Zikre Dair Ayetlerden Bazıları: 1 ~ 10
1 — "Ey mü'minler Allah'ı çok zikrediniz ve onu sabah ve akşam tesbih ediniz." (Ahzab: 42) buyrulmuştur. Ayet-i kerimenin tefsirinde1 deniyor ki: "Bütün vakitlerde zikrediniz. Şöyle ki; gecede, gündüzde, yaz ve kışta, bütün mekânlarda, karada ve denizde, düzde ve dağda ve bütün hallerde: Hazarda, seferde, sağlıkta, hastalıkta, gizlide, aşikârda, ayakta, otururken ve yatarken de ibadet ve taatte de, ihlâs ve kabulünü, tevfikını isteyerek, masiyetten ondan imtina edip tövbe ve istiğfarla, nimette de şükür ile sıkıntıda sabır ile; çünkü zikir için bir belli sınır ve hudut yoktur. Diğer farzlarda olduğu gibi ve zikri terk içinde makbul özür yoktur. Ancak kişi aklına mağlup ise o müstesna."
Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz buyurmuş ki: "Kalpler demirin paslandığı gibi paslanır, onun cilâsı Kur'ân okumak ve Allah'ı çok zikretmektir." Ve yine Resûlullah (s.a.v.): "Bir şeyi çok seven, onu çok anar." buyurmuştur. Allah'ın sevgisi de zikri ile belli olur.
İbn-i Abbas (r.a.) Hazretleri demiş ki: Allahu Teâlâ kullarına neyi farz kıldıysa, muhakkak o farz için, belli bir sınır tayin etmiş ve tahdit eylemiştir ve özür halinde o farzı yapamayanları mazur görmüştür; fakat zikir böyle değildir. Çünkü zikir için sonu gelen bir hudut kılmamış ve terki için de özür kabul etmemiştir. Meğerki aklından malûl ola. İnsanlara bütün hallerde zikir ile emir eylemiştir. Nitekim: "Ayakta, otururken de ve yatarken de zikir ediniz." (Nisa: 103) buyrulmuştur. Yine; gece ve gündüz, karada ve denizde, sıhhatte ve hastalıkta, gizli ve aşikârede zikirle emir eylemiştir. Ulema demişler ki; "Zikr-i kesirden maksat, Allah'ı asla unutmamaktır."2
"Allah'ı çok zikredin.' (Ahzab: 41) demek; Nefis makamında dilimizle, kalp makamında huzurla, sır makamında münacatla, ruh makamında müşahede ile, havf makamında vuslatla, zat makamında fenafillâh ile zakir olunuz manasınadır." 3
"Ya Rabbi gece ve gündüz zikrini dilimden düşürme. Şeklinde duası var ki bütün İslâm büyükleri daimi zikri emel ve gaye edinmişlerdir."4
"Zikir, unutmanın zıttıdır. Cenâb-ı Hakk Beni İsrail'e ayet-i kerimesi ile: 'Size verdiğim nimetleri yâd edin.' (Bakara: 47) buyurduğu halde; Ümmet-i Muhammed'e: 'Siz beni zikrediniz ki ben de sizi anayım.' (Bakara: 152) buyurmakla Beni İsrail'i nimeti zikre davet etmiş, Ümmet-i Muhammed'i ise; nimeti veren Zat-ı Pâkini zikre davet etmekte şereflendirmiştir. Diğer ümmetler, nimetten münimi görüyor; biz ise evvelâ münimi, yani nimeti veren Rabbimizi, sonra da, o nimeti görmekteyiz."5
2 — "Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri Allah'ın zikri ile yatışır." (Raad: 28) Evet başkası ile değil, ancak Allah'ın zikri ile kalpler mutmain olur, gönüllerin ıstırabı sükûn bulur yatışır.
"Zira mebde ve mead ancak Allah'a müntehi olur ve bütün esbap, Allah'a istinat eder mümkinatın silsile-i ihtimâlâtı Allah'ta kesilir... Allah deyince, fikirler gaye-i taharrisine ermiş, mantıklar durmuş, bütün hissiyat, bütün ümitler, korkular son merciine dayanmış bulunur, Allah'ı zikretmeyen kâfir veya gafil kalpler, hiç bir zaman ıstıraptan kurtulamaz, huzur-u kalp veya cemiyet-i dil denilen saadet itminanını bulamaz."
"Dört türlü kalp vardır:
I — Kalb-i Kasi: Kararmış kalptir ki kâfirlerin ve münafıkların kalbidir. Bu kalp, dünya ve şehvetleriyle mutmain olup delili; 'Dünya hayatına razı oldular ve ona yatıştılar.' (Yunus: 7) mealindeki ayet-i kerimedir.
II — Kalb-i Nasi (Unutmuş kalp): Günahkâr Müslüman'ın kalbidir. Delili (Taha: 114) ayetidir.
Bunun umması tövbe etmekle ve cennet ve nimetlere kavuşmakla olur. Delili (Taha: 122)
III — Kalb-i Müştak: Delili; (Muti mü'minin kalbidir) Bunun itminanı zikrullah iledir. Delili (Raad: 28)
IV — Kalb-i Vahdâni: Enbiyanın ve havâs-ı evliyanın kalbidir, bu kalbin itminanı Allah ve sıfatlarıyladır. İbrâhim (a.s.)'ın (Bakara: 260) hikâyesi buna delildir."6
3 — "Ve herhalde Allah'ın zikri en büyük iştir. Yahut Allahu Teâlâ'nın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür." (Ankebut: 45)
"Allah'ı zikir, taatlerin efdalidir, çünkü zikrin sevabı, Allah'ın kulunu zikretmesidir. Nitekim bunun delili; (Bakara: 152)
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ
ayetidir. 'Siz beni zikrediniz ki, ben de sizi anayım.' Yine diğer delili şu hadis-i kutsidir ki: 'Kulum beni zikrettiği müddetçe ben onunla beraberim.'"7
4 — "Hacca müteallik ibadetlerinizi bitirdiğinizde, zamanı cahiliyette babalarınızı andığınız gibi ve hatta kuvvetli bir surette Allah'ı zikrediniz." (Bakara: 200)
Haccın tamamı zikirden ibarettir. Her yerde zikir ile emredilmiştir. Telbiye, tekbir, istiğfar, salâvat hepsi zikirdir. "Zikri daim içinde, arz-ı kıstas etmek ve kalplerde nur-i vâhid-i ilâhinin tecellisini görmek gibi, bir akıbet-i hasene ile neticelenmelidir."8
5 — "Müzdelife'de de Allah'ı zikrediniz. Size Allah'ın bu güzel menasiki hidayet ettiği gibi, siz de onu zikrediniz, oralardaki vakitleri boşa geçirmeyiniz." (Bakara: 198)
6— Allahu Teâlâ münafıkları zem ederek kınayarak buyuruyor ki: "Münafıklar Allah'ı zikretmezler. Yâd eylemezler, zikretseler de pek az ederler ki o da ağızlarındadır." (Nisa: 142)
"Münafıklar az zikir yaparlar. Çünkü onlar zahir kalıp dili ile zikrederler, batıni kalp dili ile zikretmezler. Kalıp dünyadandır, dünya ve dünyadaki şeyler azdır. Kalp ise âhirettendir. Âhiret ise kesirdir ve âhiretteki şeyler de çoktur. Binaenaleyh kalp dili ile zikr-i kesir, yani çoktur. Felâh ve necat da zikr-i kesirdedir, kalîlde değildir. Zira Cenâb-ı Hakk (Ahzab: 41):
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيراً
'Kalp dili ile zikrediniz ki kurtulasınız.' buyurmuştur. Münafıkların zikri kalıp dili ile olduğundan, az ve kalîl oldu; bu sebeple de felâh bulmadılar. Kalp dili ile yapılan zikir, az dahi olsa çok sayılır."9
İsmail Hakkı Hazretleri: "Allah'ım bize zikr-i kesir nasip eyle. Küçük ve büyük günahlardan da koru." diye dua etmiştir. Deniyor ki; mü'minin üç kalesi vardır. Birincisi mescit, ikincisi zikrullah ve üçüncüsü Kur'ân okumaktır. Mü'min bu üçten birisini yaptığı müddetçe şeytandan korunur. Kalede mahfuz kalır.
İmam-ı Ali (k.a.v.) Hazretleri buyurmuş ki: "İnsanlara bir zaman gelir ki İslâmiyet'ten ancak isim kalır. Meselâ yalnız adı Müslüman ismidir, başkaca hiç bir ibadet ve taat bilmez. Kur'ân'ın da resmi kalır, manasını bilen ve amel eden kalmaz. Mescitlerini tamir ederler, fakat içinde zikrullah yapılmadığından manen haraptır. İşte o zaman ehlinin şerlileri, zahir ulemasıdır. Fitne bunlardan çıkar ve yine fitne bunlara döner."
Yine münafıkların Allah'ın zikrinden gafil oldukları ve zikri unuttuklarından Allah'ın da onlara lütuf ve fazlını terk ettiği (Tevbe: 67)'de beyan buyrulmaktadır. Demek ki zikri unutmak ve yapmamak, münafıklık alâmeti olduğu bu ayet-i kerime ile teyit edilmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın fazl-ı lütfunun devamını temin zikrullahla olacağını ve zikir kesilirse Allah'ın feyzinin de kesileceğini anlıyoruz.
7 —"'İşte Ya Muhammed nefsinde Rabbini zikret. Bir tazarru sureti ile ve bir nevi havf ile yalvararak ve korkarak kalben ve fikren ve cehrin emadununda bir kavil ile kendin işitecek kadar sabahları ve akşamları Rabbini zikretmeyi virt et ve gafillerden olma.' (Araf: 20) Kalbin daima uyanık ve zikrullahda daim olsun... Bu suretle insanda hüsn-ü tefekküre mani olmayacak veçhile ve kendisine işittirecek kadar zikr-i lisanî hazır olduğu, bu zikr-i lisanîden hayalde bir eser husule gelir ve bundan ruha bir nur yükselir, sonra bu nurlar; ruhtan lisana, lisandan hayale, hayalden akla inikâs eder. Karşılıklı âyineler gibi mütekabilen birbirini takviye ve yekdiğerini istikmal eyler. Bunun mertebelerinin tezayüt ve terakkisine nihayet yoktur ve buna mütenâhi deryanın makamat-ı âliye ve mukaddesesi nihayetsizdir. Sefer-i marifet, işte bu nihayetsiz deryada matlub-u Hakk'a yürümektir. Bu seyrin yegâne gemisi nefis ve yegâne dümeni zikrullahtır. Gaflet-i külliye, hatar-ı mutlak ve her gaflet lahzası bile, bir hatar-ı muhtemeldir."10 Bu ayet-i kerimenin tefsirinde zikrin cehir derecesi tayin edilmiştir.
"Cehri namazda İmam olan kimse fazla bağırmamalı, cemaatin işiteceği derecede sesini yükseltmelidir. Resûlullah (s.a.v.), Hazret-i Ömer'e fazla yüksek okuduğu için, 'biraz sesini kıs' buyurdu ve Hazret-i Ebu Bekir'de çok yavaş okuduğundan, ona da biraz yüksek buyurdu. İmam-ı Nevevi Hazretleri zikrin cehren yapılmasının müstehap olduğuna dair hadislerle, hafi yapılacağına dair hadisleri toplamıştır. Şöyle ki; eğer zakir, riyadan korkuyorsa veyahut diğer namaz kılanları incitmek ve namazlarına mani olmak yahut uyuyanları uyandırmak korkusu mevcutsa; bu hallerde gizlisi efdaldir. Bunların gayrisinde, cehren zikretmek efdaldir. Cehren yapılan zikirde, amel ekserdir. Zikr-i cehrinin faydası ve feyzi dinleyenlere de geçer ve yine zakirin kalbini de uyarır ve gayretini tefekküre toplar ve zikri dinler, uykusunu kaçırır, heyecan ve aşkını arttırır. Hülâsa: Muhtar olan şudur ki namazda ve diğer ibadetlerde mübalağa ile bağırmak mekruhtur. Orta hal ile yani cehr ile ihfa arası bir sesle tazarru ve tezellül ile riyasız yapmak caiz ve ulemanın ittifakı ile mekruh değildir.11 Şarih Keşşaf der ki: 'Şeyh, mürşit, müptediye sesini yükselterek zikretmesini emir eder ki kalbine yerleşmiş fena hatıraları, bu zikr-i cehri söküp atsın. Diğer ibadetlerin sevabı, cenneti elde etmektedir. Zakir ise Hakk Teâlâ'nın çeliğidir.' (Allah ile beraber oturuyor demektir) Hadis-i kutsi:
انَاَ جَلِسُ مَنْ ءَکَرَنى
celis meşhut olmalıdır. Hakk ise zakirin meşhududur. Hakk'ı şuhut, cennetten efdaldir. Bu sebeple rüyet-i Hakk, cennetin husulünden sonra oldu. Bu nimetin kemali ve kuldan matlup olan zikrullahı dili ile zikretmeli ve kalbi, ruhu ve bütün azaları bil külliye Allah'a teveccüh etmeli, o zaman hatıralar yok olur, içinden konuşması kesilir ve bu şekilde zikre devam edince zikir lisandan kalbe intikal eder, o zaman zikirde devam eder ta ki Hakk Teâlâ gayb perdeleri arkasında tecelli eder ve (Zümer: 69)
وَأَشْرَقَتِ الْأَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا
ayeti mucibince o kulun batınını nurlandırır. Sonra tecalliyat-ı sıfatiye, esmaiye ve zatiyeye yükseltir. Abid, yani kul, Hakk'da fani olur, o zaman Hakk zakir ve mezkûr olur, ikilik kalkar, hakikat-i ahadiyet inkişaf eder. Bir kimse esma-i ilâhiyeden birisi ile meşgul olursa ve ona devam ederse, şüphesiz o isim sırrı ile o zakir arasında meşguliyeti nispetinde Hakk'ın inayeti ile bir münasebet teessüs eder, çalışması nispetinde o kimsenin kutsi yani kutsiyeti, denisine galip olur, yani nuraniyeti zulmâniyetine galebe çalar ve o zaman; o isim mertebesinden istidadı nispetinde Cenâb-ı Hakk tecelli buyurur ve o zakire istidadı, zaman ve mekâna göre ulûm ve maarif ve esrar-ı ilahiye
ve kevniye ifaza eder. Ulema ve meşayih ittifakla karar vermişlerdir ki:
اِنَّ مَنْ لاوِرْدَلَهُ لاوَارِدَلَهُ
virdi, evradı olmayanın varidi yani gelecek füyûzatı sübhaniyesi de yoktur. Virdini fevt eden kaza etmelidir. Bu sebepledir ki sofiler fevt ettikleri teheccüt namazını kaza ederler. Toplanan ameller yalnız ve tek kalan amelden efdaldir ve bu sırra mebni (s.a.v.): 'Allah'a amellerin en sevgilisi az dahi olsa devamlı olanıdır.' buyurmuştur ki evrada devam edildikçe ilâhi feyz gelir; Bu sebeple ehl-i tasavvuf farzların terkini kabul etmeyip kazasını istedikleri gibi evradın da terkini kabul etmemişlerdir.12
8 — "Bir takım evlerde yani camilerde ki Allah onların rifatlendirilmesine ve içlerinde isminin zikrolunmasına izin verdi. Onlarda sabah ve akşam ona tesbih ederler, öyle rical ki ne alım ve ne satım ve ticaret onları Allah'ı zikirden, namaz kılmaktan zekât vermekten alıkoymaz." (Nur: 36, 37)13
"Mescitler alışverişten ve diğer dünya işleri ile uğraşmaktan ve bunlara mahal olmaktan korunmalıdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.), devesini kaybetmiş bir kimsenin mescitte devesini bulanın haber vermesini söylemesi üzerine, Peygamberimiz: 'Deveni bulamayasın, bu mescitler bunun için mi yapıldı.' diye azarlamıştır. Bundan anlaşılıyor ki, mescitlerde namazlar, zikirler ve Kur'ân okumaktan başka bir iş yapılmamalıdır."14
9 — "Ey o bütün iman edenler, sizleri iğfal edip alıkoymasın, oyalamasın ne mallarınız ne de evlatlarınız, bunlarla hiç meşgul olmayın değil, fakat bunlar sizi asıl izzetin ruhu olan zikrullahtan alıkoymasın." (Münafikun: 9) Her kim öyle yaparsa, yani mal ve evlât ile uğraşacağım diye Allah düşüncesinden gaflet ederse, işte onlar hüsrana düşenlerdir, çok ziyan etmiş, bakiyi fâniye değişmiş, sonunda bâkiyat izzetinden mahrum kalmış kimselerdir. Mal, evlât, dünya ve hayat gider, Allah yanında onlara zillet ve hüsrandan başka bir şey kalmaz; çünkü (Kehf: 46)
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا
"Müminleri münafıkların ahlâkından sakındır. Yani; münafıkların yaptığı gibi, mallarınızla zikri devam ettirmekten geri kalacak surette meşgul olmayan, her kim ki Rabbinin taatine engel olacak derecede mal ve evlâdı ile uğraşırsa, onlar hüsrana uğramışlardır." diye tefsir edilmiştir.
10 — "Ve o kimseye itaat etme ki kalbini zikrimizden gafil bırakmışız, keyfinin ardına düşmüş ve işi haddini aşmış olmuştur." (Kehf: 28)
"İbrâhim (a.s.)'ı Cenâb-ı Hakk, Halil ittihaz edince melekler; 'Ya Rabbi o, nasıl dost olabilir, onun kalbini meşgul kılan nefsi, evlât, mal ve karıları vardır.' dediler. Cenâb-ı Hakk da: 'Ben kulumun suretine ve malına bakmam kalbine ve amellerine bakarım. Halil’imin kalbinde benden başkasına muhabbet yoktur, isterseniz tecrübe ediniz.' buyurdu. Cebrail (a.s.) tecrübe için İbrâhim (a.s.)'a geldi, on iki altın toklu köpekleri bulunan sürüleri başında iken selâm verdi, 'Bu sürüler kimin' diye sordu. 'Allah'ındır, fakat benim elimdedir.' cevabını verdi. 'Bunlardan birisini bana satar mısın?' deyince, 'bir kere Allah'ı zikret bu sürülerin üçte birini al.' dedi. Sonra iki kere daha zikir yaptırıp tamamını verdi. Çobanları ve köpekleri ile teslim eyledi. Dördüncü zikri de yaparsan, beni de köle olarak al, dedi. Sonra Cenâb-ı Hakk Cibril’e; 'Nasıl buldun?' diye sorunca: 'Dostun ne güzel kuldur Ya Rabbi dedi.
Şunu bil ki; zikrin kadir ve kıymetini ancak büyükler takdir ederler. Nasıl ki İbrâhim (a.s.) bütün mallarını zikir karşılığında Cebrail’e verdikten sonra, nefsini de feda edip köle olmak istedi zikre tazim ettiğinden. O halde Ey âşıklar! Kadir Hallâk olan Allah'ın zikrine koşunuz, zira kalplerin cilâsı Allâmül Guyûbun zikridir. Hakikat ehli olan muhakkikler demişler ki: Kelime-i tevhid olan «Lâ ilahe illallah»'ı bir kâfir söylerse küfür zulmetini yok eder ve buna karşılık onun kalbine tevhid nurunu tespit eder. Bu kelime-i tevhidi mü'min söylerse o müminin nefis zulmetini yok eder ve kalbine vahdaniyet nurunu tespit eyler. Şayet o mümin bir günde bin kere kelime-i tevhidi okursa her okuyuşunda bir evvelki okuyuşunda nefyedilmemiş olan bir şeyi yok eder; yani her okuyuşunda o müminde yeni bir zulmeti yok eder. Zira ilm-i billâh makamı, asla son bulmaz. Nitekim hadis-i şerifte: 'Bir saat zikrullah halkasında oturup zikre iştirak eyleyişin; bin senelik ibadetten hayırlıdır.' buyrulmuştur.15 Zikir; insanı mezkûr olan, yani anılan Allah'ın huzuruna götürür ve nur makamında Allah'ı müşahede ettirir.
Âdemi didest ve baki postest
Didi an didiki did dostest
Bu Farisi beytin manası: 'Âdemlik; görmektir, geri kalan kısmı posttan ibarettir. Görmek de şu görmeye denir ki; dostu göre.'
'Allah'ım bizi cemalin nurunu görenlerden ve vuslat şerefine nail olup, öylece şereflenenlerden kıl.'"16 (İsmail Hakkı Hazretleri bahsi bu dua ile bitirmiştir.)