Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 2

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 2


Sülûk-i Hakiki: Nefsi alışkanlıklardan kesmek ve nefsin arzuları hilâfına yürümektir ki, çok müşküldür. Anın için Fenafillâha müeddidir ki (sonuçlanmak) makam-ı lika (vuslat makamı)'dır. Şeyh Ali Ruzbarî demiştir ki: "Salike afet, 3 yerden gelir.

1 — Haram yemek,

2 — Âdete uymak ve devam etmektir. Harama bakmak, dinlemek ve gıybet etmektir.

3 — Fesad-ı sohbettir ki, nefiste heyecan eden şehvete tabi olmaktır. Ve muhalefet-i nefis baş ibadettir ve cemi deva yani bütün şifalar, muhalefet-i hevâdadır. Nefis, Allah'ın düşmanı olduğundan, buna dostluk evliyaya düşmanlık gibidir. Şecaat ve mücahede ve müsabakada Ali (r.a.) gibi olmak gerektir ve O'nun kılıcı Zülfikâr, gerçekte batıni kuvvettir ki zikr-i tevhit ve melekûti güçte husule gelir. Muhabbet şehitleri kılıç şehitlerinden üstündür, zira 'Cihad-ı Ekber' ile Semalûllahı görmek ve 'Cihad-ı Asgar' ile cennet husule gelir."

 

Şir'atül İslâm şerhinde: "Mescide giren kişi zikir yapmadan veya namaz kılmadan, camiden ayrılmamalı ve çıkmamalıdır; en uygun ve lâyık olan zikrullah ile meşgul olmalıdır." denmektedir.

 

Seyyidüşşüheda, İmam-ı Hüseyin (r.a.) der ki: "Babam İmam-ı Ali (r.a.) ye, Fahr-ül Enbiya Efendimizin meclislerindeki âdât-ı şeriflerinden sorduğumda, dediler ki: 'Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri, zikrullah üzerine oturup, zikrullah üzere kıyam ederlerdi.' buyurdu." 1

 

BazılarI İblis'i, zayıf ve cılız görüp sebebini sordular: "Benim cismimi bu surete koyan, canıma kıyan; Allah yolunda cehr ile zikrullah yapanlardır." demiştir. Bundan anlaşılıyor ki aşikâre zikir şeytana ziyade gam, dert ve elem vermektedir. Zira cehri zikir şeytan ve nefsi, sonbahar rüzgârının yaprakları soldurduğu gibi soldurur. Buna karşı, kalp ve ruhun yüzünü, bahar mevsimi gibi güldürür. Çünkü çok zikirden beden zayıflar fakat bunun can gözü mütalaa-i didara yol bulur. Nitekim bazı kibar buyurmuşlar ki: "Vücuduna, yani cismine zayıflar diye korkan kimseler; Allah'ı açıkça göremezler ve Kur'ân'da buyrulur ki : 'İnsan kalp cennetine ve Cenâb-ı Hakk'ı görme makamına girebilmek için, nefis devesine riyazat verüb iğne deliğinden geçmelidir.' (Araf: 40)"2

 

Mürşidi Kâmile kavuşan kimse diken ise de gül tab'ını bulur ve mermer ise cevher olur. Ve kan ise, süt ile hemrenk veya miske denk olup, ağırlık ve miktarını artırır ve yüceltir.

 

Fetih 3 türlüdür ki, Kur'ân'da yazıldığı üzere: "Feth-i Karib, Feth-i Mübin, ve Feth-i Mutlaktır." (Saf, Fetih ve Nasr) surelerinde beyan olmuştur. Velâkin erbab-ı hakayık (gerçek ehlullah) yanında, feth-ü karib: Kalp makamında feth-i melekûti ef'aldir ve bu makamda nefsin his perdeleri açılıp fiilleri ef'al-i Hakk'ta fena bulur. Feth-i mübin; Ruh makamından ceberut-u sıfatın fethidir. Ve bu makamda nefsin hayal perdeleri sıyrılır, sıfatı, Hakk'ın sıfatlarında fena bulur. Feth-i mutlak; Feth-i lâhuti Zat'tır ve bu makamda, nefsin vehim perdeleri kalkar, zatı, Zat-ı Hak'ta fena bulur. Bundan anlaşıldı ki: Ef'al sıfata ve sıfat zat'a hicap olduğu gibi, kalp dahi ruha, ruh dahi sırra hicaptır. Ve hicabın en büyüğü his hicabıdır ki, meşair ve müdrekâttır. Bundan sonra hayal hicabıdır ve hayal, dimağın, batn-ı evveli sonunda bir kuvvettir ki, hissî anlayışları hıfzeder ve saliklerin ekserisi bu hayalde kalmış ve anı ayn-el yakin zanneylemişler. Ondan sonra vehim hicabı vardır. Vehim, dimağın orta boşluğu sonunda bir kuvvettir ki, his ile anladığımız cüzi manaları idrak eyler. Hz. Zeyd'in (r.a.) yiğitliği ve Hz. Ömer'in (r.a.) cömertliği gibi. Ve bu kuvvet, bütün cismanî kuvvetler üzerine galip ve hâkimdir. Her ne kadar hayal, hepsinden geniş ise de. Zira Hakk ve âlemi, hatta Âdemi bile tasvir eder ve vakıatın suretleri hayale nakşolur. Anın için ilmi, süt veya bal veya şarap suretinde ve İslâm'ı kubbe suretinde ve dini bağlantı (kelepçe) suretinde ve Hakk'ı, insan suretinde görür ve bu zikredilen fetihlerin husul bulması, teyidi melekutiye mevkuftur. Her ne kadar zahirde mücahede etmekle şartlarından ise de. Nitekim Kur'ân'da (Enfal: 63)

 

وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفَتْ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

 

buyrulmuştur.

 

Pes tarikat ahdi üzerine durup ve riyazat ve mücahedede devam edenler mütemadiyen yükselirler, fakat ahdini bozup, tarikatını terk edenler dahi ne tenezzüller, yani alçalmalar görürler.

 

Fetih aynı minnet ve mahz-ı fazıldandır ve azam-ı esbab-ı iştigal, zikrullahtır. Yani, fethe nail olmak, Allah'ın, bize büyük lütf-ü ihsanı ve mahza fazl-u ikramıdır. Buna en büyük sebep de, zikrullahla meşgul olmaktır.

 

İmamı Gazali (k.s.) Hazretleri diyor ki: "Allah'ın kitabını okumaktan sonra, lisan ile yapılan ibadetler içinde, zikrullahtan daha efdal hiç bir ibadet yoktur." dedikten sonra yukarılarda geçen, ayetler ve hadis-i şerifleri yazmaktadır. Yukarılarda yazıldığından, onları tekrara lüzum görmedik.

 

Davud (a.s.) demiş ki: "Allah'ım, eğer ben zikir meclisini bırakıp da, gafillerin meclislerine gidersem zikir meclisinde ayağımı kır da, beni orada bırak, o zaman benim ayağımı kırışın, bana inam ettiğin bir nimet olur." Ve yine Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyuruyor ki: "Salih meclis olan zikir meclisleri, mü'minin iki bin defa bin, fena meclislerde topladığı günahlara kefaret olur."

 

Ebu Hüreyre (r.a.) demiş ki: "Biz insanlar nasıl gökteki yıldızları parlak görüyorsak, sema ehli olan melekler de, yeryüzünde zikir yapılan evleri, karanlık dünya üzerinde, yıldızlar gibi nurlu görerek, zikir yapılan evleri seçer." Süfyan İbn-i Üyeyne Hazretleri diyor ki: "Bir cemaat toplanıp da Allah'ı zikre başladıklarında, şeytan ve dünya oradan kaçarlar. Ve şeytan, dünyaya sorar: 'Görüyor musun, bunlar ne yapıyorlar?' dünya cevaben der ki: 'Şimdi onları bırak, zikirlerini bırakıp dağıldıklarında, onların boyunlarından tutar, sana teslim ederim.' der."

 

Zikir meclislerinin faziletine dair fasılda Ebu Hüreyre (r.a.) diyor ki: "Bir gün çarşıya gittim. Çarşı halkına dedim ki: 'Siz burada ne duruyorsunuz? Hâlbuki mescitte Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri'nin mirası paylaşılıyor.' dedim. Herkes camiye koştular ve çarşıyı terk ettiler, fakat mescitte miras göremediler, o zaman bana dediler ki: 'Biz, mescitte taksim edilen bir miras göremedik.' ben de: 'O halde mescitte ne gördünüz?' dedim. Dediler ki: 'Biz, Allah'ı zikreden cemaat ile Kur'ân okuyanlardan başka bir şey göremedik.' dediklerinde, ben de: 'İşte Peygamberimiz (s.a.v.) in mirası odur.' dedim." buyurmuştur. Burada dikkati çeken nokta, Ebu Hüreyre Hazretleri'nin mescitte Allah'ı zikreden bir kavim, yani cemaat gördüm demesidir. Demek ki, asr-ı saadette ve hulefa-i raşidîn devrinde, Ashab-ı Kiram Mescid-i Şerif'te, cemaat halinde zikir yaparlarmış. Bundan anlıyoruz ki, camilerde, cemaatle zikir sonradan bidat olarak ihdas edilmeyip, asr-ı saadetten beri Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri'nin, mirası olarak devam ede gelmiştir. Ve yine aynı sahifede tehlilin faziletine ait bahisten, Resul-i Ekrem (s.a.v.) buyurmuş ki: "Bir kul güzel abdest alır, sonra gözünü semaya dikerek: «Eşhedü en lâ ilahe illâllahu vahdehu lâ şerikellehu ve eşhedü enne Muhammeden Abdühu ve Resulûhu.» derse, muhakkak ona cennet kapıları açılır, hangisinden isterse, ondan içeri girer." Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki: "«Lâ ilâhe İllallah» ehline, ne kabirlerinde ve ne de mahşerde vahşet (yadırgamak), olmayacaktır. İkinci suru, İsrafil üfürüp de mahşer olduğu zaman bunların başlarından toprakları saçarak kabirlerinden çıktıklarını ve yadırgamadan; Allah'a hamdolsun ki bizden mahşer, hüzün ve kederini defetti. Rabbimiz Gafur ve Şekûr, diyerek çıkacaklarını, şimdiden görür gibi oluyorum." buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerifte «Lâ ilâhe İllâllah» ehline, büyük tebşirat vardır. «Lâ ilâhe İllallah» ehli demek; bu kelime-i tevhidi çok okuyan, ehl-i zikir demektir. Bütün tarikatlarda «Lâ ilâhe İllallah» zikri bilhassa, cehri olanlarda ilk derstir.

 

Yine Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet edilen bir hadis-i şerifte: "«Lâ ilâhe İllallah» kelimesi, kıyamette tartılmaz, her iyi amel tartılır da, bu tartılmaz, çünkü karşılığında bunu tartacak hiç bir şey bulunmaz. O sebepten her şeyden ağır basar." buyrulmuştur.

 

Yine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki: "Sıdk ile «Lâ ilâhe İllallah» diyen kimse, dünya dolusu günahla da gelse, muhakkak Allahu Teâlâ (c.c.) onu mağfiret eder."

Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri: "Ya Ebu Hüreyre, ölmek üzere olan kişiye: «Eşhedü en lâ ilâhe İllallah» şahadetini telkin et, çünkü günahları yıkarda yıkar." buyurunca, Ebu Hüreyre (R.-A.) demiş ki:

  • "Ya Resûlullah, ölülere böyle tesir ediyor, o halde sekeratta olmayıp da sıhhatte olanlara nasıl tesir eder?" diye sordum.

  • "O: şahadet, günahları pek çok yıkar, pek çok yıkar buyurmuşlardır." diye Ebu Hüreyre (r.a.) nakletmiştir.

 

Zikrin ehemmiyetinden bahsederek, buyurmuş ki: "Diğer ibadetler, daha çok yorucu ve meşakkatli olduğu ve zikir dile kolay ve vücuda yorgunluğu olmayan, kolay bir ibadet olduğu halde, diğer ibadetlerden niçin üstündür?" diye sorulunca, buna hakkıyla cevap vermek mükâşefe ilmine aittir, bu esrar burada izhar edilemez, ancak şu kadar denilebilir ki: Nafi ve müessir olan zikir, huzur-u kalp ile yapılan ve devam eden zikirdir. Huzuru kalple devamlı yapılan zikir bütün ibadetlerden üstün ve şereflidir ve amelî ibadetlerin meyvesi ve gayesidir. Ve zikirle üns ve hubb elde edilir. Mürit olan şahıs bidayette kalbini ve dilini dünya hatıralarından ve vesveselerinden kurtarıp Allah'ın zikrine hasretmekte müşkülat çeker, sıkıntıya uğrar; fakat devam ettikçe ünsiyet eder ve kalbine zikrettiği Allah'ın muhabbetini diker ve böylece Allah'ın zikrine ünsiyet hâsıl edince, Allah'ı zikrinden gayrı şeylerden ve masivadan kesilir. Ve bu hal ile vefat edince ölürken, kendisiyle kalan yalnız Allah olur. Kalbinde karısı, evlâtları ve mansıbı (rütbesi) hiç biri kalmayıp sırf zikrullah kalır ve böylece dünyada iken mahbubu olan Allah'tan, kendisine perde olan, araya giren engelleri ortadan kaldırmış ve dünya zindanından kurtulup, mahbubiyle baş başa kalmış demektir. Böylece zikirle dünyada elde ettiği ünsiyet, ölümden sonra Allah'ın civarına iletir. Ve oradan terakki ederek lika ve vuslata erdirir. Nasıl ki şehit olan kimse harpte yalnız kalmıştır: karısı, evlâtları, malı, hemşerileri ve akrabaları hepsi memleketinde kalmış; kendisi ateş hattında, yalnız başına kimsesiz, hamisiz olduğundan bütün bu güvendiklerinden ümidini ve alâkasını kesmiş, sırf Allah'a bağlanmıştır:

 

  • Ya rabbi, beni koruyacak ve bana sahip, yalnız sensin, demiştir. Ve yalnız Allah'a dayanıp, başka bir alâkası kalmamıştır ve Allah (c.c.) muhabbet ve rızası için, hayatını feda etmeyi kolay bulmuştur. Bu sebeple şehitlik, her şeyden üstün olduğu gibi zikrullah da; masivadan tecerrüt edip, sırf Allah'a bağlandığından, bütün ibadetlerden şerefli olmuştur. Esas matlup olan son nefestir. Hatimede dünyaya veda ederken Allah'a yönelmek ve kalbini Allah ile müstağrak kılıp, başka her şeyden alâkayı kesmek ancak şehitlik ve huzuru kalple zikre ünsiyette mevcut olduğundan, her şeyden kıymetli olmuşlardır. Çünkü şehit, dünyayı âhiret mukabilinde satmıştır. (Tevbe: 111)

 

«Lâ ilâhe İllallah» diyen de, «Lâ maksude illallah» Allah'tan başka maksudum yok demiştir. Maksut Mabut ve Mabut da Allah'tır. Huzuru kalp ile ve sıdk ile bu zikri yapan için tehlike yoktur. Bu sebeple Resûlullah (S.A. V.) «Lâ ilâhe İllallah» zikrini, diğer zikirlerle tafdil etmiş (üstün tutmuştur).3

 

İmamı Gazali Hazretleri buyuruyor ki: "Basiret gözüyle bakanlar bilsinler ki, kurtuluş, ancak Allah'a kavuşup, vuslat etmekle olur ve vuslat etmenin yolu da Allah'ı sevmek ve arif olarak ölmekle olur. Ve vuslata sebep olan muhabbet ve ünsiyet de, mahbubumuz olan Allah'ı devamlı zikretmekle mümkündür. Muhabbet devamlı zikirle ve irfaniyet de tefekkürle olduğuna göre, devamlı zikir ve fikir; ancak dünya ve şehvetlerine veda etmek ve onlardan mümkün olduğu kadar kaçınmakla olur. Bütün bunların tamamlanması, gece gündüz de vakitlerini zikir ve fikir vazifelerine sarf etmekle olur." (İnsan: 26)

 

Zikirle ilgili ve emsali ayet-i kerimelerin hepsi, Allah'a giden yolun, vakitleri murakabe ederek, devamlı evrad ve ezkârla imar etmekten ibaret olduğunu beyan etmektedir.

 

Binaenaleyh, vakitlerin kıymetini bilerek, taatlerle meşgul olmalı ve âhiret ticaretiyle uğraşmalıdır. Nitekim buna delil de, şu ayet-i kerimedir (Furkan 62) manası:

 

"Yine odur ki, tefekkür etmek veya şükreylemek isteyenler için gece ile gündüzü birbirine halef kılmıştır." yani, gece ile gündüzden birinde yapamadığını diğerinde yaparak telâfi etmek için; yine bu ayet-i kerimede: Bu telâfi edilmesi icap eden hizmetin, zikir ve şükür olduğu beyan buyrulmuştur; başka bir şey değil.

 

İmamı Gazali Hazretleri, sabah namazından sonra güneş doğuncaya ve kerahet vakti çıkıncaya kadar zikirle meşgul olup sonra (DUHA) Namazını kılmanın faziletine dair izahat vermekte olup; bu konu bu kitabın hadis-i şerifler kısmında zikredilmiş olduğundan tekrarına lüzum görmedik.

 

"Kazanç ve maişet tedbiriyle uğraşırken, ticaret ve sanatını yaparken, bütün meşguliyeti sırasında Allah'ın zikrini unutmamalı demekte ve günlük nafakasını temin edince, işi bırakıp, âhiret kazancıyla meşguliyete geçmelidir." demektedir.

 

Bir kul (âbid) abdestli olarak yatar ve zikrederek uyursa, uyanıncaya kadar, namaz kılmış gibi yazılır ve uykusundan uyanınca zikrederse, bir melâike ona dua eder. İstiğfar ederse, melâike, mağfireti için dua eder ve hadis-i şerifte buyrulmuş ki: "Abdestli uyuyan kimsenin ruhu, Arş'a yükselir. Bu avam hakkındadır Havas ve ulema ve kulûb-i safiye erbabı hakkında ise, bunlar uykuda esrar keşfederler."

Uykuya varan kimse uyurken, kalbine en son gelen zikrullah olmalı ve uyanınca da, kalbine ilk gelen zikrullah olmalıdır. Bu melekeyi elde etmeye çalışmalı. Bu, Allah'ı sevdiğinin alâmetidir.

 

 

Ashab-ı Kiram (r.a.) içinde, bazısının bir günlük virdi on iki bin tesbih idi, içlerinde günde otuz bin tesbih çeken de vardı. Bir kişi, Hasan'ı Basri (r.a.) Hazretlerine kalbinin kasavetinden şikâyet etti. Hasan'ı Basri Hazretleri de onu zikir meclislerine yaklaştırdı. Ve Amman Zahidi Hazretleri, bir gün rüyasında, Miskiynetütte Faviyye denen kadını gördü. Bu kadın zikir meclislerine çok devam ederdi. "Merhaba ya Miskin", dedi. Kadın da: "Hey hat, hey hat, miskinlik gitti, zenginlik geldi" diye cevap verdi. Amman-ı Zahidi tekrar, "nasıl olur?" diye sorunca, kadın dedi ki: "Sen ne soruyorsun. Cennet, bana bütün haşmetiyle verildi." deyince. "Buna sebep nedir?" diye tekrar sordu, kadın cevaben: "Ehl-i zikir olanların meclislerine devam sayesinde" dedi.

 

Yine, İmam-ı Gazali Hazretleri: "Sanatkâr olan kimse, ailesi efradını perişan etmemek için, çarşıya gitmek ve kazancıyla uğraşmağa mecburdur. Velâkin Allahu Teâlâ'nın zikrini asla unutmamalıdır. Belki, sanat ile uğraşırken de tespihine, zikrine ve Kur'ân okumağa devam etmelidir."4

 

İkinci Ciltte, "Vera-ü takva sahibi olan zahir uleması, batın ulemasının ve erbab-ı kulûbun, kendilerinden üstün olduklarını ikrar etmişlerdir. Nitekim, İmam-ı Şafiî (r.a.) Şeyhi Şeybâm Rai'nin huzurunda, mektepteki sabi bir çocuk gibi otururdu. Ve Şeyban'ı Rai'den: "Şu işi nasıl yapalım? Şu iş nasıl olacak?" gibi sualler sorardı. Şeyhi de cevabında: "Senin gibi bir Mezhep İmamı, benim gibi bir Bedevî'den nasıl sual sorar?" diye lâtife ederdi. İmam'ı Şafiî de: "Bu sorularım, gaflete düştüğüm sıralarda, bana tevfik muvaffakiyet getiriyor." derdi.

 

Ahmed İbn-i Hanbel Hazretleriyle, Yahya Bin Muin (R. Anhüma), Maruf-i Kerhi Hazretlerine devam ederlerdi. İlmi zahirde, emsalleri olmayan bu iki imam, Maruf-i Kerhi Hazretlerine, çözemedikleri hususları sorarlardı. Resûlullah (s.a.v.) Efendimize, Ashab-ı Kiram: "Kitap ve sünnette bulamadığımız meseleleri nasıl halledelim?" dediler, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri o zaman buyurdu ki: "Tereddüt ettiğiniz işleri, salihlerden sorunuz. Ve onlarla müşavere ediniz." İşte bu sebeple demişler ki: "Ulema-i Zahir, Arz ve mülkün ziynetidir. Ulema-i Batın ise, sema ve melekûtun ziynetidir."

 

Zikir meclislerinin faziletine dair tafsilât var. Burada zikredilen hadisler, yukarıda yazdığımız için tekrar alınmamıştır. Ancak, evvelce geçmemiş olan, şu hadis-i şerifi naklediyoruz (manası):

 

Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki: "Zikir meclislerinde hazır olmak ve bulunmak, bin rekât (nafile) namazdan efdaldir. İlim meclisinde hazır olmak bin hastayı yoklamaktan efdaldir. Ve yine ilim meclisinde bulunmak, bin cenaze namazında bulunmaktan efdaldir." buyurunca, Ashab-ı Kiram sordular: "Ya Resûlullah, Kur'ân okumaktan da efdal midir?" Buyurdu ki: "İlimsiz Kur'ân okumaktan fayda gelir mi?"

 

Ata rahimullah da demiş ki: "Bir zikir meclisi, 70 zikirsiz geçen (Boş dedikodularla geçen) meclislerin günahına kefaret olur. Yine, İmam-ı Gazali Hazretleri: "İlim talebesinin okuduğu ve tahsil gördüğü zamanda, amallerin efdali olan zikre aralıksız devam etmelidir."5

 

Ashab-ı Kiram ve Tabiin (r.a.), beş şey ile meşgul olmuşlardır:

1 — Kur'ân okumak,

2 — Meclisleri ibadetle imar,

3 — Zikrullah,

4 — Emr-i bil maruf,

5 — Nehy-i anil münkerdir.

 

Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri'nden şu hadis-i şerifi işitmişlerdir:

"Âdemoğlunun her sözü aleyhinedir. Lehine değildir. Ancak 3 şey lehinedir: Emr-i bil maruf (Dinimizin emirlerini buyurmak), Nehy-i anil münker (Dince sakıncalı olanları yasaklamak) ve zikrullahtır."

 

Kur'ân'ın esrarından nice ince manalar, kendini zikre ve fikre vermiş olan zakirlerin, kalplerine doğar ve bu kalbe doğan esrarlı ve ince hikmetli manalara, tefsir kitaplarında rastlanmaz ve büyük tefsir uleması da, bu manaları okumakla elde edemezler. İşte murakabeci bir müride, bu, Kur'ân sırları, kalbinden tecelli edince, tefsir âlimlerine va'z edip söylediği vakit; tefsir âlimleri bu tecelliyi çok beğenirler ve bilirler ki bu müridin kalbine doğan ince, esrarlı mana, o müridin zikirle temizlenmiş kalbine yüce himmet ve gayretle, Allah'a yönelmesinin ve çalışmasının mükâfatı olarak Allah tarafından lütfedilen esrar olduğunu anlarlar.

 

"Ya Resûlullah; amellerin hangisi efdaldir." diye sordular. Buyurdu ki: "Allah'ın haram kılıp, yasaklarından sakınmak ve ağzın zikrullahtan ıslak olmakta devam etmek ve zikirsiz bırakıp da kurutmamaktır." Yine sordular: "Hangi arkadaş hayırlıdır?" buyurdu ki: "Allah'ı zikrettiğin vakit, sana yardım eden ve Allah'ı unuttuğun vakit sana hatırlatıp, tekrar zikre başlatan arkadaş hayırlıdır." Yine sordular. "Hangi arkadaş şerlidir?" buyurdu ki: "Allah'ı unuttuğun vakit, sana yardımcı olmayan." Yine sordular: "En âlimi kimdir?" buyurdu ki: "Allah'tan haşyet (korkusu) en şiddetli olandır." Yine sordular: "Ya Resûlullah, bize hayırlılarımızı bildir de, daima onlarla oturalım." buyurdu ki: "Görüldükleri vakit, Allah'ı hatırladığınız kimseler, hayırlılarınızdır." Yine sordular: "İnsanların şerlisi kimdir?" Resûlullah (s.a.v.): "Bozulmuş, fesada uğramış ulema".

1 Mir'atüşşuhud li seyyi-dil vücud kitabının 3. Babında

2 Kitab-ül Hitab, S. 43

3 İhya-i Ulumuddin, Cilt-1, S.241, "Kitab-ül Ezkâr", "Vessalâvat" bahsi

 

4 A.g.e., "Evradın fazileti ve evrada devam etmek, Allah a giden yol olduğunu beyan" faslında

5 A.g.e., "Âdâb-ı Müteallim vel Muallim" babı, S. 44

Gezi