Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 25

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 25

 

Ârifler demişler ki: Bütün müritler beşer-i imanisi ile yarıp âhiret hallerini müşahede etmişse ondan tarikte bir şey gelmez.

 

Ali Havvas Hazretleri de demiş ki: 'Her kim dünyada iken eğrilik veya doğruluğunu bilmek isterse amellerini sözlerini ve akidlerini (inançlarını) Kur'ân ve sünnet ile tartsın. Eğer nefsini kitap ve sünneti muvafık bulursa bütün hayırla müjdelesin aksi takdirde kitap (Kur'ân) ve sünnete uygun olmadığı nispette dünya ve âhirette hüsrandadır.'

 

Kavmin tarikine muhabbet etmeğe ilk girdiğim andan beri Lâfza-i Celâl (Allah ism-i şerifidir) bir gün ve bir gecede 24 bin defa zikir yapmağa devam edişim de Allah'ın büyük nimetidir. Bu miktar bir günde alınan nefes adedidir. Bazen bu zikri bir mecliste ve bazen da birkaç mecliste yaparım. Fakat şu niyetle ki bu meclislerde yaptığım zikri Cenâb-ı Hakk'ın 24 saat içindeki aldığım nefeslerime yaymasını ve hiç bir nefesimin zikirsiz kalmamasını ve gıybetle yani Allah'ı unutarak bir nefes ve soluk geçirmemiş saymasını yalvarır ve dua ederim. O hale geldim ki vakitlerimin çoğunda Allahu Teâlâ ile huzurda bulunmam muhkem hale geldi. Çünkü bu zikir Allahu Teâlâ ile murakabede bulunmak için istimdat olunan bir madde haline geldi. Zira lisanla zikir kalbin huzuruna vesiledir. Çünkü zikir, Allah'ın huzuruna girmeye mani olan zulmetlerden, kirlerden ve sertliklerden kalbi temizler ve cilalar; kalp de cilalanınca gece ve gündüz Cenâb-ı Hakk'ın önünde olduğunu ve durduğunu nefsinde huzurla bulur ve Allahu Teâlâ'nın kendine baktığını hâl edinir. İşte hakiki zikir budur ki, dervişler sülûklerinde zikir ile halvet ve riyazatla ancak buraya ulaşırlar. Sonra lisan ve zikre muhtaç olmazlar. Fakat buna rağmen lisan ile zikirleri nafiledir. Nafile zikir yapılır ki bununla zahir azalarını tezyin ederler (süslerler). Veyahut müritlerinin kendine uymalarım temin için yaparlar. Binaenaleyh her kim ki daima Allah'ın kendini gördüğü ve huzurunda bulunduğunu bilir ve bu hali yaşarsa o kimsenin edeceği edep sükût ve fısıltıdır. Nitekim (Taha: 108)

 

وَخَشَعَت الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا

 

ayet-i kerimesi de bunu söyler. Allah'ın heybet ve huzurunun şiddetinden âhirette de mahşerdeki halk böyle fısıltı şeklinde konuşurlar. Şu halde kendisine huzur maddesi hâsıl olmayan kimse nefsini devamlı huzura teklife kadir olamaz bazen huzur bulur bazen huzur bulamaz. Fakat bu huzur maddesi hâsıl olan kimse, huzur için külfet çekmez. Soluğun girip çıkması için külfet çekilmediği gibi.

 

Ey kardeş! Zikrullaha devam etmeni şiddetle tavsiye ederim. Çünkü ömründe âhiret nimetleri sebeplerinden en büyüğü olarak ancak Rabbini zikrettiğin vakitler mahsup edilir, diğer ibadetlerin Rabbini zikirden sonra gelirler. Mubah olan işleri yaptığın vakit seninle ölüler müsavidir. O halde gece ve gündüzde zikir için saatler ayır, zikir yap ki onunla kalbini ölümden diriltesin yahut şehvetle, yemekle, masiyet, lağviyat yani boş konuşmalar ve hezeyanlarla zayıflamış kalbini diriltesin. Nitekim horoz ve emsaliyle, kuşların bile gecelerde zikre muayyen vakitler ayırdıkları gibi. Şu halde 'Ben salibim veyahut ilmi ile amel eden ulemadanım.' diye gece leş gibi yatmak edepten değildir.

 

Lâfza-i Celâl ile zikir yapan kimse baştaki hemzeyi tahkik etmeli ve sonundaki (he)'yi de sakin kılmalıdır ve Allah, Allah, Allah demelidir. Sonundaki (he)'yi sakin kılmakla beraber orada nefesi kesilmelidir, (he)'yi harekeleyip gelecek Allah lâfzının başındaki hemzeyi hazır edip (he)'yi (Lâm)'a vurarak 'hellâh' derse bu zikir olmaz ve hiç bir hassa tevlit eylemez. Bağdaş kurup oturmaz, başı ile kıbleyi mail olursa böyle oturuş zakire zikrinde cemiyeti himmet verir. Zikirler ile Lâfza-i Celâl ile yapılan zikirden daha yakın semere veren bir zikir yoktur ve bundan daha geniş mededi olan da mevcut değildir.

 

Allah'ı Allah ile zikredip de nefsi ile zikretmeyenin alâmeti, dilinde zikir yaparken yanma hissetmesidir. Sanki yanmış gibi olur. Bu alâmet yoksa o kimse bu makamın ehli değildir ve o Allah'ı nefsi ile zikretmektedir.

 

Bu Lâfza-i Celâl ile zikrin hâssası şudur ki: Zakir zatı ile idrak eder olur. Nasıl ki kuvvay-ı hissiye ile zevken idrak ettiği gibi; zakir için bu hâsıl olmazsa zikirden henüz netice almamış demektir. O halde zikri artırmalıdır ve nefsine acele etmemeli. Belki zikre devam etmeli ta ki Allah'ın izni ile kendinden konuşanı işitmeli ve bunu nefsinde gerçekleştirmeli. Ondan sonra nasıl olursa olsun ister konuşsun ister sükût etsin yahut fark veya cem olsun hepsinde varidin altında mağmur olur ve kendisinde konuşanı defe kadir olamaz; ister uyanık, ister uykuda olsun, ne kalbi ile ve ne de lisanı ile def edebilir. Bunu düşün, hiç bir kitapta bu bahsi bulamazsın.

 

Ehl-i tarikin masiyetlerinden (günahlarından) bir masiyeti işlemişsem; bedenimde, elbisemde ve mekânımda olan bu günahların kokusunu duyarım ve bu günahların çirkinlikteki değişmesine göre kebâir yani büyük günahlar, sağir yani küçük günahlar, mekruhlar hatta evlâ olduğunu anlarım. Pis kokusunun mahiyetinden anlarım, derhal istiğfara başlarım. Allahu Teâlâ tövbemi kabul edince bu pis kokular zail olur. Malik ibn-i Dinar, Süfyan-ı Sevri, Seyyidim Ali Havvas da öyle idiler. Hatta başkalarının günahlarının kokusunu da duyar ve tefrik ederim. Namaz borcu olana bu kokusundan hangi namazı kazaya bırakmış olduğunu anlar 'kalk şu namazını kıl' derim. O da farkına varır 'doğrusun' der kalkıp kılardı. Bu Allah'ın büyük nimetidir."

 

"Miftah-ül Felah" ve "Misbah'ül Ervah" adındaki Şeyh Taceddin Ahmed bin Ataullah İskenderani (r.a.) Hazretleri'nin kitabından "El-aslussani" (İkinci asıl) diye zikre dair faslında bu kitabımızın hadis-i şerifler kısmında yazılı hadis-i şeriflerin çoğu zikredilmiştir. Tekrar olacağından yazılmasından vazgeçildi. Ancak orada bulunmayan veya başka şekilde rivayet edilenleri kayıt etmekle iktifa ediyorum.

 

İmam Malik Hazretleri'nin "Muvatta" adlı meşhur hadis kitabında, yazılı olan şu hadis-i şerifte Muaz bin Cebel (r.a.)'ın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: "Allah'ın azabından en ziyade kurtaracak amel olan zikrullahtan daha kurtarıcı bir ameli kul işlemiş değildir."

 

Resûlullah (s.a.v.)'e soruldu: "Kıyamet gününde Allah yanında hangi ibadet efdaldir ve derecesini daha çok yükselticidir?" Buyurdu ki: "Allahu Teâlâ'nın zikridir."

 

Peygamberimiz (s.a.v.): "Her kim yatağına girer abdestli olarak zikre başlar ve öylece uyur da gece bir taraftan diğerine dönerken dünya ve âhiret hayırlarına ait Allah'tan ne isterse muhakkak Allahu Teâlâ onu verir."

 

Tilmizi'nin ihracına göre, bir kişi geldi Peygamberimize dedi ki:"'Hayır kapıları çoktur ben yaşlandım hepsini yapamam bana bir şey haber ver ki ona devam edeyim ve çok vazife de verme ki unuturum.' dedi. Peygamberimiz buyurdu: 'Allah'ın zikri ile dilindeki ıslaklık devam etsin kurumasın.'"

 

Zikri açıktan yapmak faslında İmam-ı Tirmizî'den rivayet edilen hadiste: "Bir kimse çarşıya girip de bu tevhidi okursa Allahu Teâlâ ona bin kere bin sevap yazar ve o kadar derecesini yükseltir." buyrulmuştur.

 

Buhari'de ibn-i Âbbas Hazretleri'nden rivayet edilen bir hadiste: İbn-i Abbas Hazretleri haber vermiş ki: "Halk farz namazım bitirince yüksek sesle zikre başlarlardı." Yine rivayet edilmiştir ki, Hazret-i Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) gece namazında Kur'ân okurken sesini kısar ve Hazret-i Ömer (r.a.)' da yüksek sesle okurdu. Resûlullah (s.a.v.) Ebû Bekir'den sordu: "Münacat ettiğim zat sesimi işitir." Ömer'den sordu O da: "Uyuyanları uyarmak şeytanı kovmak ve Rahmân'ı razı etmek için yüksek sesle okuyorum" dediler. Resûlullah (s.a.v.) Ebu Bekir'e (r.a.) sesini biraz daha yükseltmesini ve Ömer'e (r.a.) de biraz kısmasını emretti. Şu halde Ebu Bekir'e (r.a.) sesini yükseltmekle emretmesi cebirdir. Ömer'e (r.a.) de gizli okumasını buyurmadı "biraz kıs" dedi ki bu gizli okumak değildir. Kur'ân ki, efdal-i zikirdir onda böyle gizli okunmayıp cehredilirse diğer zikirlerde cehren okunması evlâ bit-tariktir. Binaenaleyh zakir yalnızsa gizli yapmalı ve fakat cemaatle ise cehren ve seslerin tevafuku ile mevzun olarak bir tarikle yapmak efdaldir.

 

Bazıları demiş ki: Nasıl ki bir kişinin zikri bir müezzinin okuması gibi ise cemaatin zikri de cemaat halindeki müezzinlerin okuması gibidir. Çünkü cemaatle okuyan müezzinlerin sesi hava cürmünü bir müezzinin sesinden daha çok kestiği gibi bir kişinin zikrinden ise cemaatin zikri kalpten perdeler kaldırmakta daha çok tesirli ve daha şiddetli kuvveti haizdir. Yine cemaat halindeki zikirde cemaatin her ferdi için kendi nefsinin zikri sevabı hâsıl olmakla beraber diğerlerinin zikrini işitmekle de başkalarının zikrini dinlemek sevabı da husule gelmektedir. Nitekim Allahu Teâlâ kulub-u kâsiyeyi yani kararmış kalpleri (Bakara: 74)

 

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ

 

âyet-i kerimesinde taşa benzetmiştir. Şu halde taş ancak kuvvet ile kırılabildiği gibi kalbin kasaveti de ancak zikr-i kavi ile yani kuvvetli zikir ile giderilebilir.

 

Rivayet edilmiş ki her nefis dünyadan susuzlukla çıkar. Fakat Allahu Teâlâ'yı zikredenler bundan müstesnadır. Sehil demiş ki: "Zikri terk etmekten daha çirkin bir günah tanımıyorum." İmam-ı Nevevi demiş ki: "Her şeyin bir ukubeti yani cezası vardır. Arifin ukubeti de zikirden kesilmesidir."

 

Bundan sonra ki (Selef radıyallahü anhüm'ün zikre dair eserleri) faslında Enes bin Malik demiş ki: "Zikrullah imanın alâmetidir ve nifaktan beraattır, şeytana karşı kaledir ve cehenneme karşı kalkandır."

 

Malik bin Dinar da demiş ki: "Her kim Allah' in zikri ile ünsiyet etmeyip de halkın lâkırdısı ile ünsiyet etmişse muhakkak onun ilmi azdır. Kalbi kördür ve ömrü zayi olmuştur."

 

Hasan Basri Hazretleri demiş ki: "Tatlılığı (halaveti) üç şeyde arayınız: Namazda, zikirde ve Kur'ân okumakta; eğer buldunuzsa... Aksi halde biliniz ki kapı kapanmıştır. Çünkü muhakkak ki her kalp Allah'ı bilemez ve zikri ile ünsiyet edemez ve Allah'a sakin olamaz nitekim Allahu Teâlâ (Zümer: 45)

 

وَإِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَحْدَهُ اشْمَأَزَّتْ قُلُوبُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَإِذَا ذُكِرَ الَّذِينَ مِن دُونِهِ إِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ

 

diye buyurdu."

 

Bazı ârifler demiş ki: Zahir rızkı cisimlerin hareketiyledir, batın rızkı kalplerin hareketi iledir, esrarın rızkı sükûnladır, akılların rızkı sükûndan fena iledir. Ta ki kul Allah için ve Allah ile beraber sakin ola. Demişler ki: Kim ki hakikati, zikir, hamd ve şükürle Allah için kail olursa ona bütün ekvan ve âlem musahhar olur .

 

Ata demiş ki: "Allah'ı zikredenlere yıldırım düşmez."

 

Hamid'ül Esvet diyor ki: "Bir yolculukta İbrâhim Havvas'la bir yere geldik ki orada çok yılan vardı. Seccadesini ve yükünü indirdi, oturduk, gece oldu, hava soğudu. Yılanlar çıktılar, o zaman şeyh bana 'zikre başla' diye bağırdı. Zikre başladım; yılanlar yuvalarına döndü, zikri bırakınca yılanlar çıktı. Tekrar başlattı, onlar yuvalarına girdi. Böylece sabahı ettik. Yola girdik, biraz sonra cübbesinden büyük bir yılan düştü. 'Bunu hissetmedin mi?' diye sordum. 'Böyle bir rahat gece geçinmedim.' dedi."

 

Demişler ki: Kalple zikir müritlerin kılıcıdır onunla düşmanlarını öldürürler ve kendilerine gelecek afetleri def ederler. Zira belâ kulu yakalar da o kul kalbi ile Allah'a dönerse derhal ona gelen her hoşa gitmeyecek şeyler yön değiştirir.

 

Bir kalpte zikir yerleşirse ona yaklaşan şeytan sarsılır sara'ya tutulur. Başına diğer şeytanlar toplanıp buna ne olmuş diye sorarlar, o zaman derler ki buna insan dokunmuş.

 

Zakirin ruhunu kabza gelen melek izin almadıkça kabzetmez. İncil'de şu âyet varmış: "Sen öfkelenince beni zikret ki ben de öfkelenince seni zikredeyim ve sana nusratıma (yardımıma) razı ol. Muhakkak ki benim sana nusratım, senin nefsine olan nusratından hayırlıdır."

 

Zünnun Mısrî dedi ki: "Her kim hakikat üzere Allah'ı zikrederse, onun zikri yanında her şey ona kolay kılınır ve Allah onu her şeyden korur, her şeye karşı ivaz olur. Zikir ihlâsla olmalıdır."

 

Zikrin adabından birisi de: helâl yemekle batının temizliğidir; her ne kadar zikir haramdan neşet eden cüzleri giderirse de, fakat batın haramdan pak olursa zikrin kalbi tenvirindeki tesiri daha şiddetli ve mükemmel olur. Zikir meclisine güzel kokular sürmek, melekler ve cinniler için lâzımdır. Zikreden yalnız ise diz çökerek veya bağdaş kurarak kıbleye karşı oturmak, cemaat halinde ise cemiyetin icabına göre oturmak gerekir. Gözlerini kapayıp şeyhini iki gözü arasında tahayyül ederek ve tarikte refiki ve hidayetçisi olduğundan, başlarken kalbi ile şeyhinin himmetinden yardım dileyerek ve ayninin de Peygamberimiz (s.a.v.) den istimdat ettiğini, zira onun vekili olduğunu düşünerek başlar. Tam kuvvet ve tazimle göbek üstünden «La ilahe illallah» zikrini yukarı kalbe doğru çeker. «Lâ ilâhe» de Allah'tan başkasını nefyederek yani tâbir-i mahsusu ile masivallahı nefyederek yukarı çekip, «İllallah» ta kalbe isal eder ki «İllallah» kalpte yerleşsin ve bütün azalara sirayet etsin ve her defasında zikrin manasını kalbinde hazır eder. Zikir derecelerinin en aşağısı «Lâ ilâhe illallah» dedikçe kalbinde Allah'tan başka bir şey bırakmamaktır. Zikir halinde Allah'tan başkasına iltifat ettikçe o iltifat ettiği şeyi ilâh menzilesine indirmiş olur ki (Casiye: 23)

 

أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ

 

Ve yine (İsra: 22)

 

لاَّ تَجْعَل مَعَ اللّهِ إِلَـهًا آخَرَ

 

(Yasin: 60)

 

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ

 

âyet-i kerimeleri ile men edilmiştir. Hadis-i şerifte de "Altın ve gümüşe tapan helak oldu." buyrulmuştur. Her ne kadar altın ve gümüşe rükû ve secde yapılmazsa da bunlara iltifat olunmak tapmak demektir. Kalp iltifat etmemelidir. Yoksa kalp paraya bağlı kaldıkça dili ile bin kere söylese faydası cüzî olur. Fakat kalp Allah'tan başkasından fariğ olarak bir kere söylemek dahi lisan ile vasfı mümkün olmayan lezzet husule getirir.

 

"Zikrin mücmelen faydaları babında" buna dair hususu tetkik eden görecektir. Faydaları az değil sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan hatıra gelen bir kısmını zikredeceğiz.

 

Zikir, şeytanı tard eder, onu men eder ve kırar, Rahmân'ı razı eder, şeytanı darıltır, kalpten gamı def eder, ferah ve sürura celp eder, şerri giderir, kalp ve bedeni takviye eder, sır ve aleniyeti ıslah eder, kalp ve yüze behcet verir ve nurlandırır, rızkı celp eder ve kolaylaştırır, zakire muhabbet giydirir ve her işin sevabını ilham eder. Zikrin devamı muhabbet için sebeplerden bir sebeptir ve muhabbetin en büyük kapılarındandır. İhsan makamına eriştiren murakabeyi miras bırakır ki, o ihsan makamında Allah'ı aynen görür gibi ibadet olunur. Rabbine yaklaşmayı miras kılar, Rahibine tazim ve heybeti de miras kılar, kalpte mağfiret kapısını açar. Kul için zikir en aziz şereftir ve en üstün mertebedir. Onunla beşerin kalbi dirilir, nasıl ki ekinin bol yağmurla dirildiği gibi. Ruhların rızkı ve gıdasıdır nasıl ki gıda cesetlerin rızkı olduğu gibi ve kalbin pası olan gafletten ve hevaya tebaiyyetden cilâlayıcıdır. Fikir için, zulmette yola hidayet eden lâmba gibidir. Günah ve hatıâtı yok eder. (Hûd: 114)

 

إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ

 

âyetinde de belirtildiği gibi zikir, Rab ile gafil âbid arasındaki vahşeti giderir. Abdin yaptığı tesbih, tekbir, tehlil ve temcit, sahibi ile beraber Arş'ın etrafında zikir yaparlar.

 

Bütün ibadetler haşir günü âbidden zâil olur ancak zikrullah, tevhid ve hamdi kalır. Her kim dünyada genişlik ve bolluk vaktinde Allah'ı zikri ile tanırsa Allah da şiddet zamanında ihsan ve atıfeti ile ona yaklaşır.

 

Eserde gelmiş ki: Allah'ı zikreden muti kula bir Şiddet isabet eder veya bir haceti için isterse melâike der ki: "Ya Rabbi bu ses bilinen bir sestir ve bilinen kuldandır." Fakat Allah'tan iraz eden yani yüz çevirmiş gafil bir kul dua ederse melekler der ki: "Ya Rabbi bu ses münker bir ses ve kul da münkerdendir." (Münker bilinmeyen tanınmayan, hoşa gitmeyen demektir.) Allah-ı Zülcelâlin azabından, zikirden daha fazla kurtarıcı hiçbir şey yoktur. Zikir kulun üzerine sekine inmesine sebep olur ve meleklerin kuşatmasına ve önüne inmelerine ve rahmetin ihatasına da sebeptir. Bundan daha üstün bir nimet yoktur. Bu zikir, lisanı; gıybet, yalan ve her bâtıldan meşgul kılar. Zakir ile oturan da şaki olamaz. Onunla ünsiyet eden sait olur. Onun meclisi kıyamet gününde hasretlik çekmez. Kıyamet gününde dünyadaki meclislerinden dolayı pişmanlık çekmez ve azap olunmaz. Ağlayarak ve iltica ile yapılan zikir, ceza-i ekber gününde (Âhiret gününde) Arş'ın gölgesinde kalmaya sebep olur. Allah'ın zikri ile meşguliyetinden fırsat bulup da duaya ve istemeye vakit bulamayan zakire Cenâb-ı Hakk isteyen ve dua edenlere verdiğinden daha fazlasını istemeden verir. Lisan üzerine zikir hareketi insana en kolay olan bir harekettir. Zikir cennet bahçelerinin ağaç dikimidir. Cennetin toprağı güzel, suyu tatlıdır. Onun ağaçlarının dikimi: «sübhanallah, velhamdülillâh, velâ ilahe illallah, vallâhû ekber» dir. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi nirandan (Cehennemden) azatlığa sebeptir, dünya ve âhirette unutulmaktan emandır. Bunun şahidi de: (Bakara: 152)

 

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ

 

âyet-i kerimesidir, kullar Allah'ı unuturlarsa O da nefislerini unutturur, bu da fesadın son mertebesidir. Zikir, âbide; dünyasında, kabrinde neşir ve haşrinde nurdur. Usulün başıdır, vuslat kapısıdır, veliliğin beraatı yani diplomasıdır. Zikirle, nefis ve hevaya saldırır. Kalpte rüsuh peydah edince lisan ona tabi gibi olur da zakir lisandan müstağni kalır; terakki edip yükselir. Gafil ise zengin, mal sahibi olsa bile fakirdir, mansıp ve mevki sahibi bile olsa fakirdir. Dağılmış kalbi zikir üzerine toplanırsa, parçalanmış azim ve iradesi şamil olur. Zikir, hüzün ve günahlarını, şeytan ordusunu ve fırkasını dağıtır, kalbini âhirete yaklaştırır ve kalbinden dünyayı uzaklaştırır, gafil kalbe levhi (eğlence) ve bâtılı terk ettirir, geçmiş günlerin fevt olan amellerini elde etmeye azmettirmekle tembih eder ve uyarır; geleceğe hazırlar. Zikir bir ağaçtır ki meyvesi maariftir ve her ârifin sermayesidir. Allah; yakınlık, velayet, muhabbet, tevfik ve himaye ile zakirlerle beraberdir. Zikir; köle azat etmeye, cihada ve onun çetin meşakkatlerine ve Allah'ın yolunda katle, altın ve gümüş infakına müsavidir. Zikir; şükrün başı, aslı ve esasıdır. Kim ki dili zikirden ıslak olmaya devam ederse, emir ve nehiyde ittika ederse (takva sahibi olursa) dostların cennetine girmesi vacip olur. Ve Rabbül erbaba yaklaşır (Hucuret: 13)

 

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ

 

ve cennete girer, güler, tebessüm eder, dolaşır, nimetlere nail olur. Zikir kalpten kasveti giderir, kalbe yumuşaklık, tazelik verir. Gaflet ise kalp için dert ve marazdır. Zikir ise kalbe her dertten şifadır. Nitekim ehlullah demişler ki: "Yarabbi hastalanırsak zikrinle tedavi oluruz." Bazen zikri terk edince menkus olur, yani yüz üstü düşeriz. Zikir, Allah dostluğunun aslı ve sermayesidir. Gaflet ise Allah düşmanlığının aslı ve sermayesidir. Bir kulu gaflet istilâ ederse, Allah onu reddeder ki bu kul için en çirkin bir haldir. Zikir belâyı giderir, nimetleri ve her faydalı olanı celp eder. Yine zikir, Allah'ın ve melâikenin salâtını (Allah'ın rahmeti nura çıkarır.), dar-ı selâma dâhil eder.

 

Zikir meclisleri cennet bahçeleridir; o bahçelerde dolaşmak Rahmân'ı razı eder. Allahu Teâlâ zakirlerle sema meleklerine öğünür, ibadetler içinde zikrin mevkii en yücesidir. Amellerin efdali sair hallerde Allah'ı zikrin en çok yapılanıdır. Diğer amellerin yerini tutar. Diğer ameller isterse mal ile isterse malsız yapılmış olsun zikir bunların yerini tutar, azalara kuvvet verir, amel-i salihi kolaylaştırır. Zor ve çetin işleri kolay kılar, kapalı kapıları açar, meşakkati hafifletir, korkan için emniyettir ve teleften korunmaktır. Zakir, diğer amellerle yarış meydanında hepsini geçer.

 

İmam-ı Ali (k.v.) Efendimizin bir beytini de burada müellif irad etmiştir. Manası: "Şu toz bulutu dağılsın bakalım altındaki bindiğin at mıdır, eşek midir?" Bu mecazî manadan kasıt ise: Yarın kıyamette dünyadaki toz ve hayal bulutları dağılarak bindiğimiz yani yaptığımız güvendiğimiz amellerin, inançların ne olduğu orada anlaşılacak. Şu halde, orada zikrin en yüksek amel olduğunun meydana çıkacağı anlatılmak isteniyor. Cennet evleri zikirle bina edilir. Gafletle yapılmaz. Zikirler kul ile cehennem arasında settir. Eğer zikir daimi olursa yapılan set yeni ve muhkem olur. Devamlı olmazsa set de gevşek olur. Zikir ateştir, girdiği yerde eser bırakmaz, yakar. Doyduktan sonra yenen fazla taamları yahut haram lokmaları ve zulmetleri giderir, bunların yerini parlayan nurlar doldurur. Zikir ve hamde devam eden kul için melekler istiğfar ederler. Zikir yapılan mevkiler ve dağlar; üzerinde zikir yapanlarla öğünürler. Şaki mü'minin zikir, madalyasıdır. Münafıklardan zikreden az bulunur. Her kim ki mal veya evlâdı zikirden alıkoyarsa o hüsrana uğramıştır. Zakir için bir lezzet var ki, yemeklerin ve meşrubatın lezzetlerinden daha çok tatlıdır. Zakirin yüzü ve kalbi dünyada nur ve sürurla kisvelenir. Ahirette ise yüzü aydan daha nurlu ve beyazdır. Zikir yaptığı yerler lehine şahadet ederler. Nitekim mekânların, üzerinde taat ve isyan edenlere şahadet ettikleri gibi. Zikir âmilini yani zakiri en yüce derecelere yükseltir. Zakir ölse bile diridir. Gafil ise diri bile olsa ölüler cümlesindendir. Zakir ölürken susuzluktan emindir, suya kanmış olarak can verir, tehlikelerden emin olur. Gafiller arasındaki zakir karanlık bir evdeki lâmba gibidir. Gafiller sabahı olamayan karanlık geceler gibidir. Zakiri bir meşguliyet zikirden alıkorsa azaba maruz bırakmış olur.

 

"Babü Tedric’is Saliki Bi’l Ezkar" faslında: Sâlik, Nebi (s.a.v.)'e salâvat-ı şerife okumakla işe başlatılır. Çünkü Resûl-i Ekrem bizimle Allahu Teâlâ arasında vasıtadır ve delilimizdir. Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: "Bana salâvat getirmek nurdur." Diğer hadis-i şerifinde: "Mü'minlerin kalplerinin temizliği ve pastan yıkanması bana salâvat ile olur." buyurmuştur. Bunun için sâlik ibtida salâvat ile emrolunur ki, ihlâs mahalli temizlensin. Salâvatı çok getirmek Resûlullah'ın kalpte muhabbetini yerleştirir ve muhabbeti yerleşirse ona şiddetle itina eder, alâka gösterir, onun sıfatları ve ahlâkına da ilgi gösterir. Bu suretle peygamber'in sıfatlarını ve ahlâkını kazanır. Salâvat-ı şerife de zikrullahı camidir ve onda Resûlullah'ın zikri de vardır. Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: Hadisi kutside Allahu Teâlâ buyurdu ki: "Ya Muhammed, seni benim zikrimden bir zikir kıldım; seni zikreden beni zikretmiş olur, seni seven beni sevmiş olur." Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Beni zikreden Allah'ı zikretmiş olur, beni seven Allah'ı sever."

Gezi