Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 21

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 21

 

Abdülkadir Geylani (k.s.) 'Fütüh'ul-Gayb' kitabında buyurmuş ki: ‘zAllahu Teâlâ seni bir halde ikame etmişse ondan daha yüksek veya aşağısına intikali isteme, bekle, seni evin kapısında durdurmuşsa içeri girmeyi isteme sabret, bekle, mütaaddit defa girmek için izin verilsin öyle gir. Mücerret bir izinle de girme olabilir ki padişahın mekir ve aldatması olabilir. Fakat müteaddit izinden sonra girersen girişin cebr-i mahz olur artık bundan dolayı 'niçin girdin' diye murakabe olunmazsın. Lakin bir izinle girersen fena ihtiyarın, harisliğin, sabırsızlığın ve kötü edebinden ve Allahu Teâlâ'nın seni ikame eylediği hale rıza göstermeyişinden dolayı başına ukubet gelebilir. Fakat padişah seni eve sokarsa başını yere dik, gözünü kıs, edeple emre intizar et, hizmeti bekle, yukarı dereceye terakki isteme. Nitekim Cenâb-ı Hakk Resûlü (s.a.v.) Efendimizi (Taha:131)

 

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ

 

ayet-i kerimesi ile bulunduğu halde gayrısına iltifat etmekten nehiy buyurdu. Esasen istediğin yukarı derece sana ya maksundur yani kısmet olarak ayrılmıştır yahut değildir. Kısmet ise mutlaka gelecektir, kimse mani olamaz. Önceden istemekle harislik ve şehvet ve su-i edep göstermiş oluyorsun. Vaktini Cenâb-ı Hakk tayin etmiştir. Eğer sana kısmet değilse boş yere yorulmuş olursun binaenaleyh halini muhafaza et. Seni eve alır sonra üst kat köşke çıkarır ve oradan da terakki ettirip terasa çıkarırsa edep ve başını öne eğmeyi daha da artır. Çünkü padişahın, huzuruna daha çok yaklaşmış oldun.'

 

Nefsim mubah olan hevasına uyarsa bundan çok istiğfar ederim. Zira nefsime uyuşum, bani mubahtan mekruha çekmesinden korktuğumdandır. Bilirim ki nefis Allah'ın düşmanıdır. Nefsi terkten murad nefsin şer'an mezmum olan (zemmedilen yani kınanan, ayıplanan) hatıraları ile ameli terk etmektir.

 

Dünyada gelen beliyyeler dünyada kulu helak etmek için değil, onu imtihan etmek ve imanının sıhhatini gerçekleştirmek ve yakin-i kaidesini teyit etmek içindir. Cüneyd-i Bağdadi (r.a.) buyurmuş ki: 'Allah'ın taatinde bedeninin diri olsun ve masiyetin de ölü olsun.'

 

Allahu Teâlâ'yı marifetin manası: Abid yani kul, bir hasrete erişecek ki orada Allah'tan başka fâil râzık (rızık verici) muhyi (diriltici) ve mümit (öldürücü) olmayıp ancak her şeyi yapan, rızık veren, öldüren, dirilten, ancak Allah olduğunu müşahade etmesidir. Böyle olunca mahlûkatı ve hevasnıı müşahededen fani olur. Kâinatta ancak Allah'ın ef'alini ve yaratmasını görür. Bunda halkın ortaklığı olmadığını bilir. Yoksa Allah'a vuslat mahlûktan birisinin diğerine gelişi gibi değildir. Allah ile kul arasında 70 bin hicap vardır. (Şura: 11)

 

لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

 

Bununla beraber Allahu Teâlâ'nın resûllerinden ve velilerinden her birisi ile ayrı bir sırrı vardır. O sırra başkası muttali olamaz. Hatta mürit için bir sır olur ki ona şeyhi ve yine şeyhin sırrı olur ki müridi vâkıf olamaz. Şeyhim Aliyyül Havvas Hazretleri dedi ki: Mürit, şeyhinin makamına vasıl olunca şeyhe ihtiyacı olmaz. Ve ondan kesilir. Çocuk ana memesinden kesildiği gibi. Cenâb-ı Hakk o müridi mahlûkattan keser, velayetini kendi üzerine alır. Ancak Resûlullah (s.a.v.)'den kesilemez. Peygamberimizin vasıtası ebediyyen kesilemez ve vasıtalığı kaldırılamaz. Hak Teâlâ o müridi memeden keser gibi şeyhinden kestikten sonra, şeyhi; çocuğun lalası, dadısı olur. Esasen bunlardan maksat müridin Allah'tan başkasına yani kendi irade ve hevasına itimadı olduğu müddetçe bunları kırmak için şeyhe muhtaçtı, bunlar zail olunca artık o müritte kudret olmaz.

 

Müridin bu makama vasıl oluşunun alâmeti şudur ki: Mürit mahlûkattan kimseden korkmaz olacak, zalim hükümdardan, yılandan, yırtıcı hayvandan ve buna benzer tehlikeden korkmayacak. Rabbinden gayrı kimseden zarar, menfaat, ata, mahrum etmek görmeyecek ve beklemeyecek ve daima Rabbinden başkasından emin olacak. Rabbinin fiilini murakabe edip gözetecek taati ile meşgul olup, mahlûkata itimat etmeyip Allah'a dayanarak mahlûkatına mübayin olacak. Bu itibarla sadıklar Allah'tan başka bir şeyden korkmayacaklar.

 

Allahu Teâlâ, kalbime mahlûkattan hiç birisinin muhabbetini yerleştirmemiştir ki bu da büyük bir nimetidir. Ancak kendi izni ile emrettiklerinin muhabbeti girmiştir. Allahu Teâlâ kendinden başkasının muhabbeti olmayan kalbi korumayı garanti etmiştir.

 

Şöyle ki: O kuluna tevhid, azamet ve ceberrut kılıcını vermiş ve kalp kapısının kapıcısı kılmıştır. Her kim kalp kapısına varmak için göğüs sahasına yaklaşırsa onun başını keser. Böylece o kul kalbini muhafazada ilerlerse kalbi etrafına gayret saçakları, azamet hendekleri, ceberrut sultanı konur. Ayrıca Allahu Teâlâ da kendi askerlerinden o kalp etrafına bekçi de bırakır ki, şeytan, nefis ve heva düşmanlarından kalbi korusunlar ve nefis ile hevadan neşet eden yalancı iddialardan da muhafaza etsinler. Böyle olunca bu kula; halkın yönelmesi, teveccüh göstermeleri veya dünya nimetlerinin bol gelmesi zarar vermez. Esas sermayesini eksiltmez. Meselâ evlenirse alacağı kadın Allah'ın taatinde yardımcısı olur. Eğer evladı doğarsa salih olur. Maişet hususunda kendisini zillete düşürmez, bilakis Allahu Teâlâ ümit etmediği yerlerden helâl ve geniş rızık verir ve Allahu Teâlâ, o rızıkları yemesini, almasını, toplamasını ve ondan nefsine ve iyaline yedirmesini emreder ve bundan dolayı sevap da verir. Nasıl ki 5 vakit namaz, oruç ve hacc için sevap verdiği gibi.

 

Ey kardeş, şunu bil ki Allah'ı sevdiğini iddia eden kimsenin alâmetleri vardır. Bunu görürsek tasdik ederiz. O da şudur: O kulu beyaz ve temiz şeriat üzerinde görmeliyiz. Şeriatta telbis, yani karıştırma yapmamalı ve Allah'ın cennete vaad ettikleri ve cehennemdeki azasına dair vaidlerinde asla şek etmemelidir. Belki belaya sabredici, kazaya razı halini muhafaza edici, zikrullahı hamil, sakin, sakil (susmuş), başını önüne eğmiş, Allah'tan kendini meşgul edip alıkoyacak her şeye karşı gözünü kapamış olup ölünceye kadar bu hali devam ettirmek alâmetleridir.

 

Allah'ın bir nimeti de, talebelerimin hepsini Allahu Teâlâ'nın zikrini çok yapmaya teşvik edişimdir. Buna sebep Allahu Teâlâ'ya olan muhabbetimle talebelerime karşı beslediğim sevgidir. Çünkü çok zikirle, kulu Allah'tan perdeleyen şehvet masivasından kalbi temizlemek husule gelir. Kalp şehvetlerden temizlenince Rabbin muhabbetine ev olur. Fakat o kalpte şehvetler sevgisi sakin olursa o zaman nefis, heva ve şeytana ev olur. Allahu Teâlâ ise kıskançtır, mü'min kulunun kalbinde başkasını görmek istemez. Kalpten şehvetler çıktığı zaman orada yalnız başına Rabbin tevhidi kalır. Ve bu zaman kalp, maarife ve gaybden gelecek esrar ve ilimlere mahal olur. (Ahzab:4)

 

مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِه

 

âyeti kerimesi veçhile dünya işi ile uğraşırken bile zikirle meşgul olmak birinci derecede maksut zikrullah olup sanatı zikr-i tabii yapmak gerektir. Bütün meşayih diğer ibadetleri tecrübe ettiler de mâsivadan kalbi temizlemekte zikrullahtan daha çok süratlisini bulamadılar.

 

Ey ihvan! Size Rabbinizi çok zikretmenizi şiddetle tavsiye ederim. Ta ki onun meclisinde hazır olanlardan olasınız. Allahu Teâlâ huzurunda bulunacakları bütün şehvetlerden ve dünya ve manevî illetlerden ve mücahede bakiyesinden temizlenmedikçe huzuruna kabul etmez.

 

Seyyidim Ali Havvas Hazretleri, defalarca demiştir ki: 'Sende muhalefet bakiyesi yahut dünya muhabbeti var iken sana manevî kapı açılmasını isteme, nasıl ki kuyumcu potada erittiği altın veya gümüşte henüz tortu varken tamamen temizlenmedikçe çıkarmadığı gibi. Binaenaleyh sen de daha nefis kudretinden bakiye varken sabret. Ta ki kirden pastan temizleninceye kadar; çünkü seni padişaha arz ettikleri vakit kabul edecek mi yahut red mi edecek yahut yere mi atacak? Bilemezsin.'

 

Ey kardeş sana, ilmi ile amil olduğunu gördüğün her kimseyle oturmanı yani mücaleset etmeni şiddetle tavsiye ederim. Çünkü demişler ki, 'İlmi ile âmil olan kimsenin üstünde nübüvvet makamı vardır.' Binaenaleyh bu zat nübüvvetin varisidir. Ey kardeş devamlı nefsine hasım ol ki Allah sana devamlı yardım etsin. Eğer nefsine bazı vakitlerde düşman olursan Allah'ın yardımı da bazı vakitlerde olur, daima nefsini teftiş et.

 

Allahu Teâlâ kabirlerinde inam olunan ve azap olunanların bazısına beni muttali kılmışken bilâhare bana Rahmetinden dolayı kapadı, çünkü bu halde kalan, günde defalarca ölüyor demektir. Buna hadis-i şerifde: 'Azâb-ı kabri Allahu Teâlâ'nın size göstermesi için dua ederdim, fakat bu azabı görünce ölülerinizi o azap çukurlarına gömmekten vazgeçersiniz korkusu ile sarf-ı nazar ettim.' buyrulmuştur. Buna, ruhaniyeti cismaniyetine galebe etmiş kimseler nail olur.

 

Dünya umurundan bir şeye muhtaç olduğum vakit onu Allah'tan istemekle meşgul olmam, bunun yerine Allahu Teâlâ'yı zikre ve namaza iltica ederim. Şu hadis-i şerifle amel ederim, hadis-i kutside Cenâb-ı Hakk: 'Benden istemekle meşgul olacak yerde zikrimle meşgul olana, isteyenlere verdiğimin daha iyisini veririm.' buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v.) de, bir işten sıkıldı mı, hemen namaza koşar ve

 

اَرِحْناَ يا بِلالَ بِلصَّلاةِ

 

Buyurarak, Bilâl (r.a.)'a ezan okuması için emir verirdi.

 

Arifler demişler ki: 'Âhireti isteyen dünyada zahit olup dünyayı bıraksın, Allah'ı isteyen de âhiret nimetlerini bıraksın. Böylece âhiret için dünyayı, Mevlâ'sı için de âhireti terk edip halis muhlis olarak yalnız Allah ile meşgul olsun, ibadet ve hizmetlerine karşı gerek dünyada ve gerekse âhiretten karşılık istemesin. Bütün ibadetler mücahadedir. Zira hepsi de nefse muhalefet üzerine bina edilmiştir. Çünkü nefis bütün ibadetlerden kaçar hoşlanmaz.'

 

Dünya nimetlerinden birine nail olsam, hasetçiler bunu kıskanırlar, haset ederler de sabah ve akşam zikir meclisinde Allah'ın huzurunda oturup zikredişime hiç haset etmezler. Dünyayı sevmeyene zalimlerden kimse musallat olmaz, musallat olmak isteyene de Cenâb-ı Hakk kudret vermez. Nitekim İmam-ı Nevevi Hazretleri Şam'da Cami-i Emeviyye kütüphanesini payitahta nakletmek isteyen Şam Valisi'ne muhalefet edince, İmam-ı Nevevi'yi dövmek için vali gelip kamçısı ile hücûm etti. İmam-ı Nevevi Hazretleri, odasında yerde serilmiş kaplan ve ayı gibi vahşi hayvan postlarına işaret etti, bu postlar canlı hale gelip pençe ve dişleri ile saldırdılar. Vali feryatla dışarı kaçtı, kapıyı kapattı. Bunun üzerine İmam-ı Nevevi Hazretlerinin büyüklüğünü anladı, af diledi, ayaklarını öptü.

 

Hiçbir mahlûktan korkmam ancak 'Nefsinizi tehlikeye atmayınız.' emrine uyarak şeriatle amel ederim. Nitekim bir kere bir şeyhin terk edilmiş ve harap olmuş türbesinin içi taşlarla dolmuş olup büyük yılanlar dolaşırdı. Kimse korkudan türbeye giremez, dışarıdan yoldan ziyaret ederlerdi. Bir gece ben bu türbenin içine ziyaret için girdim ve orada yatıp uyudum. Büyük yılanlar sabaha kadar etrafımda dolaşıp durdular, bir zarar vermediler. Sabah kalkınca etrafımdaki kumlada bir insan ayağı eninde yılan izleri gördüm, herkes benim bu halime taaccüp ettiler. Yine bir gün hicri 919 senesinde Nil'de bir kayıkla gidiyorduk etrafımızda öküz kadar timsah peyda oldu. Kayıktaki insanlar, timsahların korkusu ile feryat ve figana başladılar. Hemen önüme bir peştamal sardım suya atladım timsahlar dağıldılar sonra kayığa tekrar bindim. Herkes hayret etti.

 

Bir gece de Ümmü Honet Medresesi'ndeki evime bir cinni girdi lambayı söndürdü, içerde ok atardı. Ayalim yani karım ve çocuklarım feryat ediyorlardı. Bunun yoluna gizlendim ayağından yakaladım, cinni bağırmaya başladı, ayağı çok soğuk idi, incelmeye başladı sonra kıl gibi inceldi ve elimden kurtuldu. Bir daha da gelmedi.

 

Bir gün de Gomri Camii'nin şadırvanına karanlık bir gecede abdest almağa vardım, havuza manda boğası gibi bir şey atladı, su yükseldi etrafa taştı. Hemen elbisemi çıkardım üzerine havuza atladım, altımdan kaçtı bulamadım. Binaenaleyh yakında tedriç makamında olduğumdan eza verenlerden korkmam, hırsızdan da sakınmam çünkü hırsız benden elbise veya dünya malı isteyecektir, ben de istediğini gönül hoşluğu ile veririm ve hakkımı da helal ederim ki yarın âhirette benim yüzümden azap görmesin. Bu halde eşkıya ve hırsız bana hiç bir zarar yapmaz.

 

Cenâb-ı Hakk ileride vuku bulacak hayır veya şerre ait işlere rüyada beni muttali kılar ki ona karşı sakınmam için, bu da bir nimetidir.

 

Allah sevgisinden dolayı zikir esnasında sesimi yükseltmeyi severim ta ki sesimi işitenler de iştirak etsin ve ihvanın himmet ve gayretleri artsın için. Yoksa nefsime ait bir sebepten değil. «Lâ ilahe İllallah» dediğim zaman isterim ki bu sesimi doğu ve batıdaki insanlar, cinniler kâfir ve mü'min herkes duysunlar. Çünkü artık kabir eşiğine gelmiş bulunuyorum. Elhamdülillah nefsime ait bir zevk ve istek kalmadı, sırf Allah rızası kaldı. Vakti ile camide zikir yaparken kayyuma, pencerelerin panjurlarını kapattırırdım şimdi artık açmasını söylüyorum, olabilir ki yoldan geçenlerden birisi ısıtır de bize katılır ümidi ile.

 

Seyyidlere çok tazim ederim ve yine ulema evliya evlatlarına da tazim ve ikram eylerim, duvar arkasında bile olsa seyyid sesini işitsem seyyid olduğunu bilirim ve başka seslerden ayırırım ve bu sebeple seyyidin alâmetini görmeğe veya hâkim huzurunda nesebini ispata lüzum görmeksizin hürmete ve tazime başlarım. Nübüvvet kelâmını da anladığım için artık muhlislerin o hadis hakkında sahih, hasen veyahut zayıf demelerini beklemeden o hadis-i şerifle amele başlarım.

 

Allahu Teâlâ'nın bana ihsan ettiği nimetlerden birisi de: Allah'tan istediğim her hacet için Resûlullah'ı (s.a.v.) benimle Allahu Teâlâ arasında vasıta kılmamdır. Zira Resûlullah (s.a.v.) kebir'ül-hazret'ül ilahiyedir. Resûlullah'ı vasıta etmeksizin Cenâb-ı Hakk'tan bir şey istememiz Peygamberimize karşı su-i edeptir; çünkü Cenâb-ı Hakk'a karşı olan edebi biz ihata edemeyiz. Resûlullah (s.a.v.) bunun hilafınadır.

 

Seyyid Abdülkadir Geylani (r.a.) buyurmuş ki: 'Resûlullah Efendimizin vasıtalığını kaldırmaktan sakın ve onun vasıtalığı olmaksızın Allahu Teâlâ'ya konuşmaktan hazer et. Çünkü o takdirde sen bid'atçı olursun, uyucu olmazsın hâlbuki kâmil olan kimse, Peygamberimize ittiba (tabi olmak) ayağı olmayan bir mekâna basmaz.'

 

Ey kardeş dünya muhabbetinden tövbeye devam et ve zahir ve batın tahareti üzerine uyumağa da muvazabat eyle, sakın terk eyleme. Yoksa âhirette pişman olursun.

 

Gecenin sülüs-ü ahirinde (son üçte biri) uyumaktan şiddetle nefret ederim. Zahir günah işlemişten daha ziyade ikrah eylerim yani tiksinirim. Yine iki bayram geceleri: Cuma gecesi, Şaban'ın yarı gecesi, Leyle-i Kadir ve emsali gecelerde isteyerek uyumam, ancak elimde olmayarak uyku galebesi müstesnadır. Çünkü mevkib-i ilahi bazen gece yarısından bazen gecenin ilk üçte birinden başlar, bunu erbâb-ı kulûb bilir. Cuma gecesi müstesnadır. O gece mevkib-i ilahi perşembenin güneşi batmasından başlar. Cuma sabahı sabah namazından imam çıkıncaya kadar devam eder. Nitekim hadiste vardır. O halde her Müslüman'a layık Cuma gecesi güneş battıktan sonra sabah namazına kadar Rabbine yalvarmak ve dua etmekten hali olmamaktır. Çünkü padişah kulları her zaman yaklaşıp bir şey isteyemezler fakat kullarının kalbinden perde kalksa görürler ki o teheccüt vakitlerinde ve cuma gecelerinde Cenâb-ı Hakk'ın: 'Yok mu isteyen, yok mu dertli, yok mu istiğfar eden.' ve buna benzer sorularla Cenâb-ı Hakk kullarından yalvarmalarını ve hacetlerini istemelerini ister ki, icabet etmek yani dualarını kabul eylemek için. Bu kıymetli zamanlarda duadan gaflet etmek mahrumiyet nişanesidir.

 

Seyyid Ahmed bin Rufaî (r.a.) buyurmuş ki: 'Hiç bir gece yok ki semadan ilahi armağan inmiş olmasın. Bu inen hediyeler, atiyyeler uyanıklara dağıtılır; uyuyanlar mahrum kalır. Meyve ve helva bile yesem Allah'tan gafletle yemem.'

 

'Bir saat gibi bir zamanda bütün arzı kalbimle dolaşırım.' Bunun izahı şudur ki: Kalbin hükmü, yerle gök arasında muallâkta asılmış yuvarlak ayna gibidir. Bütün ulviyat ve süfliyat o aynaya akseder. Kalp gözü ile tafsilâtı ile görülür. Ey kardeş bundan şek edersen yüksek minarenin tepesine bir ayna as bak bütün şehir oraya irtisam etmiştir yani şehrin resmi aynaya geçmiştir. Ey kardeş! Kalp aynanı tozdan ve pastan cilalamaya çalış, o zaman bütün arz iklimlerini bir saatte dolaşırsın.

 

Bir gün bir Hıristiyan Habeşli tekkemize gelmişti. Beldesinden ve kendi evinin bulunduğu sokak başındaki kiliseden ve komşusunun evi avlusundaki nebak ağacından tafsilatı ile haber verdim. Habeşli hazır olanlara karşı benim, memleketini görmüş olduğumu, doğru söylediğimi beyan etti. Hâlbuki ben Habeş diyarına hiç gitmemiştim. Ancak kalbimle bakıp haber veriyordum. Bu Habeşli Müslüman oldu.

 

Bir kere de Lut (a.s.)'ın türbedarı Mısır'a, yanımıza gelmişti. Lut (a.s.)'ın makamı karşısındaki büyük limon ağacı ne yapıyor dedim. 'Halâ duruyor hiç bir dalı kesilmedi.' dedi. Hâlbuki ben orayı görmemiştim, kalbimle görüyordum.

 

Seyyid Ahmed Rüfâi (r.a.) buyurmuş ki: 'Kalp, dünya ve şehvetleri muhabbetinden kurtulursa billur gibi olur. Sahibine geçmiş ve gelecek hadiselerden haber verir. Fakat kalp paslanırsa batılları konuşur. Bununla beraber o kişinin rüştü ve aklı da kaybolur.'

 

Benim her gece dolaşmama gelince: Bütün Müslüman beldelerinin sokaklarına, şehir ve köylerine kara ve denizlerine uğrar elimle işaret ederim ve «Allah Allah» diye de zikre devam ederim. Evvela eski Mısır'dan başlarım sonra Kahire ve köylerinden Gazze ve Kudüs Şam, Halep, Acem beldeleri ve sonra Türk Beldeleri sonra Anadolu ve sonra da denizi geçerek Mağrip beldelerini birer birer dolaşarak İskenderiye'ye, Dimyat sonra köle beldelerinin en uzağına sonra Reçrac beldesine, Habeş, Hind, Sind, Çin sonra Yemen'e, Mekke'ye dönerim. Sonra Bab-ül Muallâ'dan çıkıp, Bedir, Safra yolu ile Medinetü'n Nebeviye (s.a.v.) gelirim, sur kapısında Peygamberimizden izin alıp önünde durup salât-ı selâm getirir ve sonra Hazret-i Ebû Bekir ve Ömer (r.a.) ziyaret edip sonra baki mezarlığını ziyaret ettikten sonra: «Sübhane Rabbike Rabbil izzeti amma yasifûn ve selâmûn alel mürselin velhamdülillâhi Rabbil âlemin», derim. Mısır'daki evime dönerim. Fakat şiddetli yorgunluktan soluyarak gelirim. Sanki büyük bir dağı sırtımda taşıyormuş gibi olurum. Bu makam bana ibtida 933 hicri senesinde hâsıl oldu. O zaman bir mahfe içinde bir anda uçuyordum. Her velinin kabirleri üzerinden geçiyor ve ziyaret ediyordum; ancak Seyyid Ahmed-ül Bedevî ve Seyyid İbrâhim Düsukî (r.a.)'nın kabirlerine gelince mahfe bunların türbeleri eşiğine indi ve kabirleri altından geçirildim. Niçin bu iki şeyhin kabirleri altından geçirildiğimi ve diğerlerinde havadan üzerlerinden geçmiş iken bunların alttan ziyaret ettirildiğimin hikmetini hâlâ anlayamadım.

 

Bir adam Şam'dan Mısır'a kadar bir dervişi takip etmiş, öldürmek için gaflet anını bulamamış ve vuramamış. Sonra cuma namazından çıkınca dervişlerle konuşmaya daldığında gaflete düşüp zikri unutmuş, o zaman vurup öldürmüş olduğunu Ali Havvas Hazretleri anlatmıştı.

 

Ali Havvas Hazretleri demiş ki: 'Nice kâmil vardır ki tasarruf kudreti yoktur. Nice nakıs da vardır ki gece ve gündüz kâinatta tasarruf eder durur. Ölen velilerin bir kısmından tasarruf selb olunur yani geri alınır. Fakat İmam-ı Şafiî ve Ebu'l Leys ve Seyyid Ahmed Bedevî ve emsali velilerin her zaman tasarrufları vardır.'

 

Yine Ali Havvas Hazretleri diyor ki: 'Bütün velilerin kapıları kapanma tarafına dönüktür, ancak, daima açık kalan Seyidil Mürselin (s.a.v.) Efendimizin kapısıdır. Allah fazl-ı şerefini artırsın. Her kimin ki bir haceti olursa Resûlullah Efendimize tam yönelme ile bin defa salâvat-ı şerife okusun, sonra hacetinin kaza edilmesini istesin, İnşallah-ü Teâlâ muhakkak kaza edilir, yani dileği yerine gelir.

 

Secdede yapılan duanın da reddedilemeyeceği söylemektedir.1

 

Namazın her rekâtında Fatiha okunmasının vacip olmasının hikmeti: Cenâb-ı Hakk ekâbire bunu vacip kılmıştır. Çünkü Allahu Teâlâ o büyüklere bütün Kur'ân'ın manalarını Fatiha'da göstermiştir. Sanki onlar bir rekâtta bütün Kur'ân'ı okuyarak namaz kılmış gibi oluyorlar. Fakat Kur'ân'ın bütün manalarını Fatiha'dan anlamaktan aciz olanlara vacip kılınmış olduğunu bazı arifler söylemişlerdir. (Esrar-ü Salât) isimli Şarani Hazretleri'nin müstakil kitabında bundan bahsedilir.

1 Letâifül-mi-nel ve'l-ahlâk, S. 121

Gezi