Zikre Dair Ayetlerden Bazıları: 29 ~ 37
29 —"'Kullarımdan bir fırka vardı
رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ
diyorlardı da, siz onları maskara yerine tuttunuz. Hatta size benim yardımımı, zikrimi unutturdular, onlara öyle gülüyordunuz.' (Mü'minun: 109)"1 Kadı Beyzâvî tefsirinde, Ashab-ı Suffe ile müşriklerin alay ettikleri ve bu sebeple zikri unuttuklarından, Cenâb-ı Hakk'ın bunları tembih buyurduğu yazılıyor.
30 — "O küfür edenler seni gördükleri vakit da seni alaya tutup, onlar, bu mu ilâhlarımızı anıp duran, hâlbuki onlar hep Rahman’ın zikrine küfür ediyorlar." (Enbiya: 37)
"Akıllı insanlara lâzım olan; başkalarının ayıplarını zikretmekten dilini tutmak ve bütün vakitlerinde Allamül Guyubun zikri ile meşgul olmaktır. Zira rahmetinin bulutlarını sağanak halinde mahlûkatına yağdıran O'dur. Her ne ki bizlere geliyorsa Allah'tandır. Binaenaleyh velinimetlere şükür lâzımdır. Hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v.): 'Her kim Allah'ı muti olarak zikrederse. Allah da onu rahmeti ile zikreder ve her kim de; asi olarak Allah'ı anarsa, Allah da onu lanetle yâd eder.' buyurmuştur. Zikrin efdali «Lâ ilâhe illallah»'tır. Çünkü bu kelime-i tevhit; masivallahtan i'razdır. Yani Allah'tan başka her şeyden yüz çevirip Allah'a yönelmektir ve bütün bütün Allah'a ikbal etmektir. Denmiş ki kelime-i tevhidin evvelki yarısı; 'Allah'a kaçınız' ve ikinci yarısı da: 'Habibim sen Allah de, başkalarını bırak dünya batağında oynasınlar.' (Enam: 91) ayet-i kerimesine işarettir.
Yine deniyor ki; diğer ibadetler ve zikirler Allahu Teâlâ'ya melek vasıtası ile arz edilir, fakat bu kelime ise; Allah'a melek vasıta olmaksızın erişir. 'Her kim bir kere ihlâsla bunu derse, günahları mağfiret olunur; İsterse denizköpükleri kadar günahı olsun.' Allahu Teâlâ bütün peygamberlere ümmetlerini, bu zikre davet etmekle emir buyurdu ve «Lâ ilahe illallah» kelimesinden daha kıymetli bir kelime nazil olmadı. Yerler ve gökler bununla kaimdir ve bu kelime, İslâm kelimesidir, necat kelimesidir ve nur kelimesidir. Bununla batın; Hulus, sıdk, safa ve yakın nurları ile nurlanır."2
31 — "De ki sizi: gece ve gündüz o Rahman'dan kim koruyabilir? Fakat onlar Rableri’nin zikrinden sarf-ı nazar etmişlerdir." (Enbiya: 42)
"Allah'ın zikri akıllarına hiç gelmez de, nerde kaldı ki Allah'tan korkmak hatırlarına gelsin."3
32 — "'Ben cin ve insi, ancak; bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım.' (Zariyat: 56) Hilkatlerinin hikmeti; Allah'ı tanıyıp, ona ibadet ve ubudiyet etmektir."4
"İbadetler on kısımdır:
(1) Namaz, (2) Zekât, (3) Oruç, (4) Hacc, (5) Kur'ân okumak, (6) Her hâlükârda Allah'ı zikretmek, (7) Helâl rızık istemek, (8) Müslümanların haklarına riayet etmek ve onların sohbet hakkına da saygı göstermek, (9) Ma'rufu emir ve münkeri yasaklamak, (10) Sünnet-i Peygamberi'ye tabi olmaktır ki; saadetin anahtarı budur ve Allah'ı sevdiğinin emaresi de bundadır.
Molla Cami Hazretleri demiş ki:
Ey Allah'ın Peygamberi selâm sana olsun,
Felâh bulmak ve kurtuluş ancak sendedir.
Eğer senin sünnetin yolunda gitmezsem;
Senin ümmetinin asilerinden olurum.
Ağır günah yükü altında kalmışım;
Ayakta duramam eğer elimden tutmazsan."5
"Mezkûr ayet-i kerimenin tefsirinde deniyor ki: ayetin manası; 'Ben cin ve insanlardan saadet ehli olanları ancak beni tevhit etsinler için yaratırım.' buyrulmuştur. Ehl-i tevhidin, ehl-i zikir olduğu aşikârdır. Bu tefsirin 56. sahifesinde: 'Müminler, Allah'ı bolluk ve ferahlık ve refah zamanlarında da ve sıkıntı hallerinde de zikrederler. Hâlbuki kâfirler, bolluk ve nimet zamanında unuturlar, zikretmezler ancak belâya uğradıklarında hatırlarlar."6
33 — "'Habibim sen Allah de, başkalarını bırak dünya batağında oynasınlar.' (Enam: 91)"7
"Şeyh Ebu Sait Ebulhayr (k.s.) demiş ki: '«Kulillâhü sümme zerhüm» ayetinde buyrulmuş ki: Allah bes, mâsivâ heves, kesildi nefes.' Yine Şeyh-ül İslâm buyurmuş ki; 'Allah de Kalbini O'na tut
ثُمَّ ذَرْهُمْ
(Enam: 91)'dan başka ne varsa; hepsinden geç, demektir.' Şiblî Hazretleri, bazı talebeleriyle iken demiş ki: 'Allah'a yapış ve tutun, ondan başka ne varsa bırak, mâsivâyı terk et.'
Çün tefrikayı dilest hâsıl ziheme.
Dilra beyeki sipar dikesel ziheme.
Tercümesi: Mâsivâdan yani Hak'tan gayrı olan her şeyden kalpte dağınıklık husule gelir. Kalbini tek olan Allah'a bağla ve başka her şeyden kesil.
İmdi ayetteki işaretler şuna delâlet ediyor ki: Her kim Allah'a vuslat istiyorsa mâsivâdan kesilsin. Çünkü mâsivâ, oyun ve eğlenceden ibarettir. Oyuncu ve eğlenceci ise bir şey kazanamaz ve elde edemez. Allah'tan bizi, mâsivâ ile iştigalden muhafaza etmesini isteriz."8
34 — "Allah'ın mescitlerinin içlerinde ism-i ilâhi zikredilmesinden men eden ve o mescitlerin, maddeten veya manen harap olmasına, yıkılmasına veya muattal kalmasına çalışandan daha zalim kim vardır?" (Bakara: 114)
"Allah'ın mescitleri içlerinde, Allah demekten men etmek ve harap olmalarına çalışmak da; hem Allah'ın, hem mescitlerin, hem de insanların hakkına son derece bir tecavüzdür. Bunu yapan zalimler, hiç bir zulümden çekinmez, hepsini yapar ve hepsine kapı açar; Binaenaleyh mescitlere taarruz ve onların maddeten veya manen harap olmasına say etmek, zulümlerin en büyüğünden ve bunu yapanlar en zalim kimselerdendir."9
"Arap müşrikleri, Resûlullah'ın (s.a.v.) ve Ashabı’nın Mescid-i Haram'da Allah'ı zikretmelerine mâni oluyorlardı... Ayet-i kerimede, 'Mescidin harabına koşarlar.' (Bakara: 114) cümlesindeki haraptan murat Mescid-i Haram’ı, zikrullahtan ve ibadette tatil etmek ve yıkmak değildir. Mescidin zikirsiz ve ibadetsiz bırakılması hakiki tahrip mahiyetinde sayılmıştır. Çünkü mescitler orada zikir yapılsın ve ibadet edilsin diye yapılmışlardır. Binaenaleyh mescit yapılır da, içinde zikir yaptırılmaz ve ibadet ettirilmezse sanki tekrar yıkılmış ve harap edilmiş demektir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) 'Bir kişiyi mescitlere devam etmeyi adet edinmiş görürseniz; onun imanlı olduğuna şahadet ediniz.' buyurmuştur. Buna sebep şu ayet-i kerimedir:
إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ
'Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a iman edenler imar eder.' (Tevbe: 18) buyurmuştur. Demek ki; zikir ve ibadet için, mescitlere devamı âdet haline getirenin, mescitte hazır bulunması, mescidi imar etmek sayılmıştır. Minarelerin uzun yapılması, mescitlerin nakışlarla süslenmesi, ziynetlendirilmesi ve zikrullah yapılmayarak harap edilmesi; kıyamet alâmetlerinden sayılmıştır.
Bursa'da medfun olan velilerden, Şeyh Üftade Hazretleri demiş ki; Kâbe ve Medine-i Münevvere ve Kuts-i Şerif'ten sonra, Bursa'nın Ulu Camiinden daha şerefli bir cami yoktur. Çünkü Ulu Cami'nin yeri, Nûh (a.s.)'a iman etmiş bir koca karının evi idi. Müminlerin gemiye alındıklarından haberdar olamadı. Cenâb-ı Hakk da bu kadının evini tufandan muhafaza eyledi, su basmadı, boğulmadı. Keşif yolu ile birçok veliler bu hakikati görmüşlerdir. Buna binaen bu cami-i kebire girip ibadetle meşgul olanları Cenâb-ı Hakk gaflet tufanından sıyanet edermiş."10
"Ayet-i kerimedeki 'men etmekten' murat; kıyamete kadar herhangi bir mescitteki zikri yasaklamaya şamildir, sahih olan budur, zira lâfız umumidir. Çoğunluk sığasıyla varit olmuştur. Bazı mescitlere ve bazı şahıslara tahsis edilemez. Mescidin harabı burada mecazidir. Mescidi namazdan ve zikir gibi İslâm şeâirinden men etmek; mescitleri harap etmektir.
İslâm fakihleri de mescitlerde cehren zikrin men edilemeyeceği kanaatindedir. Bunun delili Nimet-ül İslâm'ın, kitabüssalâtı "Bab-ü idraki'l fariza" faslının; "Sünnetleri, asıl olan, evde kılmaktır." diye başlayan kısmının hamisinde; camilerin tesisinde asıl olan farzları kılmak olup, sünnetleri evlerde kılmak icap ettiğini beyan ederken;
Tahtavî'den naklen: 'Camilerde cehren yapılan zikir halkaları nafile namazlar gibi değildir. Bu zikir meclisleri men edilemez. Çünkü bunları yasaklayan kimselerin, bu ayet-i kerimedeki zalimlerden sayılacağından bundan sakınılıp camilerde kurulan zikir meclislerinin yasak edilemeyeceğini' açıkça bildirmektedir."11
35 — "Ey o bütün iman edenler, bir düşman kümesi ile karşılaştığınız vakit, sebat edin ve Allah'ı çok zikreyleyin ki felaha erebilesiniz." (Enfal: 45)
"Hadis-i şerifte: 'Harpte Allah'ı çok zikrediniz.' diye emir verilerek; ayet-i kerimedeki emir aynen tekrar edilmekle tefsiri yapılmıştır. Demek ki; zikrullah en tehlikeli anlarda bile çok yapılacak, terk edilmeyecek ve nusret oradan gelecektir."12 (12 numaralı ayet tefsirine de bak.)
"Katade Hazretleri demiş ki: Allahu Teâlâ, insanların en ziyade meşgul olduğu ve kılıçla, düşmanla çarpışırken bile zikir yapmalarını farz kılmıştır. Muhammed ibn-i Ka'b El-Kurezi Hazretleri de demiş ki: 'Zikri terk etmek için insanlara ruhsat verilseydi Zekeriya (a.s.)'a verilirdi. Hâlbuki Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim’de; Zekeriya (a.s.)'ın karısı. Yahya (a.s.)'a hamile kaldığı günün sabahında, buyuruyor ki: 'Ya Zekeriya, üç gün müddetle halkla konuşma fakat Rabbini çok zikret.' (Al-i İmran: 41) emrini vermekle; kimse ile konuşmaması emredilmiş ve konuşması yasaklanmış iken; Tevrat okuması ve çok zikir yapması emir olunmakla bununla da zikrin asla ve hiç bir halde terk edilemeyeceği açıklanmıştır."13
36 — "Sübhansın demişlerdir: Yani putlar derler ki; "Seni tenzih ederiz, senden başka veliler edinmemiz bize lâyık olmaz. (Böyle iken, biz başkasına nasıl mabut olabiliriz?) Fakat sen onları ve atalarını zevk içine daldırdın, nihayet zikri unuttular ve helâke düşen bir kavim oldular." (Furkan: 18)
"Senin zikrinden gafil oldular, hidayet sebebi olan zikri bırakmakla; kötü hareketleri ile sapıklığa düştüler ve kendi kizipleri ile dalâle nispet olundular."14
حَتَّى نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا
"'Senin zikrini terk ettiler ve zikirden gafil oldular. Bu sebeple üzerlerine şekavet ve rüsvaylık galebe eyledi.' (Furkan: 18) denilmiş; zikri bırakmak ve gaflete düşmek helâk olmak şekavet ve dalâlete düşmek sonucunu doğurduğu beyan edilmiştir."15
37 — "O iman edenlere çağrı gelmedi mi ki; kalpleri Allah'ın zikrine ve inen Hakk aşkına huşu ile coşsun ve bundan evvel kendilerine kitap verilmiş, sonra; üzerlerinden uzun zaman geçip de, kalpleri katılaşmış ve ekserisi fıska dalmış bulunanlar gibi olmasınlar." (Hadid: 16)
"Tevhid-i Hakk ile İslâm; Âleme bir likaullah neşesi getirmiş idi ki; o namütenahi tasavvur olunmaz... Sâbikun o neşenin aşkı ile iman ve İslâm'a sarılıyorlardı. Müşriklerin kızgın taşlarla işkenceleri altında, hiç fütur getirmeyerek; Ehad! Ehad! Diye, zikrullah ile imanının şetaretini ilân eden Bilal-i Habeşî (r.a.) gibi Ashab-ı Kiram; hep o neşenin şevki ile zevkıyâb oluyorlardı. İşte bu ayet, bu ruh kanunları ile İslâm maşerinin iman hasailinde ve amel-i melakâtta zikrullaha ve ahkâm-ı Hakk'a tam bir huşu ve inkıyat melekesi edinerek; faaliyet çağına geçmeleri zamanının hulûl ettiğini ihtar eylemektedir... Onun için siz, dinlerinin hududundan çıkmış, kitaplarındakini terk etmişler gibi olmayın. Katı kalpli de olmayın, fasık ta olmayın da; Allahu Teâlâ'nın zikrine, Kur'ân'daki va'zu tezkirine ve indirdiği ahkâm-ı Hakk'a itaat ve inkıyadı meleke edinecek veçhile, yumuşak ve ince kalpli olun."16
"İsa (a.s.) buyurmuş ki; 'Allah'ın zikri olmaksızın çok lakırdı etmeyiniz ki kalbiniz kararmasın, muhakkak kasvet-i kalp Allah'tan uzaktır ve kulların günahlarına Rabler gibi bakmayınız. Kendi günahlarınıza kullar gibi bakınız. İnsanlar iki kısımdır: Biri müptela olanlar, diğeri de afiyette olanlardır. Belâ ehline rahmet edip acıyınız ve afiyet üzerine de Allah'a hamd ediniz.' İbn-i Mübarek Hazretleri diyor ki: 'Delikanlı iken, bir gün... Bir bahçede idim, arkadaşlarımla yedik, içtik, ud çalarak eğlendik. Gece udu elime aldım, çalacaktım; ud dile geldi, konuşup bana (Hadid: 16)
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا
ayet-i kerimesini okudu, 'Artık Allah'ı zikir zamanı gelmedi mi?' deyince, udu yere vurup kırdım ve beni. Allah'tan meşgul eden her şeyi terk ettim.'
Malik ibn-i Dinar Hazretleri'ne, tövbesinin sebebinden sordular, dedi ki: 'Ben jandarma idim ve şarap içmeğe düşkündüm. Sonra, nefis bir cariye satın aldım, yanımda iyi mevkii vardı, bir de kız doğurdu, onu da çok seviyordum, çocuk emeklemeye başlayınca sevgisi daha arttı, ben sarhoş oldukça, bana gelir ve beni kendisine cezp eder, içkimi üzerimdeki elbiseye dökerdi. İki yaşına gelince öldü. Bunun acısı beni çok sarstı. Vakta ki Berat gecesi geldi ve Cuma gecesine tesadüf etmişti. Yine şaraptan sarhoş olarak yattım ve yatsı namazını da kılmadım. Rüyamda gördüm ki; sanki bütün kabir ehli kalkmış, kıyamet kopmuştu ve bütün mahlûkat haşir olmuştu. Ben de içlerinde idim, o sırada arkamdan bir çatırtı duydum, dönüp bakınca boynuzlu, büyük kara bir yılanın ağzını açmış bana saldırdığını gördüm. Önünden korku ve feryatla kaçtım. Yolda, temiz elbiseli, güzel kokulu bir ihtiyara rastladım, selâm verdim. Selâmımı aldı, 'Beni kurtar, bana yardım et.' dedim. Cevaben; 'Ben ihtiyar ve zayıfım, yılan benden kuvvetlidir, gücüm yetmez, lâkin geç ve koş Allah ola ki seni kurtaracak bir sebep yaratır.' dedi. Oradan da kaçtım. Önümde, kıyamet tepelerinden bir tepe geldi, ona çıktım cehennemin tabakaları karşıma çıktı, az kala cehennem çukuruna yuvarlanacaktım. Fakat yılan arkamdan geliyordu önümde cehennem var... Yılan korkusundan cehenneme yuvarlanmak üzere iken, oradan: 'Dön, sen cehennem ehlinden değilsin.' diye bir ses işittim. Bunun üzerine geri döndüm... Yılan da, arkamdan dönüp takibe başladı... Tekrar o ihtiyara geldim. 'Beni bu yılandan kurtar dedim de, kurtarmadın.' dedim. O zaman ihtiyar ağlayarak. 'Ben zayıfım, lâkin şu dağa git, orada Müslümanların emanetleri var, eğer senin de emanetin varsa, sana yardım eder.' dedi. Bunun uyarması ile dağa baktım ki çok süslü odalar var. Hemen oraya koştum... Ejderha da arkamda... Oraya yaklaşınca, melekler: 'Perdeleri kaldırın, kapıları açıp karşılayın.' dediler ve ilâve ederek; 'Belki içinizde bu ümitsizin emaneti vardır, düşmanından kurtarır.' dediklerinde, kapılar açıldı, ay gibi nurlu yüzlü çocuklar çıktılar... Ejderha da bana yaklaştı, şaşkına döndüm. Çocuklar bölük bölük önümden geçtiler... O esnada, benim ölmüş kızım da içlerinde idi... Beni görünce, karşıladı ve ağladı. 'Vallahi; işte babam.' dedi ve nurdan bir kefede durdu, beni kolunu uzatıp yakaladı, kaçırdı evine oturdu, sağ eli ile sakalımı okşadı ve dedi ki; 'Babacığım (Hadid: 16)
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ
ayeti uyarınca 'Allah'ı huşu ile zikretmek çağın ve zamanın gelmedi mi?' Ben de ağladım ve 'Kızım sen Kur'ân bilir misin?' dedim. 'Sizden daha iyi, hepimiz biliriz.' dedi. 'O halde, bu ejderha nedir, beni helak edecekti?' diye sordum. Dedi ki; 'O, senin kötü amellerindir, onu sen kuvvetlendirdin, seni cehennem ateşinde boğmak istiyor.' Yine sordum, 'Yolda rastladığım, o güzel kokulu, temiz elbiseli, sevimli ihtiyar kimdi?' 'Babacığım, o da senin salih amelindir, fakat onu zayıf bıraktın, takati yok ki yılanı defetsin.' dedi. 'Ey kızım bu dağda ne yapıyorsunuz' dedim? Dedi ki: 'Biz Müslümanların evlatlarıyız. Sizden önce gelip buraya yerleştirildik. Sizlerin gelmenizi bekliyoruz, sizi karşılayacağız ve size şefaat edeceğiz.' dedi. Feryatla uyandım, sabah olunca, bütün kötü işlerimden ayrıldım, Allah'a tövbe ettim, tövbemin sebebi budur.' demiştir."17
"Cenâb-ı Hakk, zikre bir had, yani; sınır koymadı, çünkü kula kolay gelir ve ecri de pek azimdir. İbn-i Abbas (r.a.) buyurmuş ki: 'Allah'ın zikrini terk etmeden kimse mazur sayılamaz, ancak; aklında noksanlık olsun.' Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: 'Allah'ın zikrini çok yapın, görenler bu delidir deseler dahi.' Denmiş ki: 'Zikr-i kesir; ihlâs ile kalpten gelendir. Nifak hükmü üzerine vaki olan yani ihlâssız yapılan, yalnız dille yapılan zikir, az sayılmıştır. Mücahit Hazretleri de demiş ki; 'Tespih, tehlil, tahmid ve tekbir öyle sözlerdir ki; bunları abdestli, abdestsiz hatta cünüp olan kimse dahi söyleyebilir.'"18