Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 22

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 22

 

Selef-i Salihin talebe ve müritlerini bir sanat sahibi olmaya teşvik etmişlerdir. Seyyid Ebül Abbas Mürsî (r.a.) ömrünün sonlarında demiş ki: 'Bizim tarikimiz zikre müdavemet ve Allah'ın kullarına kötü zanda bulunmayı ve gıybeti terk etmektir. Buna devam edeni Allah ummadığı yerden rızıklandırır.'

 

Ali Havvas Hazretleri de buyurmuş ki: 'Sanatla meşguliyet her dervişe uygun gelmez. Sanatla iştigal kâmil kişiler içindir ki onları ticaret ve alış-veriş zikrullahtan men etmez. (Nur: 37)

 

رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ

 

âyeti mucibince. Lakin ticaret ve sanat ile meşguliyeti sırasında gaflete düşen kişilere ticareti terk edip zikrullahla meşgul olmak evlâdır. Ayet-i kerimede: (Zuhruf: 32)

 

نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضًا سُخْرِيًّا وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ

 

buyrulmakla rızkın önceden maksum olup Rabbin rahmeti olan zikrullahın, toplanan dünya mallarından hayırlı olduğu bildirilmiştir.

 

Seher vakitlerinde kalkışım da Allah'ın büyük nimetidir. Çünkü başkalarını uyuturken beni kaldırması büyük nimetidir.

 

Resûlullah'a (s.a.v.) çok yakın oluşum da büyük nimettir. Çok vakitlerde benimle Kabr-i Şerifi arasındaki mesafe dürülür, bazı kereler elimi Mısır' da oturduğum halde Ravza-i Mütaharra'daki maksuresi üzerine korum ve Resûl-i Ekrem'le (s.a.v.) birlikte oturuyormuş gibi konuşurum, bu bir emirdir ki tatmayan bilemez. İnsan kalbine tabidir, kalp cisme tabi olamaz. Şeyh Ebu'l Abbas-il Mürsî der ki: 'Göz açıp yumuncaya kadar Firdevs Cenneti benden perdelense yahut Resûlullah (s.a.v.) perdelense yahut her sene Arafat'ta vakfeye iştirak etmesem kendimi rical cümlesinden saymam.'

 

Cinlerin bana itaat etmeleri de Allah'ın nimetlerindendir. Bir kere cinler tevhit hakkında bana 75 sual sordular. Cevaplarını yazdım, cinnilere verdim ve bunları 'Keşf-ül Hicab' isimli bir kitapta neşrettim.

 

Her sabah ve akşam kalbimi yoklarım ki, kötü sıfatlardan girdi mi diye. İlmi ile amel eden bilginlerin kalbine 5 şey gelir: İlim, hilim, hikmet, haşyet (Allah'tan korkmak), kerem.

 

Evliyanın kalbine 5 şey gelir: Sumt (susmak, sükût etmek), zikir, fikir, nur, akıl ziyadeliği. Bütün bu sıfatların temeli ve esası açlıktan ve gece kalkıp ibadet etmekten hâsıl olur.

 

Gafillerin kalbine 5 şey gelir: Gaflet, (Allah'ı unutmak, zikirden gafil olmak), sehiv, gülmek, rahat, uyku.

 

Münafıkların kalbine 5 şey gelir: Heva (dünyevi arzu ve zevk ve eğlence istekleri), ibadete buğuz, hubs (nefsinin kötülüğü), mekir (aldatmak), nifaktır. Bunlar sıfatların analarıdır. Teferruatı yani ayrıntıları gece ve gündüz 70 bin hatıralardır. Bütün hayırların başı uyanıklıktadır, bütün şer de uyumaktadır. Bu sebeple ârifler uyanıklığı velayetin rükünlerinden birisi kıldılar.

 

Kabrinde ziyaret ettiğim veli, kabrinde hazır mıdır, gaip midir, bilirim. Çünkü velilerin çoğu hürriyet üzeredirler, kabirlerine giderler ve gelirler, gezerler. (Hangi velilerin hangi gün ve saatte kabirlerinde bulunduklarını haber veren velilerin isimlerini saymaktadır.)

 

İblisten çok sakınırım. Makamatta ne kadar terakki etsem, şeytanın düşmanlığı o nispette artar. Allah ismine istiaze etmelidir, diğer esmalara değil. Huzurullaha girenlere şeytan yaklaşamaz. Yani gafletten kurtulup Allah beni görüyor diye bilerek huzurunda bulunduğunu düşünenin, omzundan şeytan derhal iner. Gaflete düşünce tekrar sırtına biner. Kümmelin evliya, gece ve gündüz daima huzurdadırlar. Ancak beşeri ihtiyaçlar vesilesi ile Allah'ın müsamaha ettiği vakitler müstesnadır.

 

Marufu Kerhi (r.a.): '30 senedir Allah'ın huzurundayım hiç çıkmadım. Daima Allah ile konuşuyorum, halk kendileri ile konuşuyorum sanırlar.' demiştir.

 

Kahire'de yetiştiğim şeyhlerden Ali Mürsafi rahimehullah, halifesi olacaklara posta oturması için izin vermezdi. Ancak Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden izin aldıktan ve sarahatle: 'Filân kimseye söyle halka çıksın ve insanlara faydalı olsun.' diye emir verdikten sonra icazet verirdi.

 

İhvanımdan hiç birisine nefsimi takdim etmem, zikir meclisini kendiliğimden açmam, ancak benden istedikleri vakit açarım. Benden yaşlı ve şerefli olanları takdim ederim. Bunlara rağmen zikir meclisini açmaktaki kastım, zikrullahı insanların acele işitmelerini temin için yaparım. Allah'a hamd olsun, Allahu Teâlâ ile birlikte kendime dünya ve âhirette mülk görmem, kendi nefsimi, ağasının yani efendisinin ihsanına gark olmuş köle telakki ederim. Efendimin malından yer, içer, nikâh yapar ve onun malından infak eder (sadaka ve zekât vermek) sayarım. İster bana bir şey versin, ister vermesin müsavidir. Çünkü onunla birlikte yani Allah'la birlikte kendimi malik görmem. Ancak, atâ ve ihsanına şükretmek için nispet vardır.

 

Kendimi zamanın ulemasından saymam, seyyidim Aliyyül Havvas rahimehullah buyurdu ki: 'Selef-i Salihinin yani İslâmiyet'in ilk devirlerinde geçen salih bilginlerin ve velilerin ilimlerine bakan, kendi nefsinin cahil olduğuna hükmeder de ondan sonra bir daha 'ben âlimimim' diyemez.'

 

Nizamiye Medresesi'nin Kütüphanesi yanınca o zamanın padişahı olan Nizam-ül Mülk buna çok üzülmüş. O'na: 'Üzülme, İbn-i Haddâd ezberinden yazar.' demişlerdir. Çağırtmış, hakikaten 3 sene içerisinde yanmış olan hadis, tefsir, fıkıh, usûl vesair fenlerden bütün kitapları ezberinden yazmış.

 

İmam-ı Şafiî Hazretleri rahimehullah: 'Bir şeyi işittim mi artık unutmam.' dermiş. Ali ibn-i Ebû Talib (r.a.): 'İstersem Besmele'nin (B) sinin manasından seksen deve yükü kitap yazarım.' buyurmuş. İmam Ebu'l Leys: 'Göğsümdeki her şeyi yazsam mürekkep yetişmez.' demiştir.

 

Ali Havvas Hazretleri demiş ki: 'Bir kimse ilimdeki mertebesini bilmek isterse, her işittiği ilmi, sözü söyleyene iade etsin de, nefsine baksın bundan sonra bir ilim kalmışmıdır. Kendinin ilmi kalmışsa o kadardır. Kıyamet günü bu kendine ait ilimle dirilerek mahşere çıkar. Ve bundan sevap alır. Bundan fazlası kendi ilmi olmadığından onlar için ancak hamil olmak yani başkasının ilmini taşımasından sevap alır.'

 

İbrâhim Metbuli Hazretleri demiş ki: 'Bir kimse tarikte kemâl bulamaz, ta ki Kur'ân'ın hece harflerinden hangisinden isterlerse o harfinden, yani Kur'ân alfabesindeki harflerden bütün Kur'ân hükümlerini istihraca yani çıkarmaya kadir olmadıkça.

 

Mevakib-i İlahiyeye yani seher vakitlerinde ve kandil ve cuma gecelerinde Cenâb-ı Hakk'ın saltanatına uygun olarak peygamberler, melekler ve velilerin ruhları gibi kurulan ilahi toplantılarda hazır olanlardan birisine buğuz etmem ve düşmanlık yapmam, eziyet eylemem. Bunlar gece teheccüde kalkanlar, müezzinler ve Allahu Teâlâ'yı çok zikredenlerdir. Çünkü bunlar daima seherlerde uyanık olurlar. İnayeti ilahiyeye mazhar olurlar. Geçmiş ve gelecekteki günahları affedilmiş olabilir. Bunların seher vaktindeki bedduaları reddedilmez, bütün mü'minlere eza etmemek lâzımdır, fakat bunlara te'kiden lâzımdır. Seyyidim Ali Havvas Hazretleri müezzinlere ve Allah'ı çok zikredenlere çok ikramda bulunurdu. 'Bunlar Allah'a hizmet edenlerdir.' derdi.

 

Bir gün hicri 923 senesinde Gomri Camii'nde vera ve Zühd sahibi büyük bir veli olan Şeyh Eminüddin Hazretleri imam olduğundan arkasında akşam namazına uydum, iftitah tekbirini alınca Cenâb-ı Hakk keşfimi açtı, ta şafak sökünceye kadar cemadat, hayvanat ve diğerlerinin tesbihlerini işittim. Camiin amutları yani sütunları, duvarları yerdeki hasıra kadar her şey tesbih ediyordu. Dehşet içinde kaldım. Sonra genişledi. Mısır'ın etrafındakilerin, köylerinin ve sonra diğer arz iklimlerinin tesbihlerini işittim. Bu cümleden olmak üzere okyanustaki bir balığın

 

سُبْحاَنَ الْمَلِِكِ الْخَلّاقِ رَبِّ الْجَماَداَتِ وَالْحَيواَناَتِ وَالنّباَتِ ذوَالْاَرْزاَقِ

 

سُبْحاَنَ مَنْ لايَنْسى اقوُتَ اَحَدٍ مِنْ خَلْقِهِ وَلا يَقْطَعْ بِرَّه عَمّنْ عَصاَهُ

 

diye tesbih yaptığını duydum. Dehşet ve heyecanımı teskin için bana rahmet olmak üzere şafak vakti keşfimi kapattı, rahat ettim. Ancak keşif yolu ile ilmim arttı ve imanım kuvvetlendi.

 

Şeyhim Ali Havvâs Hazretlerinden işittim, buyurdu ki: 'Allahu Teâlâ'nın bu nimetleri bize bolca vermesinden maksat, kalbimizi kendi üzerine toplamak ve huzurundan çıkarmamak içindir. Ancak seri bir mazeret müstesnadır.' Sanki Cenâb-ı Hakk bize buyuruyor ki: 'Bir kulum ki rızkını diğer kullarımı musahhar kılarak, ummadığı yerden gönderiyorum ve sanat veya diğer bir iş işlemeye ihtiyaç duymadan rızkını veriyorum, sanat ve ticareti ile uğraşarak benden mahcup olmak tehlikesi ile karşılaşmadan başka musahhar kıldığım kullar eli ile rızkını gönderiyorum. O halde bu kulum, benim huzurumdan niçin çıkıyor.'

 

Yine buyurdu ki: 'Taam kullanılmasının kolaylığı bir nimettir, namaz gibi. Nasıl ki namaz, kulun kalbi ile Rabbinin huzurunda namazda huzurda bulunsun için meşru kılındı ise, yemek ve içmenin meşruiyetinde de hüküm böyledir. Bunların da yani yemek ve içmenin de meşru kılınmasının hikmeti o esnada bunları ihsan edenle, huzurda bulunmak içindir.'

 

Ey kardeş bil ki, her kim ki yemek ve içmek esnasında huzurda olmaya devam ederse, Allahu Teâlâ ona kanaat, dünyada zühd ihsan eder, miras olarak verir, nefsinin şerrinden korur. Huzuru idman eden ve devam eden kimseye bir kaç lokma da kifayet eder.

 

Ne vakit ki derecelerimi yükseltecek bir hastalığa tutulsam. Yahut bir Müslüman'dan dayanamadığı hastalığı ben üzerime alıp onun yerine hasta yatsam, Resûlullah (s.a.v.) bana şeyhim Ali Havvas Hazretleri suretinde veya başka bir veli gönderir yoklatır ve Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yoklayıcısı gelince o hastalıktan şifa bulacağımı anlarım. 960 senesi Rebiül Evvel'inde çok hastalandım kendimden ümiti kesmiştim, ölmek üzere iken Hasan ibn-i Ali (r.a.) yanında tanımadığım birisi ile beyaz ve yeşil elbiselerle yoklamaya geldiler, başımda durdular ve üçüncü bir şahısta önüme yeşil bir seccade açtı. Buna ne kadar sevindiğimi tarif edemem. Derhal şifa buldum.

 

Benim elimde zuhura gelen bütün faziletler ve kerametlerde benim işim yoktur. Ancak Allahu Teâlâ'nın işidir. Diğer yaptığım işlerde olduğu gibi, şer'i nispetten gayri. Seyyidim Ali Havvas Hazretleri dedi ki, Ârif-i billâh olan kimseden füyuzat soyulsa geri alınsa ancak temkini artar; çünkü o ârif, daima Allah'ın sevdiği ile beraberdir. Nefsinin sevdiği ile değildir. Bu görüşte olan kimse istidraca düşmekten emin olur. Çünkü istidrac, fiili yani yapılan işi nefsinden görenlerde vaki olur. Bazen benden kerametler zuhur eder, bazen da etmez, bazı vakitlerde teheccüde kalkarım, yüzümü yıkamaya bile yetmeyecek kadar su bulunur, kalbimle Allah'a yalvarırım ve derim ki: 'Ya Rabbi sen bilirsin ki bu abdestten maksadım, huzurunda zatına ta'zimle oturmak esnasında abdestsiz, kirli olmamaktır.' derim. Kaptaki su birden artar ve abdest alırım. Bazen da bir damla bile artmaz. Her iki halde de bu işlemi yapan Allah'tır Onun için yakinim zerre kadar sarsılmaz.

 

Yine bazı vakitte soğuk kış gününde geceleyin kalkarım, soğukluğundan suyu kullanmaya kadir olamam. Allahu Teâlâ'ya teveccüh ederim, o zaman suyu ateşte ısınmış gibi bulurum. Allah'a hamd olsun ki, beni daim Hakk'la devredip dolaşandan kılmıştır. Hakk nereye dönse ben oraya dönerim. Yoksa nefsimin zevkine göre dönmem. Bunun sebebi şudur: 931 senesinde nefsimde büyük heyecan ve şevk ile keramet zuhuru arzusu peyda oldu, günlerce bu hususta Allah'a teveccüh ettim. Üçüncü gün bana dendi ki: (Şeyh Ahmed'il Ebariği Mescidi'nde uyuyordum) Allahu Teâlâ seni göklerin ve yerin melekûtuna muttali kılsa: 'Kumların sayısına, ağaçların yapraklarına, nebat ve hayvanların ömürlerine, cennet ve cehennem ehlinin dünya, berzah ve cennet ve cehennemdeki hayatlarına ve başlarına neler geleceğine muttali kılsa, senin duanla yağmur indirse, elinle ölüleri diriltse ve mü'min kullarına ikram ettiği nimetleri hep senin elinle ikram etse Allah'a kullukta hiç bir şey yapmış olmazsın. Kerametin en son mertebesine erişsen dahi. Binaenaleyh Aziz ve Celil olan Rabbinin taati üzerine müstakim olup.' dendi. Bu sözü işittiğimden itibaren elhamdülillah bende hal ve makam için şehvet kalmadı. Bütün bunların ve kerametin şehveti ve arzusu kalbimden tamamen silindi. Bu hatibin sözüne karşı tasavvuf ilminde ilk risaleyi telif ettim. Buna göre amel et, bununla ahlâklanmaya gayret eyle, irşat olursun. Allahu Teâlâ hud'anı tevelli eyler.

 

Gece ve gündüz mescitte abdestsiz oturmaktan hoşlanmam. Çünkü hadis-i şerifte: 'Sizden biriniz abdestle mescitte oturduğu müddetçe, melekler ona istiğfar ederler.' buyurmuştur. Meleklerin bizim için istiğfarı şeksiz makbuldür. Çünkü günahtan masumdurlar. Ey kardeş, bil ki: Bütün yeryüzünü mescit olarak gören kimse daima abdestli bulunur. Hususi ile mescitlerde abdestli bulunmak şarttır.

 

Ali Mursafî rahimehullah buyurdu ki: 'Müritliğin şartı, şeyhinin işareti ve emri olmaksızın ilim, nafile namaz veyahut zikirle meşgul olmamaktır. Çünkü kendiliğinden meşgul olursa, bunda şeytanın gizli bir desisesi olabilir. O zaman müridi terakkiden alıkor, farkında bile olamaz. Meselâ ucup, riya ve suma ve emsali gizli bir desisesi bulunabilir.'

 

Ali Havvas (r.a.) buyurmuş ki: 'Üstadına muhalefet eden kimse için husule gelen helakin en azı, dünya ile meşguliyet ve âhirete sırt çevirmektir. Bu sebeple dünyayı toplamaya koyulur. Nereden gelirse gelsin der. Ve dünyasına mani olana düşman kesilir. İsterse mani olan şeyhi olsun.'

Yine helaki sebeplerinden birisi de: Allahu Teâlâ'yı az zikretmesi, Kur'ân'ı az okuması, ilmi ile ameli azaltması, evradına mukayyet olmaması, gece uyanıklığına ehemmiyet vermemesi ve 5 vakit namazdan cemaatle namaza devamı azaltmasıdır.

 

Bütün tarik şeyhleri ittifak ettiler ki: Amel halinde şeyhini mülahaza ve murakabeye kadir olmayan kimse, ibadet ve taati zamanında Allahu Teâlâ'yı murakabeye asla salih olamaz. Allahu Teâlâ kiramen kâtibin meleklerine buyurmuş ki: 'Kulumun ameli halinde kalbi nerede ise sevabını oradan alması için ona göre yazınız.'

 

Mürid için iki şeyh olamaz. Nasıl ki Allahu Teâlâ şirki mağfiret etmediği gibi. (Nisa: 116)

 

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ

 

Şeyhler de müridlerinin başka şeyhi, kendi şeyhine şerik etmesine yani ortak yapmasına müsamaha etmezler. Yine ehl-i tarik buyurmuşlar ki: 'Şeyhinin gayrına iltifat eden ebedi felah bulmaz.'

 

Bütün ibadetleri ve taâtlari severim, çünkü onlarda Hak Teâlâ ile mücaleset yani birlikte oturma vardır. Yoksa sevap kazanmak için değil ve masiyetlere de buğuz edişimin sebebi günahların Hak Teâlâ'ya hicap yani perde oluşundandır. Yoksa ceza ve ikabından korktuğumdan değil. Çünkü Hakk Teâlâ'nın vakit vakit bize emrettiği ibadetler sanki huzuruna girmek için açıkça bize verilmiş izin gibidir. İsterse farzlar isterse nafileler olsun. Esasen yapılan ibadetlere sevap vereceğini Cenâb-ı Hakk vaat buyurmuştur. Verilecek sevabı fazl-ı ihsan kabilinden ikinci derecede bekleriz. Yoksa asıl maksat huzuruna girmek kastı olacak.

 

Ali Havvâs hazretleri buyurdu ki: 'Sakın, sen bir virdi bid'at olarak icat etme. Çünkü Hakk Teâlâ ancak Peygamber'inin meşru kıldığı virdler (evrad) okunduğu zaman okuyan müritle yanında oturur. Aksi takdirde yani Peygamber'in koymadığı başka uydurma bir vird okunursa oturmaz huzuruna almaz. Bazı fukaha, Seyyid Ebü'l Hasan Şazelî Hazretleri'nin (Hizb'ül-Bahr) evradına itiraz ederek bid'at olduğunu, çünkü Peygamber'imizin vefatından çok sonra Hasan Şazelî (r.a.) tarafından yazıldığını söylediler. Bunu işiten Hasan Şazeli Hazretleri buyurdu ki:

 

'Allah'a yemin ederim ki, ben bu hizbül bahri Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin mübarek ağzından harf be harf aldım.' demiştir.

 

Aklın kabul etmeyeceği işlerden, salihlerin haber verdikleri kerametlerini tasdik ederim. Ancak şeriatın nusus-u sarihasına muhalif olanı tasdik etmem. (Nusus nâs sözünün cemidir, nâslar demektir. İslâm dininde nâs dendiği zaman Kur'ân ve hadisler kastedilir. Yani konulan dini hükmün dayanağı demektir.)

 

Çünkü veliler arzda Allah'ın aletleridir. Onlarla halka rızık verilir, onlarla yağış olur ve onlarla Allah halktan belayı def eder. Bir kere Eb'ül-Abbas el-Harisi (r.a.) yanımda oturmuştu. Akşamdan sonra güneşin ufuktaki kızartısı kayboluncaya kadar Kur'ân'ı beş kere okudu. Ben de dinledim sonra birlikte Seyyid Ali Mursafi Hazretleri'ne gidip anlattık o da dedi ki: Bir kerede bana vaki oldu ki bir gün ve gecede 360 bin kere Kur'ân'ı hatim ettim. Bir defa da benim başıma geldi; zaviyenin İmamı Şeyh Ömer'in arkasında sabah namazına iftitah tekbirini aldık imam, Müzemmil Sûresi'ni okumağa başladı. Benim lisanım da Kur'ân'a kaydı. Bakara Sûresi'nin başından başladım birinci rekâtta iken imamın Müzemmil Sûresi'nde okuduğu yere eriştim ve sustum. Rükûu beraber yaptık. Bunun Allahu Teâlâ'dan bana verilmiş keramet olduğunu gördüm. Evliyanın kerametine inanmak vaciptir. Allahu Teâlâ'nın güçlendirmesi ile olmaktadır.

 

İlim ve Kur'ân hâmillerine şeriat-ı mutahharanın hamilleri olduklarından çok muhabbet ve ikram ederim. Başka sebepten değil. Bütün bunlar Resûlullah (s.a.v.)'e olan sevgimden dolayıdır. Bir kimseyi seven onun hadimlerini ve ashabını da sever. Şeriat bir deniz gibidir, ondan âlimde kutup da ve diğerleri de avuçlar.

 

Şeyh Celalettin Suyuti rahimehullah Hazretleri'nin şeyhi, Şeyh Muhammed-ül Mağribî Şazeli rahimehullahu Teâlâ cenaze namazına gitmezdi, ancak keşif yolu ile bilirse ki Allahu Teâlâ o ölü hakkında şefaatini kabul edecekse o zaman cenaze namazına giderdi. Aksi takdirde cemaate: 'Siz gidiniz.' der kendisi gitmezdi.

 

Ali Havvas Hazretleri ashabını gece namazına kalkmağa niyet etmelerine çok teşvik ederdi ta ki o gece kalkmazsa bile niyet ettiği için o gece kalkmış gibi ecir ve sevabı tam yazılsın için. Resûlullah (s.a.v.): 'Ameller niyete göredir ve herkes için niyet ettiği husule gelir.' Buyurmakla bu hadis-i şerifte ecir ve sevap niyete bağlanmıştır. 'Herkes için ancak ameli kadar hâsıldır.' Buyurmamıştır. Sebebi ise ümmetine genişlik olsun, için. Buna göre Ümmet-i Muhammed kendilerine ezelde kısmet olmayan yapamadıkları işler için niyetleri itibarı ile sevap alırlar. Hülasa: Bu niyet itibarı ile kulun eti ve kemiği nimettir, diğer cihetten eti ve kemiği de günahtır. Bunu anla ona göre amel eyle.

 

Ali Havvas Hazretleri demiş ki: 'İnsanın rüyada gördüğü vakalar Allah'ın ordusundan bir askerdir. Sahibinin imanını gıyaben takviye eder. Eğer ona ehil ise.' Yine buyurmuş ki: 'Rüyada gördüğüne ancak cahil olan kıymet vermez. Çünkü muhakkak ki müminin rüyasında gördüğü her şey ilham melaikesi lisanı ile mümine yapılmış bir ilhamdır. Buna sebep mü'min uyanık iken vahyin yüküne ve ağırlığına dayanamaz ve melaikeden işitmeğe takat getiremez onun için rüyada gelir ki rüya, hiss-i müşterektir. Zira rüyada galip olan taraf ruhaniyettir, cismaniyet değildir. Bilirsiniz ki: Ervah, melâike kısmındandır. Melâikenin ise vasıtasız Allahu Teâlâ Hazretleri'nin kelâmını dinlemeğe kuvveti vardır. Nitekim (Şura:51) âyet-i kerimesinden anlaşıldı ki kuldan beşeriyet perdesi kalksa Allahu Teâlâ ruhlarla konuştuğu gibi kul ile de konuşur.'

 

Ölmüş velileri görürüm ve onlarla latifeler yaparım. Buna sebep onlarla olan hüsn-ü edebimdir ve onlara âdetâ diri imişler gibi muamele yaparım ve bazısını bazı makamlarda eksik görürüm hemen Allahu Teâlâ'ya teveccüh ederek o veliye o noksan makamının kemâlini ihsan etmesini isterim daha yanından ayrılmadan Allahu Teâlâ dileğimi verir o velî de noksan olduğu makamda terakki edip kemale erer ve bana teşekkür eder ve o gece evime gelip beni ziyaret eder. Bunlardan birisi Seyyid Ömer ibn-i Farız (r.a.)'dır.

 

Ey kardeş sana bazı vakalar zikredeceğim: Bir gün Şeyh Şehabeddin bin El-Celebi El-Hanefi ile İmam Hüseyin (r.a.) Efendimizin Kahire'deki mübarek başının gömülü bulunduğu camiye ziyaret için gittik, şeyh Şehabeddin kalbinden tereddüt geçirip acaba hakikaten başı burada mı? diye şüphe etti. O esnada uyku galebe çaldı uyudu. Camiin nakibi gibi bir şahıs baş tarafından çıktı ve Resûlullah'a (s.a.v.) gitti. Şehabeddin gözü ile takip ediyordu ta ki Peygamberimizin hücresine girdi ve: 'Ya Resûlullah Şehabeddin ve Abdülvehab, evlâdın Hüseyin'in başının kabrini ziyaret ettiler.' dedi. Resûlullah (s.a.v.) de: 'Ya Rabbi ziyaretlerini kabul et ve ikisini de mağfiret et.' diye dua buyurdu. O günden itibaren şeyh Şahabeddin hiç şüphesi kalmadı, ölünceye kadar ziyarete devam etti.

 

İmam-ı Şaranî (r.a.), Seyyidim Ali Havvas rahimehullahdan işittim ki: 'Bir kulun ömrü azalırsa veyahut gece teheccüde kalktığı zaman vakit daralmışsa âyet ve hadislerden cevâmül kelim olanlara başlamalıdır. Yani yükte hafif pahada ağır kabilinden, lâfzı az mana ve kıymeti fazla olanlarla tesbih ve zikir yapmalıdır. Meselâ Âyet'el-Kürsî bin âyete muadildir, Sûre-i Haşr'in son üç ayeti de 1000 âyete muadildir, İhlâs Sûresi Kur'ân-ın üçte biridir. Kâfirun Sûresi, Kur'ân'ın yarısına muadildir. Binaenaleyh iki rekât kılınan namazın birinci rekâtında Âyet'el-Kürsî, ikinci rekâtta Haşr Sûresi'nin sonu okunursa 1000'er âyet okumuş gibi sevap kazanılır. Bir rekâtta 3 İhlâs okunsa yine hatim gibi olur.'

 

Amellerimin taat ve masiyet olmaları itibarı ile güzel veya çirkin suretlere döndüklerini görürüm. Seyyidim Ali Havvas Hazretleri dedi ki: 'Abdin imanı, ehlullah yanında bilinen surette kemâle eremez, ta ki amellerinin suret giyerek eflâktaki istikrarı mahalline suud ettiğini görmedikçe. Eflâktaki yeri, Arş, Levh, Kalem, Kürsî, Sidre'dir ehl-i keşif olanlar bunu bilirler.'

 

'Mutasavvıfa indinde bilinen kemâle, abdin imanı tekemmül edip erişebilmesi için Kur'ân veya başka bir şeyden okuduğu her harfin okuyuşundaki ihlâsa veya riyaya göre güzel veya çirkin melek suretine döndüğünü görmesi şarttır. Bu surete dönüş İslâm'ın şartlarındaki 5 şeye muvafık olur. Meselâ mendup vacibe yaklaşır güzellikte, mekruh çirkinlikte harama yakın olur. Güzel melek suretine dönmüşse bu melek onu söyleyen kimse için istiğfar ederek yerine kadar yükselir, eğer çirkin melek olmuşsa onu söyleyene lanet ederek suûd eder. Yani göğe yükselir.'

 

Yine buyurdu ki: 'Abid, şehevat-ı mezmumeden yani zemmedilmiş, ayıplanmış kötü şehvetlerden kalbini cilâlamakta tekemmül ederse, okuduğu âyetlerin göğe suudunu yani çıkışını görür, hatta bazı veliler telâffuz ettiği âyetlerin bozuk surette olduğunu görünce âyeti tekrar geri ister. Hakikatte bozuk olan tilâvettir (okuyuştur), yoksa okunan değildir.' Bunu şu hadis-i şerif teyit eder: 'Abid «Lâ ilahe illallah» deyince ağzından beyaz bir kuş olarak çıkar, Arş'ın altına uçar, buna sakin ol denir de, o da der ki: Ya Rabbi izzetine yemin ederim ki, beni söyleyeni mağfiret etmedikçe durmam.'

 

Manaların, böyle suret giydiklerinin bir delili de şu ki: Manevî kardeşim Efdalüddin rahimehullah, kendisine gelen uykuyu uzaktan bulut veya duman gibi geldiğini görürdü, kendisine yanaşınca uyurdu, yine rahmetin de indiğini görürdü. Allah'ı zikreden cemaate rahmetin indiğini görürdü. Ben de İmam-ı Şafiî Hazretleri'nin kabrine sekine ve hayânın beyaz pamuk şeklinde indiklerini gördüm.

 

Bana Şeyh Ahmed Sevri haber verdi ki: 'Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimize salâvat getirenlerin okuduğu salâvattaki her harfi meleklerin nurdan kalemlerle bir sahifeye yazdıklarını gördüm.'

Yine başka bir defa da dedi ki: 'Allah'ı zikreden kulun zikrindeki her harfin bir melek suretine girdiğini ve o meleklerin de aynı zikre devam ettiklerini ve bu zikreden meleklerin her harfinden yine melekler yaratılıp onlar da zikre devam ederek üçüncü meleklerin devirlerinden de yaratıldığını gördüm. Böylece abdin keşfi açılsa muhakkak görecek ki sözlerinden ve fillerinden yaratılan meleklerin sema boşluğunu doldurduklarını görür. Bu görüş, ancak nefsinin beşeri sıfatlardan safi etmiş kimselere mahsustur. Bunların batınları melaikenin batınları gibi olmuştur. Böyle olmayan kimse mahcuptur, halen perdelidir. Bunları göremez.'

 

Hak Teâlâ ile oturuş salih amellerde olduğundan bu amelleri severim. Çünkü Cenâb-ı Hakk bize; ancak kendini zikredenle oturacağını haber verdi. Sanki buyuruyor ki: .'Benim meşru kılmadığım yerlerde benimle oturmak kevenler muvaffak olamaz.' Abdin Rabbi ile olan hallerin en büyüğü şudur ki: Kalbinde Allah'tan meşgul kılacak ve O'nu unutturacak bir şeye muhabbet ettirmediğine o kulunu Allah'ın muttali kılmasıdır.

 

Allah'ı zikreder gördüğüm herkese yahut Resûle (s.a.v.) salâvat-ı şerife okuduğunu gördüğüm kimseye hürmet ederim. Çünkü o kimseler bu hareketleri ile Allah'ın veya Resûlü'nün celîsi (onların meclis-i cemaatinden, beraberlerinde oturanlardan) oluyorlar. Böyle zikir veya salâvatla meşgul olan kimse ile görüşmem ve konuşmam icap etse bile zikri veya salâvatını bitirinceye kadar sabreder beklerim. Sebep de; Allah'a ve Resûlüne karşı edebimdendir. Olabilir ki Cenâb-ı Hakk o kimsenin günahlarını mağfiret etmiş olabilir. Böyle kimseyi bu kutsi vazifesinden alıkoymakla hata ederim.

 

Evradım arasında, günde 1000 defa: 'Ya Rabbi beni Peygamberine (s.a.v.) sevdir ki, dünya ve âhiret güçlüklerinde elimden tutsun.' duasını okurum. Çünkü Peygamberimiz dünya ve âhirette bütün mahlûkat için vasıta-i uzmadır. Her kim onu sever ve itina ederse dünya ve âhirette inşallah ona kötülük dokunmaz.

 

Çalgı âletleri ile teganniyi dinlemekten kerahet duyarım. Çünkü şeriat, Kur'ân, Peygamberimiz (s.a.v.) yasaklamıştır. Haram kılınmasının sebebi; Allah'ı zikirden ve namazdan gaflet etmektir. Bazı ulema bu sakıncalar yoksa zikir ve namazdan gaflete düşürmüyorsa beis yoktur yani zarar etmez demişlerdir.

 

Bana tâbi olanların ve karımın, hizmetçimin ve benzerlerinin bana isyan etmeleri ve kaçmaları suretiyle gösterdikleri zorluklara sabrederim. Çünkü bilirim ki, ben Rabbime nasıl muamele edersem bu varlıklarda onun aynını bana yaparlar. Bu sebeple onların gösterdikleri zorluktan ve eğrilikten nefsimi levm ederim. Yani nefsimi kınarım, onları kınamam. Zira onlar kişinin gölgesi gibidirler. Gölge, şahsı takip ettiği gibi onlar da beni takip ederler. Ben doğru olursam gölgem de doğru, eğri olursam gölgem de eğrildiği gibi bunlarda öyledir. Binaenaleyh bir kimse karısından veya hizmetçisi veya eşeğinden sabık adetlerine muhalif olarak bir terslik ve aksilik görürse, kendinin Allah'a karşı kusurunu arasın, tövbe etsin kendini düzeltsin. O zaman onlar da düzelir. Kendi eğri kaldıkça onların doğrulması mümkün değildir.

 

Râiyesinin yani kumandası ve emri altındaki kimselerin muhalefetine müptela olanların en büyüğü de velilerdir. Cenâb-ı Hakk bunların Allah'tan kesilmelerini ve bir an için bile gaflete düşmelerini istemediğinden râiyesinden huzur göstermez. Ta ki gaflete düşmesinler. Hatta şeyhim Ali Havvas Hazretleri bir gün dedi ki: 'Amcamın kızı olan karımla 57 sene oldu evliyiz. Daha bir gece bile sulh-u selâmetle bir yastıkta yattığımızı hatırlamıyorum.' Ali Havvas Hazretlerine karını boşa diyenlere: 'Zulüm nefsimdendir, karımdan değil, çünkü karım amelimin suretidir.' derdi.

 

İslâm fırkalarından hiç birisini redde kıyam etmem, redde kalkışmam. Ancak sarahatle yani açıkça sünnet-i Muhammediye ye veyahut ulamanın kaidelerine muhalif olmadıkça.

Gezi