Buradasınız: Ana Sayfa / Sohbetler / Allah'ı Niçin Anıyoruz / Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 15

Müslüman Büyüklerinin Zikre Dair Görüşlerinden Numuneler - 15

 

Şeyh Muhammed Ebu'l Mevabil Eş Şazeli (r.a.) diyor ki: "Mûsâ (a.s.) Allahu Teâlâ'nın kelâmını işittikten sonra görmek de istedi. Allahu Teâlâ bu dileğini kabul etmedi ve 'Sana verdiğim kelâm sıfatı ile iktifa et ve buna şükret.' buyurdu. (A'raf: 144) Şu halde bu ayet-i kerimenin delaletinden anlıyoruz ki, bir kula Allah'ın verdiğinden ziyade istemek lâyık değildir. Ancak tefviz ile isteyebilir. Yani; 'Yarabbi hakkımda hayırlı ise ver, işimi sana havale ediyorum.' demeli."

 

"Şeyhimiz Ebu Osman-il Mağribi (r.a.)'den işittim demişti ki: "Bir insan bir velinin kabrini ziyaret ederse o veli ziyaret edeni bilir, selâm verirse selâmını iade eder veya kabri üzerinde Allah'ı zikrederse veli de onunla birlikte zikreder. Bilhassa «Lâ İlahe İllallah» zikrini yaparsa, o veli kalkar, bağdaş kurup oturur ve o ziyaretçisi ile birlikte zikreder. Çünkü veliler bir evden yani dünya evinden âhiret evine göçerler. Bunların ölülerine hürmet ve saygı sağlıklarındaki saygı gibidir. Kabirleri ayakla çiğnenmemelidir. Binaenaleyh, evliya cemaatine gerek hayatlarında ve gerekse vefatlarında ancak edeple muaşeret etmek lâzımdır. Bir veli ölünce, bütün peygamberler ve velilerin ruhları onun üzerine namaz kılarlar.

 

Yine buyurmuş ki: "Nice veliler vardır ki, sadık müritlerine vefatlarından sonra sağlığındakinden daha fazla faydalı olurlar, bazı kullar vardır ki, terbiyelerini bizzat Cenâb-ı Hakk vasıtasız yapar, yine bir kısım kulların velayetini bazı velileri vasıtası ile üzerine alır. İsterse o veli ölmüş bulunsun. O veli kabrinden müridine sesini duyurur ve yine Allah'ın bir kısım kulları vardır ki: Terbiyelerini bizzat Resûlullah (s.a.v.) vasıtasız deruhte buyurur. Çok salâvat-ı şerifesi sebebi ile."

 

Ebu'l Mevahib-i Şazeli Hazretleri, Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi çok görürdü. Diyor ki: "Bir gün Cami-ül Ezher'in damı üzerinde Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi gördüm. 825 hicri senesinde idi. Elini kalbimin üzerine koydu ve buyurdu ki; 'Evladım gıybet haramdır. Allahu Teâlâ'nın sözünü işitmedin mi?' Cenab-ı Hakk: 'Sizden bazınız bazınızı gıybet etmeyin.' (Hucurat:12) Hâlbuki o gün yanımda bir cemaat oturmuş bazı insanları gıybet etmişlerdi. Sonra (s.a.v.) buyurdu: 'Eğer muhakkak insanları gıybet edenleri dinlemek zorunda kalırsan ihlâs ve Muavvizateyn Sûrelerini oku. Sevabını gıybet edilene hediye et muhakkak gıybet ve sevap birbirlerine mirasçı olurlar ve uyuşurlar inşallah.'"

 

"Rüyada Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'i gördüm. Buyurdu ki: 'Uyurken 5 kere «Eûzü billâhimineşşeytanirracim» de, 5 kere de «Bismillahirrahmanirrahim» de, uyurken bunu dersen muhakkak sana gelirim, gelmemezlik yapmam. (Asla tehallüf etmem.)"

 

"Bir kere Resûlullah (s.a.v.) Efendimizi gördüm, buyurdu ki: 'Kur'ân okunması bitince akabinde kurduğunuz zikir meclisi ne güzel meclistir. O meclise hazır olanların hepsini Allah mağfiret ediyor.'"

 

"Resûlullah'ı (s.a.v.) gördüm, bana buyurdu ki: 'Ya Muhammed; bu gaflet ve bu dalgınlık ve bu i'raz nedir? Niçin Kur'ân tilâvetini terk ettin de, Kur'ân'a mukabil bazı virdciklerle meşgul oluyorsun? Asla bunu yapma. Belki her gün oku, hiç olmazsa iki hizip oku, her gün bundan aşağıya düşürme.' buyurdu. Şeyh Hazretleri'nin bazı talebeleri, diyorlar ki: 'Bu günden sonra şeyh Hazretleri Kur'ân tilavetini hiç terk etmedi. Bazı âyetleri defalarca çok tekrarlar ve ağlar ve gözyaşları yanak ve sakalına akardı. Ve ah çekerdi. O esnada hiç kimse şeyhle konuşmaya cesaret edemezdi.'"

 

Ve şeyh Ebül Mevahib-i Şazeli Hazretleri nafile namazlarında selâm verdikten ve dua ettikten sonra çok zaman şükür secdesi yapardı.

 

"Resûlullah'ı (s.a.v.) gördüm, ağzımı öptü ve buyurdu ki: 'Bu ağzı öpüyorum ki bana gündüz bin ve gece de bin salâvat okuyor. Buyurduktan sonra, yine buyurdu ki: '«İnna ağtaynâ kel kevser», ne güzeldir, gece virdin olsaydı.' Sonra da buyurdu: 'Duan da şöyle olsun

 

اَللّهُمَّ فَرِّجْ کَرَباَتِناَ اَللّهُمَّ اَقِلْ عَثَراَتِناَ اَللّهُمَّ اغْفِرْ زَلاّتِناَ

 

bundan sonra bana salât oku, sonra da (Saffat: 181-182)

 

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ (١٨١) وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (١٨٢)

 

dersin.' buyurdu."

 

"Nusret ancak zillet husule geldikten sonra gelir. Nitekim ayet-i kerimede (Âl-i İmran: 123)

 

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ بِبَدْرٍ وَأَنتُمْ أَذِلَّةٌ

 

buyrulmuştur. Bedir Harbi'ndeki nusret de zilletten sonra gelmiştir."

 

"Resûlullah'ı (s.a.v.) gördüm, sordum: 'Ya Resûlullah sana bir salâvat okuyana Allahu Teâlâ 10 salâvat eder. Bu sevap salâvatı okurken kalbi hazır olanlara mı mahsustur?' buyurdu ki: 'Hayır belki bana her gafletle salât okuyana aittir. Ve yine bu kimseye Allahu Teâlâ meleklerden dağlar gibi verir, o salâtı okuyana dua ve istiğfar ederler, lâkin salâtı okuyan huzur-u kalple okursa, ona verilecek sevabın kadrini Allah'tan başka kimse bilemez.' buyurdu."

 

"Bir kere bir mecliste, 'Muhammed beşerdir, lâkin beşer gibi değildir, belki taşlar arasında yakut gibidir.' dedim. Sonra Resûlullah (s.a.v.)'i gördüm, bana dedi ki: 'Allah seni ve seninle beraber söyleyenleri mağfiret etti.' Bundan sonra Şeyh Hazretleri ölünceye kadar her mecliste bunu söylemekte devam etti: 'Muhammed beşerdir, fakat diğer beşerler gibi değildir. Belki taşlar arasında yakuttur.'"

 

"Resûlullah (s.a.v.)'mi gördüm ve dedim ki: 'Yâ Resûlullah ben tasavvuf ilminde tıfıl yani çocuk haldeyim.' (s.a.v.) buyurdu ki: 'Kelâm-ı kavmi oku (Tasavvuf ehlinin yazdıkları kitapları oku demektir.) Çünkü bu ilimde çocuklaşan velidir. Lâkin âlim olan size yıldız gibidir ki bilinemez, mertebesi idrak olunamaz.'"

 

"Resûlullah'ı (s.a.v.) gördüm, kendi hakkında buyurdu ki: 'Ben ölmüş değilim benim ölümüm Allah'tan anlayışlı olmayan kimseden tesettürden ibarettir. Fakat Allah'tan anlayışa sahip olan kimse ise, ben onu görürüm, o da beni görür.'"

 

"Resûlullah'ı (s.a.v.) gördüm; 'Size deli deninceye kadar Allah'ı zikrediniz.' ve İbn-i Hibban rivayetindeki hadis-i şerifte de: 'Allah'ı çok zikrediniz, ta ki size deli deninceye kadar.', bu iki hadis-i şerifi sordum. (s.a.v.) Efendimiz: 'İbn-i Hibban rivayetinde sadıktır ve Allah'ı zikrediniz hadisinin ravisi de doğrudur, her ikisini de ben söyledim.' buyurdu."

 

"Nebi (s.a.v.) Efendimizi görmek isteyenler, gece ve gündüz zikrini çok yapsın ve aynı zamanda sâdât-ı evliya hazeratına muhabbetle beraber; aksi takdirde görme kapısı kapalıdır. Çünkü o veliler insanların efendileridir. Rabbimiz velilerin öfkelenmeleri ile öfkelenir Resûlullah (s.a.v.) de öyledir."

 

"Allah'ın velileri muhakkak öyle işlere muttali olurlar ki, ulema onlara muttali olamazlar. Binaenaleyh dini üzerine korkan kimsenin yapacağı ancak edep ve teslimdir."

 

"Zikrullah namazdan ekber oldu. Her ne kadar namaz ibadetlerin en şereflisi ise de, bazı vakitlerde caiz olmaz. Fakat zikir bunun aksine bütün vakitlerde devamla yapılır."

 

"Zikirle ünsiyeti herkes bulamaz. Ancak gafletin vahşetini tadan bulur."

 

"Sırren yapılan zikrin mi yoksa cehren yapılan zikrin mi efdal olduğunda ihtilaf ettiler. Ben derim ki: 'Bidayet ehlinden olup da üzerine kasvet galebe edenlere cehren zikir efdaldir. Fakat kendisine cemiyet galebe etmiş kimseye de sırren zikir efdaldir.'"

 

"Tarikatın küllisi edep ve te'diptir. Ehl-i tarikatın münakaşaları Hakk'ı meydana çıkarmak için Hakk yönündedir. Ve bir arada oturanların veya iki samimi arkadaşın münakaşası gibidir. Zira bunlar Hakk meclisinin oturucularıdır; edep sahipleri olup, dünya ve âhirette mestur-ül avret (Avret yeri, yani edep yerini örtülü bulundurmak) olmakta devam ederler. Yani kirli cihetleri açılıp rüsvay edilemezler. Bunun aksine edepsizlerin kötü tarafları dünya ve âhirette de açılır, rüsvay olmakta devam ederler."

 

"Taabbüd yani kulluk yapmak, ibadet eylemek, hayır kapısının anahtarıdır. Herkim bidayet halinde evradları ihmal edip okumazsa, nihayetinde varidattan mahrum kalır. Çünkü amellerin nurları vardır. Nasıl ki maarifin esrarı olduğu gibi. O halde ey salik, sana şiddetle tavsiye ederim: Muradına ersen bile evradına devam et."

 

"İlm-i ledünnî öğrenilir, fakat hakikat ve şeriat cihetinden cevap ile ifadesi mümkün olmaz. Çünkü gördüğü ve öğrendiği ledünni ilimler o âleme mahsustur; gayet geniştir, ibarenin dar kalıbına sokularak ifade edilemez. Zira bazı ilimler vardır ki melekût âleminden alınmıştır. Akıl anlamaz, vehim idrak etmez ve hafızaya sığmaz. Bu âriflerin kalbindedir. Bu ilimleri alan bir vasıftan çıkıp diğer vasfa ve bir âlemden diğer âleme gelmiştir. Binaenaleyh ulum-u keşfiyye, ulum-u akliyyenin gayrıdır."

 

"Eğer nefsini ehlullahın sevgisinden yüz çevirmiş kaçınır görürsen bil ki sen muhakkak Allah kapısından madrutsun, yani kovulmuşsun."

 

Yine buyurmuş ki: "Zikri gizli yapmak havassın işidir; müritlerin değildir. Çünkü müritler kalbi nurlanmak için zikreder. Murad: zikirden önce nur bulmaktır. Hazır ve yakın olanı zikir hayret edilecek şeydir. O halde zikir için sebep, tazim yoluyla yapmaktır. Yahut da zakirin mezkûrdan gaybet hali kalıyor."

 

Şeyh Ahmed bin Süleyman Ezzahit (r.a.) Hazretlerine bir kişi gelirde zaviyesinde ilimle iştigal için mücavir olmak isterse, ona: "Evladım bunun için hazırlığımız yok. Cami-ül Ezher'e git." derdi. Ve yanında kalan dervişlere ancak şeriatın ibadetlerdeki farz, vacip ve sünnetIerini öğrenmelerine müsaade ederdi. Ve Fasl-ı Ahkâm'a taalluk eden büyü (alış veriş), rehin, şirket (ortaklık) ve benzerleri muamelât ilmi ile uğraşmalarına izin vermezdi ve derdi ki: "Evvelâ ehven olandan (en mühim olan) başlayınız. Ve bu dünyada marifetullahtan daha mühim bir şey yoktur. Siz bunu öğreniniz, şeriatın füruunu (yani teferruatını) fukaha öğrensin. Onlar meşgul olsunlar. Şayet maazallah bütün fukaha yani zahir hocaları katlolunursa ve ahkâmı bilen kalmazsa o zaman şeriat körlenmemesi için şeriatın füruunu öğrenmek o zaman size vacip olur.

 

Seyyid İbrâhim El-Metbuli (r.a.) velayette devair-ül kübra ehlindendir. Abdülvehhab Şarani Hazretleri'nin şeyhinin şeyhidir. Resûlullah'ı (s.a.v.) rüyasında çok görürdü, bunu anasına haber verdi, anası dedi ki: "Oğlum erkeklik uyanık iken görmedir." Vaktâ ki, yakazada içtima eder oldu, yine anasına söyleyince: "Eh şimdi Reculiyet (Erkeklik) makamına başladın." dedi. Bürke mevziinde hurma ağaçları dikti. Fakat kaç kuyu açtı ise su bulamadı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimizden istizan etti. (s.a.v.) Efendimiz: "Yarın sana Ali ibn-i Ebû Talib'i (r.a.) gönderirim, Allah'ın peygamberi Şuayb'in koyunlarını suladığı kuyuyu sana târif etsin." buyurdu. Ertesi sabah hakikaten kuyunun kazılacağı yeri İmam-ı Ali (kerremallâhu veche) Efendimizin işaret etmiş, etrafını çizmiş olduğunu gördü. Orayı kazdı, azim bir kuyu çıktı; hâlâ dahi suyu tükenmez. Hızır (a.s.)'la da çok buluşur ve görüşürdü.

 

Buyurmuş ki: "Kalbini dünya muhabbetinden temizle, o vakit iman suyu kalbine cetvellerle (Irmaktan açılmış arklar) akar. Fakat kalbini bundan temizlemeyenin ise kalbine iman suyu akmaz."

 

Mevlâna Şemsüddin El-Hanefi (r.a.) Mısır'ın büyük velilerindendi. Çok kerametleri kitapta sayılmaktadır. Buyurmuş ki: "Evvelâ Rahmet zikir halkasına iner. Sonra cemaate dağılır. Dervişler halkaya ellerini uzatırlar ki, Rahmetten kendilerine bir şey isabet etsin için."

 

"Ashabına çarşılarda, caddelerde ve terk edilmiş mehcur harap mevzilerde yüksek sesle zikri emrederdi. Derdi ki: 'Allahu Teâlâ'yı böyle yerlerde zikrediniz ki, yarın kıyamet gününde size şahadet etsinler ve nefsin tabiat namusunu da yakasınız. Çünkü onu yakmasanız, hicaptasınız.'"

 

"Şemseddin-i Hanefî Hazretleri bineğe bindiği vakit önünde bir cemaat zikrullah yaparlardı. Acem meşayihinin tarikatı gibi. Ve buyurdu ki: 'Dünyada ve kıyamet gününde bizim şiarımız budur.' Ve yine arkasında da zikrullah için bir cemaat tertip eder nöbetle zikir yaparlardı. Bunları işiten insanlar dışarı çıkar bakarlardı. Şeyh Hazretleri de onlara dua ederdi. Buyurdu ki: 'Fakirlik, batındadır, zahirde değildir.'"

 

"Geylâni ve ibn-i Rüafai ve diğer veliler Allahu Teâlâ'ya giden yolu ancak şeyh elinde buldular. Nice abidlerle şeytan oynadı. Ve onları Allah'tan kesti."

 

"Dünya ve âhiretten soyunmayan kimse Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna nail olamaz."

 

Yine buyurmuş ki: "Bir veli ölünce dünyaya imdat tasarrufu kesilir ancak ölümünden sonra ziyaretçisine medet hâsıl olur. Yani yardımı dokunur. Veya haceti kaza edilirse bunun sebebi ziyaret olunan velinin makamı mertebesine göre Cenâb-ı Hakk vaktin sahibi olan kutup eliyle o imdadı vermiştir. Hakikatte ziyaret olunan sıfattır, zatlar değildir. Çünkü zatlar çürümüş, fani olmuşlardır. Sıfatlar ise bakidir." Cemaatsiz namaz kılmazdı. Her namazda etrafında zikirler ve hizipler okunurdu. (r.a.)

 

Şeyh Medyen bin Ahmed El-Eşmuni (r.a.), meşhur veli Ebu Medyen El-Mağribi Hazretleri'nin zürriyetindendir. Kerametinden birisi: Zaviyesinin minaresi eğildi. Bütün mahalle halkı yıkılmasından korkmağa başladılar. Mühendisler toplandılar, yıkılmasına karar verdiklerinde ayağında nalınları ile zaviyesinden çıktı. Arkasını yani sırtını eğrilmiş minareye dayayıp taş minareyi sallayarak doğrulttu. Bunu halkın gözleri önünde yaptı. Ondan sonra hâlâ minare doğru durmaktadır.

 

Bir dervişin zikir meclisine hazır olmadığını görünce onu zaviyeden çıkarır ve onu yanında bırakmazdı. Muhammedi Şüveymi (r.a.) asbabına derdi ki: "Sizlere Allahu Teâlâ'nın zikrini şiddetle tavsiye ederim; bütün ihtiyaçlarınız icaza olunur." Bir gün bir kişi geldi. "Bir kadını seviyorum evlenmek istiyorum, kadın razı olmuyor." dedi. Bunun üzerine o şahsı halvete soktu; "Gece ve gündüz o kadının ismini zikret meşguliyetin bu olsun." dedi. O zaman kadın kendiliğinden geldi, evleneceğim dedi ise de o kişi evlenmekten vazgeçti. Bu defa Şeyh Hazretleri dedi ki: "Mademki anladın iş böyle imiş, kadını zikre başlayınca ayağına getirdin o halde Allah ile meşguliyet evlâdır. İsmullah ile meşgul ol." dedi, beşinci gün keşfi açıldı.

 

İmam-ı Şarani Hazretleri'nin meşayinden olan ve aslen Türk olan Seyyid Mühammed-ül Mağribi Eşşazeli Hazretleri demiş ki: "Allahu Teâlâ bir kulunun ölürken imanını selb etmek yani imanını soymak isterse o kulunu veliye musallat eder ve veliye eziyet eyler."

 

"Dervişin dünyada sermayesi kalbidir. Oraya keder verecek dünyaya ait bir şey sokmamlıdır." Yine buyurmuş ki: "Hangi derviş ki yumuşak yatakta yatarsa tarikte ondan hayır gelmez. Çünkü yumuşak yatakta yatanın gece kıyamı olamaz. Hâlbuki gece kıyamı mü'minin bineği ve burakıdır." Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir gün böyle bir yatakta yattı. O gece uyudu, virdine kalkmadı. Hazret-i Ayşe (r.a.) validemize buyurdu ki: "Bu yatağı eski haline ifrağ et çünkü onun yumuşaklığı beni gece kalkmaktan men' etti."

 

"Şeriat oğlu, hükm-ü zahir gözü ile bakar da halkın fiilini halka nispet eder ki onlara hitap teveccüh etsin ve üzerlerine ahkâm-ı diniyye tereddüt etsin için, 'Allah sizleri de ve işittiklerinizi de yarattı.' (Saffat: 96) âyeti mucibince. Buna mukabil hakikat oğlu: Hikmet-i batına gözü ile bakar ve fiili Hakk'a nispet eder. Çünkü muhakkak hakikatte fail-i muhtar, Hakk'dır. 'Rabbin dilediğini yaratır ve ihtiyar eyler muhayyerlik onların değil. Allah Sübhan'dır ve onların şirkinden âli ve münezzehdir.' (Kasas: 68) Şu halde şeriat edebi, şuhud-u Hakk'ta halkın şuhuduna bina edilmişse, hakikat edebi de Hakk'ın şuhudunda halkın fenası üzerine bina edildi. Böyle her ikisi mübayin oldu da emr-i zahirin izharı tayin etti ve emr-i batının gizli tutulması lâzım geldi. Ta ki aralarında muaraza ve ahkâmın tatili korkusu kalmasın için. İşte zahirde verilen hükmün ve kararın hikmet-i batına üzerine bina edilmemesinin sebebi budur zira zahirde verilen hüküm, batındaki hikmet üzerine bina edilse nasın çoğu üzere ikisinin arasını cem etmek mütaazzir olur. Zorluk ve şiddet üzerine bina edilmesi şikak-ı baide müncer olur."

 

"Meşayihinden Şeyh Zekeriya Ensari el-Hazreci Hazretleri'ne 20 sene hizmet ettim asla gaflete düştüğünü ve gece ve gündüz hiç bir zaman malâyani (boş lakırdılar) ile meşguliyetini görmedim." Şarani Hazretlerinin meşayihinden olan Seyyid Muhammed Eşşennavi Hazretleri rasihinden idi. Ekseri terbiyesi nazar (bakış) ile idi. Yoldan geçen bir yol kesen eşkıyaya baksa derhal o eşkıya şeyhin arkasına düşer müridi olurdu, nefsini men edemezdi. Erkek, kadın ve çocuklara zikir telkin eder ve zikir meclisleri tertip ederdi ve derdi ki: "Bu arazi parçasında tevhid nurunu ateşledik. Kıyamete kadar sönmez."

 

Meclisinde daima Kur'ân okunurdu. Kur'ân'dan fariğ olununca zikir başlardı. Zikir bitince Kur'ân başlardı, ölünceye kadar âdeti bu idi."

 

Şarani Hazretleri diyor ki: "Abdülkadir Eddeşdudi (r.a.) ekâbir evliyadan idi. Yirmi sene sohbetinde bulundum. Henüz baliğ olmamıştım. Bana: 'Sana bazı kelimeler öğreteceğim bunu ezberle büyüdüğün vakit bereketini bulursun' dedi. Evet dedim. Dedi ki, Allahu Teâlâ: 'Ey kulum sana dünya ve âhiretin bütün zahirlerini yollasam ve kalbinle bir an buna meyil etsen bizi bırakmış onlarla meşgul olursun bizimle meşgul olmazsın.' dedi. Ezberledim, bereketini buldum."

 

Hacca gidip Medine-i Münevvere'ye vardığında yanağını Babüsselâm'ın eşiğine koydu. Medine'de ikâmeti müddetince dönünceye kadar orada uyudu ve hareme girmedi.

Gezi