Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 30

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 30

 

Hanefi fukahasından meşhur "Reddül-Muhtar ale'd-Dürr'il-Muhtar Şerh-ü Tenvîr'il-Ebsâr" kitabının sahibi İbn-i Abidin Hazretleri kitabının birinci cildi 690'ncı sahifesinde "Zikrullahta sesi yükseltmek" faslında hulasaten diyor ki, İmam-ı Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri

 

اِنْ ذَکَرَنى في مَلَأٍ ذَکَرْتُهُ فى مَلَأٍ خَيْرٍ مِنْهُمْ

 

hadis-i kutsisinden istidlal ederek cehren de zikir yapılabileceğini ve gizli ve aşikâre yapılmasının, kişilerin ve hallerin değişmesine göre değişeceğini bildirdikten sonra diyor ki: "Riya korkusu veya namaz kılanların ve uyuyanların incinmesi endişesi varsa gizli zikir yapmalı fakat böyle sakıncalar yoksa cehren zikir efdaldir. Çünkü ondaki amel çok fazladır ve faydası da dinleyenlere geçer ve uykuyu giderir, aşkı, heyecanı arttırır." demekte ve ilâve olarak da: "Selef ve halef uleması, mescitlerde vesair yerlerde cemaatle zikrin müstahab olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak bunların cehren zikirleri uyuyanı, namaz kılanları ve okuyanları teşviş ediyorsa o zaman müstesnadır." demektedir.

 

"Ey efendi! Ehlullah (r.a.) demişler ki: 'Her kim Allah'ı zikrederse o, Rabbinden nur ve kalbinden itmi'nan ve düşmanından selâmet üzeredir.' Yine dediler ki: 'Zikrullah, ruhun taamıdır ve Allahu Teâlâ'yı sena etmek ruhun içeceği ve Allah'tan hayâ da ruhun elbisesidir.' Havâdis-i kevniye yani kâinattaki olaylar Allah'ın kaza ve kaderi ile meydana gelirler ve ona gerek kalp ve gerekse lisanları ile muarız olamazlar.

 

İbn-i Abbas (r.a.) dedi ki: 'Kalbinde şeytan bulunmayan mü'min yoktur. Fakat o mü'min Allah'ı zikrederse şeytan geriler, Allah'ı unutursa vesvese vermeğe başlar.' hadis-i şerifte: 'Allah'ı o kadar zikrediniz ki görenler deli sansınlar.' buyrulmuştur. Her gün ölüm melâikesi önümüzden ve arkamızdan: 'Nerede olursanız ölüm size yetişir.' diye bağırır. Hâlbuki biz gafletlerimizin cehaletinde ve şehvetlerimizin sarhoşluğunda boğulmaktayız.

 

Ey kardeş! Ömür kısadır, sarraf keskindir yani âhirette hesaba çekildiğimizde Cenâb-ı Hakk, amellerimizin ihlâslı ve ihlâssızını pekiyi ayırır. Ve dönüş Allah'adır.

Ey nefesleri sayılı olan kişi,

Muhakkak bir gün bu sayı tükenecek.

Elbette bir gün, gecesiz kalacak veyahut gece öleceksin de yarını görmeyeceksin."1

 

Ahmed Rufai Hazretleri; cehri ve hafi tarikatların Resûlullah Efendimizden ne şekilde alındığını, Gümüşhaneli Hazretleri'nin beyanlarında geçtiği gibi anlattığından o kısmı yazmadık. Daha sonra buyuruyor ki: "Siz de ehlullahın Allah'la olan muameleleri gibi muamele yapınız, ehlullah kavmi ile aranızda nispet husule gelsin... Halkalar yapınız zikir meclisleri açınız, zikir ve semamız esnasında size ihlâs şimşekleri çaksın. Zikir esnasında ağaç dallarının kendiliğinden değil rüzgârın tesiri ile sallandığı gibi zakirler de sallanırlar ve «La ilahe illallah» derler, kalpleri Allah'tan başkası ile meşgul olmaz, Allah derler de başkasına tapmazlar. Hû derler ancak onunla övünürler başkası ile değil. Binaenaleyh zikirlerle himmetinizi yükseltiniz."

 

Yine Ahmed Rufai Hazretleri buyuruyor ki: "Ey kardeş! Diyebilirsin ki zikir ibadettir. Fakat zikir halkasında âşıkların kelâmları ve salihlerin isimleri de söyleniyor, bunu gerektiren nedir? Buna karşı deriz ki: Namaz en büyük ibadettir. Onda Allah'ın kelamı okunduğu gibi vaat ve vaît yani cennet müjdeleri ve cehennem azabının dehşeti bahsedildiği gibi tahiyatta da

 

اَلسّلامُ عَلَيْكَ اَتِهُاَالَنّبِىُّاَسَّلامُ عَلَيْناَ وَعَلى

 

diye Peygamberimize kendimize ve salih kullara da selâm veririz. Bunlarla namaz kılan başkalarını da namaza sokmakla şirk etmiş olmadığı gibi ibadet döşeğinden de taşra çıkmamış ve kulluk sınırını da aşmamıştır. İşte bunun gibi zikir halkasındaki zikri idare eden kişinin gazeller okuyarak, Allah'ın vuslatından bahsettiği esnada, zakirin de Rabbine vuslatı istemesi ne güzeldir: 'Her kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever.' hadis-i şerifi de bunu terkip eder."

 

"Serhalka olan kişi firakı zikrederse bunu dinleyen zakir de ölüme karşı hazırlanır, dünya muhabbetinden vazgeçer. 'Dünyayı sevmek her günahın başıdır.' hadis-i şerifi mucibince. Yine salihleri andığı Vakitte, Allah'ın dostlarını sevmekle Allah'a yaklaşır. İşte bütün bunlar mahlûkatın nefesleri sayısınca Allah'a giden yollardır."

 

"Yol açıktır, namaz, oruç, hacc, zekât, tevhid ve Resûlullah (s.a.v.) risaletine şehadettir ki erkânın evveli budur. Haramlardan sakınmaktır ki mü'minin Allah ile hali budur ve işte bu, tariktir. Mü'minin Allah ile halinden geçenler gibi Allah'ı çok zikretmesidir. Zikrin edebi de azimetinde sadık olması ve huzu ve inkisarının kemâlde bulunması, tavırlarından soyunması ve ubudiyet kademi üzerinde halis ve iyice yer tutmuş olarak durmak, celâl örtüsüne bürünmektir ki o halde kendisini kâfir bir kişi bile görse, bu kimsenin masivadan sıdk-ı ihlâsla soyunmuş olarak Allah'ı zikrettiğine yakin kanaat getirmelidir ve zikir halinde kendisini gören herkesi heybet kaplamalıdır. Heybetin şimşeklerinden kendisini gören kimsenin kalbindeki kötü kanaat ve fikirler tarumar olmalıdır.

 

Ey efendiler! Size rahat vermeyecek şeylerle vakitlerinizi zayi etmeyiniz. Sizin geçen her nefesiniz muhakkak sizin sayılı nefeslerinizdir. Kendisi ile mağrur olduğunuz şeylerden yani dünyevî mallardan sakınınız. Vakitlerinizi ve kalplerinizi muhafaza ediniz çünkü en aziz şeyiniz vakit ve kalbinizdir, eğer vaktinizi ihmal eder, kalbinizi de zayi ederseniz gerçekten faydalarınız gitmiştir. Şunu da biliniz ki: Günahlar kalpleri köreltir, karartır ve kötüleştirir ve hastalandırır.

 

Ey efendiler! Zahir ve batın edeplerinizin hepsinde şeriatle olunuz. Çünkü gerçekten her hangi bir kişi zahir ve batında şeriatle olursa Allahu Teâlâ onun haz ve nasibi olur. Her kimin de haz ve nasibi Allah olursa o kimse kudretli padişah yanında sadakat ehlinden olur.

 

Ey efendiler! Sizden fâkihler ve âlimler, vaaz meclisleri yapar, dersler okutursunuz. Ahkâm-ı şer'iyeyi halka öğretirsiniz ve onları sakındırırsınız. Bu işlerinizde sakın elek gibi olmayın, şöyle ki: Temiz ince unu çıkarıp başkasına verir kendinde kepek kalır. Siz de bunun gibi ağzınızdan hikmet akıtırsınız halka söylersiniz; fakat kalbinizde gıl yani hainlik, gizli düşmanlığı bırakırsınız, o zaman da: 'İnsanlara birrü takva ile emredersiniz de kendi nefislerinizi unutuyor musunuz?' ayet-i kerimesi ile muaheze olunursunuz. Allahu Teâlâ bir kulunu severse ona nefsinin ayıplarını gösterir ve yine bir kulunu severse onun kalbine diğer mahlûkatı için merhamet ve şefkat kılar. Elini cömertliğe âdet edindirir, kalbine refet ve nefsine semahat verir ve ona nefsinin ayıplarını gösterir ki onları küçük görmesin ve 'Bu bir şey değildir.' demesin. Başkaları ferahlandığı zaman ârif mahzundur, ferahlanışı az ve ağlaması uzundur. Matlubu mahbubu olan Allahu Teâlâ'dır, bütün sıkıntısı ayıpları ve günahlarıdır.

 

Sünnet-i Muhammediye ile amel etmekten ve zül inkisar ehlinin ahlâkı ile ahlâklanmaktan daha sevgili ve vazıh ve en yaklaştırıcı başka bir amel bulmadım. Hayret ve iftikar da sevgili ameldir, Sıddık-ı ekber Seyyid Ebu Bekir (r.a.) derdi ki: 'Allah'a hamd olsun ki kendisine vuslatı ancak acizle kılmıştır, Allah'ı hakkı ile anlatmaktan aciz olduğunu bilmek, anlamaktır.' Rivayet olunmuş ki Cenâb-ı Hakk Musa (a.s.)'a: 'Ya Musa bana hazinelerimde bulunmayan bir şey ile gel.' buyurdu. Musa (a.s.): 'Ya Rabbi sen Rabbül-âleminsin senin hazinelerinde noksan ne var ki?' dedi. Cevaben Allahu Teâlâ buyurdu ki: 'Ya Musa, bil ki hazinelerim kibriya, izzet, celâl ve ceberutla doludur. Lâkin sen zül, inkisar ve meskenetle gel. Ben, Benim için kalbi kırık olanların yanındayım. Ya Musa! Bana yaklaşanlar bundan daha büyük bir şeyle yaklaşamadılar.'

 

Ey Efendi! Allah'a giden yol, kişinin başka bir şehre giden yolculuğu gibidir. Bu yolda iniş ve yokuşlar vardır, düz ve virajlar ve ova, dağlık ve yine susuz ve köysüz çöller veya suyu ve yeşilliği bol, sakinleri ve ağaçları çok, manzarası güzel yer vardır. Fakat gitmek istediğin şehir bunlardan ötededir. Şimdi kim ki yokuş ve inişten usanır da yolculuğu bırakırsa yahut uygun bir yere gelip rahata kavuşarak yahut virajların yorgunluğundan usanı; ovanın kolaylığı, dağlık yerin güçlüğü, çölün gussası ve susuzluğu veyahut yeşil bahçeliklerin su ve ağaçların manzarası ve sakinlerinin cana yakınlığına aldanıpta yolu bırakırsa maksuduna erişmeden yolda kalır. Fakat yoldaki bu tür haller ile meşgul olmaz da yolun şiddetine tahammül eder, lezzetlerinden yüz çevirir de devam ederse maksuduna erişir.

 

İşte Allah yoluna salik olan da böyledir. Eğer ahvalin zorlukları onu muhavvil'ül-ahval (Halleri değiştirmek kuvvetine sahip olan) Allah'tan döndürse ve yine halkın gösterdiği ikbal ve teveccüh sarhoşluğa mukallibül-kulub olan Allah'ından çevirirse garazını fevt etmiş olur; maksuduna ermeden kalır. Eğer yoldaki yokuşları, onların tatlı ve acı taraflarını terk edip arkasına atar da devam ederse muhakkak fevz-i azim ile maksuduna erer.

 

Ey Kardeş! Zahir ve batında şeriata mülâzemet etmeni tavsiye ederim. Yine Allah'ın zikrini unutmaktan kalbini muhafazayı, fakirlere, gariplere hizmet etmeyi, amel-i salihaya tembellenmeden ve usanmadan süratle teşebbüs eylemeni, Allah'ın rızasına kıyam etmeni, Allah kapısında durmanı, nefsine gece ibadet için kalkmayı âdet ettirmeni, amelde riyadan nefsini salim bulundurmanı, geçmiş günahlarına halvet ve celvetinde (tenhalıkta ve toplum içinde) ağlamanı tavsiye ederim.

 

Ey evlâdım! Dünya muhakkak hayaldir; onda bulunanlar zevaldir. Evlâdım, dünya oğullarının himmeti dünyalarıdır, âhiret oğullarının himmeti de âhiretleridir. Yalancı davalardan sakın. İtikadını sabit inanış yap. Şeytanın vesveseleri ile zihnini meşgul etme. Kötü arkadaşla yarenlikten nefsini sakındır; çünkü onunla arkadaşlık yarın kıyamet gününde pişmanlık ve teessüf vesilesi olur. Nasıl ki Cenâb-ı Hakk (Furkan: 28) 'Ne olaydı dünyada filan kişiyi dost tutmamış olsaydım.' âyetinde ve yine (Zuhruf: 38): 'Ne olaydı benimle o kötü arkadaş arasında iki doğu uzaklığı kadar mesafe bulunsa idi. Ne kötü arkadaşmış.' âyetlerinde âhiretteki pişmanlık hikâye buyrulduğu gibi nefsini kötü arkadaştan koru ki yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda bu iki geçen âyetlerle teessüf ederek yani yazıklanarak, üzülerek karşılaşmayasın. Orada pişmanlığın fayda vermez ve sözün dinlenmez.

 

Evlâdım, yediğini ifna ediyorsun, giydiğin eskiyor, yaptığın amellerle karşılaşacaksın. Allah'a yönelmek muhakkak olacaktır, dostlardan ayrılış gelecek vaaddir. Dünyanın evveli zaaf ve füturdur, ahiri de ölüm ve kuburdur. Dünyanın sakinleri kalsa idiler meskenleri harap olmazdı. O halde kalbini Allah'a bağla. Allah'tan gayriden yüz çevir. Bütün hallerinde Allah'a teslim ol fukara yani dervişler yolundaki sülûkunu tevazu ile yap, şeriat kademesi üzere hizmete doğru ol. Niyetini vesvas pisliğinden muhafaza et. Kalbini insanlara meyletmeden tut, bırakma. Allah kapısından kuru ekmek ve tuzlu su ye iç de başkasının kapısından taze et ve bal yeme, şeriat yoluyla helâl kazançtan kendine bir geçim sebebi edin de sebep ile hileyi terk et."

 

"Allahu Teâlâ'nın gizli ve aşikârda zikrini çok yapmağa devam etmek için Resûlullah (s.a.v.) den ahid aldık; lâfzan zikri terk etmeyeceğiz ta ki bütün hallerimizde Allahu Teâlâ ile huzurda bulunmak halinin devam etmesi husule gelinceye kadar ki, devamlı zikrin meyvesi budur. Zakir, âlemdeki fertleri yavaş, yavaş, teker teker unutur, o mertebeye varır ki, bunlardan hepsini de görmesi perdelenir ancak Allah'tan başka bir şey görmez olur. Sonra nefsini görmesi de perdelenir de nefsi de incele incele zerre gibi kalır, bilâhare o da kaybolur. Bu makam gerçekleşince ona: 'Âlemdeki varlıkları görmeğe dön ve başla ve onlarda durulmuş olan hakikatlere bak, çünkü onların hepsi o hakikatlere delildirler. Âlemdeki bu hakikatleri müşahededen perdelendiğin nispetinde benim marifetimden de perdelendin.' buyrulur. Bunun üzerine Allah'ın marifetinden sonra âlemdeki fertlerin marifetine birer birer döner. O zaman görür ki âlemde ne varsa hepsinin üstünde esmanın hâkim olduğunu görür."2

 

İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî (k.s.) Hazretleri, kelime-i tevhidin fezailinden bahsederken buyuruyor ki: "Allahu Teâlâ'nın öfkesini söndürmekte «La ilahe illallah» güzel sözünden daha tesirli bir söz yoktur. Bu Kelime-i Tayyibe (güzel söz) cehenneme girmeye sebep olan öfkeyi söndürdüğüne göre, diğer öfkeler bundan küçük olduklarından onları muhakkak söndürür. Nasıl söndürmesin ve teskin etmesin ki bir kul bu güzel kelimeyi bir miktar tekrar eylemekle her şeyden yüzünü döndürmüş gerçek mabudumuz olan Allah'ı yönelme kıblesi yapmıştır. Hâlbuki Allah'ın öfkesine sebep ise daha önce kulun dünyaya ait birçok sevdiklerine muhabbet ederek onlara yönelmiş olması idi. O sakıncaları yani taptıkları masivayı ortadan kaldırınca Mevlâ'nın öfkesi zail oldu. Âhirette zahire kılınan doksan dokuz merhamet hazinesine bu kelime-i tayyibe anahtarıdır. Ve bunu okuyan bilir ki, küfür zulmetlerini ve şirk kederlerini def etmek için bu kelime-i tayyibeden başka şefaatçi yoktur.

 

'Bir kere «La ilahe illallah» diyen cennete girer.' hadis-i şerifine kısa görüşler hayret ederler. Bu kelime-i tayyibenin berekâtını bilmiyorlar. Bu fakir anladım ki; eğer âlemin tamamını bu kelime-i tayyibenin bir kere zikrine bahşiş olarak verseler ve cennete koysalar tahammülü vardır. Meşhurdur ki bu mukaddes kelimenin berekâtı eğer âlemin tamamına paylaştırılsa, ebediyyete kadar bütün insanların hepsini istifade ettirirdi... Dünyanın tamamı bu kelime-i tayyibe yanında hiç değer taşımaz. Bu kelimenin denizi yanında dünya bir damla bile olamaz. Bu kelime-i tayyibenin azametinin zuhuru derecesi, zikrin derecesi itibariyledir. Şöyle ki ne vakit ki bunu okuyanın derecesi yükseldikçe bu mukaddes kelimenin de azameti o nispette ziyade zuhura gelir.3

 

"İnsanın nefs-i emmaresi baş olmak (riyaset) ve mansıbı sevmek tabiatındadır. Bu sebeple bütün gayreti, emsali üzerine üstün olmaktır. İster ki herkes ona muhtaç olsun, buyruk ve yasaklarına boyun büksünler ve kendisi kimseye muhtaç olmasın; bu ise Tanrılık davasıdır. Allah'a ortak koşmaktır. Hadis-i kutside: 'Kendi nefsini düşman say. Çünkü o benim düşmanlığımı iltizam etmiştir.' Bu itibarla mansıp ve başkanlık, yücelik gibi haller Allah'ın düşmanı olan nefs-i emmareyi kuvvetlendirir, şenaatini artırır. Yine hadis-i kutside: 'Kibriya, nidam yani gömleğim, azamet de alt elbisemdir, her kim bana bu iki haslette ortak olmak isterse, onu ateşe atarım.'

 

Alçak dünya hevesatı, Cenâb-ı Hakk'ın buğuz ettiği şey olup nefsin arzularına dünya yardımcıdır. Düşmana yardım eden lanete müstahak olur. Fakirlik Hazret-i Muhammed (s.a.v.)'in övündüğüdür. Çünkü nefs-i emmarenin arzusuna nail olamayışı fakirlikte ve aczinin husul bulmasındadır. Peygamberlerin gönderilmesinde ve şer'i tekliflerden maksat ve hikmet de, Nefs-i emmarenin taciz ve tahribidir. Bütün şeriatlar nefsi hevâ ve arzuların def'i için gelmişlerdir. Bu itibarla ne kadar şeriata uygun amel edilirse o nispette hevâyı nefsanî yok olur, zail olur. Fakat şeriata uygun olmayan riyazatlar ve mücahedeler nefsanî olan hevâları yani arzuları daha arttırır ve kuvvet verir. Meselâ: Zekâttan bir kuruş vermek (Şeriat onu emretmiştir), bin altın kendiliğinden yani nafile sarf eylemekten ziyade, nefsi tahrip de faydalı ve müessirdir. Yine Ramazan bayramında şeriat hükmünce oruç tutmayıp taam yemek yıllarca nafile oruç tutmaktan hevâyı nefsi def etmekte ziyade faydalıdır. İki rekât sabah namazını cemaatle eda eylemek ki sünnetlerden bir sünneti yerine getirmek tamam senede nafile namaz ile kıyam göstermekten bir kaç mertebe üstündür. Eğer sabah namazını cemaatsiz eda ederse nefsini tezkiye edemez yani temizleyemez, vehim ve hayalden kurtaramaz. Bu nefs-i emmare marazını gidermek düşüncesinin, dünyadan ayrılıncaya kadar sürmesi zaruridir.

«La ilahe illallah» kelimeyi tayyibesi afak ve enfüsteki mâsivanın nefyi için konmuştur. Nefsin tezkiye ve temizlenmesinde çok faydalı ve en münasibidir. Tarikat uluları nefsin temizlenmesi için bu muazzam kelimeyi seçmişlerdir. Ne vakit ki nefse dik başlılık (serkeşlik) gelip ahdini nakız (sözünden cayma) gösterirse bu kelimeyi tekrar ile imanını yenilemesi lâzımdır. Resûlullah (s.a.v.): '«La ilahe illallah» sözü ile imanınızı yenileyiniz.' buyurmuştur. Şu halde bu kelimenin her vakit tekrarı lâzımdır. Zira nefs-i emmare her zaman kötü huyludur. Fırsat vermemelidir. Bu kelimenin faziletleri hakkında hadis-i şerifte: 'Eğer semavat ve arz bir kefeye ve bu kelime de diğer kefeye konsa bu kelimenin kefesi ağır gelir.' buyrulmuştur. 4

 

"Kalbin itminanı zikir ile olup nazar ve istidlal ile olamayacağına dair: Kalp itminanının yolu Allah'ın zikridir. Zikirde Cenâb-ı Hakk ile münasebet kazanılır ki, başka türlü münasebet kurmak mümkün değildir. Âlemlerin Rabbi ile toprak olan insan arasında ne münasebet vardır? Lakin zikirle, zakir ve mezkûr aralarında bir nevi alâka peyda olur ki muhabbeti icap eder. Zikirle muhabbet istila eder ki o zaman itminandan başka bir şey kalmaz ve kalp itminana erişince de ebedî devlete erişmiş olur.

 

Zikir yap ki, zikir sana candır. Kalbin paklığı Rahmân'ın zikrindendir."5

 

"Bütün vakitlerde Allah'ın zikri ile meşgul olmak lâzım geldiği beyanındadır: 5 vakitte namazı cemaatle eda ve namazın sünnetlerini de ihyadan sonra kendi vakitlerini Allah'ın zikrine sarf etmek gerektir. Gerek yemek ve gerek uyku ve gerek gelip gitmekte hâsılı her halde ondan başkası ile iştigal eylemek lâzım değildir. Şayet zikre bir gevşeklik gelirse sebebini tayin ettikten sonra bu kusuru gidermeye gayret ve Allahu Teâlâ'ya iltica ve tazarru ile yönelip bu zulmetin defini istemeli ve zikir telkin eden şeyhi de vasıta kılmalıdır.6

 

"Daha ne kadar kendi vücudun üzerine titreyerek gam ve gussadan kaçınırsın? Hâlbuki: 'Habibim sen de ve onlar da öleceksiniz.' âyet-i veçhile kendini ve cümleyi ölmüş bilip hissiz ve hareketsiz cemadat farz ve hayal eyle.

 

Bu kısa dünya ömrü fırsatında kalp marazını zikr-i kesir ile (çok zikir yaparak) izale eylemek fikri, mühim işlerin en ehemmiyetlisidir. Bu az müddet içinde Rabb-i Celîl olan Allah'ın zikri ile manevî illetin ilacı ve tedavisi en büyük maksatlardandır. Bu kalp ki hayır gelir ümidi ile başkalarına tutulmuştur. Yine bir ruh ki başkalarına meyletmiş ve kederlenmektedir, nefs-i emmare ondan daha iyidir. Bu halde olan bir kimse, bu haliyle kalbin selâmetini, ruhun halâsını nasıl ister? (İmam-ı Rabbani Hazretlerinin bu mektubu da başkalarına tutulmuş kalpten maksadı, Allah'tan başkasına yani masiva olan mal, evlât, kadın, mansıp ve bunlar gibi dünya metaına bağlananların kurtulması mümkün değildir; ancak bunları bırakıp Allah'a bağlanarak onun zikri ile kurtulabileceklerini beyan etmek istemektedir.)7

 

"Gençliği ganimet bilip 3 şey ile amel lâzımdır:

1 — Ehli Sünnet ve'l-cemaatin doğru ve isabetli reyi ile akidelerini düzeltmek.

2 — Ahkâm-ı şer'iyeyi fıkhiye gereğince amel.

3 — Tarikat-ı âliyeyi sofiyeye sülûk lâzımdır. Bu şekilde hareket eden fevz-ü azime nail olur. 8

 

"Molla Hüsnü'ye yazılmıştır ki, bu taife-i âliyenin muhabbetine teşvik ve onlarla oturanların şakilikten mahfuz olduğu beyanındadır. 'Kişi sevdiği ile beraberdir.' hükmünce onların muhabbetleri dahi onlar hükmündedir. Zira onların beraberinde oturanlar şekavetten mahfuzdur.

 

Hadiste varid oldu ki:

Hak Teâlâ'nın amellerimizi yazan meleklerinden başka melaikeleri vardır ki yollarda dolaşıp zikir ehlini ararlar. Bir taifeyi zikirde bulunca biri diğerini çağırır gelir, onları kanatları ile kuşatıp muhafaza edip çokluklarından göklere kadar erişirler. O zaman kulların halini bilen Allahu Teâlâ melaikeden sual eder ki:

'Benim kullarımı ne amelde gördünüz?'

Melekler derler ki:

'Hamd-ü sena edip zikrediyorlar. Seni tesbih ediyorlar.' Allahu Teâlâ buyurur ki:

'Onlar beni gördüler mi?'

Melekler:

'Görmediler'

Allah Buyurur:

'Eğer görseler ne halde olurlar idi?'

Melâike derler ki:

'Daha ziyade yaparlardı.'

Allahu Teâlâ:

'Onların benden istedikleri nedir?'

Melâike:

'Cennet istiyorlar.'

Cenâbı Hak:

'Onlar cenneti gördüler mi?' buyurunca.

Melekler:

'Hayır görmediler.'

Yine Allah buyurur:

'Görseler nasıl olurdu?'

Melekler:

'Daha ziyade zikirlerini artırırlardı ve senin cehenneminden de korkarlar.'

Allah (c.c.):

'Onlar cehennemi gördüler mi?'

Melâike:

'Görmediler.'

Cenâb-ı Hakk:

'Görseler nasıl olurdu?'

Melekler:

'Eğer görseler, ziyade sakınırlardı.'

Allahu Teâlâ:

'Ey Melekler, sizler şahit olunuz ki ben onları mağfiret ettim.'

Melâike:

'Ya Rabbi o zakirlerin meclisinde filân kimse zikir için gelmedi, dünyevi bir ihtiyaç için gelmişti, onu da mı affettin?'

Allahu Teâlâ:

'Onlar benim celislerimdir (benimle oturanlardır) hükmünce o zakirlerle oturanlar bedbaht olmazlar.'

 

Bundan anlaşılıyor ki: Bu zakirler taifesinin muhipleri yani onları sevenler dahi onlarla beraberdir. Her kim ki onlarla beraberdir şaki olamaz.9

 

"Hülâsa; âhiret kurtuluşu çok zikre bağlanmıştır. (Cuma: 10)

 

وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيراً لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

ayet-i kerimesi bu mananın şahididir. Şu halde çok zikir ile karar edip, her ne ki bu devlete aykırıdır; ona düşman olmak lâzımdır. Kurtuluşun ilâcı budur.10

 

" Malûm ola ki, şeyhlik ve hal ki Allahu Teâlâ'ya davet makamı ziyade yüce makamdır ki: 'Kavmi içindeki şeyh, ümmeti içindeki peygamber gibidir.' Sözünü duymuşsunuzdur. Hallerin ve makamların tafsilâtı ile bilinmesi, müşahedeler ve tecellilerin gerçek üzere anlaşılması, keşifler ve ilhamların husulü, tabirler ve vakaların zuhuru bu yüce makamın levazımındandır. Allahu Teâlâ'nın rızası, şeyhin rızasına bağlı ve yine Allah'ın gazabı ve kızgınlığı dahi şeyhin kızmasına ve öfkelenmesine bağlı olduğu biline."11

 

" Bilesiniz ki zikir, gafleti tard etmek yani kovmaktan ibarettir. Gerek başlangıçta ve nihayette olsun zahir için gafletten kurtulmaya çare olmadığından zahir de her vakit zikre muhtaçtır. Bazı vakitlerde zat ismi olan Allah isminin zikri ve bazı vakitlerde de nefy-i isbat olan «La ilahe illallah» zikri çok faydalı ve münasiptir. Kaldı ki batında dahi gafletin bütün kalkmasına kadar zikreylemek lâzımdır. Başka çare yoktur."12

 

"Ebû Hureyre (r.a.) dedi ki: 'Resûlullah (s.a.v.) den ben iki türlü ilim aldım. Onların birini sizin aranızda söyledim ve açıkladım, fakat ikinci ilmi açıklasam benim gırtlağımı keserler. O ilim, esrardır ki anlaşılması mümkün değildir.'"13

 

"Batın halisen Hakk subhanehu içindir. O halde kulların 3 hissesi Allah için ayrılmıştır ki batının tamamı ve zahirin de yarısıdır. Ve zahirin diğer yarısı olan bütün vücudun 4'te biri halkın haklarını eda için kaldı ve o hakları eda etmekte Allahu Teâlâ'nın emirlerine uymak vardır. O diğer yarı da Hakk'a raci olur.14

 

"«Lâ ilahe illallah» bir şeydir ki Allahu Teâlâ'nın öfkesini sakinleştirmekte bundan daha faydalı güzel bir söz yoktur. Bu kelime-i tayyibe cehenneme girmeye sebep olan öfkeyi sakinleştirdiğine göre diğer öfkeler bundan aşağı ve hafiftir, onları muhakkak sakinleştirir. Çünkü değersiz bir kul bu mübarek sözü tekrarlamakla her şeyden yüzünü çevirmiş ve gerçek taptığı Allah'ı yönelme kıblesi kılmıştır. Esasen Allah'ın öfkelenmesi sebebi: Kulun birçok dünya muhabbeti ile o şeylere yönelmesi ve onlara müptela olup bağlanması idi. Nasıl ki dünyada bile bir kimse kölesinden incinmiş ve öfkelenmiş iken köle iyi karakterli olmasından dolayı efendisinden başkalarına ait bağlarını koparıp tamamıyla kendisini efendisinin emirlerine verip yalnız efendisine yönelirse, ister istemez efendinin köle hakkında şefkat ve merhameti belirip öfkesinin gideceği aşikâr olduğu gibi Allahu Teâlâ da bu kelimeyi tayyibe ile masivâyı tamamen koparıp atan ve kendine yönelen kuluna ahiret için depo edilmiş 99 rahmet hazinesine bu kelime-i tayyibeyi anahtar olarak kuluna buldurur. Bilir ki küfrün karanlıklarını ve şirkin pisliklerini def için bu kelimey-i tayyibeden başka ve bundan ziyade şefaatçi yoktur. Bir kimse ki bu kelimeyi tasdik edip, zerre iman eylese bununla beraber küfür ve şirkin rezaletlerine mübtelâ olmuş ise dahi ümit olunur ki bu kelimey-i tayyibenin şefaati ile azaptan halâs olur, cehennemde temelli kalmaktan kurtulur. Yine bu ümmetin diğer büyük günahlarına karşılık olan cezanın def'inde «Mühammedün Resûlullah» en çok def edici ve kurtarıcıdır.

1 el-Bürhanül-Müeyyed, Seyyid Ahmed Rufai (r.a.) Hazretleri'nin

2 Uhud-u Muhammediye, S. 111, İmam-ı Şarani (r.a.) Hazretleri'nin

3 İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî (k.s.) Hazretleri'nin Mektubât'ının eski Osmanlıca yazılmış Müstakim Zade tercümesi, C. 2, S. 40

4 A.g.e., C. 1, 51. Mektuptan.

5 A.g.e., 92. Mektuptan.

6 A.g.e., 93. Mektuptan.

7 A.g.e., 166. Mektuptan.

8 A.g.e., 117. Mektuptan.

9 A.g.e., 203. Mektuptan.

10 A.g.e., 266. Mektuptan.

11 A.g.e., 224. Mektuptan.

12 A.g.e., 242. Mektuptan.

13 A.g.e., 267. Mektuptan.

14 A.g.e., 295. Mektuptan.

Gezi