Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 17
Taceddin-i Sübki (r.a.) demiş ki: "Evliyaları inkâr ile müptelâ olan kimselerden felah bulunanı görmedik, Muhakkak sui hateme ile dünyadan göçerler."
Müritlerin bir vasfı da: Tarikata girmeden ilm-i zahirde ilerlemiş ve ehl-i sünnet akidesine dair akait kitaplarından okumuş olması ve bilmesi lâzımdır. Yoksa zındıkaya düşer. Nefsini diğerlerinden üstün görmemeli. Bütün ef'al ve ahvalinde nefsini töhmetlendirmeli, yani suçlamalıdır. Ve bütün insanların ezasına tahammül eylemelidir. Çünkü mü'minlerin dünyada devlet ve saltanatı olmamalıdır. Dünya amel ve meşakkatlerle kederlere tahammül evidir. Onun için peygamberlere uyup ezaya tahammül eylemelidir. Halkın meth-ü zemmine iltifat eylememelidir. Sonuç âhirette alınacaktır.
Şarani Hazretleri buyuruyor ki: "Bir kere Hakk Teâlâ lisanı ile hatiften (gaipten gelen ses) işittim ki: 'Her kim bütün işlerin benden olduğuna müşahede ederse o halde bulmak veya bulmamaktan dolayı hiç üzülmez. Ve benim huzurumdan çıkana düşmanlarımı musallat ederim. O zaman kimseyi suçlamayıp kendi nefsini kınasın.' Ve yine kimseye karşı fayda veya zarar yapmanın kendi elinde olmadığını ancak Allah' ta olduğunu bilmeli. Bilfarz büyük halk kitlesini irşat etse onları yetiştirse, bunları hidayette kendine hiçbir nispet ve hisse vermemeli; çünkü (Kasas:56)
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء
ayet-i Kerimesini bilmelidir
Her zamanın ehli için yeni manevî hastalıklar vardır ki, geçmiş zamanlarınkine benzemez. Bunu nefesler sahipleri olan ehlullah görürler de her yanlarına gelen oturan müritlerin haklarını verirler ve hangilerinin fethi ve keşfi kendi elinden olacağını bilirler ve hatta böyle müritlerini daha ana karnından itibaren gözetirler. Nitekim böyle ana karnından itibaren müridini izleyen şeyhler çok olmuştur."
Ve yine müritlerin adabından biri de: Kendilerinden zuhura gelen keşifleri izhar etmemeli, ta ki Allahu Teâlâ vücuda onu izhar edinceye kadar sükût etmelidir.
Yine müritliğin vasfından birisi de: Peygamberimize (s.a.v.) nefse ağır gelen ef'alde iktida etmelidir yani uymalıdır: Gece kıyamı ki teheccüde kalkmak. Ve halkın haksız ezalarına tahammül etmek ve emsali gibi. Ve Peygamberimize uymayı hafif işlere hasretmemeli. Meselâ misvak kullanmak gibi hafif sünnetlerle iktifa etmeyip nefse ağır ve meşakkatli olanlarda da iktida etmelidir.
Abid yani kul, esma-i ilahiye arasında esirlikten kurtulamaz. Bir isim bırakınca derhal diğer bir esma onu karşılar ve yakalar; bu şekilde devam eder. Kul Allahu Teâlâ'nın iradeyi sabıkasında yani ezeldeki iradesinde yazılmış olan emirlerine batında ve zahirde muhalefet edemez. Bütün mahlûkat kazayı sabık yani ruh âleminde iken hakkımızda verilmiş hüküm dairesinden ve kahr-ı ilâhiden dışarı çıkamazlar. (İnsan: 3)
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
ayeti delildir. HaIka âsî ve muhalif denmesi emr-i zahir hasebiyledir. Bunu bilmekle beraber bize teklif olunan emirleri yerine getirmeye çalışacağız. Binaenaleyh abid kaderin tasarrufu altında olduğundan, kula lâyık olan aczini ve Allah'a karşı bütün muamelelerinde kusurlu olduğunu itiraf etmesidir. Bu itibarla "Sana gelen Her güzel şey Allah'tandır ve sana gelen kötülükler de nefsindendir." (Nisa: 79) âyet-i kerimesinde Allah'tan murad yaratması ve icadı ve nefisten murad da izafe ve isnad itibarı iledir. Yoksa Allahu Teâlâ'nın mülkünde tasarruf edemeyeceği ve murad edemeyeceği bir şey yoktur. Binaenaleyh bütün peygamberler kötü işleri nefislerine ve güzelleri edeben Allah'a isnad etmişlerdir. Nitekim Hızır (a.s.), (Kehf: 79)
فَأَرَدتُّ أَنْ أَعِيبَهَا
diyerek gemiyi ayıplamak istedim diye ayıbı nefsine izafe etti ve
(Kehf: 82) DİKKAT YAZDIĞI AYET BULUNAMADI
âyetinde de güzellikleri Rabbisine izafe etti. Bu sebele Resûl-i Ekrem (s.a.v.) "Allah kaza ve kaderini icra etmek murad ederse akıl sahiplerinin akıllarını soyar hükmünü infaz ettikten sonra akıllarını iade eder." buyurmakla bunu teyit etmiştir. O halde daima Allahu Teâlâ'nın kullarına karşı hüccet-i baliğası vardır, ilim malûma tabidir. Bu sebeple kula bütün hallerinde acz-ü taksirini itiraf etmek en uygunudur. Ve yine bu sebepledir ki ehl-i tebettül olmalı yani mahlûkattan kesilip Allahu Teâlâ'ya iltica etmelidir.
(Müzemmil: 8)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
ayeti mucibince Resûlullah (s.a.v.)'den irsen yani miras yolu ile intikal eden budur. "Olacaklar yazıldı, kalem kurudu." buyrulmuştur,
(Zariyat: 50)
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ
ayet-i kerimesinde firardan maksat cehaletten ilme kaçmaktır. Yoksa Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Ve teslim en selâmet ve çıkar yoldur. Kul seyyidinin nimetlerine mukabele edemez, devamlı müflistir. Bütün ef'ali de Allah'ın yaratmasıdır. Vazifesi seyyidinin emrine imtisal ve nehyettiklerinden kaçınmaktır. Binaenaleyh elinden vaki olan bütün ibadetler riya ve gaflet ile malûldür, onun için yaptığın ibadetlerde, geçmişteki ibadetlerin noksanlarını ikmali düşünme. Zira geçen geçmiştir. Şimdi hâlihazırda Allah'ın emrine imtisal et. (Zümer: 3)
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ
emrine uy, namazın daima noksansız olamaz. Eksiksiz namaz Resûlullah (s.a.v.)'e mahsustur. Şu halde daima noksan ve taksirini itiraf etmen en uygun olanıdır. Ehl-i istikamet ve kemâl olduğunu nasıl iddia edebilirsin? Seyyid-ül Mürselîn olan Peygamberimiz dahi "Sûre-i Hud ve kardeşleri saçımı ve sakalımı ağarttı, beni ihtiyarlattı." buyurmuştu. O halde zakirler tevekkül ehli olmalıdır. İhlâslı kullar, bütün işlerin Allah'ın elinde olduğunu, kulların ellerinde bir şey bulunmadığını bilirler. Bütün vasıtalar su borusu gibidirler, suyu akıtan başkasıdır. Muhlis kullar kendi zatları ve sıfatları ve bütün kâinatın Hakk Teâlâ'nın kabza-i kudretinde olduğunu ve Allah'ın dilediği gibi tasarruf ettiğini ve kudretinden hariç bir şey kalmadığını müşahede edip Allah'a teslim oldular. Bu itibarla da benlik davasından kurtuldular. Ve yine bu sebeple ehli edep bildiler ki Allahu Teâlâ kullarının maslahatlarını ve hangileri onların faydasına olacağını onlardan daha iyi bilir. Ve orada ifşa edilemeyecek esrar vardır. Hatta bazı ârifler istekte bulundular da onlara nida olundu ki: "Size bizim ihtiyar ettiğimiz, sizin nefsiniz için seçtiğinizden daha uygundur. O halde hükümlerimizin cereyanı altında sabredin." İbrâhim ibn-i Ethem (r.a.) demiş ki: "Gece teheccüde kalkmak nasip etmesini Allah'tan istedim; fakat gece kalkmak şöyle dursun üç gün sabah namazına bile kalkmadım, uyumuşum. Sonra Allah tarafından bana nida olundu ki: 'Bize kul ol rahat edersin. Eğer uyutursak uyu, eğer kaldırırsak kalk.' O zaman kul oldum, istirahat buldum."
Kasır olan kimsenin kendini her zaman zakir görmesi ve sayması da edebe aykırıdır. Çünkü hakikat üzere Allah'ı zikreden bunun yanında her şeyi unutur. Bununla beraber kâinatın hepsi zakirdir, zikirden hiç ayrılmazlar. Nitekim erbab-ı keşif bunu görürler, ben dahi (İmam-ı Şarani Hazretleri) bu hali bir akşam namazından başlayarak gecenin birinci üçte biri geçinceye kadar tattım da bütün kâinatın yüksek sesle tesbih seslerini işitir oldum. Aklımdan korkmaya başladım. Sonra Allahu Teâlâ rahmet etti, bana acıdı da perdemi kapattı. O zaman balığın: «Sübhanel Melikül Kuddüs, Rabbil Erzak ve Ekvat vel Hayvanat vel Nebatad» diye tesbihini de duydum. Bu tesbihi başkasından işitmemiştim... Binaenaleyh zakir, mezkûrun ilminde ilmi artmadıkça hakikatte o zakir değildir.
İmamı Şarani Hazretleri şu hitabıyla kitabı bitirmektedir: Bana rüyada Hakk'tan bir ses geldi, dedi ki: 'Hersözü toplayan şu sözümü dinle. Kulun gelecekte olacak bir iş işlemek veya terk etmek için hiç bir nefsinde hangisini seçeyim diye kalbini meşgul etmesine lüzum yoktur. Kula lâzım olan onun ellerinden meydana getirdiğimizin hakkını vermektir. Eğer elinden meydana getirdiğimiz taat ise, bundan dolayı hamd etsin. Ve o taatteki taksirinden ötürüde istiğfar etsin. Eğer elinden döktüğümüz şey masiyet ise, onu takdir ettiğimizden bize hamd etsin ve emrimize muhalefet irtikâb ettiğinden bize istiğfar etsin. Eğer elinden zuhur eden gaflet ve sehiv ve buna benzer şeylerse, ona lâyık hareket etmelidir. Böylece elinden zuhur eden ve cereyan edenler hakkında edeple hareketi sana yaklaştırdık.' demektedir."
KİTABÜL İBRİZ: Seyyid Abdülaziz Debbağ (r.a.)
Bu kitap tarafımızdan tercüme edilmişti, bazı noksanlarla basıldı, piyasada mevcuttur. Tamamı ehlullahın nail oldukları kerametler, harikulade haller ve İslâmiyet'in esrar ve hikmetlerine dair kıymetli bir kitaptır. Bu kitabın başında Abdülaziz Debbağ HazretIeri'nin üstadlarından aldığı zikir dersleri ve yine Hızır (a.s.)'dan aldığı ve her gün okuduğu 7800 zikirle velayete geçtiği izah edilmektedir. Kitabın buradaki izahatında Arapça aslı esas tutulmuştur.
Davud (a.s.) kendisini çok tesbih edici zannedermiş. Bir gün bir kurbağayı görmüş ki, daimi tesbihtedir. Hiç fasılasız tesbih etmektedir. Bunu görünce kendi halinden utanmış. Def-i hacet için helâya giden Şeyh Hazretleri'nin çok kere ibrikteki suyun ism-i celâl zikrini işiterek abdest bozmadan geri çıktığı ifade edilmektedir.
Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin kadrinin yüceliği ve bütün diğer peygamberler ve mahlûkatın Resûlullah Efendimizin nurundan yardım aldıkları, keşfi açılan velinin neler gördüğü ve göreceği çok güzel izah edilmektedir. Fethi açılan velilerin ileride hangi kâfir memleketlerinin İslâm olacaklarını anlayacağı ve zahiri ilmi olmayana fetih ve keşfin pek az vaki olacağı bildirilmektedir. Evliyaullah, mahcupların zatına bakarak sırrı taşımaya kabiliyetli görürse ona zikri telkin eder ve terbiye eder. Eğer takati yoksa yine telkin eder kimseyi reddetmez, takati olmayanlara zikir telkin etmenin faydası âhirette tezahür eder. Çünkü bütün diğer peygamberlerle ümmetleri Resûlullah Efendimizin bir omuzu arkasında ve Ümmet-i Muhammed de bir omuzu arkasında Liva-ül Hamd altına toplanacaklar. O zaman bu ümmetin velileri de birer bayrakla etbaını yani kendine tabi olmuş, uymuşları toplayacak; mücerret telkin ve zikri telâffuz edenler de girecek. Ve bununla da kalmayarak; Allah'a, kitaplara, meleklere ve peygamberlere imanı da şeyhinden öğrenecek... Ve sair bazı batıni faideleri de olacak diye zikrin mühim faydaları bildirilmektedir.
Esma-ül Hüsna'nın nurları ve hassalarından bahsedilmekte ve esma ve evrad; ârif şeyhten alınırsa zarar vermeyeceği, çünkü nuru ile birlikte vereceğinden şeytanın yaklaşamayacağı, ârif olmayan şeyhten alınırsa nursuz olacağından şeytanın vereceği, şeyhi mahcup ise müridin helak olacağı, Kur'ân okuyan kimseye zarar veremeyeceği, çünkü onun şeyhinin Resûlullah (s.a.v.) olduğu beyan edilmektedir.
Feth-i nuranî ile fethi zulmanî izah edilmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın Hakk ile nuru ve zulâm ile bâtılı halk ettiği ve her ikisine de ehil yarattığı, zulmet ehline o sahada ve Hakk ehline de o sahada fetih verdiği ve Hakk: Allah'a ve Allah'ın dilediğini işlemesine ve enbiya ve melâikesine ve rızasına imandır. Zulâm da: Küfür ve Allah'tan kesen her şeydir. "Dünya, fâni işler ve dünyadaki hadiseler de zulâmdır ve buna mutteferri olanlar müstesnadır." hadis-i şerifindeki lanet buna delildir, denmektedir. Ve ehl-i Hakk için 2 kısım fetih bulunduğu, Ravzayı Mutahhara'dan berzah kubbesine uzanan nurdan amudu da görecekleri, marifetullaha mani olan en büyük şeyin dünya sevgisi ve dünyanın süsüne ve yaldızlarına meyletmek olduğu ve uyanık iken Resûlullah Efendimizi görmenin cennete girmekten efdal olduğu, velinin namazı terk etmesinin mümkün olmadığı, sırrı velayet ile fetih başka başka şeyler olup, sırrı; Allahu Teâlâ kullarından istifa edip yükselttiği kimselere vereceği ve fethi açılanın gözünün gökleri ve yerleri göreceği, kulağı bir senelik yoldaki karıncanın sesini işiteceği ve binlerce kişinin bir anda seslerini işiteceği ve karıştırmayacağı, koklama hissinin de ve diğer duygularının da bu derece inkişaf edeceği ve feth-i kebir ehlinin, daima huzurda olduklarından geçmiş ve gelecek günahlarının affedileceği beyan edilmektedir.
Bazı kereler Fas'ın mezarlığında dolaşırken bazı nurların yerden çıkıp berzaha gittiği ve yerden bitmiş bir kamış gibi berzaha uzandığını görürüm ve bilirim ki bu nurlar orada yatan büyük velilerin nurlarıdır. Nitekim bu hal Peygamberimizin (s.a.v.)'in Kabr-i Şerif'inde de görülür. Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin iman nurunun amudu yani sütunu; Kabr-i Şerif'inden berzah kubbesine uzanır ki ruh-u tahiresi berzah kubbesindedir. Ve melekler kafile kafile gelip bu uzanan nur-u şerifi ziyaret ederler, mesh ederler. Hangi melâike ki bir sırdan aciz oldu veya bir işe tahammül edemedi veyahut bir makamda durmaktan usandı. O zaman bu nur-u şerife gelirler ve tavaf ederler ve tavaf etmekle yeni bir kuvvet-i kâmile ve cehd-i azim kazanırlar, yerlerine dönerler ve yine bir taife tavafı bitirirken diğer bir melâike taifesi gelir.
Bir gün ben şeyhimle Fas Mezarlığı'nda iken Medine tarafına dönmüş, Peygamberimizin Kabr-i Şerifine bakıyorduk, sonra da nur-u şerifine baktım; nur bana yaklaştı, bana iyice yaklaşınca içinde bir zat çıktı ki o Peygamberimiz (s.a.v.) idi. O zaman şeyhim Abdüllah-ül Bernavi Hazretleri bana dedi ki: "Evlâdım Abdülaziz, Allahu Teâlâ seni rahmeti ile cem etti ki o Rahmet-i Nebi (s.a.v.)'dir." artık bundan sonra şeytanlara oyuncak olmaktan korkum kalmadı.
Ehl-i cennetin dünyada zikri terk ettiklerine hasret çekip pişman olduklarını izah ederken hadis-i şerifte: "Ehl-i cennet hiç bir şeye hasret çekmezler, ancak dünyada zikirsiz geçen saatlerine acıyıp ne olaydı bu saatleri de zikirle geçirse idik diye hasret çekecekler." buyrulmuş ve diğer hadis-i şerifte de: "Bir kavim bir yerde otururlar da orada Allah'ı zikretmezler veya salâvat-ı şerife okumazlarsa her ne kadar cennete sevap için girmiş olsalar dahi bu zikirsiz ve salâvatsız geçen vakitlerine kıyamette hasret çekecekler." hadislerden başka Hazret-i Âişe (r.a.) validemizin rivayet ettiği şu hadis-i şerifte: "Âdemoğlu Allah'ı hayra zikretmeksizin dünyada geçen saatlerine muhakkak kıyamet gününde hasret çekecektir." hadis-i şerifleri ile zikir ve salâvat-ı şerifenin ehemmiyeti açıklanmaktadır.
Aliyyül Havvas Hazretleri'nin "Derer-ül Gavvas" ve yine "Kitab-ül Cebahir ve Dürer" adlı kitaplardan Seyyit Abdülvehab Şarani Hazretleri'nin istifade edip yazdığı mevzuumuza taalluk eden kısımlar:
Aliyyül Havvas Hazretlerine sordum: "Zakir zikirle meşgul iken yani halvette huzur halinde imiş gibi batın âleminde huzurda bulunurken meclisinde hazır olan insanlarla da görüşüp konuşabilir mi?" Buyurdu ki: "Bu husus gerek müptedi ve gerek müntehi için mümkün olmaz. Görmez misin ki Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Seyyid-il Mürselîn olmasına rağmen vahiy geldiği zaman huzurunda olanlardan kaybolur, ta ki vahiy kesilinceye kadar sohbetten kesilir. Vahiyden sonra avdet eder, meclisindekilerin sohbetine dönerdi. Kaldı ki vahiy esnasındaki hali bir melâike olan Cebrâil (a.s.)'la görüşmesidir. Düşün ki Hak Teâlâ ile muhatabı halinde ne derece müstağrak olacaktır."
Yine sordum: "Zakir, zikrin manaları ile meşgul olabilir mi?" Buyurdu ki: "Zikrin manaları ile meşgul olması lâyık değildir. Zakire vacip olan manasını düşünmeden kulluk yolu ile zikirle meşgul olmaktır. Böyle zikir yaparsa zikrin hususi tesirini görür."
Yine sordum: "O halde zakire vacip olan mezkûru murakabe etmek midir?" Buyurdu ki: "Evet, çünkü bazı kere mezkûr zakire gelir, fakat huzurda bulmazsa manevî medetinden mahrum kalır. Zira imdadını ancak huzurda olanlara verir."
Sordum: "Şeriat Allah'a vuslat ettirir mi?" buyurdu ki: "Hayır Allah'a vuslat ancak tariklerden bir tarike sülûk ile mümkün olur."
Defaatle işittim buyurdu ki: "Kul (âbid) nefsi fakir ve zelil olarak Rabbinin önüne kendini atarsa şeksiz ve şüphesiz rahmet olunmuştur. Tövbe kabul olunursa günahtan muhayyilede eser kalmaz, tamamı ile unutur. Nereden nasıl geldin, nereye ve nasıl gideceksin bunu bilmeye çalış. Âdem (a.s.)'ın girdiği berzah cenneti olup oradan dünyaya indiğini ve el'an âriflerin bu cennete ruhları ile girdiklerini, duanın bizatihi ibadet olduğundan asla terk edilmeyeceğini, zikrullahtan veya cemaatle namazdan insanı dünyaya ait bir şey alıkoyarsa o şeyi tasadduk etmenin kefaret olacağını bil."
Hadis-i şerifte buyrulmuş ki: "Namaz vakti girince melekler, ey Âdemoğlu yaktığınız ateşi söndürmek üzere kalkınız da söndürünüz, derler". Namaz kılarken mü'minin keşfi açılsa, namaza başlayınca kıyam ve rükûda iken günahlarının sağına ve soluna döküldüklerini ve secdeye tertemiz, günahsız indiğini görecektir. Namazın her vakit tekrarlanmasının hikmeti de: İki namaz arasındaki günahlar gafletler (zikirsiz geçen boş vakitler) ve şehvetlerin günahları temizlenmesi için de her günahlar dökülmektedir."
Hasan-ı Şazeli Hazretleri: "Her kim ehlullahın ilimleri olan ilm-i billâh ve tasavvufla meşgul olmazsa kebair de ısrar üzere ölür de farkında olamaz." buyurmuştur.
(Ankebut: 45)
وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ
ayetinin manâsı: "Sizin Allah ismi ile zikir yapmanız, diğer esma ile zikirden ekberdir."
"Âbid veya Allah'ı çok zikreden ve müteverri, yani ileri derecede takva sahibi olup da hal-i hayr üzere iken şerre tebdil eden veya tembellik arız olan veya bu halini terk eden ihvanımıza irşad etmek üzere ahid aldık. Çünkü bidayette iyi halde olup bilahare bozulanlar, bu tehlikeye maruzdurlar, zira bu zamanda hüküm çokluğadır. Bu zamanda ise hayır ehli daima azalmakta şer ehli çoğalmaktadır. Kıyamete kadar böyle gidecek binaenaleyh âbid, zakir ve takva ehli olanlara vacip olan, dininden kazandığı bu hallerin zevalinden korkmalıdır. Çünkü bu iyi hallerin kendisine kalması ve devamı zaman ehlinin hali hilafınadır."1
Ey kardeş bil ki zakir olan kimse Allahu Teâlâ'nın celîsidir yani yanında oturuyor sayılır, hadis-i şerifle sabittir. Allah'ın meclisinde oturmaya her kişi layık olamaz. Bu oturuş yani Hakk'ın huzurunda kalmak huzur ehlinin büyüklerine mahsustur. Nasıl ki herkes dünya padişahının huzurunda bulunmaya hevesli olduğu halde buna nail olamazlar. Gayb âlemi ehli de böyledir. Hakkın celisi olmak herkese nasip olmaz.
"Cenâb-ı Hakk'ın hakkını kendimizin hakkına tercih etmeliyiz." bahsinde, İmam-ı Şârani Hazretleri buyuruyor ki: "O gün sabah namazını cemaatle eda etmiş olan kimseye eza etmekten incitmekten sakınmamız lâzımdır. Hatta meşhur zalim Haccâc bile sabah namazını cemaatle o gün kılmış olanlara zulüm yapamaz ve öldürmezdi ve 'Bu kimse sabah namazını bu gün cemaatle kıldığından Allah'ın zimmetindedir, koruyucusu O'dur.' der, ezadan çekinirdi."
Uykuya yatarken abdestli yatmakla zahir temizliğimizi yaptığımız gibi, batıni temizlik üzerine de uyumamız lâzımdır. Meselâ uyurken, haset, aldatmak, kibir veya Allah'ın takdirine kızmak gibi kötü bir ahlâkla uyumaktan kaçınmalıdır. Bilhassa batınımızı en çok kirleten dünya sevgisidir. İsa (a.s.)'ın, "Dünya sevgisi her günahın başıdır." buyurduğunu unutmamalı. Aliyyül Havvas Hazretleri de: "Dünya muhabbeti üzerine ölen, Allah'ın buğuz ettiği kişilerle haşrolunur." buyurmuştur. Hadis-i şerifte: "Kişi dostunun dini üzerine haşrolunur." buyrulmuş olduğundan sizler kiminle dostluk kurduğunuza dikkat ediniz. O halde ey kardeş her sabah ve akşam dünya muhabbetinden tövbe et. Boş verip de tövbeyi unutma.
Gecelerin sülüs-ü âhirinde yani gecenin son üçte birinde ve cuma gecesi ile Şaban'ın 15'nci gecesi olan Berat gecesi ve Kadir gecelerinin tamamında asla uyumayarak ihya etmeliyiz. Ancak uyku galebe eder de otururken elimizde olmayarak sızıp uyumak müstesnadır. Çünkü bu gecelerde Hakk Teâlâ'nın tecellisi vardır. İmam-ı Süneyd tefsirinde diyor ki: "Allahu Teâlâ her gecenin son üçte birinde (Sülüs-ü âhir) tecelli eder. Cuma gecesi ise perşembe günü güneş battıktan sonra cuma sabahı, imam sabah namazından çıkıncaya kadar devam eder. Bir dervişe bu vakitlerde uyumak çok çirkindir. Zira bu vakitler sultan-ı a'zam olan Allahu Teâlâ'nın mevkipleridir. Bu zamanlarda uyuyup da sonra hacetlerinin kaza edilmesi için dua etmek sultanın mevkibi dağıldıktan sonra müracaat edipte "bu gün geçti gelecek mevkibi bekle" diye cevap alan kimseye benzer. Âlem-i gaybın tertibi de âlem-i şahadete benzer. Bunlar padişahın perde arkasında huzurunda bulunanlara mahsustur. Fakat erbâb-ı kulûb olan yani gönül ehli bulunan veliler ise kalpleri ile perdeleri delerek huzur-u ilâhiye girerler ve yine ıstırap ashabının duaları her zaman makbuldür.
O halde ey kardeş, bu kıymetli geceleri uyku ile geçirme ve yapacağın dualar da âhiret işlerine ait isteklere ve Müslümanların maslahatlarına taalluk etsin.
1 "Ei-Bahr'ül-Mevrud Fi'l-Mevasiki ve'l Uhud",Şarani Hazretleri'nin, S. 77