler ki: "Cehren zikir efdaldir. Çünkü bunda amel çoktur ve dinleyenlere de faydaları geçer ve zakirin kalbini uyandırır ve zakir bütün gayretini tefekkürde toplar ve kulak verir, uykusunu dağıtır, şevkini arttırır."

 

Hülâsa Hamevi haşiyesinde, İmam-ı Şarani rivayet etmişler ki: "Camilerde, cemaatle cehren zikretmek müstehaptır. Başka yerlerde, cemaatle zikir yapmak, yine müstehaptır; ancak, bu cehirden; yani aşikâre zikir yapmaktan uyuyanlar uyanıyorsa yahut namaz kılanların namazına ve Kur'ân okuyanların okumalarına mani olunuyorsa o zaman terk etmeli." denmiştir.

Gezi