Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 16

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 16

 

Seyyid Ahmet Ezzevavi (r.a.) bir gün ve bir gecede 20 bin tesbih ve kırk bin de Resûlullah'a (s.a.v.) salâvat-ı şerife okurmuş.

 

Şeyh İbrâhim Ebû Lihaf el-Meczuk (r.a.) gece uyumaz ancak şafaktan evvel biraz uyurdu. Bütün gece «Allah Allah» der, hiç usanmazdı.

 

İmam-ı Şarani Hazretleri'nin şeyhi ve üstadı Aliyyül Havvas Hazretleri'nin yüksek ahvalinden, buyurmuş ki: "Kavmin yani tarikat ehlinin meşayihi, tilmizlerine (yani talebelerine) kabirlerinden cevap verirler, fakat fıkıh uleması bunun aksinedir; Çünkü dervişlerin şeyhlerine itikatları sadıktır, fukaha böyle değildir. Eğer fakih de sadık olsa idi İmam-ı Şafiî (r.a.) ona kabrinden cevap verir ve dudak dudağa konuşurlardı."

 

"Allahu Teâlâ bu dünyada yarattığı bütün menfaatleri, asıl olarak kendisinin hamd ile tesbih olunması için halketti. Fakat kullarının bunlardan faydalanmaları tebaiyyet hükmü iledir. Her kim bunun aksine kail olursa, o mekir ve istidraçtır." Yine buyurdu ki: "Allahu Teâlâ kulunun her istediğini (duasında) kabul etmedi ve icabet eylemediği gibi kul da buna karşılık Allah'ın her emrine itaat etmemiştir."

 

"Bir derviş hakkında nefsin yokluğu alâmeti, onun dünya ve âhiret işlerinden bir şeye şehveti olmamasıdır."

 

"Ârifler, nâsın (Yani insanların) basiretleri ile bildiklerini zahir gözleri ile anlarlar ve âriflerin basiretleri ile bildiklerini başkaları hiç anlayamazlar. Bununla beraber nefislerinden, nefislerine emin olamazlar."

 

Buyurmuş ki: "Her kim ki ahlâkı, Resûlullah'ın (s.a.v.) ahlâkına yaklaşmışsa ona tebaan berzahta serbest ve hürriyet içinde olur dostlarından dilediği ile buluşur. Fakat Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ahlâkından kötü fiilleri ile uzak olan kimse ise Allahu Teâlâ dilerse onu serbest bırakır dilerse hapseder de istediği ile buluşamaz."

 

"Aliyyül Havvas Hazretlerinden sordular?: '(Kasas: 57)

 

أَوَلَمْ نُمَكِّن لَّهُمْ حَرَمًا آمِنًا يُجْبَى إِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِن لَّدُنَّا

 

ayet-i kerimesindeki rızık, Mekke'ye her giren kimseye midir? Yoksa bir kısım insanlara mı hastır?' buyurdu ki: 'Müslümanlardan Mekke'ye giren herkese bu rızık âm ve şamildir, istidadı nispetinde. Lâkin bu rızkın bir kalbe inmesi için o kimsenin hasenat ve seyyiatından soyunması lâzımdır. Nitekim: 'Bir kimse hacceder de kadınla temasta bulunmaz fısk-ı fücur da yapmazsa anasından doğduğu gün gibi günahlarından çıkar.' hadis-i şerifinde buyrulduğu gibi Mekke'ye giren herkes ikinci kere doğar, basiret gözü ile teemmül eden o ekmel mahalle nispetle hasenatını günah görür.' buyuranca, orada hazır olan, bilâhare halifelerinden olan ve İmam-ı Şarani Hazretlerinin arkadaşı Efdalüddin (r.a.) dedi ki: 'Seyyiattan soyunmanın mahalli Arefe Dağı olduğunu biliyoruz, hasenatdan soyunma nerede olacak?' Aliyyül Havvas Hazretleri cevaben buyurdu ki: 'Bu mertebelere göredir. Ben bunun ancak Muallât Kapısı'nda olacağını sanıyorum' deyince Efdallüddin Hazretleri: 'Hüccacın çoğu bu zikrolunandan soyunmazlar.' Aliyyül Havvas Hazretleri: 'Soyunurlar. Tecerrüt ederler, fakat bilmezler farkında olmazlar. Nitekim ârifler bunu bilirler.'

 

Bu defa kardeşim Efdalüddin sordu: 'Libas (Hacılara giydirilen manevî hilat elbisesi) nerede olur?' Aliyyül Havvas Hazretleri: 'Resûlullah (s.a.v.)'in kabri ziyaretinde olur. Buna sebep de Allahu Teâlâ hacc yapan kullarına kerem ve nimetlerinin eserlerini Resûlullah'ın huzurunda yapar ki ümmetine karşı Allahu Teâlâ'nın ikramını görsün de gözü aydın olsun, sevinsin için.'

 

Efdalüddin, 'Çok kere bazı hacılar kisvesiz çıplak geliyorlar?' Aliyyül Havvas buyurdu; 'Bu hal herkese vaki olmaz, ancak ashâb-ı deaviye (benlikçilere) vaki olur ki, bunlar nefislerinde kemâl olduğunu ve kemâl veçhile hakkı ile haccın menasikini kendilerinin yaptığını başkalarının yapamadıklarını sanırlar. Allah korusun. Fakat bu benlikçi kimseler memleketlerinde bir kalp kırıklığına uğrar, üzüntüye maruz kalır veya ana babasının yahut ihvanının duasını alır veya bunlara benzer iyilik yaptıklarından Allahu Teâlâ hacc hilatını memleketlerine gönderir.'"

 

Nureddin-i Şevni (r.a.) Hazretleri'ni (Kahire'nin büyük velilerindendir.) İmam-ı Şarani Hazretleri bir kere rüyasında görmüş, vefatından sonra, haliniz nasıldır diye sormuş? Demiş ki: "Beni berzaha kapıcı tayin ettiler, berzaha bana arz olunmadan hiç bir amel girmez ye benim ashabımın amelinden daha nurlu ve daha parlak bir amel görmüyorum ki bu amel: İhlâs Sûresi ve Resûlullah (s.a.v.) Efendimize salâvat-ı şerife ve «La İlahe İllallah Muhammedün Resûlullah» okumaktır." buyurmuş. Nureddin-i Şevni Hazretleri'nin tariki Resûl-i Ekrem'e salâvat-ı şerife okumaktan ibaretti.

 

Şeyh Aliyyül Kâzuni (r.a.) demiş ki: "Her kim fakih olur da tasavvuf bilmezse fasık olur, tasavvuf bilir de zahir ilmi yoksa zındıklaşır. Hem zahir ilmi hem de tasavvufu varsa gerçekten hakikat adamı olur." Şeyh Ahmed-ül Kâki (r.a.)'ın bir gün ve gecedeki virdi; Resûlullah (s.a.v.) Efendimize 40 bin salâvat ile 12 bin tesbih ve ahzap ve esmadan ibaretti. Güneş sararınca evradına girer kuşluk zamanı çıkardı. Evinde ne yaptığını ve hatırına gelenleri bilirdi, fakat halktan kendisini gizlerdi bildirmezdi.

 

"El Envar-ül Kudsiye fi Beyan-ı Adab-il Ubudiyeti" adındaki İmam-ı Şarani Hazretleri'nin kitabının da salihleri çok alâkadar ettiğinden bundan da ilgili kısımları özet olarak tercüme ediyorum.

 

Kitabının başında ve kitabın telifi sebebinde buyuruyor ki: "931 Hicri senesi Recep ayının 17'nci Pazartesi günü hatırıma kuvvetle, evliya makamatından birisine erişmek arzusu geldi ve kendi bulunduğum halimi hakir gördüm. Ve bunun üzerine de üzüldüm. Çünkü böyle düşünmede halimi hakir görüp yüksek evliya makamatı istemekle Allah'ın bana kısmet ettiğine rızasızlık vardır. Bundan dolayı sui hatemeden de ve Allah'ın gazabından korktum. Canım sıkıldı. Dışarı çıktım Kahire'de Ravza karşısında Estad mevkiine vardım orada iken uyku ile uyanıklık arasında bir halde bulunurken hatiften bir ses işittim. Sesini işitiyordum fakat söyleyenin şahsını görmüyordum. Allahu Teâlâ'nın dilinden dedi ki: 'Kulum seni cemi kâinata muttali kılsam, kulların sayısına ve her bir zerreye ve nebatata ve isimlerine ve ömürlerine, hayvanlar ve ömürlerine ve vahşi hayvanlar, kuşlar, haşerat vesair hayvanların usullerine kadar neseplerine seni muttali kılsam ve göklerin ve yerin melekûtunu sana keşfetsem ve cennet ve cehenneme ve onlarda bulunanlara zahir ve batın muttali kılsam ve senin duanla yağmur yağdırsam ve ölüyü diriltsem ve mü'min kullarıma ikram ettiklerimin hepsini senin elinden geçirtsem bana kullukta bir şey yapmış olamazsın', dedi. Ve böylece hatifin sözü bitince bende dünya ve âhirette evliya makamları için hiç bir arzu kalmadı. Allah'a hamd-i şükür eyledim.

 

Hatif: 'Melek, veli veya cinnilerden bir salih veya Hızır (a.s.) veya başkası da olabilir. Zira Hızır (a.s.) diridir, ölmedi. Nitekim Hızır'la görüşen ve ondan tarikat alan velilerle görüştüm. Veliler meleği görürse sesini duyamaz. Sesini duyarsa kendini göremez. Peygamberler ise hem görür hem de aynı zamanda sesini duyarlar. Binaenaleyh bu ilhamdan anladığım kulluk edeplerine dair kitap telif etmemi ihvanım istediler, onun üzerine bu kitabı telif eyledim.' diyor."

 

Umumî adabın zikrine başlayarak buyuruyor ki: "Kulluğun şanı, efendisinin ihsan ettiği bağışladığı nimetlerle kalıp, onlarla meşgul olup efendisinin haklarını unutmamaktır. Çünkü gerçekte kulun dünya ve âhirette istediği her şey ancak seyyidi olan Mevlâ'sının hazinelerinden çıkar. (Hicr: 21)

 

وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ

 

ayet-i kerimesi gereğince 'Her şeyin hazinesi Allah katındadır.' O halde nereye gidiyorlar? Binaenaleyh bunu bilen kimse Allah'tan başkasına iltifat etmez. Ve Allah'a razı olan kişi Allah'a mukabil, dünya ve âhiret zevk ve lezzetlerinden kaybettiği şeyleri hiç istemez, arzulamaz. Şimdi bunu bildinse kulun vazifesi; emre imtisal ve nehiylerinden sakınmaktır. Allah'ı tazim için sebep; cennete tamah etmek ve buna nail olmak veya cehennem korkusundan kurtulmak olmamalıdır. Esasen kul vazifesini yapıyor, emeğine karşı ücret beklememelidir.

 

'Allah sizi de ve işlerinizi de yarattı.' (Saffat: 96) ayet-i kerimesi de bunu bildirir. İhlâslı kul yaptığı işleri daima noksan görür kabule şayan bulmaz, nerede kaldı ki karşısında mükâfat beklesin. Nitekim köleler efendisine çalışmasından dolayı ücret almazlar. Ancak efendisinin emrine imtisal için çalışırlar. Fakat Allah söz vermiş, amelleri boş bırakmayacağını vaad etmiştir. Nasıl ki peygamberimiz (s.a.v.) Hazretleri ile diğer peygamberlere (Yunus: 72)

 

فَمَا سَأَلْتُكُم مِّنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى اللّهِ

 

ayet-i kerimesi ile ecirlerinin Allah üzerine olduğu beyan buyrulmuş, amellere ecir vereceğini vaad buyurmuştur. Diğer peygamberlerden, fazla olarak bizim peygamberimize (Şura: 23)

 

إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى

 

ayeti ile 'Ehl-i beytini ve akrabalarını sevmek ve muhabbet etmekle de emir buyurmuştur.' Şimdi bilindi ki kul, Allah'ın garantisine güvenmelidir. Eğer Allah'a güvenmezse imanı eksiktir. Bunun alâmeti de o kulun yanında gaib ve hazır müsavî olmalı, farksız bulunmalıdır. Böylece salik olan zakirler illetsiz olarak ibadet ederler. Yani ibadeti karşılığında bir şey beklemezler. Daha tarika ilk girişlerinde bunu zevken giyerler. Bunun için bazı ârifler: 'Fakihin nihayeti, fakirin bidayetidir.' demişlerdir. Yani bu zevke fakih olan tasavvuf bilmeyen zahir hocalarımız nihayette erebildikleri halde dervişler daha ilk sülûklerinde bu zevki elde ederler. Sonra da arz ve nasibi miktarınca makamat ve hallere terakki ederler. Ve yine zakir olmayan âbidlerin terakkiden nasipleri olmadığı halde dervişlerin terakkisi durmaz. Ve her terakkisinde meşayihi ona; ileride daha terakki edeceği makamlar olduğunu bildirir. Onlar da gayb olmasına rağmen bu makamların bulunduğuna yakinen inanırlar. Bu gayb olan yola delilsiz gidilemez."

 

Cûneyd (r.a.) buyurmuş ki: "Ehlullahtan zakir, bir makama erişir ki o zaman yüzüne kılıçla vursalar hissetmez, diye işitmiştim. On sene kadar bu sözde durdum, kabulde tereddüt gösterdim. Fakat sonra dediği gibi olduğunu buldum ve tattım. Bu zevki edindim."

 

Gene dervişlerin bir vasfı da: Hangi halde olsalar, Allahu Teâlâ'ya razı olmaktır. Başlarına gelen hiçbir şeye darılmamak ve kendilerine verilen bir şeyi hakir görmemektir. Çünkü Allahu Teâlâ, kendilerinin maslahatı neyi icap ettiğini kendilerinden iyi bilir. Ve onlara ancak hayır işler (Bakara: 216)

 

وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ

 

âyeti de delildir.

 

Nitekim hadis-i kutside: "Kullarımdan bazıları var ki onlara ancak yoksulluk yaraşır, onu zengin etsem hali bozulur. Ve yine öyle kullarım vardır ki onlara ancak zenginlik uygundur. Fakirleştirsem hali bozulur." buyrulmuştur. O halde bunu bildinse kula verilen hal ona en uygun olanıdır. Hakîm ve Alîm olan Allah'ın hikmeti baliğasıdır. Bundaki esrarı ehlullah bilirler. O halde bir kulun bulunduğu halden başka bir hale geçirilmesini istemek Allah'ın ihtiyar ettiğinden başka bir hal ihtiyar etmektir.

 

(Taha:50)

 

أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى

 

dervişliğin bir vasfı da: "Batın ve zahirde kendilerine bir mülk, malikiyet müşahede etmemelidir."

 

Hasan-ı Şazeli (r.a.) demiş ki: "Batın ve zahirden sakın bir şey için mülk davasında bulunma. Çünkü hakikatte mülk iddia eden bir kul mü'min değildir." Zira Allahu Teâlâ: "Allah mü'minlerden nefislerini ve mallarını cennet karşılığında satın aldı." ayet-i kerimesinde buyrulduğu gibi mü'min nefsini Allahu Teâlâ'ya satmıştır. Demek ki Allahu Teâlâ'ya ait olan şeylerde Allah ile nizası kalmamıştır. O halde senin imanını soyacak bir davadan nefsini muhafaza et ve edebe riayet eyle. Zira her hayrın kapısı budur. Mücadele etme, helak olursun.

 

Yine kulluğun bir vasfı da: "Kendine gelen her şeyi ubudiyet yani kulluk yolu ile ve zül ve hudu ile görecek. Ve yaptığı taatleri hep noksan ve edep azlığı ile yapılmış olarak müşahade edecektir." (En'am: 91)

 

وَمَا قَدَرُواْ اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ

 

âyeti veçhile. "Ve Allah'ın affı olmasa yaptığım ibadetler noksandır, cezaya müstahak iken Allah affı ile kabul etsin." demelidir.

 

Bir vasfı da: "Dinine en ihtiyatlı olanı almak, böylece müçtehit imamların ihtilafından mümkün olduğu kadar kurtulmaktır." Bu sebeble başka bir mezhepte vacip olan ve kendi mezhebinde sünnet olan bir ibadeti terke boş vermemeli, yani her halde işlemeli ve başkasının haram saydığı ve kendi mezhebinde mekruh olan bir iş işlememeli, meselâ Şafiî meshebinde ise başını kaplayıp meshetmeli, Hanefî ise tenasül aletine eli dokunmuşsa tekrar abdest almalı. Binaenaleyh 4 mezhebin kabul ettiği ibadetleri yapmalı; Âriflerin mezhebi budur.

 

Sünneti terk eden, sanki vacibi terk etmiş gibi tevbe etmeli; çünkü Allah'a ne kadar marifeti artarsa emir ve nehiylerine saygısı artar, ne kadar Allah'tan uzaklaşırsa o nispette de gevşek davranır.

Evliya, diğerlerine; ilmi ile amel etmek yönünden temayüz ettiler, üstün geldiler. Ve bunun sonucu olarak da Allah'ı bilmek ve anlamak hususunda diğerlerinden ayrıldılar. Buna rağmen ârif-i billâh olan âlimler ilim ve anlayışlarını küçük gördüler. Çünkü bunlar kendilerinden daha üstün anlayan ve bilen âlimler olduğunu biliyorlardı. Esasen böylece rütbelerde yükselmek ve sivrilmek olmasa idi her namaz kılıp oruç tutanın da Hazret-i Ebû Bekir Sıddık (r.a.) gibi olması lâzım gelirdi. Zira onun yaptığını kendisi de yapıyor, hâlbuki Ebû Bekir'in imanı sakaleynin (İnsanlar ile cinlerin) imanı ile tartılırsa o ağır gelir, buyrulmuştur. Allahu Teâlâ da (Mücadele: 11)

 

يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ

 

buyurmuştur. Evliyanın ilmine diğerleri hiç iştirak edemezler. Nitekim İmam-ı Şarani Hazretleri'nin şeyhi Aliyyül Havvas Hazretleri Fatiha Sûresi'nin şerhinde -999- ilim zikretmiştir. Bunların çoğunu "Tenbihülağbiya alâ katretin min bahr-i Ülûmil Evliya" adındaki kitabında bildirmiştir. Şu halde bunu bildinse ehlullah olan evliyaya teslim olmak lâzımdır. Şunu da bil ki ehlullahın yolu tamamı ile Kur'an ve sünnete muvafıktır. Kitap ve sünnet dışına çıkan her şey sıratı müstakimden yani doğru yoldan çıkmış ve sapmıştır. Evliya şeriatın esrarını bilirlerdi de saim (oruçlu), kaim (gece ibadet eder), zakir ve takva sahibi olurlar, Allah'tan korkarlar ve titrerlerdi. Nitekim Ebû Bekir Şibli Hazretleri'ne şeyhi demiş ki: "Evlâdım dikkat et eğer bu cumadan gelecek cumaya kadar hatırına Allah'tan başka bir şey geliyorsa o halde senden hayır gelmez. Boş yere bize devam etme ve yorulma, bize mürit olamazsın." demiştir.

 

Hasan-ı Basri (r.a.) demiş ki: "Sırr-ı Sakati'den daha akid kimse görmedim. 98 yaşına geldi ve bir gün yatağa yattığını görmedim. Ancak ölüm hastalığında yattı."

 

Şeyh İzzedin ibn-i Abdüsselâm demiş ki: "Dervişlerin yolunun doğru sıhhati olduğuna delil şudur ki: Bunların kerametleri çok olur. Hâlbuki dervişliği olmayan zahir hocaları şeyhülislâm bile olsalar ellerinden keramet zahir olmaz. Dervişlerin kerametlerine inanmayan da bereketlerinden mahrum kalır. Bu itibarla tasavvuf erbabı şeriatın temelleri üzerinde sabit kalmışlardır. O halde amelsiz ilim toplamaktan sakın. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuş ki: 'Bir kimsenin ilmi artar da hidayeti yani ameli artmazsa Allah'tan uzaklaşması artar.' Sana amel müyesser olmaz, ta ki batınını temizlemedikçe. Binaenaleyh seni sevap yola delâlet edecek bir zatı bul intisap et."

 

Ve yine dervişliğin bir sıfatı da: Daima öğrenmeyle meşgul olmayıp ilimden başkaca da gece kıyamı; yani gece kalkıp namaz kılma, ibadet etmek ve mümkün olduğu kadar sadakalar vermek ve halka ezayı terk etmekle de meşgul olmalı. Gece kıyamı da, efdal olan seher vakitlerinde teheccüt kılmak, istiğfar etmek ve cuma geceleri salâvat-ı şerife ve Kur'ân tilâveti gibi ibadetlerle uğraşmaktır. İmam Ebû Hanîfe'yi (r.a.) vefatından sonra rüyada görmüşler de, "Allah sana ne yaptı?" demişler. Demiş ki: "Heyhat! İlmimden dolayı kurtulamadım; çünkü ilmin şartları ve afetleri var, bunlardan halâs olan çok az oluyor. Ancak Cenâb-ı Hakk beni sabah ve akşam çektiğim tesbihlerim sebebi ile mağfiret etti." Dervişin öğreneceği ilim kendisinden dünya ve âhirette ayrılmayacak ilim olmalıdır ki bu da Allah'a ve sıfatlarına ve esmasına ait olan ilimlerdir. Ve Allah'la edep ile olmaktır. Yoksa dünya muamelâtına ait olan ilimler ölürken geride bırakılan ilimlerdir. Ehlullaha her şey keşfedilmiş olduğundan ömürlerini en nefis ilimlere sarf ederler. Halkın elindeki ilimler ehlullahın ilmi yanında okyanustan bir katre olamaz. Buna dair numuneyi yukarıda bahsi geçen "Tenbih-ül Ağbiya" kitabında verdim. Ben o zevki tatmazdan evvel bütün ilimleri kütüphanedeki kitaplardan ibaret zannederdim. Fakat vakta ki Nil Sahili'nde bir gün gezerken gökyüzünde bir âyet yazıldı, ondan bütün ilimlerin doğduğunu ve Kur'ân ve Hadislerin manalarının zahir olduğunu görünce evliyanın ne büyük ilimlere mazhar olduğunu yakinen anladım. Nitekim İmam-ı Ali (r.a.) "Besmele'nin Be'sinin manasından bir deve yükü ilim çıkarırım." buyurmuştur. İmam-ı Ebû Hanîfe (r.a.)'ın elli sene akşam abdesti ile sabah namazı Kılması da ömrünü mesele ezberlemeye harcamayıp bütün geceyi ibadetle geçirdiğini göstermektedir. Ve yine dervişin halktan iffetini muhafaza edecek bir sanat ile ve bir iş ile uğraşması efdaldir. Ve ehem yani en mühim olan ilimleri tercih etmelidir. Ve devamlı Allahu Teâlâ'ya ikbal yani yönelmek üzerimize farz olup, (Zariyat: 56)

 

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

 

ayeti ile emredildiğinden bilhassa namazda huzurda bulunmaya çok dikkat lâzımdır.

 

Şarani Hazretleri diyor ki: "Yukarıdan beri verdiğim izahatı bildinse, o halde seri bir delili yok iken zikrullah için toplanıp topluca zikir yapanların bu toplantısı bid'at diye fetva veren hoca cahildir, ahmaktır, Allah'ın Rahmetinden kovulmuştur ve mel'undur. Nitekim bu şekilde fetva verişi de bu hadde matrut yani kovulmuş ve mel'un olduğuna delâlet eder. Çünkü o müftü şayet Allah'a yaklaşmış kişilerden olsa idi bu şekilde hiç konuşmaz ve böyle fetva vermezdi. Bunu anla, bir kul Allah'ın zikrini yapmaksızın sabretmeye nasıl kadir olabilir. O zikir kalbin hayatı ve ruhudur. Balık için su ne ise insan için de zikir öyledir. Nitekim Buhari ve diğer hadis kitaplarında yazılı hadis-i şerifde: 'Rabbini zikreden diri ve zikretmeyen ölü gibidir.' buyrulmuş. Allahu Teâlâ da hadis-i kutsisinde: 'Ben, beni zikredenin beraberinde otururum ve kulum beni zikrettiği ve dudakları hareket ettiği müddetçe ben kulumla beraberim.' buyurmuştur. Binaenaleyh himmet ve mürüvveti bulunmayıp da zikreden cemaati bid'at sanan cahiller. Allah'ın nasıl Celisi olabilirler? Olamazlar." buyurmuştur.

Gezi