Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 14

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 14

 

Şeyh Ebu'l fetih El Vasiti (r.a.), Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri'nin halifelerinden olup emirle İskenderiye'ye gönderilmişti, Oradaki Cami-ül Attar'ın hatibi bunun çok aleyhinde bulunurdu. Bir gün hatip cuma günü hutbe okumak için minbere çıktı, müezzin ezan okumağa başladı, ezan bitince hutbeye başlayacaktı fakat ezan başlayınca hatip cünüp olduğunu hatırladı, ne yapacağını şaşırdı. O sırada cemaat içinde bulunan Ebu'l Fethil Vasıti Hazretleri kolunu uzattı, minber hatibin önüne gelen bir sokak oldu. Hatip bu sokağa girdi, biraz ileride yıkanacak su ve gusülhane buldu, hemen yıkandı, aynı sokaktan tekrar minbere gelip oturdu. Henüz ezan bitmek üzere idi. Bu şekilde kendisini İskenderiye'nin büyük camiinde binlerce cemaat içinde setir edişinden şeyhin büyüklüğünü anladı, inandı intisap edip büyük ve ileri gelen müritlerinden oldu.

 

Şeyh Ebu'l Hasen Eş-Şazeli (r.a.) buyurmuş ki: "Sana istiğfarı tavsiye ederim günahın olmasa dahi. Peygamberimiz (s.a.v.): 'Geçmiş ve gelecek günahlarının mağfiret olunduğu müjdelendiği ve esasen masum olup hiç günah işlemediği halde istiğfara devam.' buyurdu. Bundan ibret al masum ve günahtan mukaddes olan böyle iken her zaman günahtan hali olmayan senin ne yapacağını düşün."

 

"Keşfin, kitap ve sünnete aykırı çıkarsa kitap ve sünnete yapış; keşfi bırak ve nefsine de ki: 'Allahu Teâlâ benim için ismeti Kur'ân ve sünnette garanti etmiştir de keşif ve ilham ve müşahede tarafından garanti etmedi.' Esasen keşif, ilham ve müşahede ile amel etmek için kitap ve sünnete arz etmek ve uygun gelirse o zaman amel etmek icap ettiğinden ehlullah ittifak etmişlerdir."

 

"Bir engel hâsıl olur da seni Allah'ın zikrinden sapıtmak isterse sebat et nitekim Allahu Teâlâ: 'Ey müminler bir düşmanla karşılaşıp harbe tutuşursanız zikri unutmayıp sebat ediniz ve Allah'ı o halde dahi çok zikrediniz ki felah bulasınız.' buyurmuştur."

 

"Sen ruh ve medet bulamazsın ehlullah makamı elde edemezsin ta ki kalbinde ilmine, gayretine ve içtihadına bağlantı kesilmedikçe ve Allah'tan başka tümünden yani hepsinden ümidini kesmedikçe."

 

"Allah'ın zikri lisanına ağır gelmeğe başlarsa o konuşmanda lağviyat çoğalırsa, azaların şehevattan hoşlanırsa, maslahatlarında tefekkür kapısı kapanırsa o zaman bil ki bütün bunlar günahlarının büyüklüğündendir. Yahut kalbine nifak iradesi gelmiştir, böyle olunca senin için yol ancak Allah yolu ve Allah'a sarılmak ve Allah'ın dininde ihlâs etmektir. İşitmedin mi? Şu Ayet-i Kerimede buyrulanı (Nisa: 146)

 

إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَاعْتَصَمُواْ بِاللّهِ وَأَخْلَصُواْ دِينَهُمْ لِلّهِ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ

buyrulmuştur da mü'minlerden denmemiştir. Fakih isen bunu düşün.

 

"Bana dendi ki; 'Yeryüzünde fıkıh meclisinde şeyh İzzetin bin Abdisselâm'ın meclisinden ve ilm-i hadiste Şeyh Abdülazim el-Münziri'nin hadis meclisinden ve hakayik ilminde de senin meclisinden daha üstün bir meclis yoktur.'"

 

"Zahir uleması ile oturursan onlarla ancak menkul ilimler ve sahih rivayetlerle konuş ki, ya senin onlara faydan dokunur veyahut onlardan sen istifade edersin, böylece onlardan en büyük kazancın budur. Eğer abidler ve zahitlerle oturursan onlarla züht ve ibadet döşeği üzerinde otur. Onların bu babdaki müşkülâtlarını çöz, zorluklarını kolaylat ve tatmadıkları marifetten tattır. Şayet sıddıklarla oturursan o zaman hamil olduğun ilimlerden soyun ve ayrılarak huzurlarına gir. O zaman onlardaki gizli ilimlerden elde edersin."

 

"Bir derviş ki beş vakit namazında cemaate devam etmiyorsa ondan hayır gelmez boşa uğraşma."

 

"Dareynde yani dünya ve âhirette izzet murad eden kimse bizim mezhebimize yani yolumuza iki gün girsin." Karşısındaki sormuş ki, "bu nasıl olur?" O zaman Şazeli Hazretleri buyurmuş: "Kalbinden putları ayır, bedenini de dünyadan rahat ettir ondan sonra nasıl olursan ol. Allahu Teâlâ muhakkak tevazulu olarak ayağını uzatan kimseye azap etmez. Çünkü yorgunluktan dinlendirmek için uzatıyorsa da tevazuu vardır. Fakat kibirle uzatırsa yorgun bile olsa ona azap eder."

 

"Ârif olan bir kişi gaflete düşüp de bir nefes veya iki solukta zikri terk ederse Allahu Teâlâ ona şeytanı musallat edip arkadaş eder. Fakat ârif olmayan kimse gafletle zikri terk ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin mertebesine göre bir veya iki dakika veya bir iki saat veyahut bir iki zaman müsamaha eder."

 

"Bir kere günah işledikten sonra tekrar işlemekten sakın çünkü Allah'ın çizdiği hududa tecavüz eden zalimdir. Zalimden imam olamaz fakat maasıyi (günahları) terk edip Allah'ın mübtelâ ettiği şeylere sabreden ve Allah'ın âhirete ait vaad ve vaitlerine (Vaat: Cennete ait verilen sözler, Vait: Cehennem ile yapılan korkutma ve azap ile sakındırmadır. Farkları budur.) yakinen iman eden imamdır. İsterse etbaı yani ona uyanlar az olsun."

 

"Eğer sözünde sadakat istersen (Kadir:1)

 

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ

 

Sûresi'ni çok oku, bütün ahvalinde ihlâs istersen 'İhlâs Sûresi'ni çok oku, eğer rızkın kolaylaşmasını istersen 'Felâk Sûresi'ni çok oku, bütün şeylerden selâmet istersen 'Nas Sûresi'ni çok oku." Şarani Hazretleri ilâve ediyor: "Çoğun ekalli yani en azı her gün yetmişten yediyüze kadardır."

 

Yine buyurmuş ki: "Bir kimse kalbini gafil kılarsa yani zikri unutursa dinini alay ittihaz etmiş olur, halk ile meşgul olursa dinini oyuncak yapmış olur."

 

Şeyh Seyyid İmam Ahmed Ebü'l Abbas El-Mürsi (r.a.), ekâbir-i evliyadan ve Ebu'l Hasen Şazeli Hazretleri'nin büyük halifelerinden idi. Buyurmuş ki: "Asi müminin nuru keşfolunsa da görülse; yer ile gök arasını tuttuğu görülür o halde muti müminin nurunun azametini buna göre kıyas ediniz."

 

"Bütün peygamberler (Aleyhim Esselâtü vesselam) rahmetten yaratıldılar. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, o Rahmetin pınarıdır."

 

"Kırk senedir peygamberimiz (s.a.v.) benden hiç perdelenmedi. Şayet göz açıp yumuncaya kadar peygamberimizi görmesem, benden perdelense, kendimi Müslümanlardan saymam ve cennet de böyledir; gözümden hiç kaçmaz ve her sene de Arafat'ta hacılarla vakfede bulunmasam kendimi Müslüman saymam."

 

"Allah'a yemin ederim ki bu ilm-i ledünnî sahibi bir zamanda iki kişi olmaz ancak birer birer intikal ile Hasen ibn-i Ali bin Talib (r.a.)'e kadar teker teker intikal ile gelir."

 

"Dünya ve âhirete yaramayan Allah'a yarar."

 

"Benden işitip de anladığınızı Allah'a emanet ediniz. İhtiyacınız olduğu zaman Allah iade eder, anlamadığınızda da Allah'a tevekkül olunuz. Allahu Teâlâ onu beyanda sizin veliniz olur, siz kalp aynanızı cilâlamağa çalışınız. Her şey size açıklanır."

 

"Kur'ân okuduğun vakit sanki Allahu Teâlâ'ya karşı okuyorsun gibi oku."

 

"Bir kişinin, ismullahı veyahut Nebi (s.a.v.)'in ismini söylediğini işitince o söyleyenin ağzına kendi ağzını yaklaştırırdı. Sanki o isimleri telaffuz edenin yani konuşanın ağzından çıkan isimleri havada uçup kaybolmadan yakalayacakmış gibi hareket ederdi. Tazim ve hürmetinden dolayı."

 

"Bir gün haccdan gelmiş bir hacıya 'Haccınız nasıl oldu?' diye sordu, o hacı da: 'Çok bolluk ve ucuzluktu, su boldu fiyatlar şöyle şöyle' diye anlattı. Şeyh Hazretleri bu adamdan yüzünü çevirdi. Ve müridlerine dedi ki: 'Ben bu adama haccından ve haccda Allah'tan verilmiş ilim, feyiz ve fütuhattan sordum, o bana piyasadan ve su bolluğundan bahsediyor.' dedi."

 

Evliyanın şatahatından olan sözleri gayet güzel tefsir ederdi. Ezcümle Bâyezid-i Bestami (r.a.) demiş ki: "Bir denize daldım ki peygamberler sahilde durmuşlardı." Şeyh Ebu'l Abbas Hazretleri diyor ki: "Beyazid-i Bestami Hazretleri zatından şikâyet ederek peygamberlere lâyık olamadığını ve onlara erişemediğini beyan etmiştir. Şöyle ki; 'Peygamberler tevhid denizine dalıp karşı sahile yani fark sahiline çıkmışlar ve halkı bu tevhid denizine dalmağa davet ediyorlar. Bense denize daldım fakat peygamberleri çıktıkları karşı sahile varamadım. Ben de kâmil olsa idim peygamberlere erişir onlarla birlikte o sahilde dururdum.' demek istemiştir diye tefsir etmiş ve açıklamıştır."

 

"Esma-i ilâhiyenin hepsi tahalluk için geldi yani onunla ahlâklanmak için; ancak Allah ismi müstesnadır. Allah ismi taalluk için geldi. Zira bunun mazmunu ulûhiyettir. İlahiyat ile asla tahalluk olunamaz."

 

Ashabını Allah isminin zikrine teşvik ederdi. Ve derdi ki: "Bu isim diğer esmanın sultanıdır. Bunun döşeği ve meyvesi vardır. Döşeği ilimdir, meyvesi de nurdur. Eğer nur husûle gelirse keşif ve ayan vaki olur."

 

Yine buyurmuş ki: "İbrâhim Halil (a.s.)'a feta yani delikanlı, babayiğit denmesinin sebebi hissî putları bulduğunda kırmasıdır. Ey evlâdım senin de beş manevî putun var. Eğer onları kırarsan sen de babayiğitsin. Bu beş manevî put: Nefis, heva (Dünya zevkleri, lezzetleri, arzusu), şeytan, şehvet ve dünyadır. Şimdi bunları bilince (Kılıç dediğin Zülfikâr, yiğit dediğin de Hz. Ali (r.a.) gibi olur) sözünün manasını anla." Ashabına derdi ki: "Mekke'ye vardığınız zaman kastınız ve gayeniz Beyt'in Rabbi olsun. Beyt olmasın ki, putlara tapanlar olmayasınız."

 

Yakut-u Arşî (r.a.) Ebu'l Abbas Mürsi Hazretleri'nin büyük hulefasındandır. Doğduğu gün, Habeş'te doğmasına rağmen Mısır'da Ebu'l Abbas Hazretleri doğumunu haber verdi. Asidesini pişirtip dağıttı ve ileride gelecek dedi. Nitekim dediği gibi oldu. Arşî denmesinin sebebi: Kalbi, Arş'ın altından ayrılmazdı. Ancak cesedi arzda idi. Hamelet-ül Arş'ın ezanını işitir, hayvanlar için şefaat edermiş. Bir gün dervişlerin halkası içinde otururken bir ev güvercini geldi omzuna kondu kulağına gizlice bir şey söyledi. Yakut-u Arşî hazretleri: "Bismillah bir müridimi seninle göndereyim" dedi. Kuş: "Hayır o kâfi gelmez sen gelmelisin" dedi. O zaman İskenderiye'den katırına bindi eski Mısır'a sefer etti. Cami-i Ömer'e vardı, "bana filan müezzini çağırınız" dedi, bulup getirdiler, müezzine dedi ki: "Bu omzumdaki güvercin İskenderiye' ye geldi senden şikâyet etti; sen bu kuşun yavrularını kesiyormuşsun. Ne zaman minarede yavru çıkarsa sen kesiyormuşsun" deyince müezzin evet doğrudur defalarca yavrularını kestim dedi. Şeyh Hazretleri de "bir daha yapma" dedi. Müezzin de Allah'a tövbe ediyorum deyip söz verdi. Şeyh Hazretleri de İskenderiye'ye avdet etti. Bunun halifesi de, "Hikem-i Ataiye" kitabının müellifi Ataullah İskenderi (r.a.)'dır.

 

Seyyid Ali Vefü hazretleri (Mısır'da yaşamış bir velidir) buyurmuş ki: "Ruhanî hakikatin mebdei (Yani başlangıcı), cismanî hakikatinin mebdeinden sana daha çok ehaktır, yani hak sahibidir. Bunu bildinse, senin başlangıcın olan Rabbin buyuruyor ki: 'İnsana kendi ruhumdan nefh ettim' dediğine göre Allahu Teâlâ sana en haklı en sahip ve malik olandır. Ve sana babandan, anandan ve bunlardan başka akraba ve dostlardan daha çok acır ve seninle daha çok ferahlanır. Çünkü bir şeyin sahibi, o şeye her şeyden daha ziyade hak sahibidir. Anla!"

 

"Kötü âlimler insana şeytandan daha zararlıdır. Çünkü şeytan mü'mine vesvese verince, mü'min bilir ki bu vesveseyi veren açıkça sapıtıcı bir düşmandır, onun vesvesesine tabi olursam âsî olurum diyebilir. Hemen günahından tövbe eder. Rabbine istiğfar eyler. Fakat kötü âlimler Hakk'ı bâtılla karıştırır, kendi arzusuna ve hevasına göre dini hükümlere ilâveler yapar, halkı sapıtır. Hakk'tan kaydırır. Bunlara itaat edenin sa'yi boşa gider. Hâlbuki o zavallı farkına varmaz da âlimlerin emrine göre güzel ibadet yapıyorum zanneder. Böyle kötü âlimlerden Allaha sığın, bunlardan sakın. Daima sadık ulema ile ol."

 

"Zahir hocalardan din hükümleri bilmek, bunların âlimi olmak iddiasını kazanırsan 'din hükümlerinin âlimi oldum' benliğini elde edersin; fakat ilmi ile amel eden sofilerin din hükümleri ile amel etmeyi öğrenirsin. Şimdi dikkat et, bu iki faideden hangisi Rabbilâlemin yanında kurbiyet, yani yakınlık elde etmeye daha çok yaklaştırır. Bunu anla, ona sarıl. Fakihler, 'sadık sofilerden ne istifade ettin?' derlerse onlara cevap ver ve deki: 'Sizden istifade edip öğrendiğim din hükümlerine ait sözlerle güzel amel etmeyi meşayihten öğrendim.'"

 

Ashabına derdi ki: "Size mahbubun emrolunduğu gibi tevhidini ve zikrinin lüzumunu tavsiye ederim. Çünkü mahbubumuz olan Allahu Teâlâ kendini zikredenin celisidir. Padişahla oturan zafer ve kazançsız kalmaz. Mahbubumuzun zikrine devam ediniz, onun zikriyle bir müşkülât karşısında o istek hâsıl olur."

 

Buyurmuş ki: "Ârif-i billâh, Allah'ı zikrettiği vakit, Allahu Teâlâ'nın da nefsini zikrettiğini görür ve işitir. Bu hal ârifin hakkal yakin görüşüdür. Çünkü o marufunun aynıdır."

 

Ayet-i kerimede: "Kelimetullâh yani Allah ismi ulyadır. Çok yücedir. Zira Muhakkak o, ismi Azamdır. Bütün esmanın hakikatlerini camidir." buyrulmuştur. Hocam Merhum Hacı Bekir Sıdkı Visali Hazretleri bizi okuturken Allah ismini şöyle târif ederlerdi: "Allah: Kemâl, Cemâl ve Celâl sıfatlarını toplamış olan vacib-il vücud bulunan zatın ismidir."

 

"Cenâb-ı Hakk ancak senin işiten ve anlayan kalbine emir ve nehiyde bulundu. Binaenaleyh bir mükellef, teklif olunduğunu yerine getirmek için cismi ile amel eder de kalbi o amelden gafil bulunursa teklifi yerine getirmemiş olur. Ve borcuna mahsup edilmez ve eda etmiş olmaz. (Ahzap:5)

 

وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ

âyet-i veçhile ancak cismin amele başlaması ile zahiren levm edilmekten yani ayıplanmak ve kınanmaktan kurtulur. Çünkü kalbinin o amelden huzuru var zannedilir. Ve o ameli kastederek yaptığı sanılır. O halde her amelinde alâm-ül guyup olan Allah'ı murakabe et, gözet. Çünkü muhakkak o kalplere bakar."

 

"Bütün ameller o amelleri teşri kılan (şeriat olarak bize emreden) zatı hatırlamak için meşru kılındı ki şeriat olarak onu bize emreden Allah'ı unutmasınlar ve başkasına takılmasınlar için (Taha: 14)

 

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

 

ayet-i kerimesi bunun delilidir."

 

"Her kim Rabbinden yüz çevirmiş, gafillerin sohbetinden zevk alıp onunla süsleniyorsa, o kimse bilsin ki kendi nefsine Allah'ın alçalttığı kullardan olduğunu bağırıyor demektir. Allah'ın alçak tuttuğu kimseye kimse ikram edemez. Bunu anla da Allah'ın zikrinden yüz çevirip ancak dünya hayatını isteyenden kaç, yanına sokulma. Ve bütün varlığınla Allah'a yönel ganimet kazanırsın. Kalbini Rabbinden gafil kılan her şey Rabbinin düşmanıdır. Ondan kaçın. Kalbin ve cesedinle Allah'a sarıl."

 

Yine buyuruyor ki: "Mürit üstadının hükmü altında bulundukça daima terakkidedir. Şayet üstadının hükmünden çıkarsa, yani üstadından edindiği söz ve fiillere dayanarak hükmünden çıkarsa o zaman semaya kaldırılmış bir taş gibidir. Göğe kaldıran kuvvet devam ettikçe ve ona yoldaş oldukça yine yükseliyor demektir. Fakat üstadı fütur eder ona yoldaşlık yapmazsa gökte duran taş yere düşer. Binaenaleyh, Üstadının hükmü altında öl ki, ganimet elde edesin ve hak kazanasın.

 

Seyyid-i Yusuf-ül Acem-i El-Kürani (r.a.), Şeyh Cüneyd (r.a.)'ın tarikatını Mısır'da ihya eden zattır. Mısır'a gitmek emri manen verilince, yani Acem arzından Mısır'a irşad için gitmesi hakkında Hakk'tan verilen emre iltifat etmedi. İkinci ve üçüncü defa emir tekrar edilince dedi ki: "Eğer bu emir doğru ise ve Hakk bir emir ise, şu önümden akan ırmak süt olarak aksın ben de ondan avucumla içeyim." dedi ve nehir derhal süt kesildi avucu ile içti, hakikaten süt idi. Bunun üzerine Mısır'a gitti.

Gezi