Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 26

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 26


Gerçekten salâvat-ı şerife okuyan kimse, salâvatın başında «Allahümme» diye başlaması ile Allahu Teâlâ'yı zikrediyor.

 

Zikir 2 kısımdır. Birisinde münacaat olan, diğerinde münacaat bulunmayan zikirdir. Münacaatlı zikir mübtedinin kalbinde diğer zikirden daha çok tesirli olur. Çünkü münacaat eden kimse münacaat ettiği zata çok yakın olduğunu kalbinden bilir. Bu hal kalbine çok tesir eder ve haşyet doğurur. Çünkü «Allahümmesalli» diye başlanan salâvatta hem zikir ve hem de münacaat vardır. Allah'tan salât istiyor; bu isteyiş hazırdan isteniyor ve böyle sâlik Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda olduğunu düşünüyor. Salavât-ı şerifenin meşru kılınmasının sırrı: İnsanın ruhu zayıftır, Allah'ın nurlarını kabule takati yetişmez. Fakat kendisi ile enbiya ruhu arasında salâvatla alâka kuvvetlenince, gayıb âleminden peygamberlerin ruhlarına gelen nurlar kendilerine salâvat okuyan müridin nurlarına akseder. Sonra mürit sülûk etmeden önce çok taşkınlıklar yapmış ve günahlar işlemiştir, onların temizlenmesi için istiğfar lâzımdır. Böylece yapılan zikrin semeresi meydana gelir. Zikrin semeresi ya uyanık iken ruha gelir yahut rüyada. Buna göre mürşidi dersini değiştirir.

 

Her namaz arkasında 11 salavât-ı şerife okumayı da sâlik vird edinmeli. Siyâdet lâfzını yani salâvat-ı şerifelerde «Seyyidina» sözünü okumayı terk etmemeli. Bunda sır vardır. Her zikrin başında salâvat-ı şerifeye yani Peygamberimizi anmayı unutma. Çünkü (s.a.v.) her kapının anahtarıdır.

 

Mübtediye layık olan sabah ve akşam namazlarından sonra iki vird edinmeli. Fakat ehl-i temkin ve hidayet ehli olmuş kimselerin bütün vakitlerde zikir kalplerinin meşguliyetidir.

 

Zikre devam ile salik bir mertebeye gelir ki kalp gözü ile dünya ve âhirette vahit olan Allah'tan başka görmez. Bütün mevcudata 4 tekbir ile cenaze namazı kılar ve o zaman halkın kendisini medih ve zem (övme ve kınama) etmeleri müsavi olur. Zem ederlerse kendisini tedip etmiş ve sakındırmış olurlar. Övmeleri fitne olur, medih ve zemlerinden nefsi zevk alırsa benlik bitmemiştir.

 

 

«Lâ ilâhe illallah» ehline düşmanlıktan sakın ve kaçın. Çünkü bunlar için Cenâb-ı Hakk'tan velâyet-i amme vardır. Bunlar Allah'ın velileridir. Bu itibarla bunlar hata da etseler dünya dolusu hata işleyip de gelseler bile Allah'a şirk koşmadıkça; günahlarını dolduran kabı, Allahu Teâlâ mağfiret doldurur. Veliliği sabit olanlarla muharebe haramdır. Her kim Allah ile harp ederse dünya ve âhirette cezası elîm bir azaptır. Allah, düşman olduğuna seni muttali kılmamış ise onu düşman tutma, iç yüzünü bilemezsin. Binaenaleyh bütün insanlara hatta bütün hayvanlar ve mahlûkata rahmet ve şefkatini şamil kıl.

 

Ehlullah yolundaki edeplerden birisi de kadınlara muvafakati terk etmektir. Onlarla oturmayı ve arkadaşlığı da terk etmeli. Keza genç yaştaki oğlanlarla da sohbet ve konuşmayı terktir. Vaat etmemeli, ederse sözünü yerine getirmeli. Sözü doğru olmalı; konuşmasında, yemesinde, bakışında ve diğer hususlarda vera ve takva üzere olmalı, mürailik etmemeli ve şeriat edeplerini açık ve ince noktalarına kadar muhafaza etmeli. Biliyorsa amel etmeli, bilmiyorsa sormalı. Şeriat edepline hıyanet eden, esrar-ı ilâhiye de hıyanet eder. Allahu Teâlâ ise sırlarını ancak eminlere tevdi eder. İhtiyarı terk etmeli; çünkü ehlullah Allahu Teâlâ'nın ihtiyar ettiği iledirler

 

«Lâ ilâhe illallah» esrarından bir kimseyi İnkişaf ederse o kimse Allah'a yönelir ye Allah için ibadetlerinde ihlâslı olur, Allah'tan başka kimseye iltifat etmez, ondan başkasından ummaz ve korkmaz, zarar ve faydayı başkasından görmez; ancak Allah'tan görür, başkasını (masivayı) terk eder, zahir ve batın şirkinden teberri (paklanır) eder.

 

Peygamberimiz buyuruyor ki: "İhlâsla kalbinden «Lâ ilahe illallah» diyen cennete girer." Ali Dekkak Hazretleri bu hadis-i şerifi şöyle te'vil eylemiştir. Sözünde, muhlis olarak söyleyen o halde cennete girer. Allahu Teâlâ (Rahmân: 46) ayet-i kerimesinde buyurmuş: "Bu iki cennetin birisi o tevhidi söylediği vakitteki mağfiret cennetidir. Diğeri de âhiretteki ukba cennetidir."

 

Muhammed Hâkim Tirmizi rivayet etmiştir. Muaz bin-i Cebel (r.a.)'den, Resûlullah (s.a.v.) buyurmuştur: "Bir kişi ölürken «Lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlullah» diye şahadet eder ve bu şahadet o mü'minin kalbine de dönerse muhakkak Cenâb-ı Hakk onu mağfiret eder."

 

Müşarünileyh Şeyh Hâkim-i Tirmizi diyor ki: "Bu öyle bir şahadet ki, ölürken şahadet etmiştir. O sırada bu şahadeti getiren kimsenin şehvetleri ölmüş, mütemerrit (azgın) nefsi yumuşamış, hırsı gitmiş kendini Rabb-ül âlemin kudret elleri önüne atmış, artık içi dışı bir olmuş ve bu ihlâslı hali ile şahadetle Allah'ına kavuşmuş ve zahiri batınına uygun olduğundan, bu ihlâslı şahadeti sebebiyle mağfiret olunmuştur. Fakat sekaratta olmaksızın vücudu sıhhatte iken söylenen şahadette, kalbi şehvetlerle tıkanmış, nefsi şerir, kibirli ve gururludur. Onun için iki şahadet arasında büyük fark vardır. Birinci şahadet; hayat ve ömrün son bulmak üzere olduğu zamandır.

 

Resûlullah (s.a.v.) buyurmuş ki: "Dünya ehlinden her kim «La ilahe illallah...» tevhidini ruhunun ihlâsı ile ve kalbinin ve lisanının tasdiki ile okursa bu tevhid semavâtı yarar. Ta ki Rabbi onu söyleyene rahmet nazarı ile bakıncaya kadar."

 

Zeyd ibn-i Erkan diyor ki: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Her kim ihlâsla «La ilahe illallah» derse cennete girer." Asâb'tan sordular ki, "Ya Resûlullah bunun ihlâsı nedir?" (s.a.v.) buyurdu: "Onu haramlardan men etmektir." Yine buyurmuş ki: "İhlâs yapana, az amel kâfi gelir."

 

Yine aynı sahabenin rivayeti ile Resûlullah (s.a.v.): "Allah bana söz verdi ki ümmetimden bir kimse başka bir şey düşünmeksizin «La ilahe illallah» derse ve onunla gelirse muhakkak ona cennet vacip olur.." Ashap'tan bir zat sordu: "Ya Resûlullah neyi mülâhaza etmemeli?" buyurdu ki: "Dünyaya haris olmak ve dünya toplamak ve fukaradan men etmektir. O kişi peygamberlerin konuşması gibi konuşur; fakat ameli konuşmasına uymaz, ameli zorba ameli olur."

 

Hülâsa: Kelime-i tevhidin söyleyen kimseye faydalı olması için şehvetlerinin ölmesi lâzımdır ki bu da iki yol ile olur. Birisi: Nefsine riyazat ettirip sağlığında şehvetlerini öldürmektir. İkincisi: ölürken şehvetlerin öleceğinden Rabbinin korkusu fazla olur. Allah'ın rahmetini fazlası ile umarsa ister istemez dünyadan nazarı bütün bütün kesilecektir. İşte o halde İken bu kelime-i tevhidi söylerse mağfirete müstahak olur. Bundan dolayı geçmiş büyükler intizar halinde olan (can çekişme hali) bir kimseye bu kelimeyi telkin ederlerdi. Nitekim Peygamber'imiz (s.a.v.): "Ölmek üzere olanlarınıza «La ilâhe illallah» telkin ediniz." buyurmuştur. Ölüme yaklaşmış kimsenin şehvetleri fani olup yakin nuru hâsıl olmuştur. Onun için bu kelime makbuldür.

 

Birinciye gelince: O kimse nefsine riyazat yaptırdığından Allahu Teâlâ onun için gayb âlemine bir pencere açmıştır. Sultan-ı Celâl ona halleri bildirmiştir. O hallerle safi kalpten kelime-i tevhidi konuşur; bu kimse mağfirete, evveliyetle lâyıktır.

 

Bu kelime-i tevhit, efdal-i zikir olduğundan ona veliler sarıldığı gibi mihnet zamanında Allah düşmanları da iltica ettiler. Firavun suya gark olacağı zaman, "İbrâhim (a.s.) hakkında ateşi rahat ve suyu tatlı kılmaya kadir olan Allah'a olduğu gibi Benî İsrail'in Rabbine iman ettiğini" söyledi.

Yunus (a.s.)'da karanlıklarda nida etti: «La ilahe illâ ente» dedi. Yani, "Sen öyle bir Allah'sın ki senden başka zulmetlerde, balığın karnında sağ olarak muhafaza edecek yoktur". Başkası buna kadir değildir dedi. Yunus (a.s.)'ın nidası kabul olundu. Çünkü marifeti sebkat etmişti. Firavunun kabul edilmedi; bunda bir uyarma var ki: "Her kim Allah'ı hali (tenha) mahallerde muhafaza ederse Allah da o kimseyi tenhalarda başkasından yardım ümidi olmayan yerlerde korur." Yunus (a.s.) bu kelimeyi huzur, şuhud ve inkisarla zikretmişti. Firavun ise gaybette söyledi ve küfrü de sebkat etmişti. Ve bu kelimeyi firavun ubudiyet maksadıyla değil garktan halas olmak için söyledi. Esasen Allahu Teâlâ sana birçok ibadet ve taatlerle emir eyledi. Fakat bu taatlerden birinde seninle muvafık düşmez, fakat «La ilahe illallah» emretti ve lakin bu kelimede Allah da seninle muvafıktır O da (Al-i İmran: 18)

 

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ

 

âyet-i kerimesi ile aynı şahadeti söylemektedir. Binaenaleyh bu kelimenin âyetteki tekrarından senin de bütün uzun ömür boyunca bu kelimeyi tevhidi tekrarlaman gerektiğine işaret vardır.

 

Mahlûka, dünya lehine şahadet eden mükâfatını görür de, Allah'a dünyada tevhitle şahadet eden kimse ukbâda rahmetini nasıl bulmaz.

 

Hadis-i şerifte: "Allah'ın bir kısım melekleri var ki bunlar imam Fatiha'yı okuyup 'âmin' derken melekler de 'âmin' derler. Meleklerin âminine her kimin âmini uygun gelirse onun geçmiş günahları mağfiret olunur." buyrulmuştur. Şu halde bir kere âmin demesi meleklerin âminine denk düşerse mağfiret olunuyor da binlerce defa Allah'ın vahdaniyetine şahadet eden mü'min, kelime-i tevhidi Allah'ın şahadetine uygun olduğu halde nasıl mağfiret olunmaz.

 

«La ilahe illallah» kelimesi melaikeye lüzum olmaksızın kendiliğinden Allah'a yükseldiği halde, diğer ibadetleri melâike götürür; (Fatır: 10) âyet-i kerimesi buna delildir. "Kıyamet günü bütün taatler zail olur. Fakat tehlil ve tahmid (tehlil «La ilahe illallah», tahmid ise «Elhamdülillah» demektir) ve taatleri zail olmaz." Nitekim cennet ehlinden hikâye buyurarak âyet-i kerimede: "Cennette bütün tekliflerin kalktığı zail olup tesbih, tahmid ve tehlilin devam ettiği" beyan buyrulmaktadır.

 

Âsarda rivayet olunmuş ki: "Her kim «La ilahe illallah» derse Allah'a zıt veya eş veya ortak koşan kâfir kadın ve erkek sayısınca sevap verir." buyrulmuştur. Denildi ki ahir zaman olunca «La ilahe illallah»'ın fazileti gibi hiç bir taatte fazilet bulunmayacaktır. Çünkü onların namazları, oruçları riya ve süm'adan ve sadakaları haramdan salim değildir, hâlbuki «La illallah» mü'minin zikridir. Mü'min ise Allah'ı kalp samimiyeti ile zikreder. Buna riya, süm'a ve haram karışmaz.

 

«La ilahe illallah» faziletine dairdir. Hadis-i şerifte: "Zikrin efdali «La ilahe illallah»'tır, duanın da efdali «Elhamdülillah»'tır." buyrulmuştur. İbn-i Ömer (r.a.) demiş ki: "«La ilahe illallah» ehline ölümde vahşet ve ürkmek yoktur. Haşirde vahşet görmeyecekler, sanki sur nefhası üfürüldüğünde, bunların başlarından toprakları silkerek kalktıklarını ve 'Allah'a hamdolsun ki bizden ankette hüzün ve kederi giderdi.' dediklerini görür gibi oluyorum."

 

Hadis-i kutside: "«La ilahe illallah» kelâmdır, kelâma giren azabımdan emin olur." buyrulmuştur.

 

İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edilmiştir. Resûlullah (s.a.v.) buyurmuştur: Allahu Teâlâ cennet kapılarını açar ve Arş'ın altından bir melek nida eder:

 

Ey cennet! Sen ve sendeki bütün nimetler, siz kimin içinsiniz? Cennet ve oradakiler cevap verirler: "Biz, «La ilahe illallah» ehli içiniz ve «La ilahe illallah» ehline müştakız. Bize ancak onlar galebe ederler. Biz «La ilahe illallah» demeyenlere ve buna inanmayanlara haramız." Bu sırada cehennem ve içindeki azaplar söze başlar ve derler ki: "Bana «La ilahe illallah» kelimesini inkâr edenden başkası giremez, ben bu tevhidi yalanlayanı isterim ve ehl-i tevhide ben haramım ve «La ilahe illallah»'ı inkâr edeni doldururum ve öfkem de onlaradır." O esnada Allah'ın mağfiret ve rahmeti gelirler derler ki: "Biz «La ilahe illallah» ehli içiniz, onlara yardımcıyız ve onları severiz, onlara fazla ihsan ederiz." O zaman Allahu Teâlâ buyurur ki: "Ben cenneti «La ilahe illallah» diyenlere mubah kıldım ve cehennemi de bunlara haram kıldım. «La ilahe illallah», diyenin her günahını mağfiret kılarım, bunlardan mağfiret ve rahmetimi; perdelemem, cenneti bunlar için yarattım. Bunlarla, «La ilahe illallah» tevhidine uygun şeylerle ihtilât ediniz." (karışmak)

 

Bunu müteakip Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu: "İnsanlarla «La ilahe illallah» deyinceye kadar savaşmakla emrolundum, bu tevhidi söylerlerse kanlarını ve mallarını bu tevhid sayesinde benden korurlar; fakat hesaplarını bilen Allah'dır." (Samimiyet derecelerini, kalplerinin içini Allah bilir.)

 

Bu kelimeyi tevhidin iki semeresi vardır. Birincisi; insanın cevheri, aslında şerefli ve mükerrem olarak yaratıldı. Nitekim ayet-i kerimede de buyrulmuştur. (Cin: 2) Şu halde insanın asıl ve esası mükerrem ise aslına uygun olarak mutahhar yani temizlenmiş olması gerekir. Müteneccis olması yani pislenmesi ise aslına aykırıdır. Binaenaleyh insan ne vakit şirk ederse pis (necis olur, ayet-i kerimede "müşrikler pistir" buyrulduğu gibi. Demek ki necaset aslın hilafıdır. İnsanın muvahhit olması evvelâ taharetini iktiza eder, çünkü aslının icabı budur. Muvahhit, Allah'ın hâssalarındadır; (Nur: 26)

 

وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّبِينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِ

 

âyet-i kerimesi icabı.

 

İkinci Meyvesi: Şirk âlemin harabına sebeptir. Tevhid ise âlemin imaretine sebeptir. Bu iki zıt hüküm, de, muhteliftir. Kelime-i tevhid âlemin imaretine sebep olunca vahdaniyetin mahalli kalbin imaretine evveliyatla sebep olur. Vahdaniyetin zikir mahalli olan lisanın imaretine de sebep olur. Bu ise Allahu Teâlâ'nın ehl-i tevhidi affetmesine münasip olur. «La ilahe illallah» kelime-i tevhidinin Kur'ân'dan alınmış ayet-i kerimelerle 19 ismi sayılmaktadır.

 

Allah ismi ile kimse tesmiye edilmedi, yani isim olarak kimse de Allah ismi kullanılmadı. Bunun için Allahu Teâlâ'nın isimlerinden her isim tahalluk için yani kendisi ile ahlâklanmak için sahih olur. Ancak Allah ismi müstesnadır. Bu isim tehalluka salihtir. Abdin bu isimden hazzı, nasibi teellühtür yani abid kalbi ve himmet ile Allah'a müstağrak olmalı, başkasını görmemeli ve masivasına iltifat etmemelidir. Allah'tan başka kimseden ummaz ve korkmaz olmalıdır. Bu Allah ismine tahalluk edişin sahih olması için diğer esmalarının mecmuu ile akvalen (sözleri ile), ef'al (işlemleri) ile ahvalen (halleri ile), zahiren ve batınen (yani iç ve dış âlemi ile) tahalluk etmiş, ahlâklanmış olmalıdır.

 

Allah ismi ile takarrüp yani Allah'a yaklaşmak murat eden kimsenin 7 usule riayet etmesi lâzımdır. Halen masivayı istihkar, Allah'ın emirlerine keşfen ta'zim, şuhuden ekvanın sükûtu, cemde iştiraken fena, Allah'a himmetini bağlamayı adet edinmek, sırren nefeslerini murakabe, ism-i azâmı zahiren zikir ve batınen da lehte teellüh edinceye kadar zikir, yani Hakk'ın vücudunda sırrını hakikat şuhudunda köle, kalıp başkasını görmeyecek Hakk'tan başkasını görmeyecek, Hakk'tan başkasını hissetmeyecek. İşte o zaman Allahu Teâlâ o kulunun hallerini muhafaza eder, esrarını ağyardan yani başkalarından saklar.

Şibli Hazretleri demiş ki: "Hakikatte Allah'tan başkası, Allah diyemez. Tevellühün hakikati müstağrak olup zakir midir, susmuş mudur, mevcut mu yahut mağdur mudur hissetmemektir. Ta ki kendine galebe edinceye kadar o zaman her bir azası lisanla Allah Allah der. Hatta bu zakirin yere kanı dökülse Allah Allah yazar... Bil ki, âlemin her zerresi ve daha küçük cüzlerinde bile Allah isminin esrarından bir sır vardır. Bu sır sebebi ile Allah'ı bilir ve tevhidi ile ikrar eder, ister bunu bilsin isterse bilmesin. Nitekim âyet-i kerimede (Raad: 15)

 

وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا

 

buyrulmuştur.

 

"Hikmet-i Atâiye" isimli meşhur kitabın sahibi olan bu zatın konumuzla ilgili kıymetli kelâmı burada bitti. Allah kendisinden razı olsun.

 

"El-Fetavel Hadisiye" kitabı, Mekke'li Şeyh Ahmed Şahabeddin el-Haceril Heytemî Hazretleri'nindir. Bu kitabın zikirle ilgili bazı kısımlarını tercüme ederek iktibas ettik.

 

Gece mi gündüzden efdaldir suâline cevapta: Gündüzün cemaati geceden efdaldir. Çünkü gündüzün Kur'ân ve zikir için toplanma olur. Onun fazileti yönünden gündüz efdal demişler. Bir rivayette de gecede leylet-ül kadir bulunduğundan gece efdal demişlerdir.

 

Kişinin kalbinden, yani içinden yaptığı zikri Kiramen Kâtibin melekleri işitmediklerine göre nasıl yazarlar? sualine cevapta: "Rüzgârının kokusunu bulup yazarlar." demiştir.

 

İmam-ı Müslim'in "Sahih-i Müslim" şerhinde", "Babü Mecalisi'z Zikri" âhirinde, şerheden İmam-ı Nevevi Hazretleri demiş ki: "Huzur-u kalple yapılan lisanla zikir, yalnız kalple yapılan zikirden efdaldir." Kitabın 54'üncü sahifesinde zikrin faziletine dair hadis-i şerifler sıralanmıştır. Evvelce müteakip kereler bu hadisler yazıldığından uzatmamak için tekrar yazılmamıştır.

 

Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) Hazretlerine sormuşlar: "Ya imam bu tesbihe muhtaç mısın?" buyurmuş ki: "Allah'a vasıl olduğumuz yolda bu tesbih sebebi ile vuslat ettik, onu terk etmeyiz, elimizden bırakmayız."

 

Sofilerin namazlardan sonra bağlı oldukları yolların adetlerine uygun olarak sülûklerinde okudukları evradın, aslı ve esası vardır. İmam-ı Beyhakî, Enes (r.a.) den rivayet etmiştir ki Nebi (s.a.v.) buyurmuş: "Zikir meclislerine sekine iner. Onları melekler sarar, rahmet onları kuşatır ve Allah da onları zikreder." diye son hadis-i şerifte buyrulmuştur. Birinci hadis-i şerifin tercümesi bu kitabın hadis-i şerifler kısmında birkaç kere geçtiğinden tekrar tercümesine lüzum görülmemiştir.

 

İmam Ahmed ve Müslim'in rivayet ettikleri şu hadis-i şerifte: "Bir cemaat zikre otururlarsa muhakkak onları melekler sarar, rahmet onları kuşatır, üzerlerine sekine iner ve Allah'ta onları huzurundakiler yanında zikreyler."

 

Şu halde bu hadis-i şeriflerle sabit oldu ki; sofilerin yani tarikat ehlinin sabah namazından sonra ve başka vakitlerde toplanıp zikretmeleri ve diğer evradlarını okumalarının sünnet-i seniyyede sahih bir aslı vardır. Bunu zikrettik buna itiraz edilemez, şayet o zikir meclisinde bu cemaatin cehren zikrinden eza görecek kimse varsa; namaz kılan, uyuyan gibi o zaman zikri gizli yapmaları mendup olur. Böyle bir sakınca yoksa şeriatla hakikati toplamış olan üstatlarının tensibine göre hareket ederler. Çünkü o meşayih tabip gibidir; ancak hastanın şifasına yarayanları emreder. Bu itibarla meşayihten bazısı cehriyi seçerler ki kötü vesveseleri, nefsanî keyfiyetleri defetsin ve gafil kalpleri uyarsın, kâmil amelleri izhar eylesin. Bazısı da gizliliği tercih eder ki nefis mücahadesinde ihlâs yolunu öğrensin, nefsi söndürsün. Nitekim Hazret-i Ebû Bekir ve Ömer (r.a.), birisi çehren yani aşikâr diğeri sesini kısarak okurlardı. Resûlullah Efendimiz bunları te'lif etti.

 

"Eğer sana Hakk'ın zahir olmasını ve sıtk ile süslenmeyi istersen İmam-ı Gazalî'nin İhya'sını, Kuşeyrî'nin risalesini, Sühreverdî'nin Avarif'ül-Maarif'ini ve Ebî Talib Mekki'nin Kut-ül Kulûb gibi faydalı kitaplarını mütalaa etmeni tavsiye ederim." demiştir.

 

İnsana lâyık olan mümkün oldukça sadât-ı sofiyeyi tenkit etmemektir. Allah onların, maarifi ile bizleri faydalandırsın. Onlara muhabbetimiz sebebi ile Cenâb-ı Hakk onların havasına ifaza eylediği feyzden bize de ifaza eylesin. Onların tabirleri sırasına bizi de dizsin. Sofiyeyi tenkitte mübalağa edenleri Allah'ın, mertebesinden düşürmek ile iptila eylediğini ve «neuzü billah» türlü mihnet ve illetlere müptelâ ettiğini de görmüşüzdür.

Gezi