Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 27

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 27

 

Allahu Teâlâ cahil veli yapmadı, bir cahili veli yaptığı farz edilse ona zahir ahkâmı ve halis amelleri ilham ve tevfik eder ve muhakkak başkalarına üstün kılar, maarif ilham eyler. İhya'da Gazzali'nin ve Kuşeyri'nin risalesinde açıkladıkları gibi velilerin marifetullah ilmi, ulemanın usûl ve füru ilminden üstündür. Çünkü ilim malumu ile şeref kazanır. Binaenaleyh Allah'ı ve sıfatlarını bilmek ve diğer ilimlerden üstündür. Bir kimse ki bütün nimetlerinin Allah'tan olduğunu müşahede ederse onu sever ve bu muhabbet güzel meyvelerini verir ve yine Allah'ın nef'ü darda yani fayda ve zarar vermekte teferrüdünü yani tekliğini bilirse ancak ona itimat eder ve işlerini ona tefviz edip başkasına bırakmaz ve yine Allah'ın azamet ve celâlde eşsiz olduğunu müşahede ederse ondan korkar ve ona büyük inkıyat ve tezellülle muamele eder. İşte bunlar bazı sıfat eserlerini müşahede neticesidir. Hâlbuki mücerret ilmi, zahir ahkâmını bilmek bu neticeyi doğurmaz, zira ulemayı zahirin çoğu fasıklığın son mertebesindedir ve istikametten uzaklaşmışlardır. Binaenaleyh âriflerle fakihler nasıl müsavi olabilirler. Ârifler halkın efdali ve Allah'tan en çok korkanlardır, (Hucurat: 13)

 

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ

 

delilidir. Yine âriflerin fukaha üzerine olan fazlına delâlet edenlerden birisi de Allah-ü Teâlâ'nın arifleri harikulade olan kerametlerle mukerrem kılmasıdır. Fukahanın elinden keramet çıkmaz; ancak saliklerin yoluna sülûk ederlerse o zaman keramet zahir olur. "Ebu Bekr'in (r.a.) size sebkat edişi yani size üstünlüğü fazla namaz ve orucu ile olmayıp onun göğsüne konan bir şey iledir." buyrulması da irfanın yüksekliğini gösterir. Şu halde şeriat edepleri ile edeplenmiş olup zahirini şeriat hükümleri ile bağlayıp batınını da haşyet ve emsali sıfatlarla süsleyen sofilere Allah bizi de ilhak eylesin. Onların kafilesinde bizi de dizsin.

 

İbn-i Hacer'il Heytemi Hazretleri'ne sormuşlar:" Zamanımızda insanların çoğunun toplanıp yaptıkları mevlitler ve zikir meclisleri sünnet mi, fazilet veya bid'at mıdır?"

 

Cevap veriyor: "Zamanımızda yapılan mevlitler ve zikirlerin ekserisi hayır üzerine kurulmuştur ki, sadaka, zikir ve Resûlullah (s.a.v.)'e salât-ı selâm ve medh-i peygamberi gibi. Fakat kadınları da toplayıp onlara bakmak gibi şey var ise o zaman şer üzerine kurulmuş olur. Bundan kaçınmak lâzımdır. Fakat hususi ve umumi zikirler sünnettir. Hadis-i şerifler bunlara şamildir. Meselâ (s.a.v.) Efendimiz buyurmuş ki: 'Bir cemaat Allah'ı zikir için otururlarsa onları melekler kuşatır ve rahmet-i ilahiye onları sarar ve onlara sakine iner ve yine onları Allahu Teâlâ mukarreb melekleri yanında zikreder.' Resûlullah (s.a.v.) Allah'ın kendilerini İslâmiyet’e hidayet ettiğine şükran, oturmuş zikrullah yapan ve hamd eden cemaatin üzerine vardı, onlara buyurdu ki: 'Şimdi bana Cebrail geldi haber verdi ki Allahu Teâlâ sizinle meleklere öğünüyormuş.' Bu iki hadis-i şerifte böyle zikir gibi hayırlara toplanıp cemiyet halinde zikretmek ve zikir için topluca oturmakta fazilet vardır. Allahu Teâlâ bunlarla melaikeye karşı öğünmektedir. Bundan daha faziletli hangi ibadet vardır?"

 

Taberani ve İbn-i Sünnî'nin rivayet ettikleri hadis-i şerifte: 'Yemeğinizi zikrullah ve namaz ile eritiniz, bunları yapmadan uyumayınız ki kalbiniz gafil olmasın.' Şeyh Necmeddin-i Kübra Hazretleri de: "Muhakkak zikir haram lokmaları parçalar." buyurmuş. Bunun manası nedir diye sormuşlar. Cevaben diyor ki: "İsmi tasgir sigasıyla söylenmesinden de anlaşıldığı gibi bu haram lokmalar yesir, hafif haram lokmalar içindir. Dünya ehline zamanımızda olduğu gibi haram lokmalar galebe çaldığı zamanda şer'an bunlar mubah oluyor. Nitekim İbn-i Abdüsselâm ve diğer büyükler demişler ki: 'Dünyayı haram istila edince Müslüman'ın ondan muzdar gibi, gıda kadar yemesi caiz olur. Muzdarın ölü eti yemesi gibi. Bu zamanda bu haram lokmaların kalbe verdiği zulmeti, yapılan zikir o zulmeti mahvederek nurlandırır. Nasıl ki ilâç mikropları giderip şifa temin ettiği gibi. "Hasenat seyyiâtı giderir" (Hûd: 114) emri mucibince.'"

 

Suâl: "Zikir, sadaka gibi, belâları def eder mi?"

 

Cevap: "Evet bu hususta sayılamayacak kadar hadis-i şerifler var. Bu zikirleri söyleyen beladan, şeytandan, zarardan, zehirden, akrep sokmasından, hoşa gitmeyecek bir fenalık isabetinden emin olurlar. Bu zikirler "Ezkarü'n Nevevi"de bahsedilmiştir. Bunlardan birisi: '«Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» zikri zararın 70 kapısını def eder. Bunlardan en küçüğü fakirliktir.' buyurmuştur. Diğer hadis-i şerifte: 'Her kim istiğfara devam ederse Allahu Teâlâ ona her sıkıntıdan bir genişlik ve her darlıktan bir çıkış kılar ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.' buyrulmuştur. Bu sahih esaslara mebni, tarikatlarda derse başlarken evvelâ 100 veya 70 istiğfarla başlamanın âdet olmasındaki büyük hikmetler anlaşılmaktadır."

 

Sual: "Pazartesi ve Cuma gecelerinde Cami-ül Ezher ve Mekke gibi yerlerde cemaatle salavât-ı şerife okumak âdettir. Buna bazı ilim müntesipleri itiraz ederken "bu hususta delil yoktur" demişler, bu itirazları doğru mudur? Yoksa hatalı mıdır?"

 

Cevap: "İtirazları hatadır. Hem de çok şiddetli hatadır. Sanki ilmi olmayan cahillerden sirayet etmiştir. Çünkü sahih hadiste deniyor ki: 'Âdem (a.s.) affedilmesi için Muhammed (s.a.v.)'in hakkı için diyerek yalvardı. Cenâb-ı Hakk sordu: "Ya Âdem sen, Muhammed'i daha yaratmadığım halde nereden biliyorsun?' cevaben: 'Yarabbi beni elinle yarattın, ruhundan bana üfledin başımı kaldırdığım zaman Arş'ın sütunlarında «La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah» yazısını gördüm. O zaman bildim ki senin ismine muzaf olan yani yanaşmış bulunan ancak senin mahlûkatından sevdiğin olur.' dedi.

 

Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: 'Ya Âdem hakikaten O, bana mahlûkatımın en sevgilisidir. Muhammed Hakk'ı için diye isteğinden dolayı seni mağfiret ettim. Muhammed olmasa idi mağfiret etmezdim.'"

 

İbn-i Abbas (r.a.) demiş ki, Allahu Teâlâ İsa (a.s.)'a vahyetti: "Ya İsa Muhammed'e iman et ve ümmetinden ona yetişenlerin de iman etmelerini emret, Muhammed olmasa idi, Âdem'i ve cennet ve cehennem'i yaratmazdım, Arş'ı su üzerine yarattım, sarsıldı. Üzerine «La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah» yazdım sükûnet buldu."

 

Cenâb-ı Hakk buyurmuş ki: "Ya Muhammed İzzet ve Celâlime yemin ederim ki, sen olmasa idin yeri ve göğü yaratmaz şu yeşilliği kaldırmaz, yerleri düzeltmezdim."

 

İşte bu delillerden o itirazcının itirazlarının batıl olduğu açıkça meydana çıktı. Ve yine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bütün mahlûkattan üstün olduğuna dair deliller de kitapta sayılmıştır. Kitap uzamasın diye tercüme edilmedi. İsteyen o kitaptan okusun. Bu bahisten anlaşıldı ki, cemaatle zikir gibi, cemaatle camilerde salâvat-ı şerife okumak da efdal bir ibadet imiş.

 

Sordular ki: "İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen hadis-i şerifin ('Vera ve takvası kemâl bulunan beni rüyada görmekten mahrum kalır.') manası nedir?"

 

Cevap: "Kendini kâmil oldu ve kemâle geldi ve erişti sanan kimse amelinde ucube (kendini beğenme) düşmüştür. Kötü nefsinin ahlâkı kendi üzerine galebe etmiştir. Ve 'İbadetinde ihlâs ve sadakati yoktur.' demektir. O zaman ibadetinde vera yani takvanın ileri derecesi olmadığı gibi hakikatte ibadeti ibadet değildir. Bu sebeple Peygamberimizin rüyetinden mahrum kalmakla cezalanmış demektir. Bu mana, hadisin bir manasıdır.

 

Diğer manası da şöyledir: Hakikaten gerçekte vera ve takvası kemâl mertebesine ererse artık beni yakazada, uyanık iken görmeye başlar, rüyada görmeye ihtiyacı kalmaz. Yakazada görmek ise, rüyada görmekten eldâldir ve daha yücedir. Gerçekte uyanık iken görmek mümkündür, birçok velilerde vaki olmuştur. Aradaki perde kalkmış, uyanık iken kabr-i şerifinde (s.a.v.) Efendimizi görmüşlerdir. Zira enbiya kabirlerinde diridirler. Ve namaz kılarlar. «Salâvatullâhi ve selâmuhu aleyhim ecmain»

 

Üçüncü bir mana da şudur: Çok kere yeni intisap etmiş müptediye ve manen zayıf olanlara, intisap ettiği ve sülûk eylediği yolun hak olduğunu bildirmek ve müjdelemek ve o yolda onları ünsiyet ettirmek ve alıştırmak ve müjdelemek için rüyet vaki olur. Fakat vera ve takvası kemâle gelir ve yolunda alışıp iyice tutununca artık alıştırmak ve müjdelemeye ihtiyaçları kalmayacağından artık rüyada görmeye lüzum kalmaz. O zaman rüyetten mahrum kalır. Bunun benzeri şudur ki: Sadık müridin başlangıcında kerametleri çok olur, buna sebep o yolda ünsiyet etsin, ısınsın ve sebat etsin için gösterilir. Fakat kemâl bulunca buna lüzum kalmayacağından hafifler veya büsbütün kesilir. Keramet ve rüya görmez olur Bu sebeple sofilerin seyyidi Cüneyd (r.a.) buyurmuş ki: 'Ehlullahtan niceleri var ki su üzerinde yürür ve susuzluk içinde ölür ki, susuzluktan kıvranarak ölmek suya dalmaktan efdaldir.' Yine buyurmuş ki: 'Bir zerre doğruluk, bin kerametten hayırlıdır.'

 

Bazı üstatlara talebesi şikâyet ederek: 'Efendim ilk intisabımda benden kerametler zuhur ediyordu sonra zuhur etmez oldu.' deyince cevaben denmiş ki: 'Evladım sabi çocuk mektebe ilk gelince eline haş haş verirler oynar. Fakat mektebe ısınınca, derslere çalışmayı âdet edinince elindeki haşhaşı atar ve onunla oyunu terk eder.' Bunun gibi Peygamberimizi rüyada görmek de, müritler yeni başladığında onları yola alıştırmak içindir. Fakat ilerleyip kemâl buldukça bundan müstağni kalırlar, ihtiyaç duymazlar. Rüyada değil yakazada görmeyi arzu ederler." diye üç şekilde mana verilmiştir.

 

Bir mescide girip namaz kıldıktan ve Kur'ân okuduktan sonra zikir halkası kurup zikre başlayan kimselerin halleri izah edilmekte: "Bir cemaat Allah'ın evlerinden bir evde toplanıp Allah'ın kitabını okurlar ve Allah'ı da zikrederlerse muhakkak onların üstüne sekine iner. Rahmet onları kaplar ve melekler bunları kuşatır. Allahu Teâlâ'da onları kendi yanındaki melekler yanında zikreder." Hadis-i şerifinin sırrı zahir olup, batınların safa bulacağı ve devamlı zikirle habis cüzlerin yanıp, tıyp yani temiz olan cüzlerin kalacağı ve o sırada bazı kasideler de okunarak, zevk hâsıl ederek cezbeye kapılan kimselerin abdestlerinin de bozulmayacağı ve bu zakirlerin yüksek meziyetleri izah edilmektedir.

Muhiddin-i Arabî Hazretleri'nin kitaplarını mütalaadan soruldu.

 

Cevap: "Büyük ulema, meşayih ve hükemamız ittifakla dediler ki, Muhyiddin-i Arabî ârif velilerin ve ilmi ile amel eden âlimlerin büyüklerindendir. Zamanın en âlimi olduğunda ve her fen ilimde baş bulunduğunda ve hakikat ilimlerinde, keşifte, fark ve cemde konuşma hususunda bir deniz olduğunda ulema müttefiktir. Zamanının en vera ve takva sahibi ve sünnete en riayetkâr ve mücahedede en yüksek derecede idi. Hatta 3 ay bir abdestle kaldı. Tazelemek ihtiyacını duymadı. Sair hallerini buna kıyas et.

 

Fütühat-ı Mekkiye kitabını telif edince, önce Kâbe'nin damına, kitabı yapraklar halinde attı, bir sene öylece damda kaldı. Yağmur ve rüzgâr yazısını ve yapraklarını yıpratmadı. Hâlbuki Mekke'nin yağmur ve rüzgârı boldur. Bu hal Allahu Teâlâ tarafından kabulüne işaret oldu. Bu büyük veliye itiraz lâyık değildir. Bilakis itiraz etmek semmi katildir. Yani helak edici öldürücü bir zehir olur. Nitekim çok tecrübe ettik; inkâr edenler perişan oldular.

 

Fakat kitaplarının mütalaasına gelince: Mümkün oldukça insan bundan kaçınmalı. Çünkü kitapları öyle hakikatleri ihtiva etmektedir ki onları anlamak ancak kitap ve sünnette çok ilerlemiş ve maarifin hakikatlerine vasıl olmuş kimselere yaraşır. Yoksa bu mertebeye varmamış kimselerin okumasında ayaklarının kaymasından korkulur. Nitekim gördük ki cahiller okuyunca İslâm elbisesinden soyundular, şeriatın tekliflerini boyunlarından çıkardılar dünya ve âhirette hüsrana düştüler. Yine onun kitaplarında öyle mevzular; var ki zahir ibareleri ile tabir edilemez. Oradaki mana başkadır ve yine o kitaplarda keşfe ait işler ve bahisler var ki te'vile muhtaçtır. Bunu da zahir ve batın ilimlerde pişmiş kimseler yapabilir. Binaenaleyh ehil bir hoca ve âlim bulmadıkça, kendi başına okumak doğru değildir. Kitaplarında esrar-ı ilahiyeden öyle bahisler var ki hayır ve imdadı sonsuzdur. Nitekim Muhiddin-i Arabî (r.a.) Hazretleri de kendi ahlâkları ile süslenmiş ve ehlullahın terimlerine vakıf olmayan kimselerin kitaplarının okunmasını haram kılmıştır ve sarahatle bizzat kendisi söylemiştir."

 

Sual: "Yakazada Resûlullah (s.a.v.) Efendimizle buluşmak ve görüşmek ve ondan emirler almak mümkün müdür?"

 

Cevap: "Evet mümkündür. Bunun gerçek olduğunu İmam-ı Gazali, Barizi, Tacü'z Subukî, ve Afif-i Yafiî ve Kurtubî ve İbn-i Ebi Cemret'ül-Malikî kitaplarında yazmışlardır. Nitekim bazı veliler hikâye etmişlerdir ki: Bir veli, bir zahir hocasının sohbet toplantısında bulunmuş, hoca efendi 'hadistir' diye bir söz okumuş, bunun üzerine veli müdahale ederek: 'Bu okuduğun hadis değildir; bâtıl bir sözdür.' demiş. Hoca itiraz ederek 'Hadis olmadığını neyle isbat edersin?' deyince, veli: 'Peygamberimiz (s.a.v.) başucunda duruyor ben böyle hadis söylemedim buyuruyor.' demiş. Ve hocanın gözünü silmiş hoca bakmış ki hakikaten Resûl-i Ekrem (s.a.v.) başucunda duruyor, velinin sözü doğru çıkmış.

 

Nitekim Buhari'deki bir hadis-i şerifte buyuruyor ki: 'Her kim beni düşünde görürse ileride uyanık iken baş gözü ile de görecek.' Ümmetin havası bu şerefe hayatlarında ermektedirler. Fakat avamı ümmet ise çoğu ihtizar halinde yani ölürken görüp öyle vefat ederler."

 

Burada münasebet düşmüş iken kitap dışına çıkarak konuyla ilgili bir başka kitapta okuduğumu nakledeyim: "Her kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaat etmek bana farz olur." hadis-i şerifi de hacca giden mü'minler için büyük bir müjdedir.

 

Ulema diyor ki: "Resûlullah (s.a.v.) ulum-u evvelin ve ahirini bilir. Binaenaleyh son nefesinde imansız olarak küfür üzerine ölecek bir kişiye taahhütte bulunmaz. Zira verdiği sözde durmamak münafıklık alâmetidir. Peygamberimiz bunu asla yapmaz. O halde son nefesinde imansız gidecek bir kişiye böyle taahhütte bulunmaz. Demek ki Medîne-i Münevvere'de, Ravza-i Mutahhara'ya gidip kabr-i şerifini ziyaret eden hacılar son nefesini imanla verecekler demektir ki, şefaate nail olsunlar. Resûlullah Efendimizin verdiği söz ve taahhüt yerine gelsin. O halde bu hacıların son nefesinde Peygamber'imiz yetişip, onların imanını şeytana kaptırmayacak ve iman üzerine ölmelerini teatin edecektir." diyorlar. Hakikaten çok güzel ve doğru bir hadis te'vilidir. Bu müjde bile haccın ne büyük nimetler temin eylediğinin delillerinden birisidir.

 

Sahih-i Müslim'de rivayet edilmiştir: "İmran ibn-i Hüseyin (r.a.)'da basur hastalığı vardı. Bunun elem ve ıstırabına sabrettiğinden dolayı melekler kendisine selam verirlerdi. Fakat bir gün bu basura key yaptı, dağladı ki bu sünnete aykırıdır; tevekkül ve teslim ve sabrı zedeler, dağlayınca melâikenin selâmı kesildi, bilâhare dağlamayı terk edince tekrar melekler de selâmlamağa başladılar."

 

İmam-ı Gazali Hazretleri (El Münkızü mineddalâl) adlı kitabında sofileri medhettikden sonra Allah'ın mahlûkatı içinde hayırları olduğunu beyan etmekte ve "Bunlar yakazada melekleri ve peygamberlerin ruhlarını görürler ve seslerini işitirler ve verdikleri dersleri ve ilim-irfanı öğrenirler." dedikten sonra "Bunlar daha terakki edince suret ve misal görmekten daha ileri mertebelere yükselirler ki o derecelerden bahsetmeğe konuşanın nutku yetişmez." Talebesi Ebû Bekir İbnu'l-Arabî el Maliki de: "Peygamberleri ve melâikeyi görmek, seslerini işitmek mü'min için keramet, bundan mahrumiyet de kâfirlere ukubettir." demiş.

 

Resûlullah (s.a.v.) Miraç gecesinde peygamberlerden büyük bir cemaati gördü ve konuştu. Şimdi de Resûlullah Efendimizi ümmetinin velileri görüp konuşuyorlar. Peygamberimize mucize olarak zuhur eden velilerine de keramet olarak zahir olur.

 

"Şeyh-i Kebir Ebû Abdullah el Kureyşi, bir sene Mısır da büyük bir kıtlık olmuştu o zaman bu belanın kalkması için dua etmişti de kendisine 'Bu iş için dua etmeyiniz kabul olunmaz.' dendi bunun üzerine Mısır'dan çıktı Kudüs civarındaki Halilü'r-rahman Kazasına vardı. İbrâhim Halil (a.s.) ile birçok peygamberler ve hanımları ve analarının kabri o büyük cami içindedir. Ebû Abdullah Kureyşi Hazretleri: Daha camiye yaklaşırken İbrâhim (a.s.) beni karşıladı. O zaman dedim ki: 'Ya Resûlullah bana vereceğin ziyafet Mısır halkının çektiği musibetin kalkması için dua olsun.' hemen Mısır halkından kıtlık belâsının kalkması için dua buyurdu. Allahu Teâlâ Mısırlıları kurtardı, kıtlığı kaldırdı."

 

İmam-ı Yafiî Hazretleri diyor ki: "İbrâhim (a.s.)'ın Ümmet-i Muhammed'den bir velinin karşısına, çıkması ve onu istikbal etmesini cahiller inkâr ederler hâlbuki bilmezler ki o velilere öyle haller gelir ki onunla arz ve semaların melekûtunu seyrederler ve peygamberleri görürler ki onlar ölü değil diridirler."

 

Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretleri diyor ki: "Öğleden evvel Peygamberimizi gördüm. Bana, 'Evladım niçin konuşmuyorsun vaaz etmiyorsun?' buyurdu ben de: 'Dedeciğim ben Arap olmayan bir kişiyim Bağdat'ın fasih uleması karşısında nasıl konuşabilirim.' dedim. O zaman ağzını aç buyurdu, açtım, yedi kere üfledi ve sonra: 'Halka karşı konuş onları Allah yoluna hikmet ve güzel nasihatle davet et." Buyurdu. Bunu müteakip öğle vakti kürsüye oturdum fakat çok fazla kalabalık vardı, yine irkildim. O zaman karşımda Hazret-i Ali (r.a.)'ı gördüm. O da sordu, cevap verdim, ağzımı açtırdı, altı defa üfledi, 'niçin yedi kere üflemedin' dedim. 'Resûlullah Efendimize edeben' dedi. Kayboldu. Bunun üzerine dilim açıldı, konuştum." buyuruyor.

 

Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri hem baba hem ana tarafından ehl-i beyt sülalesindendir. Fakat dedeleri vaktiyle Emevîlerin zulmünden kaçıp İran'ın Hazer Denizi sahilindeki dağda Ceyil Kasabası'na yerleşmişler orada doğup büyüdüğünden ana dili Farisî olmuştu, bilahare Bağdat'a teşrif ettiği zaman Arapçası azdı, şive farkı vardı. Onun için, "Ben acemi bir kişiyim, fesahat ve belagatle Araplara karşı konuşmaktan çekmiyorum." buyurmuştu.

 

Taceddin bin Abdullah el-İskenderanî Hazretleri'nin şeyhi Kamil Ârif Ebu'l Abbâs el-Mürsi Hazretleri demiş ki: "Şu elimle Resûlullah (s.a.v.)'le müsafaha ettim."

 

Seyyid Ali Vefa Hazretleri der ki: "Beş yaşında idim bir kişiden Kur'ân okuyordum, bir kere hocamın huzuruna geldim ki yanında beyaz pamuklu bir gömlek giyinmiş olarak Resûlullah Efendimiz oturuyordu. Sonra o gömleği kendi üzerimde gördüm. Bana 'oku' buyurdu Peygamberimiz. «Duha» ve «Elemneşrahleke» sûrelerini okudum, kayboldu. 21 yaşına girince Karafe mevkiinde bir sabah namazına iftitah tekbiri aldım. Karşımda Resûlullah (s.a.v.)'i gördüm, boynuma sarıldı «ve emma binimeti rabbike fehaddis» dedi. O vakitten itibaren çok okurum." Böylece velilerin görmeleri çok vaki olmaktadır.

 

Keramet-i evliya Hakk'tır. Mutezile ve onlar gibi sapıklardan başka, fukaha ve ulema kabul etmişlerdir. Asırlar boyunca da tevatürle kerametler vuku bulmuştur. Kur'ân, sünnet ve ilim kitapları da şahididir. Kur'ân da, Meryem validemize mevsiminin dışında cennet meyveleri gelmesi, kurumuş hurma ağacını sallaması ile taze hurma meyvesinin derhal yetişip düşmesi, Hızır (a.s.)'ın ve Ashâb-ı Kehf ve köpeğinin kıssaları, Asaf ibn-i Berhiyâ'nın Belkis'in arşını derhal getirmesi gibi kerametlerin vuku bulduğunu Kur'ân'ın rivayet edişi ve hadis kitaplarında da; bebek çocuğun Cüreyc ile konuşması, mağaraya fırtınadan sığınıp da bir kaya parçası düşerek mağara kapısını kapatması üzerine bunların Allah'a yalvararak, ihlâsla yaptıkları işlari anlatmaları üzerine üç defada kayanın azar azar kayıp, kapının açılıp kurtulmaları, Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)'ın üç defa, az yemekle çok misafiri doyurması, Ömer (r.a.)'ın Nihavent'te harp eden Sariye'ye Medine'de hutbe okurken «Ya Sariye el-cebele'l-cebele» kumandasını vererek Sariye'ye sesini duyurması ve böylece dağda gizlenmiş düşman kuvvetinden haber verip zaferi elde ettirmesi… Bir karanlık gecede Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin huzurundan karanlık sokağa çıkan Hüseyt bin Âzir ve Übbât ibn-i Beşir (r.a.)'nın önlerinde parlak ışık saçarak iki lambanın yürümesi gibi kerametler hadis kitaplarında rivayet edildiği gibi Sahih-i Müslim'de: "Allah'ın, nice saçları keçeleşmiş toz ve toprağa bulanmış ve halkın kapılarından kovulmuş velileri var ki bunlar olmayacak bir şeye bile yemin etseler Allahu Teâlâ onları yeminlerde doğru çıkarmak için muratlarını hâsıl eder." Mealindeki hadis-i şerif bile Allah'ı anan velilerin kerametler izhar edeceklerine delil olarak yetişir.

 

Risale-i Kuşeyriye'de denmiş ki: Büyük velilerden birisi olan Ebû Abdillâh et-Tüsteri bir harbe gitmişti, altındaki at sahrada öldü. "Ya Rabbi ben bunu emanet aldım, memleketim olan Tüster'e dönünceye kadar müsaade et.' diye dua etti, ölen at ayağa kalktı, gazasını yaptı, memleketi Tüster'e döndü. Oğlu eğeri üzerinden alır almaz at düşüp öldü. Sehlüt-Tüsteri Hazretleri de demiş ki: "Gerçekten Allah'ı zikreden kimse ölüyü diriltmek bile istese Allah'ın izni ile bunu yapabilir." Nitekim bir gün kötürüm bir kişiyi eli ile sıvadı derhal ayağa kalktı ve iyileşti.

Gezi