Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 24

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 24

 

Şeyh Ebu'l Abbas Mürsî (r.a.) dedi ki: 'Hızır (a.s.) sağdır ve şu elimle onunla musafaha ettim.' Bana haber verdi ki her kim her sabah:

 

«Allahümmağfirli ümmete Muhammed, Allahümmaslih ümmete Muhammed, Allahümme Tecavez an ümmeti Muhammed, Allahümeca'lnâ min ümmeti Muhammed» derse, ebdâlden olur dedi. Bazı dervişler bu sözünü Ebu'l Hasan Şazeli Hazretlerine ulaştırdılar, o zaman Ebu'l Abbas 'doğrudur' buyurmuştur. Yine dedi ki: Bir kere Hızır (a.s.) yanıma girdi, bana kendini tanıttı, ondan mü'minlerin ruhları nimette midir? Azapta mıdır? Gayben bunları nasıl anlayacağımı öğrendim. 1000 fakih yani zahir hocası gelse de benimle mücadele edip 'Hızır ölmüştür.' diye iddia etseler onların tarafına dönmem.

 

Allah'a hamd olsun İmam Ali ibn-i Ebû Talip varisi (Evlatlarından) olmak itibariyle neseb-i imanda bir makama eriştim ki, âhirette vaki olacak her şey dünyada iken gözümün önündedir, perde kalksa, kıyamet kopsa, yakinim artacak değildir. Ancak dünyada iken güneşi ince bir bulut arkasından görüyorsam âhirette bu bulut da sıyrılacak daha vuzuhla parlakça göreceğim. Yine bir gelini ince duvak arkasından görürken duvağı kalksa yine aynı gelindir. Bilgim artmayacak olduğu gibi. Şu halde yakinim bihamdillah bu mertebeye ermişken su-i hatimeden yani ölürken imansız gitmek tehlikesinden korkmaktayım. Nitekim kendilerine talebe olamayacağım büyükler de böyle idiler.'

 

Bir kere Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerine sordular: 'Sen mi hayırlısın? Yoksa köpek mi hayırlı?'

 

Dedi ki: Bu gaybdır, Allah'tan başkası bilemez. Lâkin 'Ben cehenneme girersem, köpek benden hayırlıdır. Eğer Cennet'e girersem ben köpekten hayırlı imişim.'

 

Şu halde Allahu Teâlâ'nın bir hazreti vardır ki ona hazret-i ıtlak denir orada dilediğini işler, demesine hiçbir engel ve mani ve tahdit konamaz. Cenâb-ı Hakk'ı hacretmek muhaldir. Yani yetkilerini kısıtlamak mümkün değildir, hüküm hâkimine hükmedemez, ilim âlimine hükmedemediği ve yine mahlûk halikına hükmedemediği gibi.

 

Şeyhim Ali Havvâs Hazretleri'nin vefatından sonra da; onun dükkânı önünden geçerken büyük bir mescide girdiğim sırada beni yakalayan heybet orada da alır ve yakalar. Şeyhimin sağlığında büyük bir ibriği vardı. Bir sıkıntıya yakalananlara: 'Şu ibrikten iç ve içerken de Allahu Teâlâ'nın sıkıntını gidermesine niyet et.' derdi. O sıkıntıya tutulmuş kimse içerdi, derhal sıkıntısı zail olurdu. Bir gün sordum: 'Bu ibriğin ne hassası vardır ki her içen sıkıntıdan kurtuluyor?' Dedi ki: 'Ricalullahtan yani velilerden her gün 40 kişi geliyor ve bu ibrikten içiyorlar.' ve ilaveten: 'Hakikatte bir veli bir mekâna girer veya bir arzda yürürse o mekânda onun ruhaniyeti 6 ay baki kalır. Nitekim erbab-ı kulub yani kalbi açık olanlar bunu müşahede ederler. Nerde kaldı ki bir mekân ki velinin gece gündüz meskeni olsun asilerin evleri de bunun aksinedir. Oraları da vahşetti, korkunç, bulursun. Ünsiyet ve ruhaniyet bulamazsın.' Yine Seyyidim Ali Havvas Hazretleri: 'Bir derviş mekânların saadet ve şekavetini idrak edemiyorsa o hayvanlarla müsavidir.' dedi.

 

Tesbihin iyiliğinden bahsettikten sonra, Cüneydî Hazretlerinden sormuşlar. 'Ben şimdi Allahu Teâlâ'yı dilimle, kalbimle, elimle ve tesbihimle zikretmeyi çok seviyorum.' buyurmuştur.

Cenâb-ı Hakk faziletli sûreler ve azametli âyetleri okumayı bana ilham etmiştir ki büyük nimetindendir. Bazı sure vardır ki Kur'ân'ın yarısına ve bazısı üçte birine ve bazısı 4 de birine muadildir, yani denktir. Âyet'el Kürsî ile Haşr Sûresi'nin sonundaki üç âyet 1000'er âyete muadildir. Böyle oluş bu ümmetin zayıflarına karşı Allahu Teâlâ'nın bir nimetidir. Meselâ teheccüde kalkması gecikmiş kimse, kalktığı zaman vakit daralmışsa, iki rekât kılarda birinci rekâtta Fatiha'dan sonra Âyet'el Kürsî ve ikinci rekâtta Fatiha'dan sonra Sûre-i Haşr'ın âhirini okursa, 2000 âyetle namaz kılmış gibidir. Bakara suresinin başından Enfal Sûresi'nin (Enfal: 41) âyetine kadar 1000 âyettir. Binaenaleyh 2 rekât ile muazzam sevap elde eder. Bu faziletli sûreler, kadir gecesi gibi bu ümmete birer ilahi atiyedir, yani hediyedir. Bu kadar ecrin ve sevabın husul bulmasını sakın uzak görme. Yadırgama, çünkü sevapların miktarı başka şeylere kıyas ederek nispet olunarak idrak edilemez, anlaşılamaz. Yine sakın: 'Kelâmullahın hepsi birdir, bir zata racidir, nasıl aralarında tefazül yani üstünlük olabilir?' deme.

 

Ashabıma takatlerinden fazla ameller teklif etmem. Ta ki Rabbinin huzurundan sırt çevirmiş olmasın.

 

Seyyidim Ali Havvas rahimehullah derdi ki: İnsanların çoğu 4 kısım üzeredir. Melâike, Âdemi, Şeytanî, Behaimi (Hayvanlar)'dir. Melekler: Şehvetsiz ve nefsin hevası olmaksızın yalnız akıldır. Behaim yani hayvanat sayılanlar ise; akılsız şehvetlerdir, şeytanlar; âkil ve şehvetlerdir. Âdemler de; öylece âkil ve şehvettir. Lâkin şeytanların şehvetleri akıllarına galebe etmiştir. Bunun için bütün ömürlerini ahlâk-ı mezmume ile yani çirkin huylarla ahlâklanmış olarak geçirirler. Meselâ kibir, ucup, fahir yani övünme, hased, mekir, huda, gazap ve gayri helak edici sıfatlarla sıfatlanmış olurlar. Âdemoğluna gelince: Bunlardan şehveti aklına galebe eden şeytanlara katılır, fakat aklı şehvetine galebe eden meleklere katılır, iltihak eder.

 

Beni Âdemde, melâike akılları, şeytanların ahlâkı ve behaim ahlâkı toplanırsa, o zaman bunlardan kendisine midesinin ve tercinin şehvetleri galebe edenler behâim (hayvanat) cümlesindendir. Başka defa da yine işittim buyurdu ki: 'Âdemoğulları ahlâkta dört kısımdır bunlardan aklı, hevasına ve şehvetlerine galebe eden melekler âlemine iltihak ederler; Enbiyalar, veliler ve salihler gibi. Yine bunlardan bir kısmına da şehveti galebe eder ve şehvet lezzetine esir olur. Sabah kalkar kalkmaz lezzetleri arar. Mubah şehvetlere düşkündür. Yiyecek, giyecek ve kadının nikâhlısına. Nitekim buna: (Al-i İmran: 14)

 

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ

 

âyet-i kerimesi işaret buyurmuştur. İşte bunlar behaim (hayvanlar âlemindendir. İsterse helâlinden kazansınlar ve mubah yerlere sarf etsinler. Çünkü bunlar hayvanlar gibi yerler ve tenaüm ederler (nimetlenirler). Biz bunları hayvanata ilhak eyledik. Çünkü hayvanatta teklif yoktur. Onun gibi şeriatta da mubahlarla iştigalde ve şeriatın emri veçhile faydalanmakta günah yoktur.

 

Bir kısım insanlar da vardır ki; bunlara şeytanların ahlâkı galebe etmiştir. Kibir fuhuş, gıl, hasret mekir, giş ve bunlardan başka şeytan ahlâkları gibi bunlar da şeytanlar âlemindendir.

 

Yine bir kısım insanlarda da; şehvetin ifratı ve nevasına tabi olmak ve ahlâkı mezmume toplanmıştır. Bununla beraber haramdan mal kazanıp harama sarf eder. Bunlar sureta âdem ise de ahlâkta şeytandır ve şehvet itibarı ile de hayvandır. Bu kısım yukarıda saydığımız kısımların en rezilidir. Basiret körlüğünden, şeriret zulmetinden ve nevayı ilâh ittihaz etmekten Allah'a sığınırız. Bunların hepsinin illetlerine uygun ilaçları vardır.

 

Kendimi bildiğim baliğ olduğumdan itibaren Allahu Teâlâ'nın çok zikri ve Resûlullah'ın (s.a.v.) çok salâvat-ı şerifesiyle göğsüm genişledi. İlk haccımda Kâbe'nin kapısıyla Hacer-i Esved arasında (buraya 'Mültezem' denir; duaların kabul olduğu yerlerden biriside burasıdır) ve Makam-ı İbrâhim'de ve altın oluğun altında Allah'tan bunu istedim. Öyle ilham olundum. Binaenaleyh her kim zikir ve salâvat-ı şerifeyi kendine meşguliyet yaparsa Allah'ın fazlı ve rahmeti ile dareynde yani dünya ve âhirette fevz-ü necat bulur. Çünkü muhakkak Allahu Teâlâ Seyyid-i A'zam'dır ve Allah yanında Resûlullah (s.a.v.) den efdal ve said yoktur. Resûlullah'ın ümmetinden birisi hakkındaki dileğini Allah reddetmez. O halde insan; sultanın, vezir-i a'zamının yani padişahın başvekilinin isteğini reddetmeyeceğini bilince akıllılık icabıdır ki haceti olan, vezirin yani başvekilin kapısından ayrılmaz ki dünya ve âhiretteki hacetleri reva edilsin yerine getirilsin.

 

Taberanî (hadis âlimlerinden birisidir) rivayet etmiştir ki: 'Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Hamza ve Cafer (r.a.) bana gösterildiler; önlerinde nebak vardı, hepsi zebercet gibi idi, ondan yiyorlardı. Her ikisine sordum. 'Ameller ve sözlerden (Âmal ve ekval) hangisini efdal buldunuz?' dediler ki: «Lâ ilahe İllallah» 'Ondan sonra neyi dedim?' Cevaben dediler: 'Ya Resûlullah sana salâtı' Bundan sonra neyi dedim? Dediler ki 'Ebû Bekir ve Ömer'i (r.a.) sevmeyi' dediler.

 

Demek nasıl ki Resûlullah (s.a.v.) Allahu Teâlâ ile bizim aramızda vasıta ise, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) de bizimle Resûlullah arasında vasıtadır. Şu halde Resûlullah'dan bir hacetimiz var ise onu istemelerini Hazret-i Ebû Bekir ve Ömer'den istemek edep icabıdır. Böyle olursa hacetimizin kaza edilmesi yani dileğimizin kabul edilmesi daha çok mümkündür. O halde Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer'i (r.a.) vasıta etmeksizin Resûlullah'tan bir şey istemekten kaçın. Aksi takdirde bunlara karşı edep yolunu çiğnemiş olursun ve yine bu ikisine ağızdan konuşmaksızın kalptan teveccüh edersen seni işitmeyeceklerini sanma ve kalbinden geçen istekleri işiteceklerini muhakkak bil. Zira bu iki zatın bütün tarikat meşayihinin makamlarından daha büyük olduğu muhakkaktır. Ehlullah açıkladılar şeyhliğin şartı şudur ki: Müridin kendisine karşı seslenmesini arada bin senelik yol bile olsa işitmek lâzımdır.'

 

O halde kardeş! Vesaite hizmet et ve onları halis muhabbetle sev; eğer dünya âhiret ihtiyaçlarının kolaylıkla yerine getirilmesini istiyorsan.

 

Seyyidim Ali Havvas'tan işittim: 'Kalp uyanık olduğu müddetçe Rabbinin hizmetindedir, hizmetten muattal kalmaz. Gafil olduğu vakit uyur, uyuyunca da hastalanır, hastalanınca derdi artar, tedavisi güçleşir, tedavisi müşküllenince ölür, ölünce de cife (leş) olur, hizmete yaramaz köpek olan, şeytana atılır.'

 

Şeyh Muhyiddin ibn-i Arabî rahimehullah buyurmuş ki: «Lâ ilahe illallah» ehli ile düşmanlıktan sakınınız. Çünkü Allahu Teâlâ'nın umumi velayeti yani muhafazası altındadırlar ve onlar evliyaullahtır. Arz dolusu günahla da gelseler Allah'a şirk koşmadıkları müddetçe Allahu Teâlâ onların günahlarını onun kadar mağfiretle karşılar. Veliliği sabit olanla muharebe haram olur.

 

Ömrün ziyade olması veya rızkın artması yahut iman üzere ölmek gibi şeyleri Allahu Teâlâ bir şey talik etmişse onları yaparım ve bu amelleri terk etmem. Çünkü Allahu Teâlâ ashâb-ı müsebbebat üzerine tertip etmiştir. Esasen kulluk edebi, efendisinin emrine imtisali icap ettirir.'

 

Seyyid-i Abdülkadir Deştutî rahimehullah dedi ki; Ebu İdris el-Havlânî vaaz ederken dersine Hızır (a.s.) da gelirdi. Bir gün dersini bitirince Hızır (a.s.) dedi ki: 'Ya nebiyallah hangi ameldir ki kul onu işleyince imanla ölmesini gerektirir?' Hızır (a.s.) cevap verdi: Yüz bin peygambere eriştim ve sordum cevap veremediler ta ki Muhammed (s.a.v.)'e eriştim bu meseleyi sordum, buyurdu ki: 'Her kim sabah namazını kılar da «Âyet'el Kürsî âmene'r-resûlü biına ünzile ileyhi mir Rabbihi» (sûrenin sonuna kadar) ve «Şehidallahü ennehû Lâ İlahe İllâhû..» den, ve «terzükıu men teşâü bi gayri hisab» a kadar okursa...'

 

İbn-i Ömer dedi ki: Resûlullah (s.a.v.)'e; kula imanını muhafaza ettirecek amelden sordum. Resûl-i Ekrem buyurdu: 'Kıyamet günü Allah'ına kavuşuncaya kadar imanını muhafaza edilmesini seven kimse her gece akşam namazının sünnetinden sonra ve konuşmadan önce iki rekât kılsın her rekâtta Fatiha'dan sonra bir kere «innâ enzelnâhü fîleyletil kadri» ve altı adet İhlâs Sûresi ve bir kere «kul euzü bi Rabbil felâki» ve bir kere de «kul euzü birabbinâsi» sûrelerini okusun sonra iki rekaâtta selam verince on beş kere Allah'ı tesbih etsin.'

 

Ey kardeş! Sana da bu namaza devam etmeni tavsiye ederim hayırdan usanma, kıyamet gününde meyvesini sevinçle toplarsın.

 

Bir kere Cüneyd (r.a.)'a: 'Niçin bu dervişleri burada hapsediyorsun bırak dolaşsınlar ticaret yapsınlar?' diye söylediler, cevaben dedi ki; 'Onları, Allahu Teâlâ'nın benim yanımda kılmasının iki sebebi var. Birisi benim dinim için maslahattır ki onların bana muhtaç oluşlarında benim de Allah'a muhtaç olduğumu hatırlamak, diğeri de onlarla sabah ve akşam zikrullah nizamını temin etmektir. Onların benim yanımda hiç bir işleri olmasa ancak zikrullah olsa, sabah ve akşam yapılan zikir burada kalmaları için kâfidir. Nitekim ehlullah hazretleri şunda ittifak etmişlerdir: Zaviyelerinde dervişlerin ikameti lâzmdır, nasıl ki Resulullah (s.a.v.)'in mescidinde ehl-i suffenin ikameti gibi.'

 

Efdalüddin Hazretleri dedi ki: 'Gece ve gündüzün hiç bir saatinde nefsimi fasıklar zümresinden çıkaramam.' Bu nasıl olur diye soranlara dedi ki: 'Fısık lügatte huruç yani çıkmak manasınadır. Binaenaleyh her kim de giymesinde, yemesinde, sözünde, uykusunda, Allah ve halk ile olan muamelelerinde bir karış sünnet-i Muhammediye'den çıkarsa ona fasık ismi verilir.'

 

Ehl-i tarik ittifak ettiler ki: Halkın sadakalarından yiyenin kalbi kararır. Hâlbuki vera ü takva tarikat rükünlerinden birisidir. Evvelce vera (takvanın ileri derecesi) öğrenmek için bir ay seyahat edenler olurdu. Bir kişi vera öğrenmek için Hasan-ı Basrî Hazretlerine vardı. 'Bana vera öğretmen için geldim.' dedi. Hasan (r.a.) dedi ki: 'Ey kardeş! Ben ümera yemeği yedim ben vera öğretmeye yaraşmam lâkin Kûfe'de filân çiftlikte filân kişiye git. Ona çiftlik babasından kaldı; başka yerden yemez, sırf kendi mahsulünü yer, git verayı ondan al.' Bunun üzerine Kûfe'ye gitti, o adamı buldu. 'Senden vera öğrenmeye geldim, beni Hasan-ı Basrî gönderdi.' dedi: Çiftlik sahibi de dedi ki: 'Evet evvelce bir parçacık vera var idi fakat zail oldu.' Talebe sordu 'neden?' Dedi ki: 'Bugün namazda idim ineğim ipi kopardı komşunun yağmurdan ıslanmış tarlasına girdi ve avdet edince dizlerine kadar komşunun tarlası çamurundan bulaşmıştı. Binaenaleyh artık ben vera dersi veremem, öğretmeye yaraşırlığım kalmadı.'

 

Sofiye taifesine intisap edenlere muhabbetim vardır ve ashabım da onlara muhabbet ederler ve yine Allah'a benden fazla itaat edenlere de nefsimden fazla muhabbet ederim ve nefsime tercih ederim. Çünkü bilirim ki Allah'a çok ibadet edeni Allah sever o halde edep iktizası, seyyidinin sevdiğini kul da sevmelidir.

 

Şeyhler ittifak ettiler ki: Yalnız başına zikrullahla meşgul olmaktan üstün bir hal yoktur, bundan sonra ihlâs ile zikre mülhak olan şeylerle meşguliyet gelir. Halkın eğri taraflarını doğrultmak ve onları ıslahla iştigal ise faydası halka raci olup Allah'a onları davet eden mürşide hicap arız eder. Bilhassa davet eden ihlâssız ise.

 

Allahu Tebareke ve Teâlâ'nın bana nimetlerinden birisi de zaviyeye Mansur adında bir veliyi göndermiş olmasıdır. Bu Mansur, yer ve gökte ilk mevkib-i ilâhi kurulduğu zaman teheccütten önce kalkar, mescidin minaresine çıkar, yüksek sesle zikre başlar, zaviyedeki müritlerin ve misafirlerin hepsi kalkar, zikrullaha katılır ve zaviyemizin dört tarafından altmış ev uzağa kadar evlerin halkı da kalkar zikre ve istiğfara iştirak ederler hiç gafil kalmazlar. Bundan sonra şeyh Muhammed Tersavî zaviyede güzel sesle Kur'ân okumağa başlar. Zaviye ve komşularına bu suretle rahmet iner, şafak sökene kadar böyle geçer. Sonra cemaat Kur'ân okumağa başlar; sabah namazına kadar. Sabah namazından sonra hiziplere başlarlar ve Resûlullah (s.a.v.)'e salâvat-i şerife, sonra da zikre başlarlar kuşluk vaktine kadar zikir devam eder. Sonra kuşluk namazı kılındıktan sonra cemaatin ekâbiri ilim derslerine başlar, mütalaalar ve metinlerin ezberlenmesi ile devam eder. İkindiden sonra tasavvuf ve adab-ı tarikatla akşam ezanına kadar iştigal ederler, akşamdan yatsıya kadar münferit ve cemaatle Kur'ân okuyuşlar devam eder. Yatsıdan sonra benimle büyük zikir meclisi kurulur, bundan sonra uyku için dağılırlar. Bu, Allah'ın bize en büyük nimetidir.

 

Bazı zaman Resûlullah (s.a.v.)'e salâvat-i şerife okumak vakti olarak tayin ettiğim zamanda bir meşguliyetle okuyamazsam anlarım ki: Resûlullah Efendimiz şimdi benden salâvat bekliyordu. 'Beklemesine sebep oldum.' der, utanırım. Ondan sonra yüz bin salâvat da okusam onun yüksek makamına mukabele etmiş olamam onun için muayyen bir vakit tayin etmezsen; böyle bir mahcubiyet vaki olmaz. Nitekim Seyyid İbrâhim Metbulî Hazretleri demiş ki: 'Zikir için muayyen bir vakit tayin etmeyiniz belki bütün vakitlerinizde Allahu Teâlâ ile huzurda olunuz. Şayet zikir için bir vakit tayin ettinizse zikir halinde Allah ile huzurda bulunmağa dikkat ediniz. Çünkü zikrinizden kabul edilecek, kısmı huzurla yaptığınızdır gafletle yapılanın faydası azdır.'

 

Talebelerimin cuma geceleri para mukabilinde Kur'ân okumak için evlere veya kabirlere gitmelerine razı olmam. Çünkü zaviyede o gece Resûlullah (s.a.v.)'e salâvat-ı şerife okuruz, ondan mahrum kalır. Nitekim bazıları emrimden çıktılar rızıkları daraldı. Yüzlerinin nuru soldu, nedametleri fayda vermedi. Hadis-i şerifte: 'Ehl-i cennet bir şeye hasret çekmezler ancak dünyada zikirsiz geçen saatlerine hasret çekecekler.' Buradaki zikir ve Kur'ân okuyuş ihlâsla Allah rızası için olmalı dünyevî bir ivaz karşılığı olursa, o zikir ve tilâvet esnasında huzurda değildir, Allah kabul etmez. Ancak sırf kendi rızası için olanları kabul eder. Hâlbuki her cuma gecesi Allah'a hamdolsun Kur'ân kıraati salâvat-ı şerife okumak ve sonra da tevhitle şafak atıncaya kadar meşgul oluruz, uyumayız; kim bunları dünya muhabbeti ile yaparsa ondan yüz çeviririm, (Necm: 29)

 

فَأَعْرِضْ عَن مَّن تَوَلَّى عَن ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ إِلَّا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا

 

ayet-i kerimesine imtisâlen.'

 

Muhiddin-i Arabî Hazretleri (r.a.) Fütuhat-ı Mekkiye'sinde buyurmuş ki: 'Bütün dinlerin milletleri de ittifak etmişler ki dünyada zabitlik matluptur. Yani istenen bir şeydir. Dünyada elinde bulunan dünyalıkları elden çıkarmak, her aklı olan yanında evlâdır bütün sair dinler ve ümmetler de bunda müttefiktir.'

 

Zikir ve Peygamberimize salâvat-ı şerife okumak meclislerinde Allah ve Resûlü ile mücaleseti (oturuşmayı) çok yaparım. Kendimi bildiğimden beri bir gece ve sabah zikir ve salâvattan muattal kalmadım. Cuma gün ve gecesinde meclis tertibi için şeyh Nureddin Şevnî Hazretleri'nden işaret aldım, sabah namazından sonra zikir ve salâvat meclisi tertip etmek için de Ebu'l Abbas Mevlâna Hızır (a.s.)'dan emir aldım. Mısır'da Gomri Camii sutuhu (terası) üstünde görüşmüştüm bana? 'Sabah namazından sonra güneş bir mızrak boyu çıkıncaya kadar zikrullah ve salâvat meclisi kurup meşgul ol.' demişti. Benim büyük şeyhlerimden, (s.a.v.)'den sonra kadri büyük olanlar bunlardır.

 

Allah'ın in'am ettiği nimetlerden birisi de gece ve gündüz zaviyemde Kur'ân ve hadis tilavetleri ve zikrullah kesilmez devam eder. Evimde iken de otururken gece ve gündüz Kur'ân ve zikri çok dinlerim bu Allah'ın bana büyük nimetidir. Dünya padişahlarına bile nasip olmaz. Onlar Kur'ân ve zikri en çok bazı vakitlerde dinleyebilirler.

Bir gece uyur uyanıklık arasında idim. Üç melaike geldiler. Birisinin uzunluğu yedi arşın kadardı diğerleri bizim boyda idiler, renkleri zağfiran gibi idi. Bana selam verdiler bunlardan uzun olanı diğer iki arkadaşına: 'Bu gece şarkı ve garbı dolaştığınız, bu zaviyeden daha çok zikrullah yapılan bir yer gördünüz mü?' dedi, onlar da 'hayır' dediler sonra Resûlullah'a (s.a.v.) salâvat meclisinin manevî imdadının, nereye kadar uzadığını tayin ettiler, sonra uyandım.

 

Benim zaviyemde mücavir olan ihvanımı te'dip ederim. Bunlardan birisi zikrullah veya Kur'ân ve ilim meclisinden gayb olursa ona itab ederim yani azarlarım. Zira müridin şeyhi ister ki müridine her hayır hâsıl olsun. Çünkü şeyhin basiret gözü dünyayı yarıp âhirete girmiştir. Müridinin kabul olunacak ve reddolunacak amellerini gördüğünden yarın kıyamet günü ferahlanacağı amellerle çıkması ve mahzun olmamasını temine çalışır.

Gezi