Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 13

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 13

 

Ahmed-i Rüfâî (r.a.) Hazretleri kürsüye çıktığı vakit oturarak konuşurdu. Sözlerini yakınlarında olanlar gibi uzaktakiler de işitirdi. Hatta Ümmü Übeyde Köyü'nde konuşurken etrafındaki köylüler halkı da dinlerdi ve her söylediğini anlarlardı. O kadar ki sağır ve dilsizlerin kulaklarını Cenâb-ı Hakk o sırada açar, bunlar da işitirlerdi. İbrâhim (a.s.) Kâbe'yi bina ettikten sonra halkı hacca daveti gibi. Nida İbrâhim'den, belâg yani işittirmek Allah'tan olmuştur.

 

Oğlu Salih'e buyurmuş ki: "Eğer sen benim ilmimle amel etmezsen ben senin baban değilim, sen de oğlum değilsin."

 

Hayvanata karşı çok merhametli idi. Şehir halkının kovdukları bir uyuz köpeği badiyeye (kır, çöl) götürüp 40' günde tedavi edip sağlam olarak şehre getirdiği meşhurdur. Bir gün bir kişinin Allah'ın 5 bin esması vardır, dediğini işitince, ona dedi ki: "Allahu Teâlâ’nın yarattığı kumlar ve yapraklar ve diğer mahlûkatı sayısınca esması vardır." Meczup ve kötürümlerin elbiselerini yıkar, temizliğini yapar, yemeklerini taşırdı, dualarını isterdi. Körleri bekler, ellerinden tutar götürürdü ve yine buyurdu ki: "Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz: 'Herkim Müslüman ihtiyara ikram ederse, Allah'ta o kimseye ihtiyarlığında ikram edecek kimseyi müsahhar kılar.' buyurdu."

 

Yine buyurmuş ki: "Bir kulda safay-ı sadır (göğüs rahatlığı) husule gelmesi için o kimsede gerek düşmanına gerek dostuna ve gerekse sair mahlûkatına karşı bir kötü düşünce kalmamalıdır. 570 Hicri senesinde sön sözü kelime-i şahadet olarak vefat etti. Mezhepçe Şafiî idi, az konuşurdu ve sükûtla emrolundum' derdi." (r.a.)

 

Irak meşayihinden Şeyh Abdurrahman Et-Tağsunci (r.a.) buyurmuş ki: "Muhabbet zikri iktiza ederde, muhip Rabbini zikirde devam eder ve nefsini anmada halel gelir. Bu itibarla kendisine galip olan Rabbini zikir olur. Ve nefsinden gafil gibi olur. Sonra nefsinden zühul eylediğinden gafil olur. 'Rabbinin zikri bütün hislerini istila ederek nefsini unutturdu, mezkûrunu niyete derç olundu.' denir. Ve nefsinden fani oldu denir. Rabbi ile fani oldu, fenasından fani oldu denir. Yani Rabbinin zikri o kişiyi istilâ ettiğinden nefsinden gaflet ettiğini anmakta da gafil olur. Ve başkalarını yani Rabbinden gayriyi görmez olur da cem-ül cem'e erişir."


Şeyh Cabir (r.a.) diyor ki: "Bir müridin ismini levh-i mahfuzda benim evlâdım olduğuna dair yazılı görmedikçe onu müritliğe kabul etmedim."

 

Şeyh Süveyd Es-Sincari (r.a.) demiş ki: "Her kim evliyaullah aleyhinde bulunursa, ölürken şahadet kelimesini söylemekten dili tutulmakla müptelâ olur."

 

Şeyh Hayat bin Gays-ül Harrani (r.a.) demiş ki: "Mürid-i sadıkın alâmeti, Allahu Teâlâ'nın zikrinden usanmamak. Ve Hakkından melâlet getirmek, sünnet ve farza devam etmektir. Sünnet: Dünyayı terk etmek, Fariza ise; Hak Celle ve Âlâ ile sohbettir." ve yine buyurmuş ki: "Rikkat-i kalbe (kalp yufkalığı ile) ehl-i zikrin meclisinde oturmaya gayret et ve yine ciddiyetle kalp nurunu celbe devam eyle.

 

Şeyh Reslân Ed-Dımişkî (r.a.) buyurmuş ki: "Ezaya tahammül eden, belâdan şikâyetçi olmayan kimse kerimdir." Şeyh Tâkiyuddin Es Sübki diyor ki: "Bir kere Şeyh Reslân Hazretlerinin semaında hazır oldum. Şeyh Reslân (r.a.) havada müteaddit dönüş yaptı sonra yavaş yavaş yere indi. Bunu defalarca yaptı. Hazır olanlar da gördüler. Ve yere inince kurumuş bir incir ağacına sırtını dayadı, birkaç seneden beri meyveden kesilmişti, yaprak çıkardı yeşillendi ve o sene bol incir mahsulü verdi."

 

Şeyh Ebu Medyen El Mağribi (r.a.) büyük velilerdendi. Buyurmuş ki: "Kalbin ancak bir veçhesi var, oraya teveccüh edince diğer cihetlerden mahcup kalır."

 

"Fakir tevhidin emaresidir, tefride delâlettir ve fakirin hakikati da Allah'tan başkasını görmemektir."

 

"Fakir fahirdir (öğünmek), ilim ganimettir, sükût necattır, halktan ümidi kesmek rahattır, züht afiyettir, Allah'ı göz açıp yumuncaya kadar bile olsa unutmak hıyanettir."

 

Yine buyurmuş ki: "Hakk ile huzur cennettir. Halktan gaip olmak ateştir. Hakk'a yaklaşmak lezzettir. Hakk'tan uzaklaşmak hasrettir. Hakk'la ünsiyet hayattır, Hakk'tan ürkmek vahşettir, ölümdür."

 

Şeyh Ebu Suud bin Ebu'l Eşair (r.a.): "Kim ki sana dünyayı hatırlatır ve sana meth ederse, ondan kaç ve yine senin Mevlâ'ndan gafletine sebep olan kimseden yüz çevir. Ve dünya muhabbeti doğan hatıraları defet. Ve bu hatıraları bırakıp Allah'ın zikri ile meşgul ol."

 

"Sana istiğfarı tavsiye ederim. Eğer istiğfardan aciz isen Allah'la meşgul ol, Allah'la meşguliyetten aciz olursan, Allah'a taatle meşgul ol, Allah'ın taatını bırakmak için hiç bir özür kabul etmem. Çünkü Allah'a taat terakkinin ilk dereceleridir."

 

"Evliyaullah eriştikleri makamlara amellerinin çokluğu ile erişmediler, belki edeple vasıl oldular."

 

"Salik olan bir kişi nefsinde kibir, şirk, cimrilik ve mü'minlerden birine karşı kötü zan gibi fena bir ahlâk görürse, ona vacip olan; nefsini nefsinin davet ettiğinin zıddına ithal etmesi. Ve sonra da Allahu Teâlâ'nın zikrine ikbal eylemesi ve mücahedesinde Allah'ın yardım ve inayetine güvenmesidir. Böylece nefsinin ahlâkı zayıflar. Kalbinin nuru çoğalır. Cenâb-ı Hakk muhabbetinden ona bir zerre indirir. O zaman bütün eşyayı kolayca terk eder. Ve mücahadesiz, alışkanlığı bulunan işlerden kesilir."

 

Yine buyurmuş ki: "Müridin müritlik işinin bina edildiği temel 4’tür:

(1) Huzuru kalbe lisanın zikrullahla meşgul olması,

(2) Allah'ın murakabesine kalbini zorlaması,

(3) Allah rızası için nefsine ve hevalarına muhalefet etmesi

(4) Allah'a kulluk için yediği lokmayı tasfiye etmesi.

Yani haram ve mekruh şüphesi olmamasıdır ve bu kutuptur. Bunlarla azaları temizlenir, kalbi safi olur. Nefsine yiyecek ve içecekten yetecek kadar verir. Nefsini azdıracak miktardan men eder. Çünkü nefis Allah'ın kuluna verdiği bir emanettir. Ve nefis bineğidir. Onun üstünde yol alır. Nefse zulüm de başkasına zulüm gibidir ve hatta daha şiddetlidir. Çünkü hadis-i şerifte 'Nefsini katleden cehennemde muhallet kalır. Yani ebedî kalır. Başkasını öldüren muhallet kalmaz.' buyrulmuştur. Ayanı altına çeviren iksir ise ihlâsla Allah'ı çok zikretmektir. Yani taş parçasını altın yapan ve altına çeviren esrarlı ilâç ve malzeme çok zikrullahtır."

 

"Kalpleri zikrullahtan iğfal eden her şey dünyadır. Yine birisi kendisinden dua istemiş, ona yazılı gönderdiği duada: 'Ey kardeş Allah sana zikrini ilham etsin ve seni zikrine devam edenlerden kılsın.' diye dua etmiştir."

 

İbrâhim-i Dusiki Kureyşî (r.a.)'da meşayihin büyüklerindendir. Buyurmuş ki: "Herkim müteşerri (yani şeriatla amel eden), mütehakkık (gerçekçi) aziz, afif (iffetli), şerif değilse o benim evlâdım değildir. İster benim sulbümden doğmuş olsun. Ve buna mukabil müritlerimden herkim ki şeriate, hakikat ve tarikat ve diyanet, sıyanet, zühd, vera' (takvanın ileri derecesi) ve tama' azlığına mülazım ise yani devam ediyorsa, benim evladımdır. İsterse en uzak beldelerden gelmiş olsun."

 

"Bir derviş kemal bulamaz. Ta ki bütün insanları sevmedikçe ve onlara şefkatli olmadıkça ve ayıplarını örtmedikçe. Bunları yapmadığı halde kemal iddiasında bulunursa o yalancıdır.

 

"Şeriat asıldır, hakikat fer'idir, şeriat her bir meşru ilmi camidir, hakikat ise her gizli ilmi camidir ve bütün makamlar bu ikisinde mündemiçtir."

 

"Müridin farz ve nafilesini edada vacip olan ilmi öğrenmesi farzdır, fesahatler, belagatle meşgul olmasına lüzum yok çünkü bunlar asıl muradından alıkor. Belki salihlerin amele dair eserlerini mütalaa etsin. Ve zikrullaha devam etmelidir."

 

"Kalp evlâdı, sulbî evlâttan hayırlıdır, sulbî evlât zahir mirasa mirasçı olur, fakat kalp evlâdı ise batın sırra mirasçı olur." İbrâhim-i Dusiki (r.a.) Hazretleri her milletin dilini bilir ve konuşurdu. Kuşların ve vahşi hayvanların da dillerini bilirdi.

 

"Sana amel tavsiye ederim. Tarikat ehlinin ahlâkı ile ahlâklanmaksızın sözlerinde şakşakai lisandan sakınmanı ve hazer etmeni şiddetle tavsiye ederim. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz aç kalırdı, karnına taş bağlardı ve ayakları şişinceye kadar da geceleri kıyamda kalır, namaz kılardı; ekâbir-i sahabe de kendisine tabi olurdu. Nitekim Ebu Bekir (r.a.) geğirdi mi kebap olmuş ciğer kokusu ağzından duyulurdu ve bütün malını fisebilillâh infak etti. Ve Ömer İbnu'l Hattab (r.a.)'da şiddetli amel sahibi idi; deri ile elbisesine yama yapardı. Ve başını ağaç kabuğu nevinden parçalarla sarardı. Ve Hazret-i Osman (r.a.)'da her gece ayakta Kur'ân'ı hatim ederdi. Hazret-i Ali (r.a.)'da sahabenin ziyade zahitlerinden ve çok mücahitlerinden idi. Bu havassı sahabe (r.a.) ekseri İslâm beldelerini fetih ettiler Resûlullah (s.a.v.) Efendimize çok yakın olmalarına rağmen böyle amel ettiler, çok çalıştılar. İşte bunların amelleri, içtihatları, zühdleri, açlıkları böyle iken hakikat ve şeriatı tahkim ettiler. Siz de mukteda (uyulacak kimse) olmak isterseniz yani başkalarının size uymasını murad ederseniz tefrit (geri kalmak, az amel yapmak) etmeyiniz. Esasen hakikate hakikat denmesinin sebebi hakikat işlerinin amellere tahakkuk edişinden ötürüdür ve hakikatler şeriat denizinden çıkarlar." Yine buyurmuş ki: "Lisanın haramı tattığı müddetçe, hikmet ve marifetten bir şeyi tadacağını umma."

 

"Sen Allah'ı seversen seni de yerlerin ve semanın ehli sever. Allah'a itaat edersen sana cin ve ins itaat ederler ve senin için deniz ve sular kururlar hava da sana muti olur." (İtaat eder)

Ve yine buyurmuş ki: "Ey evladım sana evliyanın ahlâkı ile ahlâklanmanı tavsiye ederim ki öylece saadete nail olursun fakat şeyhlik için icazet (diploma) aldın da içinde yazılı veliler ahlâkı ile ahlâklanmadınsa bu bir şey ifade etmez. Ancak diplomalıyım diye nefsin böbürlenir. Asıl mesele icazeti okuyup içindeki tavsiyeleri tutar ve amel edersen o zaman fayda hâsıl olur ve seçkin insan olursun; bütün asırlar boyunca velilerin yükselme basamakları budur. Ve dünyanın sonuna kadar da böyle olacaktır."

 

"Arif, irfan makamında kemâl bulursa Allahu Teâlâ onu vasıtasız ilme varis kılar ve mana levhlerinde yazılmış ilimleri alır o manaların rumuzunu anlar ve hazinelerini bilir ve ilimlerin tılsımlarını çözer, ilimlerin ismi ve resmini bilir ve yine Allahu Teâlâ o kişiyi noktaya tevdi edilmiş ilimlere muttali kılar ve inkâr korkusu olmazsa akıllara dehşet verecek noktalar dökerler ve yine bu ariflerin ibarelerin işaretlerinden türlü dillerde ibareleri vardır ve muhtelif lisanlarda da ibareleri mevcuttur. Ve yine bu ariflerin harflerin manalarında, kati, vasıl, hamze, şekil, nasıp (Üstün), Refi (Ötüre) de sayılamaz ve başkalarının anlamayacağı işaretleri vardır. Ve yine bu arif velilerin, ağaç yapraklarına, suya, havaya, kara ve denize, gök kubbesine, insanların ve cinlerin alınlarına yazılmış dünya ve âhirette vuku bulacak işlere dair yazılara da ittilaları vardır. Ve yine bunların bütün üstlerin üstü ve altların altına yazısız yazılmış şeylere de ıttılaları vardır. Ve bu hâkim olan ariflerin Hakim ve Âlim olan Allah'tan ilim alışlarında şaşılacak bir cihet de yoktur. Nitekim sırr-ı ledünni hediyelerinden bazısı Mûsâ ve Hızır (a.s.) kıssasında zuhur etti."

 

"Ey evladım Allah'a kulları yaklaştırma haline erişen kimseye müjdeler olsun. O halde Allah'ın izni ile Allah'a davet edenlerden olunuz."

 

"Müridin sermayesi muhabbet ve teslim ve inat ve muhalefet asasını elinden atması ve şeyhinin muradı ve emri altında sakin olmasıdır. Eğer müridin her gün muhabbet ve teslimi artarsa yolunu kesen engellerden kurtulur. Yoldaki arızalar, keşif ve kerametlere iltifat edip takılıp kalır ve iradeler gibi engellere takılıp kalırsa imdat kesilir ve vuslatına perde olurlar. İşte şeyhine muhabbet ve teslimiyeti arttıkça bu engellerden kurtulursun. Ehlullah hazeratı bulundukları makam icabı türlü konuşmalar yaparlar. Sen onların denizine dalamayacağın için inkâra kalkma, onların denizine dalsan boğulursun. O halde sana vacip olan velilerin dualarını istemek ve bereketlerini ummaktır. Bu onların ameline kudretin olmadığı vakitte olacaktır. Eğer onların amellerine kudret bulup da amel edersen ebedi saadeti elde edersin."

 

"Her kim seherlerde kalkar ve istiğfara devam ederse Allahu Teâlâ ona nurları açar ve yakınlık küpünden aşk şarapları içirir ve kalbine mana güneş ve kamerleri doldurur. Ey kalp evlâdım sana söylediğimle amel et. Felah bulanlardan olursun."

 

"Rabbinle bulaşmak istersen batınını ve içini (zamirini) pislikten ve kötü niyetlerden ve Allah'ın mahlûkatından birine karşı kötü niyetlerden temizle."

 

"Sakın evladım, azimetle amel ettikten sonra sana ruhsatla amel için şeytan fetva verirse bu fetvaya kanma ve kabul etme; çünkü şeytan sana sapıklıkla emreder. Bilhassa seni bir günaha düşürür de ne yapayım bu mukaddermiş dersen bütün bütün helak olursun. Evlâdım şunu bil ki: Allahu Teâlâ sana Nebisine uymakla emretti. Ve dünya ve âhirette sana eza verecek şeylerden de men etti. O halde niçin emirlere muhalefet edersin. Ey evlâdım! Eğer icazetname yani verilen diploma ile kanaat edersen aldanırsın. Zira icazet senin seriretini güzelleştirmek ve ihlâs kazanmak içindir. İcazet almanın şartı da icazetli kişinin halk içinde günahlardan en çok uzak olanı ve kıyam ve siyamı (orucu) çok olması ve devamlı zikrullaha muvazabet etmesidir."

 

"Ey Kur'ân hamili, Kur'ân'ı taşıyorum diye ferahlanma dikkat et de bak; buyurduğu ile amel ettin mi? Etmedin mi? Zira Allahu Teâlâ (Cuma:5) 'Kitabı yüklenip de muktezası ile amel etmeyenler sırtında kitapları taşıyan eşek gibidir.' buyurmuştur, Sen de eşek olmaktan kurtulmak için hepsi ile amel etmen lâzımdır. Sakın yarın kıyamette Kur'ân'dan bir harf aleyhinde şahadet etmesin."

 

"Allahu Teâlâ kalplerinizde kapalı kısımları açsa o zaman Kur'ân'daki acaip ve hikmetler, manalar, ulûma muttali olurdunuz ve başka kitap okumaktan müstağni kalırdınız. Çünkü Kur'ân'da 'Vücut safahatında terkibi olunmuş her şey vardır.' (Enûm:28) buyrulmuştur. Allahu Teâlâ bir kuluna kitabından anlamak ihsan ederse ona Kur'ân'dan her harfin te'vilini, ne olduğunu, manasını, her harfin sebebini ve sıfatını verir. Ve her harften ulvî, süflî, arş, kürsi, sema, ma (su), felek, hevâ, arz ve sera da mektup olan ilimlerin hepsini öğretir."

 

"Ey kalbimin evlâdı parlak sözler konuşan, lisanı laklakalı kimselerle oturmayınız belki Rabbine yönelmiş ikbal etmiş kimselerle oturunuz. Ta ki ondan tariki alıncaya değin. O, tarikin acı şarabını yudumladığından cismi erimiştir (Tarikat sülûkünün zorluğundan kinayedir). Bu kişinin uykusu başkalarının ibadetinden efdaldir. Çünkü muhakkak ki bunlar uykusunda bile Rabbinin huzurundadır. Hâlbuki bazı kere abidler bile ibadetinde nefsi iledir, Rabbinden gafildir."

 

"Ehlullah taifesinin her iddia ettiğini tasdik etmenizi size tavsiye ederim. Tasdik edenler muhakkak felah buldular, alay edenler yani istihza eyleyenler mahrum kaldılar. Çünkü Allahu Teâlâ muhakkak ki havas ibadının sırrına mukarreb melek ve nebiyy-i mürsel veya ebdâl veya sıddık veya velinin muttali olamayacağı esrar ve hikmetler ve irfanı atmıştır. Bunu ben kendiliğimden söylemiyorum. Bu söylediklerim Allah ilmi sahibi olanların sözüdür. Binaenaleyh akıllı kimse ancak teslim eder. Şayet teslim ve tasdik etmezse onu fevt ederler ve faydalarından mahrum kalırlar ve dareynde (dünya ve âhirette) hüsrana uğrarlar."

 

"Ey kalp evlâtlarım eğer kıyamet gününde (Fecir:27)

 

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ

 

hitabı ile çağrılmak istiyorsanız taamınız zikir olsun, sözünüz fikir, halvetiniz ünsübillâh, iştigaliniz Allah'la olsun, yoksa azabından korkmak veya sevabını ummak olmasın. Herkese bir muallim lâzımdır. Allah'ın bile ifaza eylediği feyzine intizar ederiz. Rabbimizin yolundan başka yol da bilmeyiz. Bundan başka kutuplardan kazandığımız elde ettiğimiz ilm-i meksup (kazanılmış ilim) ve bir de Rabbimiz canibinden bize bağışlanmış ilmimiz vardır."

 

Yine buyurmuş ki: "Mürit şeyhi yanında ölü gibidir. Hareket etmez, konuşmaz ve şeyhi huzurunda ancak izni ile konuşabilir ve yine ne yapacaksa ancak şeyhinin izni ile yapar. Meselâ evlenmek, yolculuğa çıkmak, inmek, çıkmak özetle; ihtilât, ilimle iştigal, Kur'ân veya zikirle meşguliyet yahut zaviyede hizmet ve diğer işler gibi hepsinde şeyhinden izin lâzımdır. Selef ve halef ehlinin şeyhleri ile münasebeti böyle olur. Zira şeyh sır babasıdır. Evlâda babasına isyan etmemesi farzdır. Babaya nelerin isyan olacağı sayılıp bitirilemez. Şu halde ölü yıkayan gassalin eli altındaki ölü gibi olmalıdır. Ey evladım sana babana itaati tavsiye ederim. Ve sır babanı cisim babana tercih et; çünkü sır baban, bel babandan sana daha çok faydalıdır. Zira sır baban müridi olan evladı sert bir demir parçası gibi alır. Onu eritir ve damlatır. Ona sanat sırrından sır katar da onu altın parçası yapar. Ey evladım beni dinle faydalanırsın, dervişlerden birçokları ölünceye kadar şıhlarına devam ettiler de faydalanamadılar. Çünkü edepleri yoktu. Bazı müritler de edepsizliğinden helak oldular."

 

"Altı yaşımda iken Cenâb-ı Hakk bana ulviyettekileri gösterdi ve levh-i mahfuzu sekiz yaşında gördüm, dokuz yaşında semanın tılsımını çözdüm ve seb'ül mesanide ins ile cinin hayrette kaldığı ve anlayamadıkları bir harfi gördüm ve anladım ve Allah'a hamd ettim. 14 yaşında da Allah'ın izni ile duranı yürüttüm ve yürüyeni de durdurdum."

 

Şarani Hazretleri, İbrahim-i Dusiki (k.s.) Hazretleri'nin (Kitab-ül Cevahir) adındaki kitabından bunları hülâsa ettiğini belirtiyor. Bu fakir de Şarani Hazretleri'nin tafsilâtından konumuzla ilgili bu parçayı hülâsa olarak tercüme ettim. İbrâhim-i Dusiki Hazretleri'nin İmam-ı Ali (r.a.) Efendimize erişen şerif silsileside orada yazılmıştır.

 

Şeyh Davud-ül Kebir (r.a.) demiş ki: "Eğer gayıp, tecelliyat ve envarı sana işittirmedi ise, sen ona taat ve zikrinde olduğunu duyur ve işittir."

 

"Bir kul bin defa cünüp olsa bir gusül ona kâfi gelir ve bir gusül ile yıkanınca bin cenâbeti çıkar ve artık namazlara girmesi ve kılması caiz olur. Bunun gibi bir kul gaflet sebebi ile bin defa cünüp olsa sonra Allahu Teâlâ'yı bir defa zikreylese ve istiğfar etse bu zikir ve istiğfar onu bin gaflet cenâbetinden temizler o kimsenin huzurlara girmesini mubah kılar."

 

"Bir arif-i billâh şarkta (doğuda) bir hakikat konuşsa bunu seven ve muhibbi olan mağripteki (batıdaki) müridinin o hakikatten ahlâkını düzeltmesi nispetinde nasibi olur."

 

"Ne zaman ki bir kimsenin bir kitapta veya birisinin naklinde sözünü işitirsem eğer o kimsenin hakikatini şuhutta nispeti varsa yani bir Hakk yoluna intisabı varsa sözünden faydalanırım. Eğer nispeti yoksa sözünden faydalanılmaz."

 

"Ariflerin kalbindeki yazı müritlerin de kalbine yazılır, gafillerin kalbine yazılmaz."

 

"İşittim ve rivayet ettim demekle kanaat etme, belki müşahede ettim ve gördüm demeğe bak."

 

"Üstadına hizmet, babana hizmetten mukadderdir. Çünkü baban seni mükedder kıldı. Üstadın safileştirdi, baban seni süfliye düşürdü, üstadın yüceltti, baban su ve toprakla meze etti (yani karıştırdı). Üstadın ise âlâ-i illiyyine seni terakki ettirdi.

 

"Dünyaya girip de bir kâmil kişiye tesadüf etmeden dünyadan çıkan kimse mütelevvisdir. Yani pislikle bulaşık olarak âhirete göçer."

 

"Allah'tan seni perdeleyen her şey günahtır."

 

"Allahu Teâlâ çok kere ariflerin eriştikleri makamları ve kerametlerini kendilerinden örter de muttali olamazlar. Ta ki gönüllerine benlik davası gelmesin diye."

 

Yine buyurmuş ki: "Nefisler, salikler için itiraz ettiği vakit o salikleri zikirlerini arttırmak ve taat tahsil etmekten durdurur, alıkoyar. Şayet nefisler ariflere itiraz ederse arifleri müşahedat lezzetlerinden perdeler. Ve yüksek derecelere yükselmelerine perde olur. Binaenaleyh nefis her iki fırkanın da seyrine manidir."

Gezi